Babası onu, on beş yaşında iken evlendirdi. Başta babası olmak uzere, hanımı ve kayınpederi, ilimle uğraşması icin elinden gelen her şeyi harcadılar. Babası ile berĂ‚ber bir ara, KĂ‚hire'ye gitti. Ezberlediği Tenbîh ile diğer kitapları, oradaki meşhûr Ă‚lim İbn-i bint-il-Eaz'a ve diğer Ă‚limlere okudu. Zamanın meşhur Ă‚limlerinden fıkıh, hadîs, usûl, mantık, tefsîr, ferĂ‚iz, nahiv ilimlerini ve tasavvuf yolunu oğrendi.
Takıyyuddîn Subkî, dînin emir ve yasaklarına uyan, tevĂ‚zu sĂ‚hibi, seckin bir zĂ‚t idi. İlim ve vekĂ‚r sĂ‚hibiydi. Fıkıh ve hadîs ilimlerini cok iyi bilir ve ders olarak okuturdu. Usûl ve Arabî ilimlerde derin Ă‚limdi. Şam’da kĂ‚dılık yaptı. Verdiği hukumlerden herkes memnun olurdu. Dort mezhep icinde huccet, hepsinin muftîsi, hadîs Ă‚limlerinin rehberi, kıymetli eserler sĂ‚hibi bir Ă‚lim idi.
Takıyyuddîn Subkî, kıyısı olmayan bir deniz, kibir bulunmayan gonul sĂ‚hibi, olcuye sığmayan geniş bir ufuktu. Bozuk îtikĂ‚d sĂ‚hiblerine karşı, Resûl-i ekremin ve EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın mubĂ‚rek yolunu mudĂ‚faa etti. Tevessul, istigĂ‚se ve Resûlullah efendimizin kabr-i şerîflerinin ziyĂ‚retini kabûl etmeyen İbn-i Teymiyye’nin karşısına cıkarak, ona delîl ve vesîkalarla cevap verdi ve; “HeyhĂ‚t! Mescid-i Nebî ziyĂ‚ret edilir de, o mescidin sĂ‚hibi nasıl ziyĂ‚ret edilmez? ZĂ‚ten Resûlullah efendimiz olmasaydı, bu mescidin fazîleti bilinmezdi. Eğer Resûlullah efendimiz olmasaydı, o yer mukaddes olmazdı. Orada takvĂ‚ uzere yapılmış bir mescid bulunmazdı.” buyurdu.
Takıyyuddîn Subkî, cok comertti. Eğer HĂ‚tem-i TĂ‚î onunla aynı asırda yaşasaydı, Takıyyuddîn Subkî’nin comertliği yanında, onun comertliği anılmazdı. O vekar sĂ‚hibi ve heybetli idi. Her şeyi ile kendisinden once gelmiş olan buyuk Ă‚limlerin yolunda gitti. Dımeşk onun ilim ve irfĂ‚nıyla mĂ‚mûr hĂ‚le geldi. Takıyyuddîn Subkî’nin verĂ‚ı cok idi. Az yer, az icerdi. Cok namaz kılar, belĂ‚ ve musîbetlere karşı sabrı hic elden bırakmazdı. Allahu teĂ‚lĂ‚yı cok anardı. Sabah akşam zikirle meşgûl olurdu. DĂ‚imĂ‚ murĂ‚kabe uzere idi. Doğru yolda bulunup, bu yola yardımcı olmakta ecdĂ‚dı olan EnsĂ‚rın izinde bulunuyordu. Gece-gunduz Kur’Ă‚n-ı kerîm okurdu. Âlimlerden, haberleri doğru olarak naklederdi. Seher vaktinde cok istigfĂ‚rda bulunur, Allahu teĂ‚lĂ‚dan af ve magfiret dilerdi. Allah korkusundan cok goz yaşı dokerdi. DunyĂ‚nın parlaklığına ve malına îtibĂ‚r etmezdi. Elde ettiği makam ve mevkilerden ve herkesin