Tebe-i tĂ‚biînin buyuklerinden. İsmi Abdullah ibni MubĂ‚rek bin VĂ‚dıh Hanzalî Temîmî; kunyesi, Ebû AbdurrahmĂ‚n'dır. Hadîs, fıkıh Ă‚limi, mucĂ‚hid ve zĂ‚hid idi. TĂ‚biînin, Peygamberimizi sallallahu aleyhi ve sellem gorenlerin sohbetinde yetişti. Din duşmanları ile muhĂ‚rebelerde bulundu. DunyĂ‚ya ve dunyĂ‚lığa rağbet etmezdi. Emevî halîfelerinden HişĂ‚m bin Abdulmelik devrinde 736 (H.118) yılında Merv'de doğdu. 797 (H.181) senesi bir gazĂ‚ donuşu, BağdĂ‚d yakınlarındaki Hît adlı yerde vefĂ‚t etti. Turk asıllıdır.

İlk tahsîlini, Merv'de yapan Abdullah ibni MubĂ‚rek tahsîl icin BağdĂ‚d, Basra, Hicaz, Yemen, Mısır, Şam gibi ilim merkezlerine gitti. BağdĂ‚d'da buyuk Ă‚limler ve evliyĂ‚ ile goruştu. Onların ders ve sohbetlerinden faydalandı. HammĂ‚d bin Zeyd, EvzĂ‚î, SufyĂ‚n-ı Sevrî, SufyĂ‚n bin Uyeyne, MĂ‚lik bin Enes gibi Ă‚limlerden hadîs-i şerîf okudu. Dort bin kişiden hadîs-i şerîf dinledi. Bunlardan yalnız birinden hadîs-i şerîf rivĂ‚yet etti. Kendisinden de buyuk Ă‚limler rivĂ‚yette bulundular. Hocalarının onde gelenleri arasında İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh de vardı. Fıkıh ilmini ondan oğrendi. İmĂ‚m-ı A'zam vefĂ‚t edince, İmĂ‚m-ı MĂ‚lik'in derslerine devam etti ve ilimde yuksek bir dereceye ulaştı.

İlim tahsîlinden sonra tekrar Merv'e dondu. İlmi, edebi cok olup, az konuşmak Ă‚deti idi. Geceleri ibĂ‚det ile gecirirdi. Sozu senetti. EmĂ‚nete pek riĂ‚yet ederdi. Şam'da birinden aldığı kalemi unutup veremeden Merv'e gelmişti. Kalemi sĂ‚hibine vermek icin Merv'den tekrar Şam'a gitti. EshĂ‚b-ı kirĂ‚m (radıyallahu anhum) ile onları goren TĂ‚biînin hĂ‚llerini anlatan eserleri okurken cok ağlar kendinden gecerdi. Peygamber efendimizi sallallahu aleyhi ve sellem gorup sohbetlerinde bulunma şerefine kavuştukları icin EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın ustunluğunu anlatır ve:

"MuĂ‚viye'nin radıyallahu anh, Resûlullah'ın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Omer bin Abdulazîz'den bin defĂ‚ ustundur." buyururdu.

Evinde hadîs-i şerîflerle cok meşgûl olduğundan; "Yalnızlıktan rahatsız olmuyor musun?" diye sorulduğunda; "Peygamber efendimiz ve EshĂ‚bı radıyallahu anhum ile berĂ‚ber olunca insan hic yalnızlık duyar mı?" karşılığını verirdi.

Merv'de bir yıl ticĂ‚retle uğraşır, kazancının hepsini fakirlere dağıtırdı. İkinci yıl İslĂ‚miyet'i yaymak icin cihĂ‚da, duşmanla harbe giderdi. O, medresede muderris, hoca; cĂ‚mide vĂ‚iz, şehirde tuccĂ‚r; harbde buyuk bir kahramandı. Kılıc ve kalem sĂ‚hibi idi. Kalemiyle cihĂ‚da dĂ‚ir eser yazdı, kılıcıyla da dillere destan olan kahramanlıklar gosterdi.

AbbĂ‚sîler devrinde Bizanslılarla yapılan harplerden birine katılmıştı. AbbĂ‚sî ordusu sessiz, sĂ‚kin ve aydınlık bir gecede Tarsus'un kuzeyinde karargĂ‚h kurmuştu. Tarsus'un sırtlarında İslĂ‚m ve Bizans orduları gorunuyordu. İki taraf da kendilerini kuvvetli gostermek icin alevleri goklere yukselen ateşler yakmışlardı. Bu ateş ocaklarından birinin etrafında tepeden tırnağa silĂ‚hlı askerler hilĂ‚l şeklinde oturmuşlar, ortalarında ise ince yapılı, nûrĂ‚nî yuzlu bir zat onlara ders anlatıyordu. Kimse vaktin nasıl gectiğinin farkına varmamıştı. Sozu kesip, duĂ‚sını yapınca istirahate cekildiler.

