EvliyÂnın buyuklerinden. İsmi, İbrÂhim bin Muhammed bin İbrÂhim bin ŞehÂbeddîn bin Aydoğmuş bin Gundoğmuş bin Oğuz AtÂ'dır. Lakabı Gulşenî olup, 1426 (H.830)da Âzerbaycan'da doğdu. 1534 (H.940) senesinde Mısır'da vefÂt etti.

Babası Emîr Muhammed, asîl bir Turk Âilesindendir. Emîr Muhammed vefÂt ettiğinde İbrÂhim'in yaşı kucuktu. Amcası SeyyidAli onun terbiyesi ve eğitimi ile meşgûl oldu. Değerli hocalara gondererek ilim tahsîline gayret etti. Cok zekî ve kÂbiliyetli olan İbrÂhim, kısa zamanda akranları arasında en ileri dereceye kavuştu. Tefsîr, hadîs ve fıkıh ilminde Âlim oldu. Bilgisini daha da arttırmak icin, o zamÂnın ilim, irfÂn merkezi olan Semerkand'a gitmek uzere yola cıktı. Yorucu yolculuklardan sonra Tebrîz'e ulaştı. Sultan Uzun Hasan'ın KÂdı'l-kudÂtı MevlÂn Hasan ile sohbet etti. MevlÂn Hasan, İbrÂhim'in Âlim ve fazîletli biri olduğunu anlayınca, ona cok hurmet gostererek; "Tebriz'de kalırsanız, size maddî mÂnevî her turlu kolaylığı sağlar, hizmetinizi gormekle şerefleniriz." dedi. İbrÂhim de kabûl edince, durumu Sultan Uzun Hasan'a bildirdi. Sultan ona, dîvÂn-ı humÂyûnunda nişancılık vazîfesi verdi. Boylece devlet hizmeti gormeye başladı. Fakat İbrÂhim'in niyeti ve yaratılışı bu işe uygun değildi. Bu işe bir turlu ısınamadı. Haramlardan kacmak, şupheli korkusuyla mubahları dahi terk etmek bu işte olamıyordu. Arzusuna uygun yaşayabilmek icin, SeyyidYahy ŞirvÂnî'nin halîfesi Dede Omer Rûşenî'nin hizmetine girerek, talebesi oldu. Her emrini yerine getirmek icin canla başla calıştı. Nefsini terbiyeye calıştı ve cok uğraştı. İsteklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak nefsine muhÂlefet etti. Bu gayreti sebebiyle, cenÂb-ı Hak pekcok ihsÂnlarda bulundu. Kalp gozu acıldı. Kısa zamanda Omer Rûşenî hazretlerinden icÂzet, diploma almakla şereflendi.Hocası, Dede Omer Rûşenî'nin kendisine Gulşenî diye hitÂb etmesi uzerine, lakabı Gulşenî kaldı ve bu lakapla tanındı. İbrÂhim Gulşenî hazretleri bundan sonra Tebriz'deki medresede ders vermeye başladı.

İbrÂhim Gulşenî'nin Allahu teÂlÂnın emirlerini yapmakta ve yasaklarından kacınmaktaki gayreti pek ziyÂdeydi. DunyÂya zerre kadar meyletmez, şupheli korkusuyla mubÂhların fazlasını terk ederdi. Allahu teÂlÂya olan korkusundan gunlerce yemek yemek aklına gelmezdi. Eline gecen malları fakirlere dağıtır, kendisi kimseden bir şey kabûl etmezdi.

İnsanlara oyle tatlı, hoş, yumuşak davranırdı ki, dost-duşman herkes onu takdîr ederdi. Muslumanlar onun huzûruna geldikleri gibi, kÂfirler bile İbrÂhim Gulşenî'nin alcak gonulluluğunu gorup seve seve musluman olurlardı. Sultan Uzun Hasan da İbrÂhim Gulşenî'yi sever, hurmet ederdi. Sultan bir gece acÂyib bir ruy gordu.RuyÂsında iri yarı siyah bir kimse, kendisini oldurmek kastıyla, elinde kılıc saldırdı. Oldurulme korkusundayken, İbrÂhim Gulşenî hazretleri talebeleriyle geldi.Talebelerinin her birinin eline altın kılıc verdi. İbrÂhim Gulşenî'nin talebeleri, o siyah kimseye kılıclarını vurup, parca parca ettiler. Sultan ertesi gun İbrÂhim Gulşenî'yi sarayına dÂvet etti.Hurmet ve saygı gosterdi. İzzet ve ikrÂmda bulundu. Ancak daha ruyÂsını anlatmaya fırsat bulamadan, İbrÂhim Gulşenî hazretleri ruyÂnın tÂbirini soyledi. "Sadaka belÂyı giderir, omru uzatır." buyurdu. Bu hÂli goren SultÂnın, İbrÂhim Gulşenî'ye îtimÂd ve bağlılığı arttı.