kendisine gosterdiği teveccuh ve iltifattan dolayı, kibir, gurûr ve ucba kapılmazdı. Her taraftan Ă‚limler, halledemedikleri meseleleri arz etmek icin ona murĂ‚caat ederlerdi. SĂ‚lih ameller ve mustecĂ‚b duĂ‚lar sĂ‚hibiydi. O, cok kere mutevĂ‚zî ve gosterişsiz bir elbise ile dışarı cıkardı. Fakat sultĂ‚nın merĂ‚sim gunlerinde dĂ‚imĂ‚ cubbe giyerdi. Oğlu, onun boyle cubbe giymesine cok hayret ederdi. ZîrĂ‚, onun tabiatı boyle şeylere pek onem vermezdi. Bu yuzden oğlu TĂ‚cuddîn Subkî, babasına; “Ey babacığım, kĂ‚dılık makĂ‚mında otururken, yirmi dirhem etmeyen elbiselerle oturuyorsun. Fakat sultĂ‚nın merĂ‚simlerinde cubbe giyiyorsun. Nicin boyle davranıyorsun.” diye sordu. Takıyyuddîn Subkî, “EvlĂ‚dım! Bu, Şafiî mezhebi ulemĂ‚sının şiĂ‚rıdır. Bu Ă‚detin unutulmasını istemem. Ben devamlı kalacak değilim. Benden sonra gelip bunu giyecekler. Yeni bir şey ortaya cıkarmıyorum." buyururdu.
Takıyyuddîn Subkî, tasavvuf yolunda bulunanlara cok hurmet eder ve onları severdi. “Tasavvuf yoluna giren kimse, Selef-i sĂ‚lihînin izinden gider, onlara tĂ‚bi olursa işte tasavvufta doğru yol budur.” derdi. Takıyyuddîn Subkî, kimde olursa olsun, faydalı bir şeyi gorunce onu beğenirdi. Faydalı ve guzel birşeyi, kendisinden kucuk birisinden bile duysa, onu dinlemekten uzak durmaz, yuz cevirmezdi. O cok hayĂ‚ sĂ‚hibiydi. Kimseyi utandırmak istemezdi. Talebeleri bĂ‚zan kendisine, bilinmeyen ve duyulmamış bir şey gibi herhangi bir konuyu anlattıkları zaman, onlara bir şey demez, onları hoş karşılardı. HattĂ‚ onlara garip bir şey imiş gibi anlattıkları o konuyu, ceşitli kitaplardan naklederdi. Bu sebeple talebeler, ona hayret ederdi. ZîrĂ‚ onlar, ilk once onun bu meseleden haberi yok sanırlardı. Fakat Takıyyuddîn Subkî, yine de onların heveslerini kırmazdı. O, Ă‚limlere karşı cok edebliydi. Onun Peygamber efendimize olan muhabbeti, sevgisi ve hurmeti, anlatılamıyacak derecedeydi.
Takıyyuddîn Subkî, her ilimde mutehassıs idi. Selef-i sĂ‚lihînin yolunda, sunnet-i seniyye uzere bulunuyordu. Hakkı soylemekten cekinmezdi. Ayakta, otururken, binekte ve yururken bile Kur’Ă‚n-ı kerîm okurdu. Hocaları ona cok kıymet verirdi. Mutehassıs olduğu butun ilim dallarında, zamĂ‚nında onun gibisi gorulmedi. Butun Ă‚limler, onun butun zamĂ‚nını ilme adadığına inanırlardı.
Takıyyuddîn Subkî’nin cok kerĂ‚metleri goruldu. Ona karşı cıkanın başına mutlak bir şey gelirdi. Kendisinden kerĂ‚met hĂ‚sıl olunca veya birisi kerĂ‚metinden bahsedince cok sıkılırdı.
