Anadolu velîlerinin meşhurlarından. İsmi, Muhammed bin Ali'dir. Feyzullah lakabı ile meşhurdur. Şimdi Bulgaristan sınırları icinde bulunan Silistre'nin Sazlı koyunde 1805 (H.1220) senesinde doğdu. 1876 (H.1293)'de İstanbul'da vefĂ‚t etti. FĂ‚tih CĂ‚miinde kalabalık bir cemĂ‚at tarafından cenĂ‚ze namazı kılınıp, Halıcılar semtindeki dergĂ‚hına defnedildi.
Cocukluğunu ve tahsil hayĂ‚tını kendisi şoyle anlatmıştır:
"Cocukluk zamĂ‚nında yaşım îcĂ‚bı olarak; oyun, eğlence gulup oynamak ve neşelenmek gibi şeylere aslĂ‚ rağbet etmezdim. Mektebe başlamadan once; (Rabbi yessir: Rabbim kolaylaştır) ile (Rabbi zidnî ilmen ve fehmen: YĂ‚ Rabbî ilmimi ve anlayışımı artır) mubĂ‚rek sozlerini cok soylerdim. Yine bir vĂ‚izden namazı ozursuz terk etmenin cok buyuk gunĂ‚h olduğunu işittikten sonra onun tesiri ile namazlarımı ve oruclarımı hic terk etmedim. Ayrıca nĂ‚file namazlar yanında gece teheccud namazı da kılardım.
Beş yaşına vardığımda bir gece şu ruyĂ‚yı gordum: "NûrĂ‚nî yuzlu yedi zĂ‚t, buyuk bir sahrada buyuk bir gurzu alıp ileriye doğru atıyor ve duştuğu yerden kaldırıp, sonra geriye doğru atıyordu. Atma sırası bana gelip, orada idĂ‚reci mevkiinde olan zĂ‚t, gurzu alıp atmamı emredince, yaşımın kucukluğunden ve gurzun ağırlığından bahsederek, buna gucumun yetmeyeceğini soyledim. Bana Besmele-i şerîfeyi okuyup, kaldırıp atmam emredilince, besmele ile alıp attım. Sanki gurz, bir ok gibi havada ucarak hayli uzağa duştu. Peşinden gidip yine Besmele ile yerden alıp beri tarafa attığımda, oradaki zĂ‚tların başı uzerinden uzak bir mesĂ‚feye duştu.Hazır bulunanlar, atışımı beğenip, arkamı sığadılar, musĂ‚feha edip, sarıldılar. Başkanları olan zĂ‚t ise; "Bundan sonra bizim yol arkadaşımız, dostumuz oldunuz. Fakat gunduzleri oruc tutunuz, geceleri ibĂ‚det ediniz." buyurdular. Buna benzer daha nice mĂ‚nevî yuksek hallere kavuştum. Zaman zaman Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizi gormekle şereflenirdim ve bana; "Sen benim en gayretli, izzetli en yakınlarımdansın." buyururdu.
Yedi yaşımda ve 1812 (H.1227) tĂ‚rihinde mektebe başladım. Bir sene zarfında Kur'Ă‚n-ı kerîmi hatmettim ve ikişer defĂ‚ tecvid ve ilmihĂ‚l ve Birgivî kitaplarını okuyup yazdım. On sekiz yaşıma kadar sarf, nahiv, Farsca ve fıkh-ı şerîften cok kitap okudum. Bundan sonra her hĂ‚lim Allah korkusu, duşuncem dĂ‚imĂ‚ namaz, oruc, ibĂ‚det ve tĂ‚at, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin sunnet-i seniyyesine uymaktı. İcimizde Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgisi ve hakîkat yolunun sevdĂ‚sı parıldamakta olup, her zaman Ă‚limlerin tasavvuf ehli zĂ‚tların meclislerine ve sohbetlerine devĂ‚mla vakitlerimi gecirirdim.