Sabah namazı kılındıktan sonra, harp hazırlıkları başladı. İki ordu karşı karşıya geldi. Bizans ordusundan iri yapılı, kendisi ve atı zırhlara burunmuş biri kılıc sallayarak ortaya cıktı. Doğuşmek icin muslumanlardan er istedi. Musluman saflarından bir kahraman onun karşısına cıktı. Fakat, şehîd duştu. Bu hĂ‚l muslumanların gayretine dokundu, ikinci bir yiğit daha cıktı. O da şehîd oldu. Sonra birkac er daha şehîdlik şerbetini icti. Rum ordusunda sevinc cığlıkları yukselirken, musluman ordusunda tekbir ve Allah Allah sesleri ortalığı cınlatıyordu. Bu sırada musluman askerlerin arasından, atının uzerinde heybetli birinin meydana cıktığı goruldu. TamĂ‚men zırhlara burunmuştu. Fakat kimse tanımıyordu. Rum'un karşısında dimdik durdu. Herkes son derece heyecanlı idi. Carpışma başladığı gibi, cevik bir hareketle kılıcını Rum'un goğsune sapladı. Musluman saflarında tekbîr sadĂ‚ları yukseliyordu. Rum tarafı ise şaşkına dondu. İkinci cıkan er de birincinin Ă‚kibetine uğradı. Sonra birkac kişiyi daha oldurdu. Muslumanlar son derece sevincliydi. Musluman er yerine donunce bu kahramanın Abdullah bin MubĂ‚rek hazretleri olduğunu gorup hayret ettiler.

Seferde bile ibĂ‚detlerini gizlerdi. GazĂ‚ arkadaşı Muhammed bin Âyun şoyle anlatır:

Seferde bir gece, Abdullah bin MubĂ‚rek (r.aleyh) istirĂ‚hate cekilmişti. Ben de mızrağıma dayanmış oturuyordum. Benim uyuduğumu zannedip kalktı ve fecr vaktine kadar namaz kıldı. Sonra beni namaza kaldırmağa geldi. Uyumadığımı ve halinden haberdar olduğumu anlayınca, hayĂ‚sından yuzu kızardı. Sefer boyunca boyle yaptı.

İbn-i HibbĂ‚n ise şoyle anlatır:

Butun mucahidler İbn-i MubĂ‚rek ile Şam'a varmıştık. Orada halkın ibĂ‚detini, gazĂ‚ya hazır hallerini, her gun seriyyelerin, kucuk askerî birliklerin geliş-gidişlerini gorunce, İbn-i MubĂ‚rek; "Bu guzel haller ile Rabbimizin huzûruna cıkacağız. Burada Cennet kapılarını actık." buyurdu.

Misis'teki ikĂ‚meti sırasında ilim, ibĂ‚det ve cihĂ‚ddan geri durmadı. Misis'te, ikindi namazında CumĂ‚ Mescidi'ne gelir, guneş batıncaya kadar kıbleye karşı oturur, Allahu teĂ‚lĂ‚nın zikriyle, meşgûl olur, kimseyle konuşmazdı. "Kim gunduzunu Allahu teĂ‚lĂ‚yı anarak gecirirse, o, butun gun zikretmişlerden sayılır." buyururdu.

Misis nĂ‚hiyesinde on yedi bin hadîs-i şerîf rivĂ‚yet etti. Kucuk yaştaki talebesi Abde bin SuleymĂ‚n'a hadîs-i şerîf yazdırır ilim oğretir, ustelik ona para da verirdi.

Pekcok kez hacca gitti.

Bir sene hacdan sonra ruyĂ‚sında gokten inen iki melekten birinin diğerine; "Bu sene kac kişi hacca geldi?" dediğini duydu. Obur melek; "Altı yuz bin kişi." dedi. "Peki kac kişinin haccı kabûl edildi?" O da; "Bunlardan hic birinin haccı kabûl edilmedi." diye cevap verdi.

Abdullah bin MubÂrek buyurdu ki:

Bunu işitince uzerime buyuk bir sıkıntı coktu. Dedim ki:

"Bunca insan, bunca zahmet ve meşakkate katlanıp dunyĂ‚nın her tarafından hacca geldiler. Coller aşarak zor şartlarda buyuk sıkıntılara katlandılar. Butun bu emekler boşa mı gidecek?"

Bunun uzerine o melek; "Şam'da ayakkabı tĂ‚mir eden Ali bin Muvaffak adında biri vardır. O, hacca gitmeye niyet etmişti, fakat gidemedi. LĂ‚kin haccı kabûl edildi. Altı yuz bin hacıyı ona bağışladılar da hepsinin haccı kabûl edildi." dedi.