Kadı’l-kudĂ‚t CemĂ‚luddîn Zureî, Mensûriyye Medresesindeki muderrislik vazifesinden, Şam kĂ‚dılığına tĂ‚yin edilince, Takıyyuddîn Subkî onun yerine muderrislik vazîfesine tĂ‚yin edildi. Bir muddet sonra, CemĂ‚luddîn Zureî, Şam kĂ‚dılığından azledildi. Bu sırada Şam NĂ‚ibi Argûn, Hicaz’da bulunuyordu. Bu nĂ‚ibin, CemĂ‚luddîn Zureî ile arasında cok iyi bir dostluk vardı. Zureî’nin azledilmesi Argûn’e ulaşınca, buna cok uzuldu ve Mısır’a varınca, Mensûriyye muderrisliğini, Takıyyuddîn Subkî’den alıp, tekrar Zureî’ye vermeye karar verdi. Bu haber Takıyyuddîn Subkî’ye ulaşınca, o buna cok uzuldu. Bu haber uzerine, gece iki rekat namaz kılarak, Allahu teĂ‚lĂ‚ya niyazda bulundu. Bu sırada; “Argûn tutuklandı!” diye bir ses duyuldu. Ertesi gun derse gittiğinde kendisine, NĂ‚ib Argûn’un tutuklandığı soylendi.
İmĂ‚m-ı Subkî şoyle anlatır: “Babam Takıyyuddîn Subkî’ye rahat vermeyenlerden birisi de, Şam nĂ‚ibi Argûn Şah idi. Bir gun babam, Argûn Şah’a; “Ey emîr! Ben de, sen de bir gun oleceğiz.” dedi. Argûn Şah da ona; “Ey KĂ‚dı! Bu şehirde kac nĂ‚ib gordun?” diye sorunca, o; “Şu kadar nĂ‚ib gordum.” dedi. Argûn Şah; “Benden başkası sana rahat vermedi.” deyince, o; “İleride sen de goreceksin.” dedi. Biz, bir gun yatsı namazını kılmak icin toplanmıştık. Namazdan sonra, babam yuksekce bir yere cıktı. Başı eğik bir vaziyette durmaya başladı. Hic konuşmuyordu. Ayakta olduğu hĂ‚lde, sabah namazına kadar aynı vaziyette kaldı. Bu sırada oyle heybetli bir hĂ‚li vardı ki, tĂ‚rifî, anlatılması cok zordu. Onu bu hĂ‚lde goren kimse, şĂ‚yet o anda onu bir arı sokmuş olsaydı, aslĂ‚ bunu hissetmiyeceğine inanırdı. Sonra oradan inip yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kıldı. İnerken bize; “Argûn Şah’ın işi bitti.” dedi. Salı gunu Trablus’tan yola cıkan Ulcîbuğa isminde birisinin, Perşembe gunu gecenin yarısında Argûn Şah’ın başını kestiğini oğrendim. Sonra babamın odasına geldim. İceride Kur’Ă‚n-ı kerîm okuyordu. Biraz bekledikten sonra kapıyı caldım. Kur’Ă‚n-ı kerîm okumasını keserek kapıyı actı. Bana; “Musluman kardeşin icin şemĂ‚tet yapmayı bırak (şemĂ‚tet; başkasına gelen belĂ‚ya, zarara sevinmektir). Belki Allahu teĂ‚lĂ‚ ona Ă‚fiyet verir de, seni o musîbete ducĂ‚r eder.” dedi. Sonra ben ona, biraz sevincli bir hĂ‚l icinde; “Argûn Şah olduruldu.” dedim. O zaman bana; “Kim demiş? Sus! Bu ne bicim soz boyle! Musluman kardeşin hakkında şemĂ‚tet yapma dedik, değil mi?” dedi. Bana kapıyı acıp “ŞemĂ‚tet yapma!” demesi, benim ona ne soyleyeceğimi, Allahu teĂ‚lĂ‚nın ona bildirmesi, onun bir kerĂ‚metidir.”
Şoyle anlatılır: “Takıyyuddîn Subkî, bir mesele hakkında hukum vermişti. Bu hukmunde de kararlı idi. Şam nĂ‚ibi Argûn KĂ‚milî, bu hukmunden dolayı ona karşı cıktı. Bu mesele Şam ve Mısır’da onemli bir konu hĂ‚line geldi. Bu sırada KĂ‚dı SelĂ‚huddîn Safdî, Takıyyuddîn Subkî’nin yanına gelerek; “Efendim! Bu mesele aleyhimize olmaktadır. Onlar Hakka itĂ‚at etmezler, Hakka boyun eğmezler. Nicin kendinizi tehlikeye atıyorsunuz? Nicin onlarla mucĂ‚dele ediyorsunuz?” deyince, o uzun sure duşundukten sonra; “Vallahi, Allahu teĂ‚lĂ‚dan başkasının rızĂ‚sını duşunmem. Benim icin onemli olan, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sıdır.” dedi. Bunun uzerine ben, onun baskı ve lĂ‚flar ile haktan ayrılmayacağını anladım. NĂ‚ib Argûn KĂ‚milî bir sure sonra gorevinden alındı ve ceşitli eziyetler başına geldi. Olunceye kadar ceşitli uzuntuler icinde ve işsiz gucsuz yaşadı.”
