Temiz ve asîl Âilesi Anadolu'nun doğu vilÂyetlerinin ilim, irfÂn ve guzel ahlÂk vasıflarının timsÂli (sembolu) idi. Zamanlarının Âlimi, fazîlet orneği olan dedeleri KÂdirî ve Ceştî yollarına mensûb idiler. Babası, Arvas'ın tekke, zÂviye ve medresesinin sevk ve idÂresini yuruturdu. Seyyid Fehim, kucuk yaşta babası Seyyid Abdulhamîd Efendiyi kaybetti. AnnesiSeyyide Emine Hanım, zÂhide, takv ve ver sÂhibi sÂlih bir hanım idi. Pekcok kadın hizmetcileri olduğu halde ilim talebesinin elbisesini kendisi eliyle yıkar ve yardım ederdi.
Kucuk yaştan îtibÂren ilim oğrenmeye başlayan Seyyid Fehîm, kısa zamanda Kur'Ân-ı kerîmi hatm ve hıfzetti. Sonra dedelerinin kurduğu ve oteden beri ilim yayan buyuk Âlimler yetiştiren Arvas Medresesi ile Mukus'teki Mîr Hasan Velî Medresesinde temel dînî bilgileri ve Arabî Âlet ilimlerini okudu. Kısa bir muddet ilim tahsîline ara verdi.
Sonra Cizre'ye gidip MevlÂn HÂlid-i BağdÂdî hazretlerinin halîfelerinden Şeyh HÂlid-i Cezerî'nin ders halkasına dÂhil oldu. Kısa zamanda emsallerini gecip ilimde ilerledi. Dînî ilimleri ve zamÂnın fen bilgilerini oğrendi.
Seyyid Fehim, Cezire'de ilim tahsîli ile meşgûl olduğu sırada, amcaoğlu Seyyid Sıbgatullah Efendi de Cezire'ye gelip, MevlÂn HÂlid-i BağdÂdî hazretlerinin talebelerinden Şeyh SÂlih Sibkî hazretlerinden ilim oğrendi. Cezire donuşunde Van'a uğradı. Van'da bulunduğu gunlerde buyuk velî Seyyid TÂhÂ-yı HakkÂrî hazretleri de Nehrî'den Van'a gelmişti. Seyyid TÂh hazretlerinin en seckin eshÂbından olan amcası Seyyid Muhammed Efendi, Seyyid Sıbgatullah Efendiye, Seyyid TÂhÂ-yıHakkÂrî hazretlerine talebe olmasını tavsiye etti. Seyyid TÂhÂ'ya talebe olan Seyyid Sıbgatullah, onun hizmetinde ve sohbetinde bulunarak, tasavvuf yolunda ilerledi. Kısa zamanda olgunlaşarak insanlara İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak husûsunda icÂzet, diploma ve hilÂfet aldı. Van vÂlisi ve halkı Van'da kalmasını ısrarla istediler. Fakat o; "Nehri'ye gidiyorum. Seyid TÂh hazretleri uygun gorurlerse burada kalırım." buyurdu. Van'da kalmak istediğini Seyyid TÂh hazretlerine arzedince, buyurdu ki: "Yok Molla Sıbgatullah! Van halkı dûn-himmettir (eksik, kısa himmetlidir). Van'ın fethi benim ve senin elinde olmaz. MukÂşefe Âleminden mÂlûmata gore sizin sulÂlenizden, yÂni ArvÂsî hanedÂnından, ilim ve irfÂnı ile tanınmış, Allah bilir ama onun [Seyyid Fehimi kasdediyor] vÂsıtasıyla, Van'ın irşÃ‚dı gecici olarak mumkundur. O zÂtın hayatta olup olmadığını bilmiyorum." buyurdu. Seyyid Sıbgatullah ArvÂsî hazretleri; "O zÂt amcamın oğludur. Cezire'de ilim tahsîli ile meşgûl, ilim ve irfÂnla meşhûrdur." dedi. Seyyid TÂhÂ; "Bir başka gelişinde o zÂtı muhakkak bana getir." diye emir buyurdu.
Seyyid Sıbgatullah hazretleri, hocasını ikinci def ziyÂrete gelişinde, genc yaştaki Seyyid FehimArvÂsî'yi de Nehri'ye getirdi. Seyyid TÂh hazretlerinin huzûruna gidip sohbetiyle şereflendiler. Kalma zamÂnı bitip ayrılacakları sırada, Seyyid Sıbgatullah ve yanındakiler Seyyid TÂh hazretlerinin elini opup izin aldıktan sonra, sıra Seyyid Fehime gelince, Seyyid Sıbgatullah geride kaldığını gorup, Seyyid TÂh hazretlerinden onun icin de izin istedi. Fakat Seyyid TÂh hazretleri, Seyyid Fehim'in kalmasını munÂsip gordu ve; "O burada kalsın." buyurdu. Seyyid TÂhÂ'nın hizmetinde kalan Seyyid Fehim, kısa surede kemÂle geldi. Seyyid TÂh hazretleri onun hakkında; "Başkalarının altı ayda aldığı mesÂfeyi, Seyyid Fehim yirmi dort saatte aldı." buyurdu.
Seyyid TÂh hazretleri bir gun CÂmi-i Şerîfin duvarına dayanarak Seyyid Fehim hazretlerine işÃ‚ret ederek yanına cağırdı. O da yanına gelince; "Cok zekîsin, ilme istekli ve kÂbiliyetlisin. Muhakkak Mutavvel kitabını okumalısın." buyurdu. Seyyid Fehim hazretleri; "Kitabım yok. Bizim taraflarda Mutavvel okunmaz." diye arz edince, kendi kitabını hediye etti.Muş'un Bulanık kazÂsının Âbirî koyunde MollaResûl Sibkî ismindeki buyuk Âlime gidip okumasını tavsiye buyurdu. Huzûrundan ayrılırken; "Sen zekî ve tedkik edici bir ilim tÂlibisin. SuÂllerine hocalar tatmin edici cevap veremezler ve rahatsız olurlar. Derslerin tÂkibi esnÂsında bir zorlukla karşılaşırsan, onları rahatsız etme. Elini goğsune koy ve beni hatırla. İnşÃ‚allah derhal muşkilini hallederim." buyurdu.
Hocasının elini opup duÂsını alan Seyyid Fehim ArvÂsî, Mutavvel okumak uzere zamÂnın Doğu Anadolu'daki en buyuk Âlimlerinden olan Molla Resûl Sibkî'nin huzûruna vardı. Molla Resûl; "Ben Arvas Âilesinden birisine ders okutmak arzusundaydım. Cunku, Arvas'ta MollaResûl Zekî'den okudum. O Âileden gelen bu zÂtta zek eseri goremiyorum. Hayret o Âilenin fertleri cok zekî olurlardı." dedi. Seyyid Fehim ArvÂsî, Molla Resûl'den ders almaya başladı. Fakat Seyyid TÂh hazretlerinin tavsiyesine uyarak ders esnÂsında suÂl sormamaya dikkat ediyordu. Hatt Molla Resûl, Seyyid Fehim'in talebelerinden Molla HÂlid'e; "Senin hocan suÂl sormuyor. ZekÂsız mıdır, yoksa utanıyor mu?" diye sordu. Molla HÂlid de; "Evet ben başlangıctan beri bu zÂtın yanında okuyordum. Bir zaman hocalarına cok suÂl sorar, hocalar ona cevap vermekten Âciz kalırlardı. Fakat Nehri'den dondukten sonra ne hikmetse suÂl sormayı terk etti. İlim oğrenmedeki kÂbiliyetine gelince: "Kusura bakmayın, bendeniz onun sizden yuksek olduğunu tahmin ederim." diye arz etti.
