DÂim oruc tutar, dînî ilimleri oğrenmek icin calışırdı. ŞeyhulislÂm Şeyhî Efendinin sohbetlerine devÂm etti. Sonra İbrÂhim Gulşenî'nin halîfelerinden Hasan Zarîfî'ye talebe oldu. Tasavvufta epey yol katetti. Fakat tam olarak yetişmeden hocası Zarîfî Efendi vefÂt etti. Bunun uzerine Şeyh YÂkûb Efendinin hizmetine girdi ve talebesi oldu. Halvetiyye ve Celvetiyye yollarının feyzlerine kavuştu.
İlim tahsîl ettiği sıralarda kendini o kadar ilme vermişti ki, odasına girer kapısını kilitletirdi. SÂdece namaz ve ders vakitlerinde actırırdı. Odasında dÂim calışmakla, ibÂdet ve zikir ile meşgûl olurdu. Devamlı yalnız kalmayı tercih eder, mÂnen yukselmek icin gayret gosterirdi.
Onu tanıyan dervişlerden Yahy Dede şoyle anlatmıştır: "Hasan Efendi ile ve diğer dervişlerle erbeîne girdik, on beş gunde bir yemek yerdik. Geceleri bin rekat namaz kılardık. Dervişlerden bir kısmı buna tahammul edemeyip bu safÂdan, yuksek hallerden mahrum oldular."
Hasan Efendinin kaldığı zÂviyenin cevresinde oturanlardan biri şoyle anlatmıştır: "Bir gece evde otururken pekcok kimsenin cÂminin uzerinden inip Hasan Efendinin odasına girdiğini gordum. Gidip kapısını caldım. Boyle boyle kimseler gelip odanıza girdiler, dedim." "Onlar cinnîlerdir. Dînî suÂller sormaya geldiler. Merak edilecek bir şey yok korkma!" dedi."
Talebelerinden biri şoyle anlatmıştır: "İlk zamanlarımda uygun olmayan bir duşunce ile uyumuştum. RuyÂmda hocam gelip bir tokat vurup gitti. Ertesi gun huzûruna vardığımda, şeyhler, talebeleri ileri gittiklerinde, uygunsuz hallerinde îkÂz ederler. BÂzan doverler, bÂzan okşarlar. Bunlar gam değildir." buyurdu.
Bir genc onların bulunduğu yerde yoldan gelip gecenleri rahatsız ederdi. Bir gunHasan Efendinin yolu oraya duştu. Genc atını Hasan Efendinin uzerine surup; "Bana şarap parası ver." dedi. Parası olmadığını soylediği halde ısrar etti. HakÂret dolu sozler soyleyip uzaklaştı. Biraz sonra bir kağnı arabasına carpıp oldu.
Birisi Hasan Efendiyi hased eder ve kahvehÂnelerde devamlı aleyhinde konuşurdu. Bu uygunsuz davranışı uzerine Hasan Efendi onu zaman zaman îkÂz ederdi. Ancak bir turlu bu huyundan vaz gecmedi. Bir gun yine aleyhinde uygunsuz sozler soyledi. Sevenlerinden biri Hasan Efendiye gidip durumu anlatınca, Hasan Efendi cok yuksek sesle ve sesi kesilinceye kadar; "Bizden vaz gecmezler mi?" diye bağırdı. O gece kendisine dil uzatıp, aleyhinde konuşan kimsenin boğazında bir yara cıktı. Gunlerce konuşamadı, sonra oldu.
Hasan Efendinin sevenlerinden Ferruh KethudÂzÂde'nin evinde yangın cıkmıştı. Yangını sondurmek icin telaşla koştururken; "Hey Hasan Efendi! Hey gozumun nûru!" diye seslenip ondan mÂnen yardım istedi. Bu sırada hizmetcilerden biri efendim işteHasan Efendi meydanda duruyor ve korkmayınız diyor, dedi. Sonra hizmetci, Hasan Efendinin yanan eve girdiğini, iceri girince yangının birden sonduğunu gordu. Ferruh KethudÂzÂde bu hÂli gorup Hasan Efendinin kerÂmeti karşısında cok duygulandı. Ertesi gun huzûruna varınca, hÂdiseyi gizlemesine işÃ‚ret ederek; "Allah adamlarına o kadar şeyler kolaydır." buyurdu.
Sevenlerinden bir zÂt şoyle anlatır: Borcluydum ve bir turlu odeyemiyordum. Alacaklılar ise devamlı sıkıştırıp para istiyorlardı. Bir Cum gunu Hasan Efendinin vÂzını dinledim. Bir taraftan da icimden borcumu odeyebilmem icin du ettim. VÂzdan sonra Hasan Efendinin elini opmek icin huzûruna vardım. Bana; "Beşiktaş'ta falan yere var. Orada senin işini gorurler. Durma, hemen git!" buyurdu. Beşiktaş'a gittim. Gemi kaptanı kıyÂfetinde birisi beni gorup, ismimi de soyledi; "Sen falan değil misin?" dedi. Evet deyince, beni yanına alıp evine goturdu. Onume ici para dolu bir kese koydu. İcinde borcumu odeyecek kadar para vardı. "Efendinin emri bu kadardır." dedi. Bunun uzerine; "Sana bu haberi kim verdi." diye ısrarla sordum. "Bize bir kimse gelip soylemedi. Gelmesine de luzum yok. Bizim birimizin kalb aynasında olan duşunce diğerimizin kalb aynasında akseder, mÂlum olur." dedi."