Takıyyuddîn Subkî, 1354 (H.755) senesinde zĂ‚fiyete yakalandı. VefĂ‚t edinceye kadar bu hastalık devĂ‚m etti. Kendisi dĂ‚imĂ‚; “Ben Mısır’da vefĂ‚t ederim” derdi. Mısır’a gidince, orada birkac gun hasta kaldı. 1355 (H.756) senesinde KĂ‚hire’nin dışında bir yerde vefĂ‚t etti. CenĂ‚ze namazına cok kalabalık bir cemĂ‚at katıldı. CenĂ‚zesini taşıyanların bir ucu, defnedildiği yer olan BĂ‚b-un-Nasr’da iken, diğer ucu vefĂ‚t ettiği evin onunde idi.
Takıyyuddîn Subkî’nin vefĂ‚tından sonra bircok kimse, onun Allahu teĂ‚lĂ‚nın indinde nĂ‚il olacağı yuksek derecelerle ilgili guzel ruyĂ‚lar gordu.
SĂ‚lihlerden birisi şoyle anlattı: “VefĂ‚tından iki veya uc gece sonra, Takıyyuddîn Subkî’yi ruyĂ‚mda gordum. “Allahu teĂ‚lĂ‚ sana ne muĂ‚mele buyurdu?” diye sordum. Bana şoyle cevap verdi: “Bana Cennet kapıları acıldı. Gir denildi. Ben; “İzzetin hakkı icin yĂ‚ Rabbî! Benim cenĂ‚ze namazımda bulunanların da girmesini isterim.” dedim.”
Takıyyuddîn Subkî oğluna şoyle nasîhat etti: “Ey oğul! Vaktini boş yere gecirsen bile, seher vaktinde uyanık olup, ibĂ‚det ve tĂ‚atla meşgûl olmayı kendine Ă‚det edin. Seher vaktinde uyuyan kimseye cok cok yazık!”
Takıyyuddîn Subkî’nin buyuk oğlu Ebû Bekr Muhammed icin nasihat olarak soylediği şiirin tercumesi şoyledir: “Ey oğul! Sana yapacağım nasîhatimi ihmĂ‚l etme. Sozume iyi kulak ver. Bu nasîhatim, sana rehber olur. Allahu teĂ‚lĂ‚nın kitĂ‚bı Kur’Ă‚n-ı kerîmi ve sahîh olan hadîs-i şerîfleri ezberle, usûl-i fıkhı cok iyi bil. O, senin sağlam ve doğru konuşmanı sağlar. Nahiv ilmini oğren. Bu, anlayışını arttırır. ZĂ‚hirî ilimlerde, İmĂ‚m-ı A'zam, İmĂ‚m-ı ŞĂ‚fiî, İmĂ‚m-ı MĂ‚lik ve İmĂ‚m-ı Ahmed’in, tasavvufta Cuneyd-i BağdĂ‚dî’nin talebeleri- ne ve onlara tĂ‚bi olanlara uy. Her işinde Resûl-i ekremin sunnet-i seniyyesine uyarak saĂ‚dete kavuş. İlimde Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sını gozet, sĂ‚lihlerin yoluna kavuşursun. Allahu teĂ‚lĂ‚dan kork, emrettiklerini yap, yasak kıldığı şeyleri yapma! DunyĂ‚ya rağbet etme. Başına gelen belĂ‚ ve musîbetleri; kulluk vazifelerini yerine getirerek, yalvarıp yakararak Allahu teĂ‚lĂ‚ya arz et. BelĂ‚ ve musîbetlere karşı sabırlı ol. Sana ihsĂ‚n ettiği nîmetlere karşı, Allahu teĂ‚lĂ‚ya şukret ve hamdet. Doğru ve samîmî olarak verĂ‚dan ayrılma, şuphelilerden uzak kal. Rabbine itĂ‚at et. O’na secde eyle, ilim oğrenmekte cok gayretli ol. Diline de sĂ‚hib ol.”