Bir gun Molla Resûl'den Mutavvel'i okurken hocasına; "Burayı anlayamadım." dedi. Molla Resûl tekrar anlattı. Fakat Seyyid Fehim-i ArvÂsî yine anlayamadığını soyledi. Molla Resûl cumleyi birkac defa okuduktan sonra; "Bugun yoruldum, yarın anlatırım." dedi.Ertesi gun okudu fakat yine acıklayamadı. O gece Molla Resûl de, Seyyid Fehim de duşunduler. Ucuncu gun aynı yere gelince, Molla Resûl oradaki inceliği yine acıklayamadı. O sırada Seyyid Fehim hocası Seyyid TÂh hazretlerinin; "Ders okurken anlayamadığın yer olursa, beni hatırla." sozunu hatırladı. Molla Resûl dersi mutÂlaa etmekle meşgûlken, Seyyid Fehim gozlerini kapayıp, murşidi Seyyid TÂh hazretlerini gozunun onune getirdi. Seyyid TÂh elinde bir kitab ile gorundu. Kitabı Seyyid Fehim'in onune actı. Mutavvel'in o sayfasıydı. O satırları acık olarak okudu. Seyyid Fehim merakla dikkat ediyordu. O cumlenin arasında bir atıf vavı (ve harfi) fazla okudu. Seyyid TÂh hazretleri kaybolunca, Seyyid Fehim gozlerini actı. Molla Resûl'un o satırları okuyup duşunmekte olduğunu gordu. Molla Resûl'den izin isteyip, hocasından duyduğu gibi bir (ve) ekleyerek okudu. Molla Resûl bunu işitince; "MÂn şimdi anlaşıldı." dedi. İkisi de iyice anlamıştı. Molla Resûl; "Bu satırları yirmi senedir okudum, anlattım. Fakat hep anlamadan anlatırdım. Şimdi iyi anladım. Soyle bakalım bunu doğru okumak senin işin değil. Ben senelerce bunu anlayamadım. Sen nasıl anladın? Bu (ve)yi okudun, mÂn duzeldi." dedi. Seyyid Fehim, murşidi Seyyid TÂh hazretlerini hatırlayıp yardım istediğini soyledi. Murşidinden nasıl oğrendiğini anlattı. Molla Resûl; "ÎmÂndan sonra kufur yoktur." diyerek kitabı kapattı. Seyyid Fehim ile birlikte Nehrî'nin yolunu tuttular. Onlar yolda iken Seyyid TÂh hazretleri; "Hazret-i Seyyid Fehim guzel bir hediye ile geliyor." buyurdu. Kısa bir muddet sonra Seyyid Fehim'le birlikte gelen MollaResûl de Seyyid TÂh hazretlerinin sohbetine kavuşup, talebelerinden oldu. Onun huzûrunda mÂnevî olgunluğa erişip, zÂhirî ilimlerde olduğu gibi, tasavvuf ilminde de yetişti. Seyyid TÂh hazretleri Molla Resûl'e hilÂfet vererek insanlara İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi.
Hocası ve murşidi Seyyid TÂh hazretlerinin huzûruna tekrar donen Seyyid Fehim, onun hizmet ve sohbetlerinde bulundu. Seyyid TÂh hazretlerine olan muhabbet ve bağlılığı sebebiyle onun yattığı odanın dış tarafında pencereye yuzunu doner ve sabahlara kadar ayakta durup, onun guneş gibi nûr sacan feyizlerinden istifÂdeye calışırdı. Hatt bir defÂsında bununla yetinmeyip, soğuk bir gecede şiddetli kar yağarken, kapının dışında uzandı. MubÂrek başını kapının eşiğine koyarak yattı. Şiddetli yağan kar, mubÂrek vucûdunu orttu. Fakat muhabbetle yanan kalbi ile kar altında ceşit ceşit feyz ve bereketlere kavuştu. Seyyid TÂh hazretleri teheccud namazını kılmak icin mescide gitmek uzere kapıyı actı. Ayağını kapıdan dışarı atınca, Seyyid Fehim'in sırtına bastı. Seyyid Fehim hemen ayağa kalkıp edeple murşidinin karşısında durdu. Seyyid TÂh hazretleri; "Yeter Molla Fehim. Benim kanÂatime gore bugun ilimde bir ummÂnsınız. Seyyid Şerîf CurcÂnî hazretlerinden sonra ilimde seyyidlerin yuzunu siz guldurdunuz. Bu ilmi bu kadar yere sermeyiniz." buyurdu. Seyyid Fehim hazretleri ise; "Bu ilimden butun istifÂdem, hazretinizin bir nazarıyla olana yetişememiştir. Bendeniz menfaatimi arıyorum." diye cevap verdi. Bunun uzerine Seyyid TÂh hazretleri onu kucakladı, gecenin karanlığında cihÂnı aydınlatacak mÂnevî nûrları ihsÂn etti. Elini tutarak berÂber mescide gittiler.
Seyyid TÂh hazretlerinin hizmet ve sohbetinde tasavvuf yolunun en yuksek derecelerine kavuşan Seyyid Fehim "kuddise sirruh" , buyuk bir velî oldu. Mutlak hilÂfetle şereflenme zamÂnı gelince, ustadı Seyyid TÂh onu huzûruna cağırdı ve insanlara İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak, onların duny ve Âhirette saÂdete, kurtuluşa kavuşmalarına vesîle olmakla vazîfelendirdi. Fakat Seyyid Fehim; "Bu bir ağır yuktur. Ben bunu kaldıramam. Hem de buna lÂyık değilim." deyip cekingen davrandı. Seyyid TÂh hazretleri; "Bu bir emr-i ihtiyÂrî, isteğe bağlı bir iş değil, emr-i zarûrî olup, mecbûrî iştir." buyurdu. Memleketi olan Arvas'a gitmesini emretti. Yola cıkacağı zaman tekrar huzûruna cağırdı, kitapların icindeki mektuplarını kendisine gostererek; "Bu ihlÂs ve muhabbet sizin değil midir? Neden imtin ediyorsunuz. Yemin ederim ki sizin hilÂfetiniz, Resûl-i ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz tarafından tasdik buyrulmuş ve butun sÂdÂt-ı kirÂm buyukler tasdik buyurmuş, ben de tasdik etmek zorundayım. Siz de kabûl etmek mecbûriyetindesiniz." buyurdu.
KanÂat, tevekkul, zuhd, muhabbet, rız ve teslimiyette cok yuksek bir murşid-i kÂmil olan ve; "Seyyid TÂhÂ'yı gordum, tarîkat ve hakîkatin ne olduğunu oğrendim." buyuran Seyyid Fehim hazretleri, hocasının emrine uyarak Arvas'a dondu. Arvas Medresesini yeniden îmÂr ederek talebelere ilim oğretti. Ayrıca, Nakşibendiyye yolunun esaslarını anlatarak insanların saÂdetine calıştı. İslÂmiyetin emir ve yasaklarından kıl kadar ayrılmaksızın vazîfesine devÂm etti. Her zaman Âfet kabûl ettiği şohretten kacındı. Arvas Medresesinde en az elli talebeye ders verip Madde-i Kubr adlı eseri okuturdu. Seyyid Muhammed Emin, Seyyid Abdulhakîm, Halîfe Derviş, Halîfe Ali, Molla Abdulcelîl ve Şeyh Resûl gibi buyukler onun yetiştirdiği Âlim ve velîlerdendir. Ondan ilim tahsîl edip, mezun olanlar Van ve havÂlisinde Reîsu'l-muderrisîn unvÂnıyla anıldılar. Seyyid Fehim hazretlerinin ilim ve mÂrifetteki ustunluğu kısa zamanda her tarafa yayıldı.
Seyyid Fehim hazretleri hocası Seyyid TÂh hazretlerini, ders talebesi gibi her yıl, Arvas'dan Nehrî'ye gelerek, ziyÂret ederdi. VefÂtından sonra, yerine gecen birÂderi Seyyid Muhammed SÂlih hazretlerini de ziyÂret edip, sohbetlerinde bulundu. Zîr Seyyid Muhammed SÂlih hazretleri Seyyid Fehim hazretlerinin sohbette ustÂdıydı.
UstÂdının vefÂtından sonra daha da tanınan Seyyid Fehim hazretleri, ilim ve fazîlette iyice meşhûr oldu. Mısır, Irak, Suriye ve bu havÂlide halledilemeyen meseleler ona getirildi.Cozulemez gibi gorulen muşkil meseleleri hallederdi. Onun sohbetinde bulunmak uzere Arvas'a giden kimseler dunyÂdan habersiz, nefsin ve şeytanın şerrinden emniyette olup, muhabbet deryasına daldılar. Ondan feyz alıp, yuksek derecelere kavuştular. Sohbet ve dersleriyle pek cok insanın doğru yola kavuşmasına vesîle oldular. Boylece, Doğu Anadolu halkının Sunnî kalmasını, şiîliğin ve mezheb ayrılığının yoreye girmemesini temin ederek, millî birliğe cok hizmet etti. Doksanuc Harbinde Ruslara karşı Doğu BÂyezîd Cephesine gidip buyuk kahramanlıklar ve muvaffakiyetler gosterdiler.