Bir gun ŞehzÂdelerden biri, duşman olduğu birisinin zarar gormesini istedi.Bu niyet ile İbrÂhim Gulşenî'ye gelip, o zÂtın zarar gormesi icin yazı yazmasını istedi. İbrÂhim Gulşenî de; "İşi Hak teÂlÂya havÂle etmek iyidir. Kin tutarak, ofkelenerek bir muslumana zarar vermeye kalkmak, hatt uğradığı bir zarara sevinmek cÂiz değildir." buyurdu.

İbrÂhim Gulşenî'den bu yazıyı alamayacağını anlayan şehzÂde atına bindi, başka birinden boyle bir yazı almak kasdıyla yola cıktı. Yolda at şahlanarak, iki ayağı uzerine doğruldu. ŞehzÂde, atın arkasına duştu ve kendinden gecip bayıldı. Gorenler yetişip, bu hÂliyle evine getirdiler. ŞehzÂde ayılıp kendine gelince; "İbrÂhim Gulşenî'ye gidin, ben tovbe ettim, pişmÂn oldum. Beni affetsin." diye haber gonderdi. İyi olup ayağa kalkınca, hemen İbrÂhim Gulşenî'nin yanına gitti. Huzûrlarında tekrar tovbe etti ve SÂdık talebelerinden oldu.

Sultan Hasan, oğlu Halil'i iyi bir idÂreci olabilmesi icin Fars vilÂyetine vÂli tÂyin etti. Halil gittiği vilÂyette halka zulum etmeye başladı. Zulmunden bıkan halk, durumu Sultana anlattı. Sultan, buna cok uzulup, İbrÂhim Gulşenî ile KÂdı Hasan'ı huzûruna istedi. Sonra; "Oğlum Halil zulme başlamış. Yazdıracağım emri ona goturup, insanların icinde korkmadan okuyun." dedi. SultanHasan'ın hanımı, durumu acele oğluna bildirdi. Halil haberi alınca, yollara adamlarını koyup; "Gelenleri yakalayıp derhal huzûruma getirin." diye emir verdi. Bu sırada İbrÂhim Gulşenî ile KÂdı Hasan yola cıkmışlardı. O yere yaklaştıklarında, Halîl'in adamları onları yakalayıp vÂlinin huzûruna cıkardılar. Halîl, İbrÂhim Gulşenî'ye hurmet eder gorunmeye calıştı. Herkesin bulunduğu bir sırada İbrÂhim Gulşenî'ye: "Efendim! Tebrîz'den cıkalı kac gun oldu?" diye sordu. O da; "On yedi gun" deyince, Halîl alay ederek; "Efendim! Tebrîz'den buraya bir ayda ancak gelinir. Hele bu kış mevsiminde yollar buzlu ve karlıdır. Daha uzun zamanda gelmek gerekmez mi?" deyip, inanmadı. İbrÂhim Gulşenî hazretleri; "Biz omrumuzde hic yalan soylemedik. Yalan soyleyeni de sevmeyiz. Fakat şunu iyi biliniz ki, Allahu teÂlÂnın sevdiği kulların himmeti dağları eritir. Bizim bir aylık yolu on yedi gunde gelmemiz şaşılacak şey değildir ki... İnanmıyorsanız işte mektup. Bugunku tÂrihe, bir de mektuptaki tÂrihe bakınız." buyurdu. Bu hal karşısında, duraklayan Halîl, mektubu aldı ve yanındaki dîvÂn beyine verdi. TÂrihi okudular, tam on yedi gun olduğunu gorduler. Mahcûb olan Halîl; "Efendim! Bu, sizin kerÂmetinizden başka bir şey değildir." dedi. İbrÂhim Gulşenî de; "MÂdemki evliyÂnın tasarruf etme gucune inanıyorsunuz, oyle ise babanıza karşı gelmemelisiniz." Eğer bozuk niyetinizi duzeltmezseniz, sizi bu gece cezÂlandırırız." dedi. O sırada VÂli Halîl; "Yarın İbrÂhim Gulşenî'yi oldurteyim." diye duşunuyordu. O gece ruyÂsında, İbrÂhim Gulşenî'nin kendi boğazını sıkarak; "Bre zÂlim! Yaptığın zulumler yetmez mi ki, cenÂb-ı Hakk'ın hÂlis kullarına da kotuluk duşunursun?" dedi. Halîl boğulacak gibi oldu. Yattığı yerde ellerini kaldırarak tovbe etti. Uyandığında ter icinde kalmış, cok korkmuştu. Yatağından kalkıp duşunmeye başladı. İbrÂhim Gulşenî, o gece KÂdıasker AlÂyi'nin evinde misÂfirdi. Gece yarısı olunca, ev sÂhibini uyandırdı ve; "Haydi VÂli Halîl'in konağına gidelim." buyurdu. Gece yarısıHalîl'in konağına girdiler. Yattığı yerin kapısına gelince, yuksek sesle; "Ey Halîl! Tovbe ettin mi, yoksa hÂl beni oldurme fikrinde misin?" dedi. VÂli Halîl, ağlıyarak kapıdan cıktı ve İbrÂhim Gulşenî'ye; "Efendim! Yaptıklarıma pişmÂn oldum. Tovbe ettim. Yalvarıyorum bana du buyurunuz. Bundan sonra hic kimseye zulum etmiyeceğim." dedi.