Doğum yerim, Silistre eyĂ‚letine bağlı HezĂ‚rgrad kasabasına uc saat mesĂ‚fede bulunan Sazlı koyudur. 1809 (H.1224) tĂ‚rihinde o havĂ‚liyi Rusya'nın istilĂ‚sı, halkını esirlik pencesine duşurmuş. Babam, KulzĂ‚de diye bilinen tanınmış bir Ă‚ileden Ali bin Hasan'dır. Babam butun Ă‚ile efrĂ‚dı ve akrabĂ‚sıyla Vidin'e hicret edip, orada uc sene kaldı. Ruslarla sulh yapılmasından sonra Vidin vĂ‚lisi Molla İdris Paşa isyĂ‚n etti. Vidin'den ayrılmayıp yerine tĂ‚yin edilen Ali Paşayı şehre sokmadı. Şehrin kale kapılarını kapattı. Bunun uzerine Ali Paşa ile aralarında carpışma cıktı. Şehir topa tutuldu. Bu yuzden uzun muddet yer altında sığınakta yaşadık. Sonunda İdris Paşa devlet kuvveti karşısında dayanamayıp bir gece firar etti. Şehrin kapıları acılıp yeni vĂ‚li şehre geldi. Uc ay sonra şehirde buyuk bir veba salgını oldu. Sonra Silistre'ye donduk. İki bucuk sene kadar kaldıktan sonra, 1816 (H.1232) senesinde tekrar Vidin'e gocup yerleştik. Babam ve iki birĂ‚derimle kale neferliğine kaydolduk. Gunduz mektebe gidiyordum. O sırada AsĂ‚kir-i Mansûre-i Muhammediyye ordusunun kurulması sebebiyle askerî eğitimlere katıldım."
Feyzullah Efendi, ceşitli vazîfeler yaptı. Butun bu vazîfeleri sırasında kendisine rehberlik edecek bir murşid, yol gosterici de aradı. Bu hususta şunları anlatmıştır:
"MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretlerinin halîfelerinden Muftî el-HĂ‚c Huseyin VĂ‚iz Efendinin huzûruna gidip talebeliğe kabûl edilmemi arzettim. Ancak sekiz ay gecmesine rağmen talebeliğe kabûl etmedi. Benim ise bu arzum gunden gune artıyordu ve aslĂ‚ incinmiyordum. Devamlı huzûruna gider sohbetlerini dinlerdim. NihĂ‚yet benim icin saĂ‚det gunu olan bir gun bana bu iş icin istihĂ‚re yapmamı emretti. Ben de istihĂ‚re yaptım. İki gece hicbir şey gormedim. Cok uzgun ve mahzûn bir halde ucuncu gece de istihĂ‚reye yattım. Ucuncu gece ruyĂ‚mda Huseyin VĂ‚iz hazretlerini ziyĂ‚rete gitmek icin atıma bindim. Yolda şiddetli bir yağmura tutulup iyice ıslandım. Bu hal uzere huzûruna vardım. Bir cemĂ‚atle yemek yiyorlardı. Beni de sofraya cağırdılar. Huseyin VĂ‚iz hazretleri eliyle bana ekmek ve yemek verip yememi emretti. Yemek yenip kalkınca, benim doymadığımın farkına varıp yeniden yemek getirtti. Onları da yiyip bitirdim. Yine doymadım. Ucuncu defĂ‚ yemek getirildi. Bu nefis yemekleri de bitirdim. İştahım kesilmiyordu. Bu sefer kendim yemek istedim. Bunun uzerine; "Kalk artık bizde sizi doyuracak yemek kalmadı. Abdest al da namaza gidelim." buyurdu. Abdest aldım berĂ‚berce mescide gittik. Namaz vaktinin girmesini beklemek uzere mescidin onunde durduk. Bu sırada başımı kaldırıp semĂ‚ya baktım. SemĂ‚da, Allahu teĂ‚lĂ‚nın ism-i şerîfini gĂ‚yet parlak ve buyuk bir şekilde yazılmış gordum. Kendimden gecip Allah, Allah, diye zikretmeye başladım ve bu hal uzere uykudan uyandım.
Sabahleyin hemen Huseyin VĂ‚iz hazretlerinin huzûruna koştum. Gorduğum ruyĂ‚yı anlattım. Bunun uzerine abdestli olarak karşısına oturtup beni bîat ettirdi. Tasavvufta yetiştirmek uzere talebeliğe kabûl etti. Bana gunde on beş bin defa soylemem icin verdiği zikir vazîfesini yapmaya başladım. Bir muddet tesirini goremedim. Beni tekrar huzûruna alıp ikinci defĂ‚ benimle ilgilendi. Kalbimin acılması icin teveccuh etti. Fakat yine bir tesiri gorulmedi. Bunun uzerine benim yuzume bakarak bir (Ă‚h) cekti. Bu sırada nefesi yuzume dokunup ağzıma ve burnuma doldu. Ben de nefesini icime cekip, kalbim acılmadıkca bu nefesi salmayacağım diye duşunerek nefesimi tuttum. Olsem bile salmıyacağım diye niyet ettim ve salmadım. Bu halde iken birdenbire kalbim mĂ‚nen acılıp genişleyiverdi. Bambaşka bir hĂ‚le girdim. Tasavvufta tarîkat-ı aliyye-i Nakşibendiyye hallerine kavuşup, tattım.