Takıyyuddîn Subkî buyurdu ki: “Sûfî; Hakk’a doğruluk, halka karşı guzel ahlĂ‚k uzere olan kişidir.”
“Tefekkur ettim, duşundum. Gordum ki, butun fesĂ‚dın başı kibirdir. Kibir, şeytanın buyuklenip kendini beğenmesi ile işlenen ilk gunah oldu. Kalbde kibir, buyuklenme hĂ‚sıl olduğu zaman, kendisini buyuk gorup, başkalarını aşağı gorur. Kibir, kalbi nasîhat kabûl etmekten ve emre itĂ‚at etmekten alıkoyar. Kalbde kendini hor ve hakîr gorme hĂ‚sıl olunca, İslĂ‚m Ă‚limlerine itĂ‚at eder ve sozlerini dinler. İslĂ‚m Ă‚limlerinin soz ve nasîhatleri ona tesir eder. Bu vesîle ile Hakk'ı tanır. NihĂ‚yet her hayır ve iyiliğe kavuşur.”
“Butun salĂ‚hı, iyiliği, Resûl-i ekremin şu iki mubĂ‚rek sozunde buldum: “Nefsine yapış ve evin geniş olsun.” Nefse yapışmaya gelince; insan kendisi ile meşgûl olursa, nefsini mĂ‚nevî kirlerden ve kotuluklerden alıkoyar. Nefsine iyi ve ovulen guzel hasletleri ve sıfatları kazandırır. Bu vesîle ile Allahu teĂ‚lĂ‚ya yakın kimselerden olur. Hem, insanlarla uğraşmakta hayır ve fayda yoktur. “Evin geniş olsun” sozune gelince; burada, selĂ‚metin insanlardan uzak olmakta olduğu beyĂ‚n buyrulmaktadır. İnsan evinden cıktığı zaman, her turlu rezĂ‚lete bulaşır ve kotu işler yapar. Bu mevzûda şoyle bir şiir yazdım: Kalbin kibri, doğru yolu kabûl etmeye mĂ‚nidir. Onun icin kendini buyuk gorme, mutevĂ‚zî ol. Evinde kal, ondan bir karış bile ayrılma. Eğer evden ayrılırsan, pekcok kotuluklerle karşılaşırsın.”
Takıyyuddîn Subkî, bircok eser yazdı. Yazdığı eserlerin bir kısmı şunlardır: 1) Ed-Durr-un-Nazîm: Kur’Ă‚n-ı kerîmin tefsîrine dĂ‚irdir, tamamlayamamıştır. 2) Tekmilet-ul-Mecmû’ fî Şerh-il-Muhezzeb: Nevevî’nin Mecmû’ adlı eserinin şerhidir. RibĂ‚ bahsinden başlamış, teflîs bahsine kadar gelmiştir. Beş cilddir. 3) Et-Tahbîr-ul-Muhezzeb fî Tahrîr-il-Mezheb: MinhĂ‚c’ın geniş bir şerhidir. MinhĂ‚c’ın namaz bahsinden başlamıştır. 4) El-İbtihĂ‚c fî Şerh-ıl-MinhĂ‚c lin-Nevevî: Talak bahsine kadar yazmıştır. 5) El-İbhĂ‚c fî Şerh-ıl-MinhĂ‚c: Usûl-i fıkha dĂ‚irdir. Mukaddimet-ul-VĂ‚cib meselesine kadar yazmıştır. Bu kitabı, oğlu İmĂ‚m-ı Subkî tamamlamıştır. 6) Ref-ul-HĂ‚cib an Muhtasar-ı İbn-il-HĂ‚cib: İbn-i HĂ‚cib’in Muhtasar’ının başından az bir kısmının şerhidir. 7) Er-Rakm-ul-İbrîzî fî Şerh-i Muhtasar-it-Tibrîzî, 8- El-Veşy-ul-İbrîzî fî Hallit-Tibrîzî: Tamamlayamadığı eserlerdendir. 9) KitĂ‚b-ut-Tahkîk fî Meselet-it-Tahlîk: İbn-i Teymiyyeye talak meselesinde buyuk reddiyedir.