Seyyid Fehim hazretleri hocası Seyyid TÂh hazretlerinin vefÂtından sonra onun emir ve tavsiyelerine sıkı sıkıya uydu. Senede iki def Van'a teşrif ederek halka İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlattı. Onların dunyÂda ve Âhirette saÂdete, mutluluğa kavuşmaları icin calıştı. VÂz ve sohbetleriyle Van halkının İslÂmiyete bağlılığı ve bu husustaki şohreti arttı. "DunyÂda Van, Âhirette îmÂn." sozu insanlar arasında yaygın olarak soylenmeye başlandı. Seyyid Fehim hazretlerinin Van'a gelişlerinde buyuk bir kalabalık ve izdiham olurdu. ZamÂnın vÂlisi, askerî ve mulkî erkÂnı onu ziyÂret ederek, sohbetlerinden istifÂde ederler, varsa muşkil meselelerini sorup cevaplarını alırlardı. Maddî ve mÂnevî butun emirleri yerine getirilir, herkes ona saygı ve hurmette kusur etmezdi. Boylece hocası Seyyid TÂhÂ'nın seneler once buyurduğu; "Van'ın fethi ArvÂsî hÂnedÂnından, ilim ve irfÂnı ile tanınmış bir zÂtın vÂsıtasıyla muvakkaten (gecici olarak) mumkundur." sozunun hukmu kerÂmet olarak ortaya cıkmıştı.
Seyyid Fehim hazretleri Van'a geldiği zaman umûmiyetle mahkeme başkÂtibi Ahmed Beyin evinde misÂfir olurdu. Bir geceAhmed Beyin evinden cıkıp (Hacı Bekir kışlası diye hizmet goren bir askerî kışla yaptıran) Hacı Bekir isminde Van'ın ileri gelenlerinden birinin evine misÂfir oldu. Birkac gun Hacı Bekir'in evinde kaldı. Hacı Bekir, Allahu teÂlÂnın emriyle kızı GulizÂr Hanımı, Seyyid Fehim hazretlerine nikahladı. Bir sohbet sırasındaSeyyid Fehim hazretlerine dedi ki: "Şeyhim size burada bir ev yaptırmam lÂzım oldu." Seyyid Fehim hazretleri; "Ey Hacı Bekir! Bir şeyi noksan soylediniz. Yanında bir de cÂmi yaptırın." buyurdu. Hacı Bekir Ağa bu soz uzerine yaptırdığı evin yanına ŞÃ‚bÂniye CÂmiini yaptırdı. Sonraları Seyyid Fehim hazretleri, Van'a teşriflerinde kayınpederinin yaptırdığı bu evde kalırdı. İnsanlara İslÂmiyetin emir ve yasaklarını ŞÃ‚bÂniye CÂmiinde anlattı. Her sene iki uc ay Van'da kaldığı muddet icinde pekcok kimsenin hidÂyete kavuşmasına vesîle oldu. Sonra bu cÂminin yanına bir de medrese yaptırıldı.
Seyyid Fehim hazretlerinin ders verdiği ve vÂz ettiği ŞÃ‚bÂniye Kulliyesi, Arvas'a benzeyen ilim ve irfÂn yuvası bir makamdı. Bu medresede cok Âlim ve velî yetişmişti. Sofu Baba orada yetişen zÂtlardandı. Sonraki devirlerde de ilim ve irfÂn kaynağı olmaya devÂm eden bu medreseden, Seyyid Abdulhakîm hazretlerinin oğlu Ahmed Mekkî Efendi ve kardeşi oğlu CemÂl Efendiler de yetişti. Bu mekanlar şimdi harÂbe halde bulunmaktadır.
İlim, fazîlet ve guzel ahlÂkta zamÂnının bir tÂnesi olan Seyyid Fehim hazretleri, İslÂmiyetin emirlerine ve sevgili Peygamberimizin sunnet-i seniyyesine titizlikle uyardı. Onu sevenler namazlarını mutlaka cÂmide cemÂatle kılarlardı. Onun en buyuk kerÂmeti, İslÂmiyetin emir ve yasaklarına tam uyması, kendisinden sonra vazîfesini devÂm ettirecek olan Seyid Abdulhakîm gibi Âlim ve velî bir zÂtı yetiştirmesiydi. Bunlardan başka pekcok kerÂmetleri gorulmuştur.
Seyyid Fehim hazretleri bir defÂsında talebeleriyle Van Golu kıyısında giderken, goldeki Ahtamar Adasında bulunan Ermeni kilisesinden bir papaz cıkarak su ustunde yurumeye başlar. Talebeler bunu gorunce, bÂzılarının hatırına; "Allah'ın duşmanı dediğimiz papaz, su uzerinde yuruyor da, evliyÂnın buyuğu, Allahu teÂlÂnın sevdiği, sectiği kulu bildiğimiz, Seyyid hazretleri acab neden yurumez ve kıyıdan dolaşır" diye gelir. Seyyid Fehim, bu duşunceyi anlayıp, mubÂrek ayaklarındaki nalınları ellerine alıp, birbirine carpar. Nalınları carptıkca papaz suya batar. Boğazına kadar gelince, bir daha carpar. Papaz, batar ve boğulur. Sonra, boyle duşunen talebesine donerek; "O, sihir yaparak, su ustunde gidiyor, boylece sizin îmÂnınızı bozmak istiyordu. Nalınları carpınca sihri bozulup battı. Muslumanlar sihir yapmaz. Allahu teÂlÂdan kerÂmet istemekten de hay ederler." buyurdu. KerÂmeti ile papazın sihrini bozdu. Bu kerÂmet, AbdurrahmÂn ArvÂsî hazretleriyle ilgili olarak da anlatılmaktadır.
İstanbul'da, KağıthÂne'de sabun fabrikası olan Rıfat Beyin babası AbdulvehhÂb Efendi 1963'te vefÂt etti. VefÂtından birkac sene evvel dedi ki: "Erzurum'da medrese tahsîlini bitirmiştim. Daha okumak istedim. Aradığım buyuk Âlimin Bitlis'te Abdulcelîl Efendi olduğunu soylediler. Bitlis'e gittim. Kendisini aradım. Van'a gitti, yakında gelir, bekle dediler. Sabredemedim, Van'a gittim. Sorduğumda; "Muks şeyhi Seyyid Fehim hazretleri Van'a geldi. ŞÃ‚bÂniyeCÂmiinde, onun yanındadır." dediler. Oraya gittim. Hem de buyuk Âlim Abdulcelîl Efendi, kursuye cıkmış, herkes onu dinleyip istifÂde etmektedir, diye duşunuyordum. CÂmiye girdim. Herkes başını eğmiş, edeple oturuyordu. Karşıda nûr gibi, tatlı bakışlı bir zÂt vardı. Herkes buna karşı saygı ile donmuştu. Abdulcelîl Efendi, her hÂlde karşıdaki heybetli, tesirli zÂttır, diyordum. Fakat, soracak kimse yoktu. Herkes, boynunu bukmuş onune bakıyordu. Ansızın, onume bir genc geldi. "Ne arıyorsunuz?" dedi. "Abdulcelîl Efendi hazretlerini arıyorum." dedim. "İşte budur." diyerek, en geri sırada boynunu bukmuş edeple oturan birini gosterdi. "İstersen sen de otur." dedi. "Karşıda oturan kimdir?" dedim. "Seyyid Fehim hazretleridir." dedi. Nice zaman sonra, bu gencin, Seyyid Abdulhakîm Efendi olduğunu anladım. Biraz sonra ezan okundu. Sunnetler kılındı. Seyyid Fehim hazretleri imÂm oldu. Safları duzelttik. İmÂmla birlikte tekbir getirirken, butun cemÂat, elektrik carpan kimse gibi titremeye başladık. Şimdi altmış sene oluyor. İmÂmın o tekbir sesi hÂtırıma geldikce, titriyorum. Kalbimde, o gun olduğu gibi, bir hal oluyor."
Endis koyunden Hacı Abdullah ismine bir kimse hacca gitmişti. Hac ibÂdeti esnÂsında cebindeki paralarını kaybetti. Uc ay muddetle muslumanların yardımıyla idÂre etti. Bir gun, icinde bulunduğu sıkıntılı hÂli duşunerek Mekke-i mukerremenin sokaklarında yururken, birden meyve ağacları, cicekleri, akan suları ve ortasında cok guzel ve suslu bir cÂmi bulunan bir makam gordu. CÂminin kapısında guzel simÂlı bir zÂt oturuyordu. Kendi kendine duşundu. "Y Rabbî! Mekke-i mukerremede boyle bağ, bahce ve akan sular yoktur. Bu gorduğum hayal midir, ruy mıdır?" deyip, cÂminin kapısında duran zÂta gitti. SelÂm verdi. O zÂt selÂmını aldı ve; "Merhaba, hoş geldin, sef geldin ey hacı!" dedi. Hacı Abdullah Efendi hayretini o zÂta bildirdi. O zÂt; "Burası mÂnevî bir makamdır. EvliyÂya mahsustur. Cum gunu ikindi namazlarını bu mubÂrek mÂbedde kılarlar." dedi. Hacı Abdullah Efendi; "İmÂmları kimdir?" diye sordu. O zÂt; "Herhalde tanırsınız. Seyyid Fehim-i ArvÂsî hazretleridir." diye cevap verdi.