Feyzullah Efendi, Huseyin VĂ‚iz hazretleriyle tanışıp ondan feyz aldıktan sonra vazîfeli olarak bir muddet ceşitli memleketlere gitti. Vazîfesi icĂ‚bı hanımı ve cocuklarıyla birlikte deniz yoluyla İskenderiyye'ye giderken hanımı hastalandı.
Yolculukları sırasında şiddetli bir ruzgĂ‚r esiyor ve yağmur yağıyordu. Bu hava şartlarında cok tehlikeli ve sıkıntılı bir hĂ‚le duştuler. Şoyle anlatır: "Şimşekler, yağmur ve şiddetli ruzgĂ‚rdan ateş ve kandil yakmak imkĂ‚nsız idi. Kaptan ve tayfalar hayatlarından umit kesmişlerdi. O gun o urpertici ve dehşetli havada, hasta hanımımın başında umitsiz duruyor ve uzgun uzgun etrĂ‚fıma bakınıyordum. Bu sırada Peygamber efendimizin rûhĂ‚niyeti gorundu; "Bu kızım FĂ‚tımĂ‚'yı size emĂ‚net ettim, guzelce hizmetinde bulunun." buyurdu. Hanımım iyileşmeye başlayıp kısa zamanda tam sıhhatine kavuştu."
Feyzullah Efendi, daha once goruşup feyz aldığı hocası Huseyin VĂ‚iz hazretleri vefĂ‚t edince, başka bir rehber arıyordu. Şoyle anlatır: "Murşidimin vefĂ‚tıyla muhtac olduğum bir rehber buluncaya kadar dunyĂ‚nın her tarafını dolaşmak en buyuk arzumdu. Bu şekilde başıboş kalışım beni kahrediyordu ve yerimde duramıyordum. Ancak (işler vakitlerine bırakılır, zaman gelince olur) buyrulduğu gibi bir muddet sabırla bekledim. Bu hal uzere bir ay gecti. (Daha sonra verilen bir vazîfede dokuz ay daha calıştım.) Hakîkî maksadıma kavuşuncaya kadar gezip dolaşacaktım. İskenderiye'den Anadolu'ya giden bir gemiye binip yola cıktım. Yolda bir İngiliz korsan gemisi bizi esir aldı. Birkac gun sonra da serbest bıraktı. Bundan sonra denizde fırtına cıktı. Alaiye iskelesine guclukle geldik ve on beş gun kaldık. Bu sırada o memleketin insanlarından bĂ‚zılarıyla goruşup konuştuk. Bu konuşmalarımız sırasında Konya'da buyuk bir Ă‚lim ve meşhûr bir velî olan Muhammed Kudsî Efendiden bahsettiler. Onun buyukluğunu ve ustunluğunu anlattılar. O zĂ‚ta karşı kalbimde bir muhabbet ve meyl hĂ‚sıl oldu. Derhal Ă‚ilemin bulunduğu yere gidip onlara; "Ben aradığımı buldum! Hazırlanın yarın Konya'ya gideceğiz." dedim. Onlar hazırlıklarını yaptılar ve ertesi gun yola cıktık. Meğer Muhammed Kudsî hazretleri Konya'da değil, Bozkır'ın Hoca koyunde imiş. Yola cıkışımızın dorduncu yĂ‚ni CumĂ‚ gunu o koye ulaştık. Koye yaklaşınca, koyun yakınında akan bir caydan gecerken ayakkabımın teki suya duştu. Bulmak mumkun olmadı. Atımdan indim, uzerimde kıymetli elbise, bir ayağımda ayakkabı ve bir ayağımda da mest olduğu halde yuruyordum. Arkamdan da hanımım, cocuklarım ve hizmetcilerim geliyordu. EşyĂ‚larımızla yuklu bir halde pazar yerinden gecerken bize bakıp birbirlerine; "Acaba nereye gidiyorlar?" diyorlardı. Hava soğuk ve kar yağmıştı. Once bir evde misĂ‚fir olduk. Sonra hemen bir ev kirĂ‚layıp yerleştik.