Abdullah bin MubĂ‚rek şoyle anlatıyor:

Bunu işitince uykudan uyandım ve; "Gidip o zĂ‚tı ziyĂ‚ret etmeliyim!" dedim. Arkadaşlarımdan ayrılıp, Şam kĂ‚filesine katıldım. Şam'a gidince, o zĂ‚tın evini araştırıp buldum. Kapıyı caldım. Bir kimse kapıya cıktı. Adını sordum. "Ali bin Muvaffak." dedi. İsmimi sordu. "Abdullah bin MubĂ‚rek." deyince, feryĂ‚d edip kendinden gecti. Ayılınca, gorduğum ruyĂ‚yı kendisine anlattım. Haccının kabûl edildiğini ve kendi haccı ile berĂ‚ber altı yuz bin kişinin ibĂ‚detinin kabûl edildiğini de haber vererek; "Bana nasıl hayırlı bir amel işlediğini anlat." dedim. O da anlattı:

Ben ayakkabı tĂ‚mircisiyim. Otuz seneden beri hacca gitmeyi arzu ederdim. Bu işimden, otuz senede uc yuz dirhem gumuş biriktirdim. Bu sene hacca gidecektim. Hanımım hĂ‚mileydi. Komşu evden burnuna yemek kokusu gelince; komşudan yemek istememi soyledi. Gidip, onun arzusunu bildirdim. Komşum ağlayarak şoyle dedi: "Ey Ali bin Muvaffak, bizim bu yemeğimiz size helĂ‚l değildir. Cunku uc gundur, cocuklarım bir şey yememişlerdir. Butun Şam şehrinde hic bir iş bulamadım. Kimse bana iş vermedi. Olu bir hayvan gordum. Zarûret mikdĂ‚rınca ondan bir parca kesip getirdim. Cocuklara yemek pişiriyorum. Size helĂ‚l olmaz."

Bunu duyunca icime bir acı duştu. Hac icin biriktirdiğim gumuşleri getirip verdim ve; "Bunu cocuklarına nafaka yap, haccımız bu olsun!" dedim. Abdullah bin MubĂ‚rek bunun uzerine; "Allahu teĂ‚lĂ‚, doğru ruyĂ‚ gosterdi." buyurdu.

Abdullah bin MubĂ‚rek hazretleri cok mutevĂ‚ziydi. Doğru ve guzel sozu, bir cobandan bile duysa kıymet verirdi.

Comert idi. Arkadaşlarına ve muhtaclara para vererek yardımlarına koşardı. SufyĂ‚n-ı Sevrî, SufyĂ‚n bin Uyeyne, Fudayl bin İyĂ‚d, İbn-i SemmĂ‚k, Mesrûk gibi zĂ‚tlara cok ihsĂ‚nı vardı.

Bir sene hacca giderken bir copluğun yanından geciyorlardı. Orada yerden olu kuşu alan bir kızcağız gordu. Ona hĂ‚lini sordu. O da; "Benden başka bir de kardeşim var. Yoksuluz, bir şeyimiz yok. Uc gundur acız. Biz zengindik. Babamızın malı vardı. Zulm ve haksızlıkla malını alıp oldurduler. Gorduğunuz gibi muhtac hĂ‚le duştuk." dedi. Gozleri yaşaran Abdullah bin MubĂ‚rek hazretleri yanındaki bin altından 40'ını memlekete donmek icin ayırdı, kalanının o kızcağızın Ă‚ilesine verilmesini emrederek; "Geri donuyoruz bu seneki haccımız bu olsun." buyurup, geri dondu.

Abdullah bin MubĂ‚rek misĂ‚firperverdi. Canının istediği bir şeyi misafirsiz yemezdi. Sebebini sorduklarında; "KıyĂ‚met gunu misafir ile yenenden sual olunmayacağını duydum da ondan." diye cevap verirdi. Onun cok ikrĂ‚mda bulunduğunu goren birisi; "Malınız azalıyor, misĂ‚fire ikrĂ‚m işini biraz azaltsanız?" dediğinde; "Mal azalıyorsa, omur de bitiyor." buyurdu.

İnsanların iyiliğini isterdi. Yanına sık sık gelen kotu huylu bir kimse birgun ondan ayrıldı, gelmez oldu. Bunun ayrılmasına cok uzuldu; "Nicin uzuluyorsun?" dediklerinde; "O zavallı gitti. O kotu huylar kendinden ayrılmadı. Onun haline uzuluyorum. Bizim yanımızda bir muddet daha kalsaydı ahlĂ‚kı duzelebilirdi." dedi.