Sultan Hasan'ın devlet adamlarından ikisi, İbrÂhim Gulşenî'yi ziyÂrete geldiler. Gelenler daha soze başlamadan, birisine; "Senin bu gece niyet ettiğin şey makbûldur. Fakat buradaki malından değil, koyden gelecek olandan ver. Kendi yerine gonderdiğin vekilin sÂlih bir kimsedir. İnşÃ‚allah senin icin hac eder. Yalnız ucretini bol ver." dedi. Diğerine de; "Nicin sabah gusl edip tovbe etmedin? Burada oturma. Git, cabuk gusl abdesti al gel." buyurdu. Meğer, o iki kimsenin birisi yerine hacca vekil gonderecekmiş. Duşunduğu bir kimsenin bu işi yapıp yapamayacağı hakkında tereddud ediyordu. Vereceği paranın helÂlden olup olmadığında da şuphesi vardı.

Devlet adamı, İbÂhim Gulşenî hazretlerinden bu kerÂmetleri gorunce, hemen Sultan Hasan'a gitti. Olanları anlattı. Sultan, İbrÂhim Gulşenî'nin buyukluğunu daha iyi anladı ve onu memnun etmek icin KÂdı Hasan'ı cağırdı. "Git, İbrÂhim Gulşenî'yi ziyÂret et. Bizden selÂm soyle. Bizi duÂdan eksik etmesin." diyerek pekcok hediyeler gonderdi. KÂdı Hasan, İbrÂhim Gulşenî'nin huzûruna gidip, selÂmı soyledi ve hediyeleri arz eyledi. SelÂmı alan İbrÂhim Gulşenî, hediyeleri kabûl etmedi. KÂdı hediyeyi mutlaka vermek icin zorlayıp duruyordu. Bu ısrar karşısında İbrÂhim Gulşenî; "KÂdı Efendi! Bana hediyeyi vermek icin uğraşıp duracağına, acele evine git, kitapların yanıyor!" buyurdu. KÂdı suratle evine vardı ve mangaldan sıcrayan ateşin kutuphÂnesini yakmaya başladığını gordu. Eğer yetişmese, kitaplarının hepsi ve evi yanacaktı. İbrÂhim Gulşenî'nin bu kerÂmetini de gorunce, ona olan yakınlığı ve bağlılığı bir kat daha arttı. Bu arada gusl icin gonderdiği kimse abdest alıp geldi. İbrÂhim Gulşenî ona tovbe ettirdi. Tovbeden sonra o kimse velîlik hallerine kavuştu.