İKİ REKAT NAMAZ
Şam NĂ‚ibi Aydoğmuş’un, Takıyyuddîn Subkî’ye sıkıntı vermesini Şeyh BehĂ‚eddîn şoyle anlatır: “NĂ‚ib ile Takıyyuddîn Subkî arasındaki anlaşmazlık cok ileri safhaya varmıştı. Sonunda Takıyyuddîn Subkî, kĂ‚dılıktan ayrılmaya karar verdi. SelĂ‚hiyye Medresesinde ders verdiği yere gitti. Burada odasına girdi. Kapıyı kapayarak, kĂ‚dılıktan ayrılması husûsunda istihĂ‚re yapacaktı. İki rekat namaz kılmaya başladı. İkinci rekatin ikinci secdesinde iken bir ses duydu. Bu ses; “Her insan icin, onunden ve arkasından tĂ‚kib eden melekler vardır. Onu Allahu teĂ‚lĂ‚nın emriyle korurlar. Muhakkak ki Allah, bir topluma verdiği nîmeti, onlar kendilerindeki iyi hĂ‚li fenĂ‚lığa cevirmedikce bozmaz. Bir topluma da Allahu teĂ‚lĂ‚ bir kotuluk diledi mi, artık onun geri cevrilmesine hicbir cĂ‚re yoktur. O toplum icin (kendilerine yardım edecek) Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka bir yardımcı da yoktur.” meĂ‚lindeki Ra’d sûresi on birinci Ă‚yet-i kerîmesini okuyordu. Bunun uzerine kĂ‚dılık vazifesinden ayrıldı. O zaman emîr, Bedruddîn Genkilî bin BĂ‚bĂ‚ idi. Takıyyuddîn Subkî ile Aydoğmuş arasındaki meseleye o da uzulmuştu. Takıyyuddîn Subkî'yi cok seviyordu ve onu haklı buluyordu. Fakat Aydoğmuş gibi bir devlet adamını da gorevden almak bĂ‚zı sebeplerden dolayı zordu. Bedruddîn Genkilî, Takıyyuddîn Subkî icin; “Eğer o, Allahu teĂ‚lĂ‚ indinde kıymetli bir kul ise, cenĂ‚b-ı Hak onu bu sıkıntıdan kurtarır ve rahata erdirir” diyordu. Kısa bir sure sonra, Aydoğmuş’un Ă‚niden olum haberi geldi. Bu olum haberi Takıyyuddîn Subkî’ye ulaşınca ağladı. Sonra kalkıp namaz kıldı.”
SON SOZ
Yazdığı vasiyet şoyledir: “Kulun her hĂ‚linde ibĂ‚det yapması gerekir. Cunku omur cok kısadır. Omrunun bir kısmı kucuklukte gecer. Bir kısmı buyuyunce, bedenî ihtiyaclarını temin etmek, uyku, kendisine Ă‚rız olan hastalık, ozur hĂ‚lleri, zarûrî meşgaleler, insanlarla uğraşma ve gecim derdi gibi işlerle gecer. Bunlardan geriye, insan icin cok az vakit kalır. İşte insan, ya bu kısacık omrunu ibĂ‚det ve tĂ‚atle gecirmek sûretiyle Allahu teĂ‚lĂ‚ya, Cennet'ine ve ceşit ceşit nîmetlerine kavuşur, veya bu kısacık hayĂ‚tı kendi aleyhine zĂ‚yi eder de, ebedî husrĂ‚na uğrar veya omrunu gunah ve başkalarına duşmanlıkla gecirir. Boylece şeytanın yardımcılarından olur, onunla birlikte Cehennem ateşinde yanar. Herkes, yaşadığı kısa omur icerisinde bu uc hĂ‚lden birinde bulunur. Allahu teĂ‚lĂ‚nın takdîr ettiği şeyler, her zaman insanın istediği şekilde cereyĂ‚n etmez. İnsan bĂ‚zan oturup, istediği bir şeyi bekler. Fakat bu sırada bircok iyi şeyleri kacırır. Cok defĂ‚ insanın kendisi icin istediği şeylerin sonu şer olur. Bu sebeple insanın tercihte bulunması, şoyle veya boyle olmasını istememesi gerekir. Bilakis, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kendisi icin hayırlı olanı ihsĂ‚n etmesi icin, butun işlerini Allahu teĂ‚lĂ‚ya bırakması gerekir.