Gorduklerinden ibret alırdı. Soğuk bir kış gunu NişĂ‚bur pazarında giderken, sırtında yalnız bir gomleği olduğu icin uşuyup titreyen bir koleye rastladı. Ona; "Efendine soylesen de sana bir palto alsa olmaz mı?" dedi. Kole; "Efendime ne soyleyebilirim ki, o hĂ‚limi goruyor ve biliyor." deyince, Abdullah bin MubĂ‚rek hazretleri feryĂ‚d edip yere duştu. Kendine geldiğinde; "Sabrı ve kanĂ‚atı bu koleden oğreniniz." buyurdu.

FirĂ‚set sĂ‚hibiydi. Soylenen sozlerin inceliğine hemen vĂ‚kıf olurdu. Sehl bin Ali bin Abdullah Mervezî, Abdullah bin MubĂ‚rek'in derslerine devĂ‚m ederdi. Bir gun; "Artık senin dersine gelmeyeceğim. Cunku, bugun gelirken, senin kızların dama cıkmış, beni cağırıyorlardı. Benim Sehl'im, benim Sehl'im diyorlardı. Bunların terbiyesini vermiyor musun?" dedi. Abdullah bin MubĂ‚rek, o gece talebesini toplayıp; "Sehl'in cenĂ‚ze namazına gidelim." dedi. Gidip, vefĂ‚t etmiş buldular. "VefĂ‚tını nereden anladın?" dediklerinde; "Benim hic cĂ‚riyem yok. O gordukleri Cennet hûrîleri idi. Onu Cennet'e cağırıyorlardı." dedi.

Din gayreti coktu. Allahu teĂ‚lĂ‚dan başkasına ibĂ‚det edilmesine hic tahammulu yoktu. Kendisi şoyle anlatır: "Bir ateşperest ile calışıyorduk. Namaz vakti gelince ondan, namaz kılarken, bana zarar vermeyeceğine dĂ‚ir soz aldım. Bunun uzerine namaz vaktinde rahatca bir namaz kıldım. Sonra ateşperest şahsın ibĂ‚det zamĂ‚nı geldi. Şimdi sıra bende, ben ibĂ‚det ederken, sen de zarar vermeyeceğine dĂ‚ir soz ver deyince, rahatca ibadet edebileceğini bildirdim.

Fakat ateşperest ateşe tapmak uzere secdeye varınca, sozumde duramadım ve uzerine atıldım. O anda; "Soz verdiğin zaman ahdini yerine getir!" diye bir ses duydum ve hemen geri cekildim. Ateşperest ibĂ‚detini bitirince; "EvvelĂ‚ hucûm ettin. Sonra niye vazgectin?" diye sordu. "Ben Allah'tan başkasına secde ettiğin zaman, dayanamadım, uzerine atıldım. Seni oldurmek istiyordum. Fakat tam o anda; "Soz verdiğin zaman, ahdini yerine getir!" diyen bir ses, beni bu işten alıkoydu." dedim. Bunun uzerine ateşperest; "Rab, senin rabbindir! Kendi duşmanı icin, dostunu bile azarlıyor! İşte huzûrunda musluman oluyorum." diyerek Kelime-i şehĂ‚det getirdi.

Abdullah bin MubĂ‚rek hazretleri duĂ‚sı makbûl olanlardandı. MuhtĂ‚c olanlar, ondan duĂ‚ isterlerdi. Bir gun bir Ă‚mĂ‚ gelip; "Bana duĂ‚ buyurun da, Allahu teĂ‚lĂ‚ gozlerime gorme kuvveti versin!" dedi. Bunun uzerine Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvarıp duĂ‚ eyleyince derhal gozleri gormeye başladı.

Her işi ilmine uygundu. Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem ilmine tam vĂ‚risti. Sunnete uyar, bid'atten ve bid'at ehlinden nefret ederdi. Boyle kimselerle oturmadığı gibi, oturanları da men ederdi. Zararını anlatır ve munĂ‚fıklık alĂ‚metlerinden olduğunu soylerdi.

Horasan Ă‚limlerinden Abdullah bin Omer Serahbî şoyle buyurdu: "Bir keresinde bid'at ehliyle oturup yemek yedim. Abdullah bin MubĂ‚rek bundan haberdĂ‚r olunca, bana; "Seninle otuz gun konuşmayacağım." dedi ve oyle yaptı.

Başkasında gorduğu bir kusuru munĂ‚sib bir lisanla anlatmaya calışırdı. Huzûrunda birisi aksırdı ve "Elhamdulillah" demeyi unuttu. O kimseye, suĂ‚l sorar bir edĂ‚ ile; "Aksıranın ne demesi îcĂ‚b eder efendim?" dedi. O cevĂ‚ben; "Elhamdulillah." deyince, Abdullah bin MubĂ‚rek de; "Yerhamukellah." buyurdu. Bu rivĂ‚yeti bildiren Muhammed bin Cemîl; "Bu edebli hareket bizi şaşırttı. Bu edebe hayrĂ‚n olduk." demektedir.