Hemen o gun Muhammed Kudsî hazretlerinin huzûruna gittim. MubĂ‚rek yuzunu gorunce, ben de tam bir aşk ve muhabbet hĂ‚sıl oldu. İcimden bu buyuk zĂ‚t beni talebeliğe kabûl etse diye gecerken, bana; "Soyun da gel!" buyurdu. DunyĂ‚lık nĂ‚mına neyim varsa her şeyimi bırakmamı işĂ‚ret ettiğini farkettim. Hemen kirĂ‚ladığım eve gidip butun Ă‚ile efrĂ‚dımı yanıma cağırdım. Butun altın kıymetli mucevherĂ‚t ve silah sandıklarını acıp bunları taksim edip dağıttım. Sonra da hizmetcilerimin tamĂ‚mını serbest bıraktım. Onlara; "Ey evladlarım! Kucukluğumden beri cĂ‚n u gonulden aradığım murşid-i kĂ‚mili ve murebbi-i mukemmili Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamdolsun ki bugun buldum. Yıkayıcının elindeki olu gibi ona teslim ve tĂ‚bi oldum. "Bana soyun da gel!" buyurdu. Artık benim dunyĂ‚ ile işim kalmadı. Siz beni oldu kabûl ediniz! İşte sizi Allah icin serbest ve hur bırakıyorum. Serbestsiniz." dedim. Sonra oğullarım TĂ‚hir ve SĂ‚dık'a ve hanımıma donerek; "İşte yaptığımız muĂ‚meleyi gordunuz ve anladınız. İsterseniz sizi buradan Vidin'e gondereyim. Orada oturunuz. Nasîbimizde var ise bir gun yine kavuşuruz. Eğer burada kalmayı isterseniz sabır ve tahammul gostermeniz îcĂ‚b eder. Hocam ne zaman izin verirse o zaman gelip sizinle goruşurum." dedim. Hanımım ve oğullarım tam bir teslîmiyetle; "Sacının bir teline bin can ve baş fedĂ‚ olsun." diyerek orada kalmayı istediler. Feyzullah Efendi onların bu samîmi teslîmiyeti uzerine onları kirĂ‚ladığı evde bırakıp Muhammed Kudsî hazretlerinin huzûruna gitti. Hocası onu hemen halvete soktu. Kırk gun bir yerde yalnız ibĂ‚det ve tĂ‚atla meşgûl oldu. Daha bu vazîfeye başladığı sıralarda idi. Bir gun bir Ă‚h cektiğinde yanında bulunan arkadaşlarının suratle yanından kacıştıklarını gorup nicin kactıklarını sordu. Onlar: "Sen Ă‚h cektiğin zaman ağzından ateş cıkıyordu. Biz bu ateşten korkup kactık." dediler.
Kendisi şoyle anlatır: "Bir sabah vakti Muhammed Kudsî hazretlerinin sohbet meclisinde en on saftan bir adım ileri oturmuştum. İceri teşrif ettiklerinde safların duzeltilmesi ile vazîfeli olan CelĂ‚l Efendi ile birlikte yanıma gelip kalabalık bir cemĂ‚at onunde kolumdan tutarak beni en arka safa gecirdi. Bunun bir hikmetinin ve nefsimin kusuru sebebiyle olduğunu duşunerek dışarı atılmadığıma şukrettim."
Feyzullah Efendi, Muhammed Kudsî hazretlerinin yanında yedi ay muddetle tasavvufta cok sıkı bir şekilde calıştı. Meşakkatli riyĂ‚zetler cekti. Yedi ay sonra ona tasavvufta icĂ‚zet ve hilĂ‚fet verdi. Kendisi şoyle anlatmıştır: "H.1257 senesi Rebî'ulevvel ayının başında bir CumĂ‚ gunu, CumĂ‚ namazından sonra Muhammed Kudsî hazretleri cĂ‚miden cıktığı sırada pazar halkı buyuk bir kalabalık hĂ‚linde saf saf dizilmiş bekler bir halde idi. Hocam halka selĂ‚m verdikten sonra ellerini acıp onlara duĂ‚ etti. Buyuk kalabalık da; "Âmîn!" dedi. Bu duĂ‚dan sonra beni medresenin bir odasına goturup, daha onceden benim icin yazdığı icĂ‚zetnĂ‚meyi cıkarıp actı ve okudu. Sonra bana verdi ve beni irşĂ‚d vazîfesi yapmakla vazîfelendirdi. Hemen o gun Malatya'ya gitmemi emretti. Hazırlanıp vedĂ‚laşarak yola cıktım. Kırk beş gunde Malatya'ya ulaştım. Burada insanları terbiye etmek ve talebe yetiştirmekle meşgul oldum.
