EvliyÂnın meşhurlarından. DÂrende'de 1757 (H. 1170) de doğdu. İlk tahsîline burada başladı ve Arap Fars dillerini oğrendi. Yirmi beş yaşlarında HÂdim'e varıp Muftu Yeğen Efendiden zÂhir ve bÂtın ilimlerinde dersler aldı. Sonra tasavvufa yonelip Bursa'da murşid-i kÂmil Seyyid Munzevî Abdullah Nasreddîn hazretlerinin sohbet ve derslerine katıldı. Hocasının kalp aynasını parlatması icin koyduğu şartları aynen yerine getirdi. Nefsinin isteklerine sırt cevirdi. Az yemek, az konuşmak, az uyumak ve cok ibÂdet etmekle tasavvuf yolunda ileri derecelere kavuştu. Hocasından icÂzet, diploma aldı.

Omer RızÂî hazretleri bundan sonra yuruyerek hac etmeyi murÂd ettiler. Ancak bu sırada Osmanlı Devleti Rusya ile harp icerisine girmişti. Ulem ve şeyhler cihÂda katılmaya başlayınca, Seyyid Abdullah Efendi, Omer RızÂî'den cihÂda iştirak etmesini istedi. Bunun uzerine Omer RızÂî hazretleri asker ile İstanbul'a geldi. Ebû Eyyûb el-EnsÂrî hazretlerinin kabr-i şerîfini ziyÂret ederek du ve niyÂzda bulundu. Sonra Avusturya cephesine hareket ettiler. Avusturya kuvvetleri 30 bin asker ve 70 topla Yergoği'ni muhÂsara altına almışlardı. Osmanlı yardımcı kuvvetlerinin gelmesiyle kale onunde kanlı bir savaş oldu. Osmanlı askerinin zaferi ile netîcelenen savaşta Omer Rızaî Efendi kılıcı ve duÂsı ile yardımcı oldu.

GazÂdan donunce tekrar Bursa'ya hocası Seyyid Abdullah hazretlerinin huzûruna geldi. Şeyh hazretleri ona pekcok du ettikten sonra; "Şeyh Omer! Yavrum şimdi bedeninizde kuvvet var iken Beytullah'ı hac etmeniz gerekir." dedi. Bundan sonra ona bizzat hazırladığı hacı elbiselerini giydirdi. Eline bir koyun postu ile bir abdest ibriği ve on para da harclık verdikten sonra; "Var yavrum MevlÂm muînin, yardımcın olsun." diye du edip FÂtiha okudular ve uğurladılar.

Omer RızÂî Efendi koy ve kasabalara vardıkca cÂmilerde ibÂdet ediyor, halka vÂz ve nasihatlarda bulunuyordu. Varsa o beldenin mubÂrek zÂtlarını da ziyÂretten sonra yoluna devÂm ediyordu. Bu şekilde Rodos'a vardı. Bu sırada o havÂlide birbirlerine hasım ve duşman iki derebeyi tÂifesi vardı. Bunlardan birinin adamları Omer RızÂî Efendiyi karşı tarafın cÂsusu diye tutup hapse attılar. Konuşturmak icin cok sıkıştırdılar. Bu sırada yine karşı gruptan yakaladıkları bir adamı işkence ile oldurduler. Omer RızÂî Efendiye; "ŞÃ‚yet yarın da konuşmazsan seni de bu şekilde oldururuz." diye tehdid ettiler. O gece reisleri birkac def korkunc bir ruy ile uyandı. Ne zaman uykuya dalsa buyuk bir felÂket ve azap ile karşı karşıya kalmakta idi. Sabah erkenden adamlarını toplayıp; "Bu ne haldir bir gunahsıza zulum mu yaptık?" diye sordu. Adamlarından bir tÂnesi dun bir kişi yakalamıştık. Devamlı hapishÂnede namaz kılıyor ve du ediyor diye bildirdi. Reis onun derhal huzûruna getirilmesini bildirdi. Boylece Omer RızÂî hazretlerini reisin huzûruna getirdiler. Reis, Şeyhin ayaklarına kapanıp affedilmesi icin yalvardı, ne dilerse vereceğini soyledi. Omer RızÂî Efendi hakkını helÂl ettiğini bildirip serbest bırakılmasını istedi.

Rodos'ta kırk gun kadar kalan Şeyh hazretleri, Hasan Kapudan ismindeki bir şahsın yardımıyla gemi ile KÂhire'ye geldi. Burada CÂmiu'l-Ezher'deki ulem ile sohbet etti. CÂmilerde vÂzlar verdi.

Hac mevsimi geldiği zaman Mısır huccÂcıyla Suveyş'ten Yenbua'ya, oradan da Medîne-i munevvereye vÂsıl olup, Peygamber efendimizin mubÂrek kabr-i şerîflerini ziyÂretten sonra Mekke'ye vardılar.

Omer RızÂî hazretleri hac vazîfesini îfÂdan sonra iki sene Mekke'de mucÂvir olarak kaldı. Bu zaman icinde geceleri harem-i şerîfi tavÂf etti, namaz kıldı, Allahu teÂlÂyı zikirle meşgul oldu. Mekke tuccarından bir kimse kendisine her gun bir tas corba hazırlar ve onunla idÂre ederdi.