Buyururdu ki:

"Biz cok ilimden ziyĂ‚de az da olsa edebe muhtĂ‚cız."

"Âlimler edeb hakkında cok şeyler soylediler. Bize gore edeb, insanın kendini tanımasıdır."

"Âlimleri hafife alanların Ă‚hireti, umerĂ‚yı hafife alanların dunyĂ‚sı, dostlarını hafife alanların muruvveti yıkılır."

"Kalbinde Allah korkusu cok az olan, dunyĂ‚ sevgisi bulunan, haramlardan sakınmayan, Ă‚lim olduğunu soylerse şaşılır."

"SĂ‚lih kimselerden olmadığım hĂ‚lde, sĂ‚lihleri severim. Kotu kimselerden daha aşağı olduğum halde, kotuleri sevmem."

"Eğer gıybet etseydim, anamı, babamı gıybet ederdim. Cunku sevĂ‚blarımın onlara verilmesi daha hayırlı olur."

"Mustehabları yapmakta gevşek davranan, sunnetleri yapamaz. Sunnetleri yapmakta gevşek davranmak, farzların yapılmasını zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da mĂ‚rifete, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına kavuşamaz."

Birisine; "Allahu teĂ‚lĂ‚yı murĂ‚kabe et!" dedi. O kişi; "Bu nasıl olur?" deyince; "Allahu teĂ‚lĂ‚yı gorur gibi ol." buyurdu.

"İnsan; nefs, şeytan, munĂ‚fık gibi uc duşmanla karşı karşıyadır ve bunlardan kurtulmak cok guctur."

"Calışıp kazanma zahmeti cekmemiş kimsede hayır yoktur."

"İlmin evveli niyet, sonra anlamak, sonra yapmak, sonra muhĂ‚faza, sonra da yaymaktır."

"Nefsini bilen Rabbini bilir." hadîs-i şerîfinin sırrına eren, nefsini sokakta gorduğu kopekten aşağı bilir."

"Nice kucuk amel, niyetle buyur, nice buyuk amel ise niyetle kuculur."

"Kim ilmi ararsa oğrenir. İlmi oğrenen, gunah işlemekten korkar. Gunahtan korkan ondan kacar. Ondan kacan ise kıyĂ‚met gunu hesaptan kurtulur."

"Şupheli bir kuruşu geri vermeyi, binlerce lira sadaka dağıtmaktan daha fazla severim."

"Din kardeşimin bir ihtiyĂ‚cını gormem, bir sene nĂ‚file ibĂ‚det etmemden daha onemlidir."

"İnsanların en alcağı kimdir?" diye sorulunca; "Din kisvesi altında dunyĂ‚ menfaati sağlayandır." buyurdu.

"İlimde cimrilik yapan kişiye Allahu teĂ‚lĂ‚ uc belĂ‚ verir: Ya olur, ilmi gider. YĂ‚hud unutur veya kendine ilmi unutturacak kimse ile dostluk kurar, oylece ilmi gider."

"Ben, peygamberlikten sonra ilimden daha ustun bir rutbe olduğunu zannetmiyorum. Âlimlerden biri, bir ihtiyacla karşılaşınca, onun ile meşgûl olur, okuyamaz. Onun ihtiyĂ‚cını giderip, okumasını sağlamak daha makbûldur."

"İnsandaki en ustun haslet hangisidir?" diye sorulunca; "KĂ‚mil akıl." buyurdu. "Eğer o yoksa?" dediler. "Guzel edebdir." buyurdu. "O da yoksa?" dediler. "Kendisiyle istişĂ‚re edilecek şefkatli bir kardeş." buyurdu. "O da yoksa?" "Devamlı sukût." buyurdu. "O da bulunmazsa?" dediklerinde; "Olmek." buyurdu.

"Şu dort cumle, dort bin hadîs-i şerîften secilmiştir; kadına guvenme, mala aldanma, mîdeni fazlaca doldurma, işine yarıyacak kadar ilim oğren."

"Bir Ă‚limin sakınması gereken en onemli husus; Allahu teĂ‚lĂ‚nın haram kıldığı şeylerden uzak durması ve dunyĂ‚ya gonul bağlamamasıdır."

"DunyĂ‚ sevgisi ve gunahların istilĂ‚ ettikleri kalpten nasıl hayır beklenir."

"Allahu teĂ‚lĂ‚ya isyĂ‚n ederken, O'nu sevdiğini acıklarsın. Bu ise kıyasta acĂ‚ibdir. Eğer sevgin doğru olsaydı, O'na itĂ‚at ederdin; cunku seven, sevdiğine itĂ‚at eder."

"Guzel ahlĂ‚kı, bir cumlede hulĂ‚sa eder misin?" diye sorduklarında; "Kızmamaktır." buyurdu.