Babası Uzun Hasan ve kardeşi Halîl'in olumunden sonra tahta cıkan SultanYÂkûb da İbrÂhim Gulşenî'ye izzet ve îtibÂr gosterdi. Onun icin Tebriz'de bir zÂviye inşÃ‚ ettirdi. Fakat İbrÂhim Gulşenî bu zÂviyede irşÃ‚d, insanlara hak ve hakikatı anlatma vazîfesine uzun sure devÂm edemedi.

Erdebil HÂnedÂnına mensup Safevî EshÂb-ı kirÂm duşmanları, Tebriz'deki Ehl-i sunnet muslumanları ortadan kaldırmak ve İbrÂhim Gulşenî'ye zulmetmek icin harekete gectiler. Ateşe tapan mecûsîler ile birleşerek, Tebrîz'i işgÂl ettiler. Her tarafı yakıp yıktılar. Onlerine gelen genc, yaşlı, kadın, erkek demeden herkesi oldurmeğe başladılar. İbrÂhim Gulşenî hazretleri bu fitneden kurtulmak icin hicrete karar verdi. MÂcerÂlı bir yolculuktan sonra oğlu Ahmed HayÂlî ile Diyarbakır'a ulaştı İbrÂhim Gulşenî'ye, şehrin hÂkimi, Âmir Bey ile kardeşi Kayıtmaz Bey son derece hurmet gosterdiler. İzzet ve ikrÂmlarda bulundular. Fakat orada fazla kalmayıp, yollarına devÂm ederek Mısır'a ulaştılar.

İbrÂhim Gulşenî'nin hocası Omer Rûşenî hazretlerinin talebelerinden Tîmûrtaş ileŞÃ‚hin efendiler de daha once Mısır'a gelip yerleşmişlerdi.Mısır halkı onlara değer veriyor, saygı ve hurmette kusûr etmiyorlardı. İbrÂhim Gulşenî'nin Mısır'a gelmesini halk buyuk bir sevincle karşıladı. KÂdı'l-kudÂt Abdulberr bin Şahna, Tîmûrtaş ve ŞÃ‚hin efendilerin ricÂsı uzerine Kubbet-ul-Mustaf denilen yerde yerleşti. İnsanlara nasîhate, ibÂdetleri yapmanın, haramlardan kacmanın fazîletini anlatmaya başladı. Kısa zamanda Sultan Gavrî başta olmak uzere herkes onu cok sevdi. Onun kalblere şif olan sozlerini hep dinlemek, hic kacırmamak icin huzûrunda bulunmaya gayret ettiler. Gelenlerin cok olması uzerine, hukumdÂr ona, Mueyyediye'de bir medrese yaptırdı. İbrÂhim Gulşenî oraya giderek, insanlara Ehl-i sunnet îtikÂdını ve Gulşeniyye yolunu anlatmaya başladı.

Bu arada Memlûklerin Safevîleri desteklemesi yuzunden Osmanlılarla arası acılmıştı.Sultan Gavri, İbrÂhim Gulşenî hazrelerinin karşı cıkmasına rağmen, devlet adamlarının ısrarı uzerine, Yavuz Sultan Selîm uzerine yurudu. Ancak yapılan savaşta hayÂtını kaybetti. Onun yerine tahta cıkan Tomanbay, İbrÂhim Gulşenî'ye gelip du istirhÂm eyledi. Şeyh dedi ki: "Siz duÂya kÂbiliyet ve istidÂd hÂsıl eyleyin ki du size ulaşsın. Sultanların duÂya istidÂdı adÂlettir. Ol dahi Allahu teÂlÂnın kitÂbı ile hukum vermektir. Her kim Allahu teÂlÂnın emri uzere hukum etmez ise zÂlimdir. Sultanım! Eğer makÂm-ı selÂmette olmak istersen, Selîm'e tÂbi olasın." Bu nasîhatlere rağmen Tomanbay RidÂniye'de Yavuz'un karşısına cıktı. Bozguna uğradı, sonra yakalanarak îdÂm edildi.

Sultan Selîm Han boylece Mısır'ı zaptettiğinde, İbrÂhim Gulşenî hazretleri onu:

Azîzim hayr-ı makdem omrumun vÂrı saf geldin.
Keremler eyledin gonlumun sultÂnı saf geldin.

diyerek karşıladı.Yavuz Sultan Selîm Han da bu buyuk Âlime cok gonulden hurmet gosterdi. Pekcok yeniceri ve sipÂhi sohbetiyle şereflendi, duÂsını alarak feyz ve bereketlerinden istifÂde etmeye calıştılar.