Hacı Abdullah Efendi bu soze cok sevindi. Bahcenin bir kenarına cekilip Seyyid Fehim hazretlerinin gelmesini bekledi. Orada durduğu muddet icinde evliyÂ-yı kirÂm tek tek, grup grup geldiler. CÂmi tamÂmen doldu. Hepsinden sonra Seyyid Fehim hazretleri buyuk bir vekÂr ve nÂzik bir tavırla geldi. Abdullah Efendi koşup saygıyla ellerini optu. Sıkıntılı hÂlini arz etti. Seyyid Fehim hazretleri; "HayÂtımda bu sırrı ifşÃ‚ etmemek şartıyla sÂdÂt-ı kirÂmın (bu yolun buyuklerinin) himmet ve bereketleriyle îcÂbına bakarız. Eğer sırrı ifşÃ‚ ederseniz, gozlerinizden mahrum olursunuz." buyurdu. CÂmiye girince butun velîler ayağa kalkıp onu saygıyla karşıladılar. Seyyid Fehim hazretleri mihrÂba gecerek ikindi namazını kıldırdı. Sonra guzel sohbetler oldu. ÎzÂhı mumkun olmayan bir muhabbet, vecd ve şevk hÂli hÂsıl oldu. EvliyÂullah cÂmiden geldikleri gibi ayrıldılar. En son Seyyid Fehim hazretleri cÂmiden cıktılar. Hacı Abdullah Efendi tekrar eteklerine yapışıp hÂlini arzetti. Seyyid Fehim hazretleri; "Merak etme. İnşÃ‚allah şimdi memleketine gidersin. Paran yoktu, nasıl geldin diyenlere bir tuccar yardım etti geldim, dersin. Tekrar ediyorum bu sırrı ifşÃ‚ etme." buyurdu ve; "Gozlerini kapa!" diye emretti.
Hacı Abdullah Efendi gozlerini kapadı. RuyÂda gibi uctuğunu hissediyordu. NihÂyet koyunun dışındaki bir ceşmenin başında oturduğunu gordu. Yavaş yavaş koye indi. Koyluleri ve akrabÂları onu karşıladılar. "Hoş geldiniz, haccınız mubÂrek olsun." dediler. Evine gidince, koylu, cemÂat hÂlinde gelip, onun hac intibÂlarını sordular. Bu arada; "Paranızı kaybettiğinizi, Mekke-i mukerremede perişan olduğunuzu işittik. Para temin edip, yarın Arvas'a gidecek, Seyyid Fehim hazretlerine arz edip, onların emredecekleri bir vÂsıtayla gonderecektik. Elhamdulillah siz geldiniz. Size yardım eden zÂttan Allahu teÂl rÂzı olsun." dediler.
Hacı Abdullah Efendi o geceyi evinde gecirdikten sonra ertesi gun kalkıp Arvas'a gitti. Seyyid Fehim hazretlerinin huzûruna vardı. Yanlarında birkac talebesi vardı. SelÂm verip ellerini optu. Seyyid Fehim hazretleri; "Bu sene hacca gittiğinizi duydum. Ne zaman geldiniz?" buyurdu. Abdullah Efendi; "Dun geldim?" diye arzedince; "Niye bu kadar gec kaldınız, uc ayı gecti." diye sordu. "Paramı kaybettim, Mekke'de parasız kaldım. Sonra bir tuccar yardım etti, geldim." dedi. Seyyid Fehim hazretleri; "Allah rÂzı olsun. Dun eve geldiğinize gore, niye bugun buraya geldiniz. Muslumanlar sizi ziyÂrete gelirler." buyurdu. Abdullah Efendi; "Sizi temiz iken ziyÂret etmek istedim efendim." dedi. "Bu gece kal, sabahleyin durmadan evine git. Sırrın ifşÃ‚sı, acıklaması hatÂdır, hayÂtımda ifşÃ‚ etme!" buyurdular. Abdullah Efendi o gece orada kaldıktan sonra ertesi gun evine dondu. Bu gorduklerini de Seyyid Fehîm-i ArvÂsî hazretlerinin vefÂtından yıllarca sonra anlattı.
Diyarbakır'da adliye mufettişi Mustafa NecÂti Bey isminde bir kimse vardı. Vazifeli olarak Van'ın Mukus kazÂsına gitti. Bir bayram gunu, bayram namazından sonra kaymakam ve kazÂnın ileri gelenleri Seyyid Fehim hazretlerini ziyÂrete gitmek uzere hazırlandılar. Mustafa NecÂti Bey de onlarla birlikte gitmek istedi. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra yola cıktılar. Yolculuk esnÂsında guzel şeylerden bahsedildi. Arvas'ın yakınındaki Kırmızı Kopruyu gectikten sonra hepsi de ayrı bir mÂnevî havaya girdiler. Mustafa NecÂti Bey de o havadan etkilendi. Fakat kendisi icki ictiği icin heybesinde iki şişe icki vardı. Arvas kabristanının altındaki taşlıkta bu şişeleri kimseden habersiz, bir yere sakladı. Arvas'a varıp, Seyyid Fehim hazretlerini ziyÂret ettiler. Hepsi sırasıyla saygıyla elini optuler. Mustafa NecÂti Bey de ellerini opup, tasavvuf yolunda talebesi olmak istediğini bildirdi. Seyyid Fehim hazretleri ona; "Şişe ile tarîkat bir arada olmaz. Git şişeleri kır, dok gel, oyle kabûl edelim." buyurdu. Mustafa NecÂti Bey şişeleri oraya koyduğunu kimsenin gormediğini duşundu. Fakat Allahu teÂl velî kullarına kerÂmetle bildirir diye duşunerek gitti. Şişelerden birini kırdı, diğerini de sıkışırsam kullanırım dedi. Seyyid Fehim hazretlerinin huzûruna gelince; "Git oburunu de kır gel!" buyurdular. Mustafa NecÂti Bey bu durum keyfî değil, zarûrîdir. O şişeyi oraya isteyerek bırakmadım. Zarûrî kalırsam icerim, diye bıraktım." dedi. Seyyid Fehim hazretleri; "Haramda zarûret olmaz." buyurdular. Mustafa NecÂti Bey gidip o şişeyi de kırdı. Sonra ellerini optu ve talebeleri arasına girdi. Bundan sonra icki alışkanlığı kalmadı. Mustafa NecÂti Bey, Seyyid Fehim hazretleri hakkında; "Turkiye'yi hemen hemen tamÂmen, Arabistan'ın bir kısmını gezdim. Her yerde meşÃ‚yıhtan pek cok kimseyle karşılaştım. Bu zÂt gibi olgun bir ferd gormedim. Peygamber efendimizi ve EshÂb-ı kirÂmı temsil ediyordu. Onlardaki ilim, hilim, yumuşaklık, vakar, letÂfet ve heybeti hic kimsede gormedim." diye anlatır ve ağlardı.
Seyyid TÂh hazretlerinin oğlu Seyyid Ubeydullah Efendi hacca gitmek istiyordu. Van'a geldi. Kendi kendine; "Arabistan'da babam TÂhÂ-yı HakkÂrî hazretlerini tanıyanlar coktur. İlim sohbetleri olur. Yanımda buyuk bir Âlimin bulunması zarûrîdir. Buna lÂyık ancak babamın halîfesi Seyyid Fehim hazretleridir." diye duşunerek onları berÂber goturmek uzere Van'a dÂvet etti. Seyyid Fehim hazretleri Van'a gelince; "UstÂdım birlikte hacca gidelim." dedi. Seyyid Fehim hazretleri ozur beyÂn edip; "MÂlî ve bedenî durumum musÂid değildir." buyurdu. Seyyid Ubeydullah Efendi; "Mal ve para işi bana Âittir. Bedenî durumunuzla ilgili olarak MevlÂn HÂlid-i BağdÂdî hazretlerinin DîvÂn'ına bakalım, ne cıkacak" dedi. DîvÂn'ın bÂzı sayfalarını actıkları zaman Medîne-i munevvere ile ilgili beytler cıktı. Bunun uzerine karar verip birlikte hac yolculuğuna cıktılar. İstanbul'a gecip, FÂtih'teki ReşÃ‚diye Oteline indiler. Onların İstanbul'a geldiklerini haber alan zamÂnın padişÃ‚hı Sultan İkinci Abdulhamîd Han, kendilerini saraya dÂvet etti. Sarayda misÂfir edip, ikrÂm ve ihsÂnlarda bulundu.