Abdullah bin MubĂ‚rek vefĂ‚tı yaklaştığı zaman butun malını fakirlere verdi. Hizmetinde bulunan bir talebesi; "Efendim, mĂ‚lûmunuz uc cocuğunuz var. Onlara mîras bırakmayacak mısınız?" deyince:

"Onları Allahu teĂ‚lĂ‚ya emĂ‚net ediyorum. O, en iyi vekildir. Eğer cocuklarım, sĂ‚lih olursa, cenĂ‚b-ı Hak, hic ummadıkları yerden rızıklandırır. Yok, fĂ‚sık olurlarsa, malımın kotu insanlara kalmasını istemem." buyurdu.

VefĂ‚tı Ă‚nında gozlerini actı, guldu ve meĂ‚len; "Amel edenler, bu ebedî nîmete kavuşmak icin calışsınlar." (SĂ‚ffĂ‚t sûresi: 61) Ă‚yet-i kerîmesini okudu.

Abdullah bin MubĂ‚rek vefĂ‚tı esnĂ‚sında, Ă‚zĂ‚dlı kolesi olan Nasr'a; "Başımı toprağa koy!" dedi. Nasr ağladı. "Nicin ağlıyorsun?" deyince; "Senin iki varlığını, servetini ve şimdi de yoksul olarak olumunu gorup ağlıyorum." dedi. İbn-i MubĂ‚rek; "Ağlama. ZîrĂ‚ ben, Allahu teĂ‚lĂ‚dan zenginler gibi yaşamamı ve yoksullar gibi olmemi istedim. Sonra sen, bana şehĂ‚deti telkîn et ve ben başka bir soz konuşmadıkca da onu terk etme." buyurdu.

Fudayl bin IyĂ‚d'ın oğlu Muhammed şoyle anlattı:

Abdullah bin MubĂ‚rek'i ruyĂ‚mda gordum. Ona; "En ustun amel nedir?" dedim. "İcinde bulunduğundur." buyurdu. "Hudud boylarında beklemek de cihĂ‚d mıdır?" dedim. "Evet." buyurdu. "Allahu teĂ‚lĂ‚ sana ne muĂ‚mele yaptı?" dedim. "Beni sonsuz mağfireti ile mağfiret edip, izzet ve ikrĂ‚mlarda bulundu" dedi.

Misisli İsmĂ‚il ibni İbrĂ‚him anlatır:

HĂ‚ris bin Atiyye'yi ruyĂ‚da gorup ona hĂ‚lini sordum; "Rabbim beni mağfiret etti." dedi. "Abdullah bin MubĂ‚rek nerededir?" dedim. "O, her gun Allahu teĂ‚lĂ‚nın huzûruna cıkanlardandır." dedi.

Nevfel anlatır:

"Abdullah bin MubĂ‚rek'i ruyĂ‚da gordum ve; "Rabbin sana ne muĂ‚mele yaptı?" dedim. O da; "Beni mağfiret etti." buyurdu. "SufyĂ‚n-ı Sevrî'ye ne yaptı?" dedim. "O, şehîdlerin icinde yuksek derecelerindedir." buyurdu.

Buyurdu ki:

"Olumden sonrası icin olmeden once hazırlık yap"

"Kişi icin en guzel sus; sukût, doğruluk ve vakĂ‚rdır."

"Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkan kimselerle berĂ‚ber ol. Bid'at sĂ‚hipleriyle oturmaktan sakın!"

"Bir kimsenin coluğu-cocuğu, olup, onların ihtiyĂ‚cı icin calışsa, geceleri kalkıp uzerleri acık olarak gorduğu evlĂ‚dının uzerlerini yorganları ile ortse, onun bu ceşit işleri gazĂ‚ ve cihaddĂ‚n daha ustundur."

Buyuk Ă‚limler onu methetmiştir.

İbn-i İshĂ‚k şoyle dedi: "Ben, SahĂ‚be-i kirĂ‚m ile Abdullah bin MubĂ‚rek'in işlerine, hĂ‚llerine dikkat ettim. Onların aynı idi. Yalnız, EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın (r. anhum) ustunlukleri, Peygamber efendimizin eşsiz sohbetlerinde bulunmaktan ileri geliyordu."

Fudayl bin İyĂ‚d: "Onu sevmemin asıl sebebi Allahu teĂ‚lĂ‚dan cok korkmasıdır."

Abdullah bin Mus'ab: "Hadîs ve fıkıh ilmini, Arap edebiyĂ‚tını iyi bilen, şecĂ‚atı, ticĂ‚reti, comertliği ve yanında olmadıkları zaman da, arkadaşlarına muhabbeti kendisinde toplamış mumtĂ‚z bir zĂ‚t idi."