1842 (H.1258) senesinde hacca gitmek uzere yola cıktım. Şam'a kadar atla, Maan'a kadar merkeble, Maan'dan on sekiz saat yuruyerek yol aldıktan sonra bir nargileci katırı kiraladım. Kendimden gecmiş bir halde aşk ve şevk icinde Medîne-i munevvereye ulaştım. Uc gun Medîne'de kalıp Resûlullah efendimizin turbesini ziyĂ‚ret ettim. Sonra bir deve kiralayıp Mekke-i mukerremeye gittim. Arafat'taki Cebel-i Rahmeye yuruyerek cıkıp indim. Hac farîzasını yerine getirdikten sonraCidde'den bir gemiye binerek kısa yoldan donerkenAkabe-i Resi Muhammed denilen korfez onunden Berr-ul-Acem denilen tarafa yoneldiğimiz sırada şiddetli bir ruzgĂ‚r cıktı. Gemimizin direği kırıldı. Dalgaların şiddetle carpmasıyla gemi su ile doldu. Herkes geminin batmak uzere olduğunu gorerek feryĂ‚da başladı. Ben Allahu teĂ‚lĂ‚ya tevekkul ederek sessiz bir halde duruyordum. Bu sırada gemideki hacılar benim sĂ‚kin hĂ‚lime bakıp yanıma toplandılar. "Bu dehşet verici halden kurtulmamız icin bildiğiniz duĂ‚ları okumanızı istirham ediyoruz." dediler. Bunun uzerine BehĂ‚eddîn Nakşibend BuhĂ‚rî hazretlerini hatırlayarak; "YĂ‚ ŞĂ‚h-ı Nakşibend yetiş, yardım et, bizi Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile kurtar!" diye nidĂ‚ ettim. Bu sırada BehĂ‚eddîn BuhĂ‚rî hazretleri Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile geminin gerisinde deniz uzerinde gozuktu. Batmak uzere olan gemimizi tutup doğrultarak yoluna koydu. Himmet ve yardımlarıyla gemimiz tehlikeyi atlattı. Butun yolcular sevincle gemiden karaya indiler. Bu işin farkında olanlar yanıma toplanıp bizim kurtuluşumuza vesîle oldunuz diye teşekkur ettiler.
Kasîr'den Kana ve Saîd yoluyla Mısır'a İskenderiyye'ye ve bir yelkenli gemiyle Beyrut'a vardığımızda yolcuları karantinaya aldılar. Beni yol arkadaşlarımdan ayırıp; "Sende altın vardır." diyerek insanlar arasında uzerimi aradılar. Bende altın olmadığını gorduklerinde, karantina işlerine bakan kimse uygunsuz sozler soyleyerek hakĂ‚ret etti. Sonra da; "Alın bunu, hapisteki frenk gavurunun odasına koyun." dedi. Beni bir frenkin hapsedilmiş olduğu odaya goturup, yanına koydular. Hapsedildiğim odada ben namaz kılıyordum. Frenk ise kendi Ă‚leminde idi. Kufur ve hezeyĂ‚n dolu sozler soylerdi. Tam on beş gun orada hapsedildim. Muddet dolunca, cıkardılar. Oradan Şam'a gittim. Şam'da MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretlerinin kabr-i şerîfini ziyĂ‚ret ettim. ZiyĂ‚retimi yapıp Beyrut'a dondum. Beyrut'tan bir gemi ile Trablus ve Lazkiye'ye, sonra Antakya'ya, oradan da Kilis'e ve Anteb'e gectim. Anteb'de ilk murşidim Huseyin VĂ‚iz hazretlerinin kabrini ziyĂ‚ret ettim. Sonra Malatya'ya geldim. Altı ay kadar Malatya'da kaldıktan sonra, Hicaz'dan aldığım bĂ‚zı hediyeler ile hocam Muhammed Kudsî hazretlerini ziyĂ‚ret icin yola cıktım. Sivas'a varınca atımın ayağı sakatlandı. Zile'ye kadar yaya yurudum. Oradan başka bir hayvan bulup, Yozgat uzerinden yoluma devĂ‚m ettim. Konya-Bozkır'a gelip hocamı ziyĂ‚ret ettim. Tekrar Malatya'ya dondum.