Kendisi velî olan, Âlim ve velîlere cok hurmet eden Sultan İkinci Abdulhamîd Han, Seyyid Fehim hazretlerinin sohbetlerinde bulunup, duÂsını aldı. On iki gun kadar İstanbul'da misÂfir ettikten sonra, Haydarpaşa'ya kadar merÂsimle, torenle uğurladı.
Seyyid Fehim hazretleri ve Seyyid Ubeydullah Efendi vapurla Mısır'a gittiler. Oradaki Âlim ve velîler ile goruşup sohbette bulundular. O devrin onemli ilim merkezlerinden olan Ezher Medresesinden yetişen Âlimler, Seyyid Fehim hazretlerinin ilim ve fazîletteki ustunluğunu kabûl ettiler.
Seyyid Fehim hazretleri, hizmetlerinde bulunan Hacı Omer Efendiyle birlikte CÂmi-ul-Ezher Medresesine gittiler. Bir odaya girdiler. Bu odada oturan bir Âlimin etrÂfında cok sayıda kitaplar ve onunde bir kÂğıt olduğu halde oturduğunu gorduler. Âlim, kitaplara bakıyor fakat onundeki kÂğıda bir şey yazamıyordu. Seyyid Fehim hazretleri kÂğıtta olan yazıyı bir defÂda okuyup ezberledi. Cunku bir def okuduğu yazıyı ezberlemek onun husûsiyetlerindendi. Âlim kimse başını kaldırıp; "Sizin okumanız var mıdır?" diye sordu. Seyyid Fehim hazretleri ilimle bir mikdÂr meşgûl olduğunu bildirdi. Âlim; "Siz bu kÂğıttaki yazının mÂnÂsını bilir misiniz?" dedi. "Evet." cevÂbını alınca, hayret etti ve; "Hayret! CÂmiu'l-Ezher Medresesi (Universitesi) butun şûbeleri (fakulteleri) ile bir haftadan beri bu meselenin halli icin tÂtil edildi. Reîsu'l-ulem başta olmak uzere butun Âlimler gece-gunduz calışmaktadır. Bu yazının mÂn ve mefhûmunu anlamaktan Âciz kaldı." dedi.Seyyid Fehim hazretleri; "Basit bir meseledir." buyurunca, Âlim daha cok hayret etti.
Seyyid Fehim hazretleri anlaşılamayan meseleyi îzÂh etmeye başladı. Hayretler vÂdisinde dolaşan Âlim, saygıyla kalkıp elini optukten sonra, hemen kÂğıt kalem alıp Fehim-i ArvÂsî hazretlerinin îzÂhını yazdı. Adresini alarak tekrar ellerini optu ve ayrıldı. Seyyid Fehim hazretleri de Hacı Omer Efendiyle birlikte kirÂladıkları eve dondu.
Bir muddet sonra CÂmiu'l-Ezher Medresesi Reîsu'l-ulemÂsının (rektoru) gonderdiği dort Âlim cıkageldi. Reîsu'l-ulem tarafından CÂmiu'l-Ezhere dÂvet edildiğini ifÂde ettiler. Seyyid Fehim hazretleri dÂveti kabûl buyurup, gitti. Buyuk bir salonda Reîsu'l-ulem başta olmak uzere beş yuze yakın Âlim buyuk bir saygı ile kendisini karşıladılar. Seyyid Fehim hazretleriyle Reîsu'l-ulem yanyana oturdular. Sohbet başladı.Reîsu'l-ulemÂ, Seyyid Fehim hazretlerine; "Efendi hazretleri! Tam istenen şekilde acıkladığınız mesele, CÂmiu'l-Ezherce muşkil ve mÂnÂsı anlaşılamayan bir mesele hÂline gelmişti. CenÂb-ı Hakk'ın yardımıyla bu muşkilÂttan bizleri kurtardınız. CÂmiu'l-Ezher size sonsuz şukrÂn borcludur." dedi.
Bircok muşkil meselelerin halledildiği suÂlli cevaplı sohbet, saatlerce devÂm etti. Bu sırada Seyyid Fehim hazretleri, yanındaki Hacı Omer Efendiden tutun cubuğunu doldurmasını ve yakmasını istedi. Hacı Omer Efendinin hazırladığı cubuktan birkac nefes cekip yerine koydu. Reîsu'l-ulemÂ, Seyyid Fehim hazretlerinden musÂde isteyip; "Birkac nefes de ben cekebilir miyim?" dedi. Seyyid Fehim hazretleri musÂde ettikten sonra birkac nefes deReîsu'l-ulem cekti. Fakat bu sırada salondaki Âlimler arasında fısıltılar başladı. İki Âlim gelerek Reîsu'l-ulemÂ'ya; "Efendim tutun icmenin kesin haram olduğuna dÂir dort fetv vermiştiniz. Şimdi iciyorsunuz, hikmeti nedir?" diye sordular. Reîsu'l-ulem cevÂben; "Yemin ederim ki bizim ilmimiz bu zÂtın ilmi yanında denizde bir damla gibidir. Ver ve takvÂmız da bu zÂtın ver ve takvÂsı yanında yok gibidir. Bu zÂta uyarak bugunden sonra tutun iceceğim. Demek ki yanılmışım. Haram değilmiş. Haram ve gunah olsaydı, bu zÂt ağzına koyar mıydı? Siz serbestsiniz. Benden haram olduğunu duyan herkese haram olmadığını duyurunuz." dedi.
Şohret sÂhibi olmaktan kacınan Seyyid Fehim hazretleri bir an evvel Mısır'dan ayrılmak istedi. Ancak Âlimlerin ve Seyyid Ubeydullah Efendinin ısrarlı istekleri uzerine Mısır Âlimlerinin ve halkının muşkil meselelerini halletmek uzere bir muddet daha kaldı. Orada bulunduğu sure icinde ilim meclislerinde ve sohbetlerinde İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlattı. Daha sonra Mısır'dan ayrılarak hac ibÂdetini yerine getirmek uzere yanındakilerle birlikte Mekke-i mukerremeye gitti. Mekke-i mukerremede bulunduğu sırada pek cok Âlim ve velî ile goruşup sohbette bulundu. ŞÃ‚fiî mezhebi fıkhına dÂir İÂnetu't-TÂlibîn adlı kitabı te'lif eden Şeyh Seyyid Ebû Bekr (rahmetullahi aleyh) bircok muşkil meselelerini Seyyid Fehim hazretlerine sorup cevÂbını aldı. Seyyid Ebû Bekr; "Bu mubÂrek beldede bulunduğunuz muddetce teşrif edin, sizden istifÂde edelim." dedi. Bir gun Hacı Omer Efendiye gizlice; "Belki Mısır Reîsu'l-ulemÂsı bu zÂtın derecesinde olabilir. Ondan başka yeryuzunde bu zÂt gibi bir Âlim bulunduğuna inanmam." dedi. Hacı Omer Efendi Mısır Reîsu'l-ulemÂsı ile olan goruşmeyi anlatınca, Seyyid Ebû Bekr; "Allahu teÂl ona uzun omur vermekle bizi nîmetlendirsin. Onun ilminden doğruluğundan, takvÂsından ve himmetinden bizleri nasîblendirsin." diye du etti.
Seyyid Fehim hazretleri Mekke'de bulunduğu sırada İmÂm-ı RabbÂnî hazretlerinin torunlarından Ahmed Saîd'in oğlu Muhammed MazhÂr Muceddîdî ile goruştu. Bu sebeple oğullarının birinin ismini Mazhar koydu.
Hac vazîfesini îf ettikten sonra Medîne-i munevvereye giden Seyyid Fehim-i ArvÂsî hazretleri, sevgiliPeygamberimizin mubÂrek kabrini ziyÂret edip, feyzlerine kavuştu. Sonra tekrar Arvas'a donup irşada devÂm etti.
HayÂtında cemÂatsiz namaz kılmadı. On iki yaşından beri gece teheccud namazını kacırmamıştır. Talebelerinden Molla Abdulhakîm veya Molla ŞÃ‚bÂn bulundukları zaman onlara uyar, bulunmadıkları zaman kendisi imÂm olurdu. MihrÂba gecip tekbir aldığında elektrik cereyÂnı gibi kalplere tesir ederdi. RamazÂn-ı şerîfte teravih namazını hatimle kılarlar, yÂni her rekatte bir sayfa Kur'Ân-ı kerîm okunurdu. TerÂvih ve du biter sahur sofrası hazırlanırdı. Sahurdan sonra sabah ezÂnı okunur, namazdan sonra, zikir ve murÂkabe ile meşgûl olunurdu. Guneş yukseldikten sonra kuşluk, namazı kılınır, kaylûle vaktinde iki saat kadar uyurlardı.