Bir kimsenin dĂ‚imĂ‚ Allahu teĂ‚lĂ‚ya tĂ‚at uzere olması, emirlerine uyup, hep murĂ‚kabe uzere olması icin, uzerindeki vazifeleri, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına uygun olarak yerine getirmelidir. MeselĂ‚, kĂ‚dılık gibi tehlikeli ve zor bir vazifeyi yapmak zorunda kaldığı, ondan kendisini kurtaramadığı zaman, artık o vazifeden ayrılmayı istememelidir. Cunku o vazifeden ayrılırsa, belki ondan daha kotu bir işe duşebilir. Sonra işlerin sonunun nasıl olacağını bilemez. Bu sebeple, uzerinde bulunduğu vazifede kalmalı ve şu hususlara riĂ‚yet etmelidir: 1) Bu vazife kendisini, birinci derecede lĂ‚zım olan Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerini yerine getirmekten alıkoymamalıdır. 2) O vazifede kaldığı muddetce, kotu ve bozuk birisinin o vazifeyi almaması icin kaldığını niyet etmelidir. Boylece o mĂ‚kama, lĂ‚yık olmayan birisinin gelmesine mĂ‚ni olmuş olur. Bu niyeti ile, dĂ‚imĂ‚ ibĂ‚det sevĂ‚bı kazanır. Mahkemeye bir dĂ‚vĂ‚ gelip, burada bir mazlûma yardımcı olup, onun hakkını zĂ‚limden aldığı, hakkı ayakta tuttuğu veya bĂ‚tıl ve bozuk bir işe mĂ‚ni olduğu zaman, kat kat ibĂ‚det sevĂ‚bına kavuşur. Muslumanları, onlara zarar verecek şeylere karşı himĂ‚ye eder. Kendisini, efendisinin, icerisinde coluk cocuğunun bulunduğu bir eve koyduğu kole gibi ve boyle bir eve lĂ‚yık olmadığını duşunur. Bu sebeple, bu evden cıkmak ve ayrılmak istemez. Cunku, efendisi onu oraya koydu. Emir onun emridir. Onun icin, efendisinin coluk cocuğunun işlerini gormek icin olanca gucu ile calışır. Bu hususta efendisinin rızĂ‚sını arar. BĂ‚zan efendisi onu imtihĂ‚n edebilir. Bu bakımdan, onun her zaman hazır olması, dĂ‚imĂ‚ efendisinin emirleri istikĂ‚metinde bir kole ve hizmetci olması lĂ‚zımdır. Kısa bir muddet sonra olum gelir. Ya efendisinin emirlerini yerine getirirken, kolelik ve hizmetciliği uzere can verir veya ondan başka bir hĂ‚l uzere vefĂ‚t eder. Maksad, Allahu teĂ‚lanın rızĂ‚sına kavuşmaktır.”
1) Mu'cem-ul-Muellifîn; c.7, s.127
2) Tezkiret-ul-HuffÂz; c.4, s.1508
3) Ed-Durer-ul-KÂmine; c.3, s.63
4) Husn-ul-MuhÂdara; c.1, s.321
5) ŞezerĂ‚t-uz-Zeheb; c.6, s.180
6) TabakĂ‚t-ul-Mufessirîn; c.1, s.412
7) Bugyet-ul-VuÂt; c.2, s.176
8) MiftÂh-us-SeÂde; c.2, s.221
9) TabakĂ‚t-uş-ŞĂ‚fiiyye; c.10, s.139
10) FevÂid-ul-Behiyye; s.44
11) TabakĂ‚t-uş-Şafiiyye (Esnevî

12) Tam İlmihĂ‚l SeĂ‚det-i Ebediyye; (51. Baskı) s.1069
13) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.101
__________________