İki sene sonraki hacılarla tekrar Medîne'ye geldi ve Peygamber efendimizin kabrini ziyÂretten sonra mukaddes beldelere ved etti. Donuşte KÂhire'ye vÂsıl olduklarında bir cÂmide vÂz u nasîhatla meşgûl iken Mısır VÂlisi İzzet Mehmet Paşanın dikkatini cekti. Paşa, Omer Efendinin ilim ve ihlÂstaki yuksek derecesini gorerek onu ilim meclislerine dÂvet etti. Bunu duyan Mısır'ın en değerli Âlimleri meclisine gelerek Omer Efendinin sohbetine katıldılar.

Diğer taraftan İzzet Paşa sadÂret emeli ve arzusu ile de dolu idi. Nitekim o bu maksadla Omer Efendiden du buyurmasını istedi. Bunun uzerine Omer RızÂî Efendi; "Bizim elimizde bir şey yoktur. Allahu teÂl ne dilerse o olur. Du edelim haklarında hayırlısı olsun." buyurdular. Sonra bir cÂmide kırk gun ibÂdet ve zikirle meşgul oldu. Kırk gunun sonunda murÂkabeye daldığı bir sırada Peygamber efendimizi gordu. Resûlullah efendimiz İzzet Paşayı kır bir atın uzerine bindirip; "Var Allahu teÂlÂnın kullarının hizmetini guzelce gor." diye emir buyurdular.

Omer RızÂî Efendi ertesi gun huzûruna gelen İzzet Paşanın adamlarına; "Paşanızın murÂdları hÂsıl oldu." diye mujde verdi. Nitekim İzzet Paşanın bu mujdeyi aldığı gun cok gecmeden İstanbul'dan dÂvetci tatar, postacılar gelerek kendisine sadÂret verildiğini bildirdiler. İzzet Paşa mujdenin tahakkuk etmesi uzerine Omer RızÂî Efendiye pekcok teşekkur ettikten sonra onu İstanbul'a dÂvet edip nerede isterlerse o mahalde bir tekke veya medrese inşÃ‚ ettireceğini bildirdi. İzzet Paşaya muvaffak olması icin du eden Omer RızÂî hazretleri; "İnşÃ‚allahu teÂl mubÂrek beldeleri bir kez daha ziyÂret ve sıla-i rahmden sonra saÂdet kapısına, İstanbul'a geliriz." buyurdu.

İzzet Paşa, 1794 senesi Rebîulevvel ayında İstanbul'a geldi. Omer RızÂî Efendi ise Kudus-i şerîf, Şam ve Halep'ten sonra doğum yeri olan DÂrende'yi de ziyÂret etmek istedi. DÂrende'ye uc saat mesÂfedeki bir koyde namaz esnÂsında bir şahıs kendisini tanıyıp suratle DÂrende'ye geldi ve Omer Efendinin geldiğini bildirdi. Şehir halkı bu mubÂrek velîye hurmet icin bir saat mesÂfeye kadar yuruyup kendisini karşıladı. Kardeşi Ebû Bekr'in hÂnesinde bir gece misÂfir kalan Omer RızÂî Efendi, daha sonra İstanbul'a gelerek Eyyûb'da Yazılı Medreseye teşrîf buyurdular.

İzzet Paşa, Şeyh hazretlerinin geldiğini haber alınca, sÂdık dostu, muderris Abdulhalîm Efendiye; "Halîm mollamız! Mısır'da bir zÂt-ı şerîfle tanıştık. Hicaz ve Rum'u gezdim boyle ici ve dışı mÂmur, mucÂhid, keşf ve kerÂmet sÂhibi bir murşid-i kÂmil gormedim. Bu tarafa teşrîf etmelerini arzuluyordum. Şimdi Eyyûb'a gelmişler. Yarın selÂmımızı tebliğ edip ve goruşup hatır-ı şerîflerini suÂl ediniz. ŞÃ‚yet İstanbul'a gelirlerse kendilerine ya bir tekke veya bir medrese yaptırmayı vÂd eylemiş idim. İnşÃ‚allahu teÂl muvaffak olup bin ederim. Bu hususları size ısmarlıyorum. Gerek tekke, gerekse sÂir hususları iyice gor diyerek tenbih etti. Ertesi gun Omer RızÂî Efendinin yanına gelen Abdulhalîm Efendi, kendisine İzzet Paşanın selÂmlarını ve arzularını bildirdi.

Omer RızÂî Efendi ise; "Azîzim! Efendim Munzevî Abdullah Nasıruddîn hazretlerinin Âhir vakitleridir. Kendilerini ziyÂret etmedikce cevap vermeye cesÂret edemem." buyurdu. Bunun uzerine İzzet Paşa bereketlenmek ve duÂlarına kavuşmak icin Omer RızÂî Efendiye, Munzevî Abdullah Efendi hazretlerinin dergÂhlarına verilmek uzere bir calar saat ve talebelere dağıtılmak uzere 500 kuruş gonderdi.