Eserleri:

1) Kitab-uz-Zuhd ver-RekĂ‚ik: Peygamber efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem, EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın ve TĂ‚biîn'in ibĂ‚det, tevekkul, tevĂ‚zû ve kanĂ‚ata dĂ‚ir sozlerinden meydana gelmiştir. 2) KitĂ‚b-ul-CihĂ‚d: Cihad ile ilgili hadîs-i şerîfleri ihtivĂ‚ eder. Keşf-uz-Zunûn'da bu ikisinin onun ilk eserleri olduğu zikredilmektedir. 3) Musned, 4) Kitab-ul-Birri-Ves-Sıla, 5) KitĂ‚b-ut-Tefsîr, 6) Kitabut-TĂ‚rîh, 7) Es-Sunen fil Fıkh.

ALLAHU TEÂLÂYI BİLİR MİSİN?

Bir gun yolda gidiyordu. Onunde birkac koyunla bir coban cocuk gordu. Ona acıdı ve; "Zavallı, cocuklukta cobanlık yaparsa, buyudukte Allahu teĂ‚lĂ‚nın ibĂ‚det ve mĂ‚rifetine nasıl erişir?" dedi. Sonra kendi kendine; "Gideyim, ona Allahu teĂ‚lĂ‚yı tanımakta bir mesele oğreteyim." deyip, cocuğun yanına geldi ve:

-EvlĂ‚dım, Allahu teĂ‚lĂ‚yı bilir misin? buyurdu.

Cocuk:

-Kul nasıl sĂ‚hibini bilmez?" dedi.

-Allahu teĂ‚lĂ‚'yı ne ile biliyorsun?

-Bu koyunlarımla.

-Bu koyunlarla, O'nu nasıl bilirsin?

-Bu birkac koyun cobansız işe yaramaz. Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyucu birisi lĂ‚zımdır. Bundan anladım ki, kĂ‚inat, insanlar, cinler, hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtactır. Bu binlerce ceşit mahlûkatı korumaya kĂ‚dir olan, Allahu teĂ‚lĂ‚dan başkası değildir. İşte bu koyunlarla Allahu teĂ‚lĂ‚yı, boylece bildim

-Allahu teĂ‚lĂ‚yı nasıl bilirsin?

-Hic bir şeye benzetmeden bilirim.

-Boyle olduğunu nasıl bildin?

-Yine bu koyunlardan.

-Nasıl?

-Ben cobanım. Onların koruyucusuyum. Onlar benim korumam ve tasarrufumdadırlar. Onlara dikkatle bakıyorum. Ne onlar bana benzerler, ne de ben onlara benzerim. Buradan, bir coban koyunlarına benzemezse, Allahu teĂ‚lĂ‚nın elbette kullarına benzemiyeceğini anladım. Abdullah bin MubĂ‚rek:

-İyi soyledin. İlimden bir şey oğrendin mi? buyurdu.

Cocuk:

-Ben bu sahrĂ‚larda, nasıl ilim tahsîl edebilirim, dedi.

-Peki başka ne oğrenmişsin?

-Uc ilim oğrendim. Gonul ilmi, dil ilmi ve beden ilmi.

-Bunlar nelerdir, ben bunları bilmiyorum.

-Gonul ilmi şudur ki, bana kalb verdi ve kendi mĂ‚rifet ve muhabbeti yeri eyledi ki, bu kalb ile O'nu bileyim. O'nun sevdiklerine gonulde yer vereyim, sevmediklerine yer vermiyeyim ve boylelerinden uzak olayım. Dil ilmi şudur ki, bana dil verdi ve dili zikretmek, O'nun ismini soylemek yeri eyledi. Bununla O'nu hatırlatanları dile getirmeği, O'ndan bahsetmiyen sozden onu korumayı, boyle sozden uzak olmayı îmĂ‚ etti. Beden ilmi şudur ki, bana beden vermiştir ve onu kendine hizmet yeri eylemiştir. Boylece O'na hizmet olan her şeyi yaparım, hizmet olmayan şeyi ise bedenimden uzaklaştırırım.

Abdullah bin MubÂrek, bunun uzerine:

-Ey cocuğum! Evvelki ve sonraki ilimler, senin bana bu oğrettiklerindir! dedikten sonra: Ey oğul, bana nasîhat ver, buyurdu.

-Ey efendi! Âlim olduğun yuzunden belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızĂ‚sı icin oğrendiysen, insanlardan istemeyi, beklemeyi kes. Yok, dunyĂ‚ icin oğrenmişsen, Cennet'e kavuşamazsın, dedi.

KIZIMI KİME VEREYİM?