Mısır'da İbrÂhim Gulşenî hazretlerinin talebeleri ve sevenleri coğaldı. NÂmı, zamÂnın sultÂnı KÂnûnî Sultan SuleymÂn Hana erişti. Sultan SuleymÂn Han, onu İstanbul'a dÂvet eyledi. İstanbul'a gelen İbrÂhim Gulşenî hazretlerine cok hurmet gosterdi, ikrÂmlarda bulundu. O sıralarda İbrÂhim Gulşenî yuz dort yaşlarındaydı. Gozlerinde bir rahatsızlık hissediyordu. Gormesi cok zayıflamıştı. Durumu PÂdişÃ‚ha arz eyledi.Sultan da KehhÂlbaşı'na (Surmecibaşına) emrederek, gerekli ihtimÂmı gostermesini emretti. KehhÂlbaşı, butun gayretini sarf ederek, Allahu teÂlÂnın izniyle kısa zamanda yeniden gozlerinin acılmasına sebeb oldu. İbrÂhim Gulşenî sıhhate kavuşunca, Cıkrıkcılar başındaki Atik İbrÂhim Paşa CÂmiinde halka vÂz ve nasîhat etmeye başladı. Kısa zamanda İstanbulluların gonlunde taht kuran İbrÂhim Gulşenî'ye, devlet erkÂnından ve halktan pekcok kimse talebe olmakla şereflendi. PÂdişÃ‚h, şeyhulislÂm, Âlimler ve evliy onun ilimdeki ustunluğunu cok takdir ettiler. Bir muddet İstanbul'da kalan İbrÂhim Gulşenî hazretleri, PÂdişÃ‚htan izin alarak tekrar Mısır'a dondu.

İbrÂhim Gulşenî, MevlÂn CelÂleddîn-i Rûmî hazretlerinin Mesnevî'si tipinde, ona eş olarak, kırk gun icinde kırk bin beytlik Farsca bir mesnevî yazdı. Ma'nevî ismini verdiği bu kitabı cok kıymetlidir.

Talebelerine daha cok MevlÂn hazretlerinin Mesnevî'si ile kendisinin MÂ'nevî isimli eserinden okuturdu. Nitekim şoyle denilmiştir:

Gulşenî dervişi guldur, goncalardır Mevlevî,
Bulbul-i Şeyd okur geh Mesnevî, geh Ma'nevî.

İbrÂhim Gulşenî hazretleri 1534 (H.940) senesi ŞevvÂl ayının dokuzuncu gununde, Kelime-i şehÂdet getirerek vefÂt etti. Yerine oğlu Ahmed HayÂlî gecerek, Gulşenî yolunu devÂm ettirmeye calıştı.

İbrÂhim Gulşenî vefÂt ettiği gun, Munteci Muhammed Efendinin evinin onundeki bir servi ağacı yere devrildi. Muhammed Efendi; "Bu hayra alÂmet değil." deyip, du almak niyetiyle İbrÂhim Gulşenî'nin evine doğru gitti. Eve vardığı zaman, vefÂt ettiğini oğrendi. Evinin onunde bir servi ağacının devrildiğini, Gulşenî'nin oğlu Ahmed'e anlattı. Orada bulunanlar hayret ettiler. Cunku, yakınları tabut yapmak icin her tarafa servi ağacı aramağa cıkmışlardı.

Orada bulunanlar: "Biz servi ağacı bulmağa etrÂfa adam gondermiştik. Meğer sizin servinizin duşmesi İbrÂhim Gulşenî hazretlerinin tabutu icinmiş." dediler. Bana teselli geldi. O serviden tahta bictirerek, tabut yaptırıp getirdim. Onunla defn ettiler. Yıkarken etrÂfa cok guzel, misk gibi bir koku yayıldı... Bu kokuyu, orada bulunan herkes hissetti.