Seyyid Fehim hazretlerinin sohbet ve hizmetinde bulunanlar, kendilerini dunyÂdan uzaklaşmış gorurlerdi. Arapca, Farsca, Turkce ile diğer mahalli dilleri bilirdi. Her dildeki mahÂreti emsÂlinden ustundu. Arapca konuştuğu zaman Mısır CÂmiu'l-Ezherinde yetiştiği sanılırdı. Maddî ve mÂnevî butun ilimlerde derin Âlim, fesÂhat ve belÂgatları hÂrikaydı. Seyyid Abdulhakîm hazretleri onun vasıflarını şu şekilde anlatırdı: "O, her ilimde bir okyanustu. Derinliğine kimse inemedi. Ancak oğlu ve halifesi Seyyid Muhammed Emin azıcık anlıyordu. Hatt Şeyh Sa'dî ŞîrÂzî'nin Gulistan'ından bir beyt okudular ve îzÂh buyurdular. Bir mikdÂrını anlayabildim. Seyyid Muhammed Emin de bir mikdar daha anladı. Sonra o da anlayamadı. HulÂsa hakîkat ve inceliklerini kimse hakkıyla idrÂk edemedi.
Seyyid Fehim hazretleri insanlara İslÂmiyeti anlattığı gibi, cin tÂifesine de anlatırdı. Cinlerden dort binden fazla talebesi vardı.
Seyyid Fehim hazretleri bir gece ruyÂsında Resûlullah efendimizi gordu. Resûlullah efendimiz ona; "Abdulhakîm'in terbiyesini sana ısmarladım." buyurdu. Bu emir uzerine Abdulhakîm Efendinin terbiyesine daha cok ihtimÂm gosterip, onu tasavvuftaki vilÂyet-i Ahmediyye derecesine ulaştırdı.
Seyyid Fehim hazretlerinin onde gelen talebesi Seyyid Abdulhakîm Efendi, onun sohbetlerinden cok istifÂde etmişti. Bir gece benzeri olmayan bir sohbet oldu. Seyyid Abdulhakîm bu sohbette dinlediklerini kendisi icin yeterli gorerek; "Bu sohbet bana yeter, alabileceğim her şeyi bu gece aldım." diye duşundu. Sabah olunca ustÂdı kendisinden ibriğini istedi. Abdulhakîm Efendi ibriği bir elma ağacının altında bulunan hocasına goturdu. Bu sırada hazret-i Seyyid; "Abdulhakîm! Bu ağac ne ağacıdır?" diye sordu. "Elma ağacıdır efendim." diye cevap alınca; "Bu ağacın bir govdesi, dalları, dallarında da meyveleri vardır. Şimdi bir elmanın icindeki cekirdeği yiyen bir kurt, ben butun elmayı ve elma ağacını yedim, onda olanları aldım dese, doğru olur mu?" buyurdu. Boylece Seyyid Abdulhakîm Efendiye akşamki duşuncelerinin yanlış olduğunu bildirip, daha cok gayret etmesi gerektiğini işÃ‚ret buyurdu.
Hazret-i Seyyid talebelerinin en ustunu olan Seyyid Abdulhakîm Efendiye hilÂfetnÂme vermeden beş yıl once, kardeşlerine yazdığı mektupta buyurdu ki:
"Sevdiğim, kıymetli Seyyid İbrÂhim ve Seyyid TÂhÂ. Allahu teÂl ikinize de selÂmet versin. Size cok du ettikten ve selÂm eyledikten sonra, bildiğiniz gibi kardeşiniz Seyyid Molla Abdulhakîm gecen sonbaharda buraya gelmiş, ders okumaya başlamıştı. Bu fakir de onun dersini gÂyet dikkatle ve tahkik ederek anlattım. O da gerek derste, gerek kendi calışmalarında oylece dikkat ve tahkik eyledi. İlimden başka bir şeye bakmasına vakit bırakmadım. Şimdi, zamÂnımızdaki usûle gore kitapları bitirdi. Bu fakir, Âlet ilimlerini, fıkıh ve hadîs ilimlerini okutmak icin, ustadlarımdan nasıl mezun olduysam, onu da oyle mezun eyledim. Sizler artık ona kardeş gozuyle bakmayınız. İlmin şerefini gozetmek icin ona karşı cok tevÂzû gosteriniz. Bunları sizin iyiliğiniz ve yukselmeniz icin yazıyorum. Bundan başka ilme tevÂzû gostermek, Allahu teÂlÂya tevÂzû etmek demektir. Bu kısa yazımdan cok şeyler anlayınız! Esseyyid Fehim."
Hazret-i Seyyid Abdulhakîm Efendiye 1882 (H.1300) senesinde zÂhirî ilimlerde icÂzet, diploma verdiği gibi, 1888 (H.1305) senesinde tasavvufta Nakşibendiyye, KÂdiriyye, Suhreverdiyye, Ceştiyye ve Kubreviyye yollarından hilÂfet de verdi. İnsanlara İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi. Seyyid Abdulhakîm'e yazdığı bir mektupta buyurdu ki: "Sevgili oğlum, gozumun nûru Seyyid Molla Abdulhakîm! Size, sonsuz duÂlarımı bildirdikten sonra arz edeyim ki, uzun zamandan beri, sizden haber almadığım icin, gonlum cok uzuluyor. Allahu teÂl her gizli şeyleri bilir. O şÃ‚hiddir ki, kalbim hemen her zaman seninledir diyebilirim. Beni bu uzuntuden kurtarmak icin, gorunur gorunmez hallerinizi sık sık bildirmelisiniz! Boylece sevgi bağları oynatılmış olur. Eğer o, gozumun nûru buradaki fakirlerden soracak olursa, Allahu teÂlÂya hamd ve şukurler olsun! Bedenimizin ve etrÂfımızın rÂhatı ve selÂmeti gunden gune artmaktadır. Hak teÂlÂ, biz fakirlerin ve butun kardeşlerimizin kalplerine selÂmet ihsÂn buyursun! Âmin. Şeyh Abdulhamîd'e ve Şeyh Hasan'a ve Seyyid İbrÂhim'e bu fakîrin duÂlarını bildiriniz! TÂh Efendiye ve Mazhar Efendiye du ederim. Her kime uygun gorurseniz, bu fakîrin duÂlarını bildirmek icin, vekilimsiniz. Bundan başka, Nehri'de olanların, doğru eğri hepsinin hallerini yazınız. Ayrıca, Nastûrîlerin taşkınlık yaptıklarını, dort yuz musluman oldurduklerini işittik. Bunların neler yaptıklarını ve ne icin yaptıklarını da bildirmenizi istiyorum. VesselÂm. DuÂcınız gunÂhkÂr Seyyid Fehim."
Omrunu İslÂmiyeti oğrenmek ve oğretmekle geciren Seyyid Fehim hazretleri vefÂtından altı ay oncesinden îtibÂren sefer hazırlığına başlamıştı. Sohbetlerinde her zamankinden daha cok olumden bahsediyordu. Şimdi medfûn bulunduğu kabr-i şerîfin yerine bakarak, Arvas kabristanına defnedilenlerin îmanlı olduğu takdirde butun gunÂhlarının affedileceğini beyÂn buyururlardı.