1845 (H.1262) senesinde ucuncu defĂ‚ huzûruna gittim. Daha sonra izin alıp memleketim Vidin'e ziyĂ‚rete gittim. Uc ay Vidin'de kaldım. KĂ‚biliyetli kimselerden, Ă‚limlerden, sĂ‚lihlerden pekcok kimsenin tasavvufta yolumuza girmesine vesîle oldum. Daha sonra Vidin'den ayrılıp İstanbul uzerinden Malatya'ya dondum. Malatya ahĂ‚lisi bize cok yakın alĂ‚ka ve muhabbet gosterdi. Fakat eyĂ‚letin merkezi olan Harput ahĂ‚lisi tasavvuf ehlini sevmiyor, kendilerini irşĂ‚d icin giden dervişleri kovuyorlardı. Oraya da hizmet etmek icin gittim. Harput'ta halka on ayak olup tasavvuf ehline duşmanlık ettiren muftî, benim Harput'a vardığım gun olmuştu. Yine halkı kışkırtanlardan ileri gelen biri de bir sebeple başka yere surgun edilmişti. Bir hafta kadar Harput'ta kaldım halk alĂ‚ka gosterdi. Onlara rehberlik etmesi icin birini yerime vekil bıraktım. Bir muddet sonra ikinci defĂ‚ Harput'a gittim. Bu gidişimde halk buyuk alĂ‚ka gosterip, pekcok kimse tasavvufta bizim yolumuza girdi. Bunun uzerine orada yerime bir halîfe bıraktım. Boylece yolumuz o havĂ‚lide her tarafa yayıldı."
Feyzullah Efendi, 1847 (H.1264) senesinde İstanbul'a gidip insanları irşĂ‚d, doğru yolu gosterme ile meşgûl oldu. Hocası Muhammed Kudsî Efendi ona daha onceden; "İstanbul'un bir koşesinde yerleşip, nice zaman tanınmazsın. Yalnızlık Ă‚leminde gizli kalırsın!" buyurmuştu. İşĂ‚ret edildiği gibi İstanbul'da sekiz sene talebeleri ve cocuklarıyla kendi halleri uzere bir evde kaldılar. Sessiz sedĂ‚sız insanları irşĂ‚d ile meşgûl oldu. Daha sonra ismi duyulup tanındı. Sohbetleri cok kıymetli idi. Uzunca boylu, buğday benizli, guler yuzlu, yumuşak sozlu, kalbi feyz sacan buyuk bir velî ve rehberdi. EtrĂ‚fına ilim ve feyz sacmaya başladı. Âlimler, tasavvuf ehli zĂ‚tlar, devletin ileri gelenleri ve halk buyuk kalabalıklar hĂ‚linde sohbetlerinde toplandı. Boylece pekcok kimse onun rehberliği ile saĂ‚dete kavuştu. Talebeleri gĂ‚yet iyi yetişip Ă‚lim, sĂ‚lih ve fazîlet sĂ‚hibi oldular.
Bir zamanlar Konya vĂ‚lisi olan Ali KemĂ‚l Paşa şoyle anlatır: "İstanbul'da bulunan bĂ‚zı fitne ve fesĂ‚d zumreleri, Feyzullah Efendinin hizmetlerine, ilim ve evliyĂ‚lık yolunda cok talebe yetiştirmesine tahammul edemediler. O zaman ben Midilli'de vĂ‚li idim. Tevkif edilmek, zindana atılmak gibi şeyler onun icin umurunda değildi ve hizmetine devĂ‚m ediyordu. Cin tĂ‚ifesinden altı bin kişiyi irşad edip yetiştirdiğini biliyorum."
KerĂ‚metleri coktur. Bunlardan biri, Resûlullah efendimizin onun icin; "Dostum Hacı Feyzullah Efendi." buyurmasıdır. Şoyle ki: SĂ‚lihlerden Mustafa Efendi isminde bir zĂ‚ta ruyĂ‚sında, Resûlullah efendimiz; "Sen İstanbul'da dostum Hacı Feyzullah Efendiye git." buyurmuştur. O da gelerek Feyzullah Efendinin sohbetlerine katılmış ve cok istifĂ‚de etmiştir.
1) Şems-uş-Şumûs; s.116
__________________
Feyzullah Efendi
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●39 Görüntüleme