İbrÂhim Gulşenî'nin oğlu Ahmed HayÂlî, babasından otuz yedi sene sonra vefÂt etti. İbrÂhim Gulşenî'nin turbesine defnedildi. Kabri kazılırken etrÂfa oyle guzel bir koku yayıldı ki, orada hazır olanlar bu kokunun Cennet kokusu olduğunu ve İbrÂhim Gulşenî'nin kabrinden geldiğini anladılar. Sandukayı kaldırıp, toprağı kazmaya başladılar. Aşağı inildikce koku arttı. Kokukun İbrÂhim Gulşenî'nin mubÂrek kabrinden geldiği ÂşikÂr oldu.

Kabre inen şoyle anlattı: "MerÂk ederek İbrÂhim Gulşenî'nin kabrini actım. Aradan otuz yedi sene gecmesine rağmen, kefeninde leke bile yoktu. MubÂrek başına doğru bakarak hurmetle selÂm verdim. Kabirden şoyle cevap verdi: "Aleyke selÂmullah y İbni!" Tahammul edemeyip, elimde olmayarak diz coktum. Yanımda ŞeyhAli'nin lalası vardı. O, korkudan yukarı cıktı. Ben Ahmed HayÂlî'nin cesedini kabre koydum. Uzerimdeki butun yorgunluk ve korku gitti."

İbrÂhim Gulşenî hazretlerinin MÂ'nevî isimli mesnevîsinden başka, Arabî, FÂrisî ve Turkce DîvÂnları da vardır. MÂ'nevî'nin bir kısmını, talebelerinden Muhammed FenÂî Efendi Turkceye tercume etmiştir.

BESMELENİN FAZÎLETİ

İbrÂhim Gulşenî, bir gun talebeleriyle sohbet ediyordu. Bir ara talebeler; "Efendim! Allahu teÂlÂnın ihsÂnı ile kabirdeki olulerin azabda veya nîmet icinde oldukları bilinebilir mi? Du ederek azabda olanın azÂbı kaldırılır mı?" diye sordular. İbrÂhim Gulşenî de: "Allahu teÂlÂnın sevdiklerinden biri bir kabre uğradığında, kabirdekinin azab icinde olduğunu gordu. Aradan bir muddet gectikten sonra, tekrar o kabrin yanına uğradı. Kabre teveccuh ettiğinde, azÂbın kaldırılmış olduğunu gordu.Hayret ederek duşunceye daldı. O sırada kendisine bir hitÂb geldi. Deniyordu ki: "Bu kabirde yatan kimsenin kucuk bir cocuğu vardı. Annesi o cocuğu ilim oğrenmeye gonderdi. Cocuk Besmeleyi oğrenince, Besmelenin hurmetine babasının azÂbı kaldırıldı."

Yine bunun gibi şÃ‚hid olduğum bir hÂdise de şoyledir: KÂdı ÎsÂ'nın hocası Fahreddîn vefÂt etmişti. KÂdı ÎsÂ, teveccuh edince, hocasının azabda olduğunu anladı ve gelip bana durumu soyledi. KÂdı ÎsÂ'ya dedim ki: "Hocanın sende hakkı var. Hocan icin sadaka ver, Kur'Ân-ı kerîm okut ve rûhuna hediye eyle." KÂdı Îs denilenleri yaptı. FukarÂya yemek yedirdi. SevÂbını hocasının rûhuna hediye etti. O gece KÂdı Îs ruyÂsında hocasını gordu.Azap melekleri tekrar azab icin gelmişlerdi. Tam o anda onu bir nûr kapladı. Bunu goren melekler, hemen oradan ayrıldılar. Ertesi gunu ruyÂsını bize tÂbir ettirmek icin geldi. Biz de; "Okuduğun Kur'Ân-ı kerîm ve yaptığın hayır hasenÂt ona nûr oldu ve azabdan kurtuldu. Cunku Kur'Ân-ı kerîm nûrdur." dedik.

1) ŞakÂyık-ı Nu'mÂniyye Zeyli (AtÂî s.67
2) Tam İlmihÂl SeÂdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1079
3) RehberAnsiklopedisi; c.8, s.43
4) MenÂkıb-i İbrÂhim Gulşenî
5) Sefînet-ul-EvliyÂ; c.3, s.106
6) İslÂm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.14, s.135
7) OsmanlıMuellifleri; c.1, s.116
8) EsÂmi-i ŞuarÂ-yı Amid, AliEmîri 750, vr.5
9) Latîfi Tezkiresi; s.52
__________________