Omrunun son gunlerine doğru rahatsızlığı fazlalaştı. Bir Cum gunu hasta haliyle cÂmiye gitti. O gun halîfesi ve oğlu Seyyid Muhammed Emin Efendi beliğ ve hazîn bir hutbe okudu. CÂminin arkasındaki ceşmeye kadar saflar bağlamış olan cemÂat bu hutbenin tesiriyle mahzûn olup, ağladı. Seyyid Fehim hazretleri Cum namazını oturarak kıldı. Sonra da Seyyid Abdulhakîm Efendi, Seyyid Muhammed Emîn Efendi, Halîfe Derviş ve Halîfe Ali adlı dort halîfesini huzûruna dÂvet buyurarak vasiyetlerini şoyle bildirdi:
"...Muhammed Emin yerime ikÂme edilmiştir. YÂni benim vazîfemi yurutecektir. İnce kalplidir. Bize karşı sevgisi cok kuvvetli olduğu icin benden sonra fazla yaşayacağını zannetmiyorum. Ondan sonra Seyyid Abdulhakîm mutlak olarak yerime ikÂme buyrulmuştur. Kendisi, Arvas'ta olsun, Başkale'de olsun, İstanbul'da olsun ona itÂat ediniz. Onun rızÂsı benim rızÂmdır. Ona muhÂlefet bana muhÂlefettir." buyurarak SeyyidAbdulhakîm Efendinin zamanla İstanbul'a geleceğini işÃ‚ret etti. Dort halîfesinden başka bÂzı talebelerinin de bulunduğu sırada vasiyetine devÂm ederek buyurdu ki:
"Kitaplarımı Arvas KutuphÂnesine vakfettim. Benim bildiğim kimseye borcum yoktur. İhtiyÂten îlÂn edin. ŞÃ‚yet alacaklılar cıkarsa, ne kadar iddi ederlerse, Muhammed Emin tereddutsuz versin. İlmin ve Nakşibendiyye yolunun yayılmasına ihtimÂm gosteriniz. Seyyidim ve senedim Seyyid Buzurk (Seyyid TÂhÂ-yı HakkÂrî

Vasiyetine devÂm ederek; "Benden sonra cok fitne cıkacak, kadınlardan hay perdesi kalkıp, carşı pazarlarda dolaşacaklar. İslÂm, Abdulhamîd Hanla kÂimdir." buyurdu. Bir ara Seyyid Abdulhakîm Efendiye donerek; "CenÂb-ı Hak sizi muhÂfaza edecektir." buyurdu ve İbrÂhim aleyhisselÂmın ateşte yanmadığı kıssasını anlattı. "Nakşibendiyye yolunun yayılması icin elimden geldiğince, kıl kadar ayrılmamak uzere hizmet ettim. İnşÃ‚allah mes'ûl değilim. Tam tedkîk etmeden fetv vermeyiniz. Ruhsatlarla yetinmeyiniz. İmkÂn oldukca azîmetleri esas kabûl ediniz." buyurduktan sonra bir muddet kimseyi yanlarına kabûl buyurmadılar. Allahu teÂlÂyı anmakla ve ibÂdetle meşgûl oldular. Bir ara karpuz istediler. Fakat o mevsimde Mukus'de karpuz yoktu. Catak'a gidip getirdiler. Fakat karpuzu yemeden vefÂt ettiler.
Fehim-iArvÂsî hazretlerinin hastalığını duyanlar uzak yakın her taraftan gelip ziyÂret ettiler. TedÂvî icin doktorlar getirdiler. VefÂt ettiği gunun ikindi namazını oturarak kılan Seyyid Fehim hazretlerinin mubÂrek vucudları secdeden mubÂrek başını kaldırmayacak derecede zayıflamıştı. Oğlu Seyyid Muhammed Emin Efendinin yardımıyla başını secdeden kaldırabiliyordu. Bu sırada huzun ve uzuntu Arvas ve etrÂfını kaplamış, evin etrÂfında yuzlerce seveni ve talebesi onun iyileşmesi haberini bekliyordu. O sırada renk renk, ceşit ceşit kuşlar geldiler, havada sıra sıra durarak herkesin hissettiği şekilde huzunlerini izhÂr ettiler. Yuzbinlerce kuş, Arvas uzerinde şemsiye gibi golge ettiler. O arada gaybdan bir ses; "YÂ eyyetuhennefsu'l-mutmeinneh..." Âyet-i kerîmesini sonuna kadar okudu. Secdeden başını kaldırıp "Er-Refîku'l-a'lÂ." dedikten sonra sesli bir kelime-i tevhidden sonra 1895 (H.1313) senesi Şevval ayının on beşinci Salı gunu rûhunu teslim etti. VefÂt haberi duyulunca, başta sevenleri olmak uzere butun halk ve yabÂnî hayvanlar bile uzulduler.
Seyyid Fehim-i ArvÂsî hazretleri, techiz ve tekfinden sonra sevenlerinin gozyaşları arasında Arvas kabristanında daha onceden işÃ‚ret ettiği yerde defnedildi.
Seyyid Fehim-i ArvÂsî hazretlerinin Arvas'ta bulunan kabri, sevenleri tarafından ziyÂret edilmekte ve bereketlerinden faydalanılmaktadır. Vesîle edilerek yapılan duÂlar kabûl olmaktadır. Cocuğu olmayanlar cocuğa sÂhib olmakta, hasta olanlar şifÂya kavuşmaktadırlar. Bitlis'in Hizan ilcesine bağlı Karkar Deresi koyunden cocukları olmayan karı-koca Arvas'a gelip Seyyid Fehim hazretlerinin kabrini ziyÂret ettiler. Cocukları olması icin, Seyyid Fehim hazretlerinin rûhÂniyetini vesîle ederek du ettiler. Sonra ikiz cocukları oldu. 1980 senesi sonbaharında tekrar Arvas'a gelen karı-koca kabr-i şerîfi ziyÂret ettikten sonra uc def ikiz cocuklarının olduğunu bildirdiler. Hasta olup şif bulanlar da anlatılmaktadır.
Seyyid FehimArvÂsî hazretlerinin vazîfesini bir muddet oğlu ve halîfesi Seyyid Muhammed Emîn Efendi devÂm ettirdi. Onun vefÂtından sonra da mutlak halîfesi Seyyid Abdulhakîm ArvÂsî hazretleri devÂm ettirdi.
Hazret-i Seyyidin, Guster Hanım, Emetullah, NÂhiye ve Esm hanım isimlerinde kızlarından başka on oğlu vardır.
1- Seyyid Muhammed Reşîd Efendi: Genc yaşta Gevaş'ın Tıgnız koyunde vefÂt etti. Kabri Zeve koyu kabristanında SultanZubeyr hazretlerinin turbesi yanındadır.
2- Seyyid Muhammed Emin Efendi: 1867 (H.1284) senesinde Arvas'ta doğdu. Babasının halîfelerindendir. 1900 (H.1317) senesinde, hac donuşunde Tûr-i SinÂ'da vefÂt etti.
3- Seyyid MuhammedMazhar Efendi: Genc yaşta vefÂt etmiştir. Kabri Arvas'tadır.
4- Seyyid Muhammed MÂsûm Efendi: 1879 (H.1296)da Arvas'ta doğdu. 1942'de yine Arvas'ta vefÂt etti. Kabri, babasının bitişiğindedir.
5- Seyyid MuhammedSıddîk Efendi: 1879 (H.1296) senesinde Arvas'ta doğdu. 1916 (H.1334) senesinde Gurpınar'da dere kenarında abdest alırken ermenilerce şehîd edildi. Kabri, Van'ın Gurpınar ilcesine bağlı Mejıngir (Yukarı Kaymaz) koyunde olup, ziyÂret edilmektedir. Seyyid Abdulhakim Efendinin halîfesi idi.
6- Seyyid HasanMedenî Efendi: Van muftusuyken Hicaz'a gidip, yirmi sene Medîne-i munevverede kaldı. 1968 (H. 1388) senesi BerÂt gecesinde vefÂt etti.Cennetu'l-Bakî' kabristanında defnedildi.
7- Seyyid Huseyin Efendi: 1887 (H.1304) senesinde doğdu. 1962 (H.1382) senesinde vefÂt edip, Gevaş'ın Hacı Zive koyunde buyuk birÂderi MollaMuhammed Reşid'in yanında defnedildi.
8- Seyyid Muhammed SÂlih Efendi: 1949 (H.1369) senesinde hacca gidip, Medîne-i munevverede vefÂt etti. Cennetu'l-Bakî'de defnolundu.
9- Seyyid NizÂmeddîn Efendi: Van'da Akkopru kabristanında medfundur.
10- Seyyid Şemseddîn: Kucuk yaşta vefÂt etmiş olup, Arvas'ta medfûndur.
Seyyid FehimArvÂsî hazretlerinin oğullarından ve kızlarından meydana gelen torunlarıyla nesli devÂm etmektedir.
EFENDİMİZ SUSLENMEYE BAŞLAMIŞ
Seyyid Fehim hazretlerinin ilim tahsîline ara verdiği gunlerdeydi. Bir bayram gunu Şırnak'ta îmÂl edilen meşhûr tiftik yununden yapılmış bir elbise giymişti. Kendi guzelliğiyle, elbisenin hoşluğu birbirine eklenmiş, fevkalÂde bir guzellikle dikkatleri uzerine cekiyordu. Arvas'a yakın bir koyde oturan, akıllı ve olgun, ArvÂsîlere cok bağlı Şeyhu diye anılan bir zÂt, Arvas CÂmiinin karşısındaki damda duruyordu. Onu gorunce; "Bir zamanlar Arvas'tan meşhur Âlimler cıkardı. Şimdi ise guzel ve yakışıklı gencler cıkıyor. Ah, "cok yazık" diye inledi. Bu sozu işiten Seyyid Fehim; "Bu sozu nicin soyledin?" diye sorunca; "Hic, icimden oyle geldi." dedi. Seyyid Fehim; "Bu sozu soylemenizin bir sebebi vardır muhakkak, soyleyiniz." dedi. Şeyhu; "Medrese Âlimsiz, muderrissiz kaldı. Biz inşÃ‚allah filan efendimiz yetişir diyorduk. Şimdi bakıyorum da, o efendimiz giyinmeye, suslenmeye başlamış." cevÂbını verdi. Bu sozlerin kendisine soylendiğini anlayan Seyyid Fehim hemen eve gidip guzel elbiselerini cıkardı. Kitaplarını cantasına yerleştirip gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra yeniden ilim tahsîline cıktı.