Mustafa Dede adında bir yakını şoyle anlatmıştır:
Hasan Efendi mubÂrek gecelerde bin rekat namaz kılardı. Bir defÂsında berÂt gecesine iki gun kala yÂni ŞÃ‚bÂn ayının on ucunden on beşine kadar uc gun uc gece yemek yemedi, uyumadı. İlk gece sabaha kadar namaz kıldı. Ertesi gun oğleye kadar dervişlere sohbetiyle nasîhatler yaptı. Oğleden akşama kadar boyle gecti. Akşam namazından sonra tesbih namazı kıldı. Yatsı vakti girince, yatsı namazını kıldı. Sonra sabah namazı vaktine kadar ibÂdet ve tÂatle meşgûl oldu. Sabah namazını kıldıktan sonra Âdeti uzerine okuyacağı şeyleri okudu ve zikirle meşgûl oldu. Tam uc gun bu şekilde devÂm etti."
Hasan Efendi enbiy ve evliy kabirlerini cok ziyÂret ederdi. Bu sebeple evliy turbelerinin cok bulunduğu bir yer olan Bağdat'a iki def gitti. Bir defÂsında şoyle demiştir: "Allahu teÂl Cennet'te bÂzı kullarına lutfedip; "Ey kullarım! Siz dunyÂda iken enbiy kabirlerini ve evliyÂyı ziyÂret etmekten hoşlanırdınız. Şimdi size izin veriyorum Cennet'teki enbiy ve evliy makamlarını dolaşın." buyurur. Umîd ediyoruz ki, dunyÂda ziyÂret ettiğimiz gibi Âhirette de onları ziyÂret ederiz inşÃ‚allahu teÂlÂ." buyurdu.
Hasan Efendi bir Ramazan ayında Diyarbakır'a gitmişti. Oradan BağdÂt'a gidecekti. O bolgenin idÂrecisi Nasûh Paşa tasavvuf ehline karşıydı. Gitmesi icin gerekli vÂsıtayı vermedi. HattÂ; "Kim onunla goruşur ve konuşursa cezÂlandırırım." dedi. Bu sebeple goruşmekten cekiniyorlardı. Hasan Efendi dervişlerinden birine; "Bu gece meşÃ‚yıhın rûhÂniyetinden yardım isteyeceğim." dedi. O gece seher vakti talebesine; "Derviş! Bize izin verildi. Paşanın daha omru varmış. Fakat sonunda başı kesilir. Sağ olanınız İstanbul'a vardığında gorur." dedi. Boyle konuşurlarken Paşadan bir adam geldi. Hasan Efendiyi dÂvet ettiğini bildirdi. Meğer o gece Paşayı ruyÂsında cok korkutmuşlar. Paşanın yanına gittiler. Paşa kapıya kadar inip, hurmetle karşıladı ve elini optu. Sonra Bağdat'a gitmesi icin lÂzım olan vÂsıtayı temin etti. Bağdat'a gidip buyuklerin makam ve turbelerini ziyÂret etti. Oradan hacca gitti." Hasan Efendinin vefÂtından sonra Paşanın İstanbul'da bir sebeple başı vuruldu.
Hasan Efendi hac yaptıktan sonra Yemen tarafına gitti. Orada vefÂt etti. VefÂtından onceki gece Âdeti uzere yuz rekat namaz kıldı. Veliyyuddîn Efendi, Hasan Dede, İbrÂhim Medenî, Adlî Efendi halîfeleri idi.
BAL ŞERBETİ
Ali Dede isminde bir zÂt şoyle anlatmıştır: "Bir gun Hasan Efendi ile birlikte bir yere gidiyorduk. Yol uzerinde gayr-i muslim bir kimseye rastladık. Merkebine yuk yuklemiş gidiyordu. Hasan Efendi; "Ali Dede merkebin yuku nedir bir sor bakalım." dedi.Sorduğumda merkebin şarap yuklu olduğunu oğrendim ve; "Sultanım, şarapmış." dedim. "Soyle bir tas doldurup versin. dedi. Gidip gayr-i muslimden bir tas şarap aldım. Getirince; "Ali Dede ic!" dedi. Once tereddud etdim. Ucuncu def ic deyince, hatırıma şeyhin kerÂmetinin zuhûr edebileceği geldi. İcmeye başladım. Fakat tastaki şarap bal şerbeti olmuştu. Bu durumu gorunce hemen Hasan Efendinin elini optum. Şimdi tasta kalanı o şarap taşıyan gayr-i muslime ver." dedi. Goturup verdim. Aldı icti. Hasan Efendinin kerÂmetiyle şarabın bal şerbeti olduğunu gordu ve musluman olmakla şereflendi."
1) ŞakÂyık-ı Nu'mÂniyye Zeyli (AtÂî

2) LemezÂt
__________________