Dunyamız 4.5 milyar yaşında ama hala evriliyor. Kıtalar hareket edip yer değiştirdikce, volkanlar patladıkca ve depremler oldukca yer kurenin yuzey şekillerinde de değişimler olmaya devam ediyor.

1872 yılında tesaduf eseri keşfedilen Mariana Cukuru da, 100 yıldan fazla bir suredir bilim insanlarının dunyanın oluşumuyla ilgili sorularına cevap vermeye calışıyor. Yazılı tarihin uzunca bir donemi boyunca, insanlar deniz tabanının belli bir derinlikten sonra duz ve cansız olduğunu duşunuyordu. Fakat 1872 yılında İngiliz araştırma gemisi HMS Challenger, okyanus tabanının haritasını cıkartmak duşuncesiyle yola cıktı. HMS Challenger 4 yıl boyunca tam 112 bin kilometre yol kat etti. Yolculuk sırasında 4.000 den fazla yeni canlı turu keşfetti. Challenger’ın deniz dibini araştırması oldukca basit bir yontemle yapılıyordu. Murettebat her 225 kilometrede bir, toplam 400 kilometre ip ve onlarca kilo kurşun ağırlıkla derinliği olcuyordu. Bu yorucu ve yıpratıcı bir yontemdi fakat o donem icin okyanus tabanının derinliğini olcmenin tek yoluydu. Batı Pasifik’e geldiklerinde Guam’ın 320 kilometre acığında murettebat rutin olarak olcum icin ip indirdi. Fakat ağırlık surekli olarak inmeye devam ediyordu. Bu onlar icin buyuk bir surprizdi cunku kimse okyanusun bu kadar derin olduğunu duşunmuyordu. Sonunda ağırlık 4475 kulacta karaya oturdu. Bu deniz yuzeyinin neredeyse 8 kilometre altıydı. Challenger’ın keşif gezisi modern Oceanogrofi (Okyanus) Bilimi’nin doğumunu getirdi ve okyanus tabanın kaba taslak ilk haritasının cıkarılmasını sağladı. Marina Cukuru’nun gizemli yapısının daha net anlaşabilmesi, 1951 yılında gercekleşmiştir. Bu yeni keşifte ise, 2.Dunya Savaşı sırasında Alman denizaltılarının yerini tespit edebilmek icin kullanılan sonar sistemi kullanıldı. Sonar teknolojisiyle, deniz yuzeyinden su altına gonderilen ve su boyunca ilerleyen ses dalgaları, katı zemine carptığında sekerek geri donuyor ve detektore gidiyordu. Bilim insanları bu şekilde dalganın geri donuş suresini olcerek, su altının detaylı haritasını cıkarabileceklerini duşunduler. Bu duşunceyle yola cıkan İngiliz donanmasına ait bir donanma gemisi, Challenger tarafından bulunan Mariana Cukurun da araştırma yapmak icin bolgeye gitti. Bu defa araştırmacılar, gelişmiş sonar cihazlarla donanmış, daha kapsamlı ekipmanlara sahipti. Araştırma sonucunda 10.994 metre derinliği olan Mariana Cukuru’nun bir delik değil, 2.542 km uzunluğa ve 69 km genişliğe sahip olan dev bir hendeğin sadece bir parcası olduğunu oğrendiler. Burası dunyanın bilinen en derin noktasıydı. Bu carpıcı rakamlar bilim insanlarının kafasında oluşan ‘Nasıl oluştu?’ sorusuna cevap vermek konusunda yeterli değildi. Aradıkları cevapları bulabilmek icin cukurun dibine inmeleri gerektiğini duşunduler. Cukurun dibindeki basınc miktarı, yuzeydeki basıncın tam 1000 katı kadardı. Bu durum, şartları zorlaştırıyor ve aynı oranda dalışı tehlikeli boyuta taşıyordu. İsvecli bilim adamı Auguste Piccard 1953 yılında dalışın yapılacağı Triest batiskafını tasarladı. Triest, yuksek basınca dayanabilecek şekilde tasarlanmış bir aractı. Test dalışları ve kontrolleri 7 yıl suren Triest, 1960 yılının Ocak ayında nihayet dalışa hazırdı. Dalış icin secilen isimlerde Amerikan donanmasında gorevli derin deniz kaşifi, Teğmen Don Walsh ve Triest’in tasarımcısı Auguste Piccard’ın oğlu Jacques Piccard’tı. Triest , 23 Ocak 1960 yılında iki murettebatıyla saatle 5 km’lik bir hızla Mariana Cukuruna dalmaya başladı.