Merv şehri kĂ‚dısının bir kızı vardı. Ulkedeki, ileri gelen zengin, makam ve mevkı sĂ‚hibi kimseler bu kızı isteyince hic birine vermedi. Bu zĂ‚tın MubĂ‚rek adlı, bağına-bahcesine bakan bir kolesi vardı. Aradan iki ay gecmiş meyveler olgunlaşmış bolluk bereket gelmişti. Efendisi, MubĂ‚rek'ten uzum isteyince, toplayıp geldi. Getirdiği uzum cok guzel olmasına rağmen henuz olmamıştı, başka uzum istedi. O da ekşi cıktı. Efendisi; "Bahcede o kadar uzum var, nicin boyle uzum getiriyorsun?" demekten kendini alamadı. MubĂ‚rek; "Efendim! Ekşisini tatlısını bilmiyorum!" diye cevap verdi. Bağ sĂ‚hibi; "Subhanallah iki aydır bağdasın, daha hangisinin ekşi, hangisinin tatlı olduğunu bilmiyorsun." diye cıkıştı. MubĂ‚rek onları yemekle değil korumakla vazîfeli olduğunu biliyordu. Efendisi; "Nicin onlardan yemedin?" deyince; "Siz benden bağınızdaki meyvelerin muhĂ‚fazasını istediniz. Yeyiniz demeyince alıp yemem uygun olur mu, emrinize karşı gelebilir miyim?" cevĂ‚bını verdi.

Efendisi boyle bir hĂ‚diseyle ilk defĂ‚ karşılaşmıştı. MubĂ‚rek'in bu hĂ‚line hayran kaldı. Guvenebileceği birini bulmuştu. Gercekten onu ve hĂ‚lini cok sevmişti. Kolesine donerek; "Sana bir şey soracağım." diye soze başladı. Sonra; "Benim bir kızım var, malı makamı yuksek pekcok kimse onu ister. Hangisine vereceğimi ne yapacağımı bilemiyorum. Bu hususda bir fikrin olur mu? Sen ne dersin?" diye sordu. MubĂ‚rek, bu soze karşı şoyle dedi:

"Efendim!.. İnsanlar, dĂ‚mĂ‚d icin; cĂ‚hiliyye devrinde soya sopa; yahûdîler ve hıristiyanlar guzelliğe, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamĂ‚nında dindĂ‚rlığa, Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkup, haramlardan sakınmaya bakarlardı. ZamĂ‚nımızda ise, mala ve makama bakılıyor. Artık bunlardan dilediğini sec."

Bunun uzerine efendisi:

"Ben dindarlığı ve takvĂ‚yı seciyorum ve kızımı seninle evlendirmek istiyorum. Cunku sende haramlardan kacma, dînine bağlılık, iyi hal, emĂ‚net ve guvenilirlik gordum ve bunları sende buldum." dedi.

O ise kendisinin kole olduğunu, parayla satıldığını, boyle olunca evlenmelerinin garib karşılanacağını, hem kızın buna rĂ‚zı olmayacağını bir bir anlattı. Akıl da oyle diyordu. Ancak kĂ‚dı kararlı idi. "Kalk eve gidelim." dedi. Eve varınca hanımına; "Bu sĂ‚lih, dindĂ‚r, takvĂ‚ sĂ‚hibi bir koledir. Kızımızı onunla evlendirmek istiyorum, senin fikrin ne?" deyince, hanımı; "Sen bilirsin, fakat bir de kıza soralım." cevabını verdi. Anne durumu kıza acıp babasının niyetini soyleyince, kızı da bu hususta her şeyi anne ve babasına bıraktığını bildirdi. Kadın kızın rĂ‚zı olduğunu babasına anlatınca nikahları kıyıldı. Fakat MubĂ‚rek, kızın yanına gitmiyordu. Bu hĂ‚l kırk gun surdu. Bir vesîle ile anne durumdan haberdĂ‚r olunca dayanamadı; "Kızımızı kolene verdin, aradan bunca zaman gectiği halde donup yuzune bile bakmadı, bu yaptığı nedir? Bu nasıl iş?" diye şikĂ‚yet ve sitemde bulundu. Bunun uzerine kĂ‚dı; "Ey MubĂ‚rek! Kızıma nĂ‚z mı ediyorsun? Nicin yanına gitmiyorsun?" demekten kendini alamadı. Buna karşılık dĂ‚mĂ‚d:

"Ey muslumanların kĂ‚dısı! Ey efendim! Bu nasıl soz? Sizin kerîmenize nĂ‚z etmek ne haddime. LĂ‚kin kĂ‚dısınız. Ola ki kızınız şupheli bir şey yemiştir. Şupheden uzak olmak icin bu zamĂ‚na kadar bekledim ve ona helĂ‚l yemek yedirdim. Belki Allahu teĂ‚lĂ‚ bize sĂ‚lih bir evlĂ‚d verir. Bundan başka bir duşuncem yoktur." dedi.

Kırk gun gectikten sonra ehline yaklaştı. Haram ve helĂ‚le bu derece dikkat ettiği icin Allahu teĂ‚lĂ‚ ona Abdullah isminde bir cocuk verdi.
__________________