GECE EVDEN NİCİN AYRILDILAR?
Seyyid Fehim hazretleri her sene Van'a gelişinde bir muddet kalırdı. Âşıkları toplanır, feyz alırlardı. Genellikle kendisini cok seven mahkeme başkÂtibi Ahmed Beyin evinde misÂfir olurdu. Bir seneAhmed Bey hacca gitmişti. Van'a bir gelişinde yine onun evinde kaldı. Bir gece yarısı yakınlarından birini cağırdı ve; "Arkadaşlarını uyandır! Şimdi buradan cıkıp, falan eve gideceğiz." buyurdu. O kimse; "Efendim gece yarısı gitmek ayıp olur. Yarın gitsek olmaz mı?" dedi. "Hayır şimdi gideceğiz. Hem Ahmed Beyin oğullarına da haber ver." buyurdu. Durumu oğrenen Ahmed Beyin oğulları gelip yalvardılar. "Efendim bir kusur yaptıksa af buyurun. Bizden ayrılmayın. Babamız işitirse uzulur. Biz ona ne cevap vereceğiz, lutfediniz, ihsÂn ediniz! Kabahatimizi bağışlayınız." dediler. Cok goz yaşı doktuler. Seyyid Fehim hazretleri; "Hayır sizden cok rÂzıyım, bize her hizmeti fazlası ile yapıyorsunuz. Sizlere du etmekteyim. Fakat şimdi gitmemiz lÂzım." buyurdu. Ahmed Beyin oğulları; "Emir buyurduğunuz gibi olsun." dediler. Gece yarısı sevdiklerinden bir başkasının evine gittiler.
Ertesi gun oğlu Muhammed Emin Efendi, Ahmed Beyin oğullarının pekcok uzulduklerini soyledi ve; "Babacığım o evde sabaha kadar kalsaydık ne olurdu?" diye sorunca, Seyyid Fehim hazretleri; "Oğlum! Şimdi kimseye soyleme. Bu geceAhmed Bey Mekke-i mukerremede vefÂt etti. Ev yetim evi oldu. Mal mîrÂscılara kaldı. Evvelce her şeyi kullanıyor, yiyip iciyorduk. Cunku Ahmed Beyin seve seve helÂl edeceğini biliyordum. Şimdi ise tanışmadığımız mîrÂscılarının hakkı olduğundan bir şeyi kullanmak cÂiz olmaz. Kul hakkından kacınmak icin acele ayrıldım." buyurdu.Bir ay sonra hacılar dondu. Herkes geldi. Ahmed Bey gelmedi. "Bir gece yarısı Mekke'de vefÂt etti." dediler. HesÂb ettiler, Seyyid Fehim hazretlerinin evden ayrıldığı geceye rastlıyordu. Onun kerÂmeti olduğunu anladılar.
SOFU BABA'NIN AŞKI
Seyyid Fehîm her sene, Van'a gidip bir defÂ
Guzel sohbetleriyle, nûr sacardı etrafa.
Mevsim yaz olduğundan, hava bir sıcaktı ki,
İnsanlar harÂretten, kavruluyordu sanki.
Gencten bir kimse vardı, hem de Fehîm isminde,
Yaşardı o zamanlar, gunah işler icinde.
Bu genc, dağdan bir tabak, kar temin edip bir gun,
Getirip huzûruna, arz etti o buyuğun.
Seyyid Fehîm o gence, buyurdu: "İsmin nedir?"
O gÂyet sıkılarak, dedi: "İsmim Fehîm'dir."
Bir makbûl olmuştu ki, getirdiği soğuk kar,
Şefkatle etti ona, bir teveccuh ve nazar.
Bu, oyle bir teveccuh, oyle nazardı ki hem,
Kalbi, Seyyid Fehîm'in, aşkıyla doldu o dem.
Oyle bir muhabbetle, bağlandı ki o zÂta,
Onun muhabbetiyle yanar oldu ÂdetÂ.
Sonradan Seyyid Fehîm, Arvas'a etti avdet,
O sene kış mevsimi, şiddetli gecti gÂyet.
Ve lÂkin yanıyordu, o aşkla onun gonlu,
Onun ayrılığına, yoktu hic tahammulu.
En son dayanamayıp, dedi ki: "Anneciğim,
Heybemi hazır et ki, Arvas'a gideceğim."
Dedi: "Gitme evladım, bir baksana şu kışa,
Cıkarsan yem olursun, dağlarda kurda kuşa."
LÂkin o, kararını, vermiş idi pek kat'i,
Zîr onun aşkından, kalmamıştı tÂkati.
Heybesini alarak, duştu Arvas yoluna,
Ona kavuşmak icin, bir mÂni yoktu ona.
Her an olum sacarken, ac kurtlar, soğuk ve kar
O, dağ dere demeyip, gidiyordu bir karar.
Zîr onu goturen, bir sevgiydi, bir aşktı.
Cunku Seyyid Fehîm'e, varıp kavuşacaktı.
Bir dağın tepesinde, tam bu aşkla giderken,
Baktı ki karşısına, bir adam cıktı birden.
Ve sordu ki: "Nereye, gidiyorsun ey Fehîm?
Eğer arzû edersen, sana yardım edeyim."
LÂkin o, cevap bile, vermiyerek hic ona,
Yine aynı aşk ile, devam etti yoluna.
Cunku Seyyid Fehîm'le, berÂberdi o zÂten,
Ve onun aşkı ile, gidiyordu esÂsen.
Ve bir akşam, Arvas'ta, ezÂn okundu, fakat,
Namaz icin mihrÂba, gecmedi o buyuk zÂt.
Herkes merak ederken, nicin beklediğini,
Seyyid Fehîm bildirdi, bu işin hikmetini.
Buyurdu: "Bir yolcumuz, geliyor, yolda şu an,
Hem de donmak uzere, neredeyse soğuktan."
Biraz sonra genc Fehîm, bir kardan adam gibi,
Kavuştu ma'şûkuna, dinlemeyip kar tipi.
Buyurdu ki: "Ey Fehîm, o yolda rast geldiğin,
Hızır'dı, nicin ondan, bir yardım istemedin?"
Dedi ki: "Beraberdim, o anda sizin ile,
Cok kolay geliyordum, sizin himmetinizle.
Siz de geliyordunuz, o yolda yanım sıra,
Sizinle beraberken, bakar mıyım Hızır'a.
Ben sizin aşkınızla, dağları aşıyordum.
Her adımda daha cok, size yaklaşıyordum."
Sofu Baba derler ki, ona Van civÂrında,
ZiyÂret etmektedir, sevenler, mezarında.
ŞEYHİN SENİ OLDURTMEZ
Van'ın Gurpınar Muhammed PîrÂn aşîretinden Ali isminde bir zÂt gelerek Seyyid Fehim hazretlerine talebe oldu. Bir yolculuk sırasında vaktiyle hasmı olan bir kimse yolunu kesti. Ali ismindeki zÂtı oldurmek uzere silÂhına sarıldı. Nişan aldığı sırada Ali ismindeki zÂt; "Beni oldurme! Hazret-i Şeyhe (Seyyid Fehim) talebe oldum. Butun duny duşuncelerinden sıyrıldım." diyerek, hasmını ikn etmeye calıştı. Fakat silÂhlı kimse onu dinlemeyip silÂhının tetiğine bastı. Beş tane fişeği vardı. Hepsini attı fakat hic ses duyulmadığı gibi, Ali Efendiye de herhangi bir şey olmadı. SilÂhlı kimse, fişek yuvasına baktı, fişekleri goremedi. Olanlar karşısında şaşırıp kaldı. "Şeyhin seni oldurtmez." diyerek ayrılıp gitti.
Ali Efendi bir muddet sonra Seyyid Fehim-i ArvÂsî hazretlerini ziyÂret etmek uzere Arvas'a gitti. ZiyÂret esnÂsında Seyyid Fehim hazretleri ona; "Koyun tepesinde cok korktunuz mu?" diye sordu. Ali Efendi; "Evet efendim." dedi. Seyyid Fehim hazretleri oturduğu postun altından beş adet fişeği cıkararak Ali Efendiye verdi ve; "Kul hakkıdır. Uzerimizde kalmasın." buyurup fişekleri sÂhibine vermeyi emretti. Ali Efendi bu fişekleri sÂhibine goturup verdi. HÂdise sırasında zÂten hayret icinde kalmış olan silÂhl