İcerdekilerin dışarıyı gorebilmesi icin koyulan cam panel, iki cam ile desteklenmişti fakat bu camlardan biri dalıştan iki saat sonra yuksek basınca dayanamadı ve catladı. Buna rağmen geri donmeyen Don Walsh ve Piccard, cukurun dibine inmeyi başardı. Okyanusun bu noktasında hicbir canlıya rastlamayacaklarını duşunen Triest ekibini, 30 cm boyundaki bir yassı balık karşıladı. Bu balık okyanusun dibinde de bir hayat olduğuna dair sağlam bir delildi. Ekip daha detaylı bir araştırma yapmak istedi fakat Triest’in hareketleri yoğun bir toz bulutunun oluşmasına ve goruşun kapanmasına neden oldu. Bu yuzden, araştırmaya son vererek, toplam 9 saat suren tehlikeli dalışın ardından yuzeye cıktılar. Bu dalış aynı zamanda bir dunya rekoruydu. Dalış her ne kadar başarıyla tamamlansa da cukurun nasıl oluştuğunu acıklayamamıştı. Bu sırrın gizemi ise 1977 yılında cozulecekti. 1977 yılında jeologlar denizlerin altında bulunan dağ sıralarını ve cevresini araştırdılar.

Bu araştırmanın sonuclarına gore magma tektonik bolgelerden fışkırarak okyanus tabanını yukarı kaldırıyor ve yuksek tepeler oluşturuyordu. Magma her faaliyete gectiğinde eski kabuk tepeden aşağı itiliyordu. Okyanus sırtında yeni bir kabuk oluşuyor ve dunya genişlemiyorsa, eski kabuğun başka bir yerde yok olması gerekiyordu. Bu noktadan sonra tum kanıtlar bir yeri işaret ediyordu. Mariana Cukuru! Magma yer altında yeni bir tabaka oluşturuyor, bu tabaka da kendisinden daha hafif olan diğer bir tabakanın altına kayıyor ve bu dev cukur oluşuyordu. Triest Derin ses kayıtları yakalamak icin son derece hassas cihazlar ile cukurun en derin ve karanlık bolgelerinden farklı ses ornekleri aldı. Bu kadar yuksek basınc altında alınan ses ornekleri hakkında ceşitli teoriler uretildi. Birazdan dinleyeceğiniz orneklerden sonra bunu ele alıcağız.

Ses farklı ortamlarda farklı hızlarda hareket eder. Sesin hızı; 21° havada 344 m/sn, suda 1480 m/sn, insan vucudunda 1588 m/sn’dir. Sesin hızı, ses kaynağına olan uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak azalır. Ses dalgası yayılırken, kaynaktan iki metre uzaklıkta ses dalgasının genliği ½ oranında, dort metre uzaklıkta ise ¼ oranında azalır. Ses dalgasının ilerlemesi sırasında, karşısına cıkan engellerin ozelliklerine bağlı olarak; bir kısmı yansır, emilir ve iletilir. Su altında da elbette ki cok daha geniş alandaki sesleri duymak mumkun. 10 bin metreden daha derin bir cukurdan bahsediyorsak basıncında etkisiyle normalde duyacağımız sesler cok daha farklı yansır. Bir balinanın sesi bile su altına o derinlikte bir cukurda urkutucu izler bırakabilir. Bu seslerin bazı doğal sebeplerden dolayı oluştuğunu soyleyenlerde var. Farklı ve keşfedilmemiş dev bir tur canlıdan gelmiş olma ihtimalini soyleyenler de. Yoksa bu seslerin sahibi bir megalodon mu? Megalodon, buyuk beyaz kopek balığının atasıdır. Uzunluğu 20 metreyi bulan bu buyuk kopek balığı buyuk okyanusta ve atlas okyanusunda yaşamıştır. Etobur olan bu kopekbalığı okyanusun derinliklerinden yuzeye cıkan buyuk balinalarla yalnız besleniyordu. Balinalara genelde burun kısmından saldırıyordu. Keskin buyuk dişleri ve guclu cene kasları olan bu kopekbalığı ceşidi kıkırdak kaplı bir iskelete sahipti ve ayrıca 40 tona varan ağırlıkları ile okyanuslarda yaşamış en buyuk etobur canlılardı. Ortalama yaşam sureleri 25 ile 40 yıl arasıydı. Miyosen ve Pliyosen donemlerinde yaklaşık olarak 15.9 ile 2.6 milyon yıl once okyanuslarda yaşamıştır. Megalodonun nesli anormal bir iklim değişikliği ile balinaların ılık iklimlerden soğuk iklimlere goc etmesiyle ve Magalodon turunun bu soğuk iklime elverişli yapısının bulunmamasından ve balinalar goc ettiği icin yiyecek bulamamaktan oturu nesli tukenmiştir. En azından şimdiye kadar boyle duşunuluyordu.





Alıntıdır

__________________