Omer RızÂî Efendi Bursa'ya gelerek hocasını ziyÂret ile başından gecenleri naklettikten sonra; "Efendim emriniz olur ise yine Hicaz'a gideyim." diye sordu. Abdullah Efendi ise; "Yok yok Şeyh Omer, mÂdem ki İzzet Paşa vÂd eylemişler. Hayra mÂni olmayalım. Hayra delÂlet eden, yol gosteren, yapan gibidir, sozu gereğince bir fukar meskeni ihy olsun, yapılsın. Sonunda yine Hicaz'a gidersiniz." buyurdular. Bunun uzerine bir muddet daha Bursa'da kalan Omer RızÂî Efendi, sonra Eyyûb'a gelerek goruştukleri Abdulhalîm Efendiye İstanbul'da ikÂmet edeceğini haber verdi. Bunun uzerine Abdulhalîm Efendi, İzzet Paşa ile goruşerek Eyyûb'da Omer RızÂî Efendi icin bir bahce satın aldı. İcerisinde bir tekke ve hÂne yapılması icin emirler verdi ve her turlu ihtiyaclarını gordu. Abdulhalîm Efendi bu arada Omer RızÂî Efendinin sohbet ve nasihatlarıyla tasavvuf yolunda ilerledi. O, Nûr-ı OsmÂniye ve BÂyezîd CÂmilerinde sarf, nahiv, mantık, meÂnî, akÂid ve usûl-i fıkıh dersleri de veriyordu. Bir gun Omer RızÂî Efendi kendisine; "Halîm Efendi! Allahu teÂlÂnın kerem-i inÂyeti olarak cok hizmetlerimizde bulundunuz. İnşÃ‚allah zÂyi olmaz." diye duÂlar ettikten sonra kendisinden bir istediği, bir murÂdı olup olmadığını sordu. Bunun uzerine Abdulhalîm Efendi; "Efendim bir murÂdım vardır. 1778 senesinde hacc-ı şerîfte iken Medîne-i munevverede medreseler gordum. Onlardan birine gitmek MevlÂya niyÂzımdır." dedi. Omer RızÂî hazretleri bir muddet duşunceye daldıktan sonra; "Medîne-i munevverede Ağa Medresesi muderrisi HÂdîmîzÂdeMehmed Saîd Efendi ihtiyar olmuşlardır. Âhirete goctukleri zaman nasîb sizindir." buyurdular. Bu konuşmanın uzerinden uc ay gectikten sonra Şeyhu'l-haremden gelen bir yazıda muderris Saîd Efendinin vefÂtı bildiriliyordu. Bunu haber alan muderris Abdulhalîm Efendi derhal Omer RızÂî hazretlerine koşarak; "Aman efendim, sozleriniz gercekleşti. Benim icin Paşaya istekte bulunur musunuz?" diye ric etti. Bunun uzerine Omer RızÂî Efendi Medîne'deki Ağa Medresesi muderrisliğine Abdulhalîm Efendinin uygun olduğunu bildiren bir yazı gonderdi.

İzzet Paşa bu teklifi derhal kabûl ederek Abdulhalîm Efendiyi Medîne-i munevveredeki Ağa Medresesine muderris tÂyin etti. Omer RızÂî Efendi, Abdulhalîm Efendiye; "Halîm Efendi siz gayri işlerinizle meşgul olunuz. Mevl selÂmet versin. LÂkin bizim işlerimizi gorecek ve Paşa ile aramızda irtibÂtı sağlayacak bir kimsemiz yoktur. Sizin mîzÂcınıza uygun bir kimseyi bu işle gorevlendiresiniz." dedi. Bunun uzerine Abdulhalîm Efendi talebelerinden Şeyh Efendiyi, İzzet Paşaya goturerek durumu arzetti. İzzet Paşa, Şeyh Efendiye; "Goreyim seni guzelce hizmet eyleyup duÂlarını alırsanız iki cihÂnda selÂmet bulursunuz. Zîr Hicaz'ı ve Rum'u gezdim boyle keşfi acık bir murşid, rehber gormedim. Her ne isteği olursa gelip derhal bize haber ver." buyurdu.

Bundan sonrasını Şeyh Efendi şoyle nakletmektedir:

1795 senesinde tekkenin inşÃ‚sını tamamladık. Ancak mîmar, işi iyi tutmadığından bin pek muhkem olmadı. O seneki kış da cok şiddetli geciyordu. Pekcok eziyetlere mÂrûz kaldık. Bir gun İzzet Paşa tebdil-i kıyÂfetle Eyyub'deki dergÂha geldi. Şeyh hazretlerinin sohbeti ile şereflendi. Şeyh hazretleri hic bir sıkıntısından bahsetmeyip hayır duÂda bulundu. Bu sırada Rusya CaricesiKaterina'nın İslÂm duşmanlığından ve kabul edilemeyecek tekliflerinden bahsedip duÂlarını istedi. Şeyh hazretleri ise; "Gonlunu ferah tut. İnşÃ‚allahu teÂl kısa bir zaman sonra habisin olum haberini alırsın." buyurdu. Ote yandan binÂnın hÂline vÂkıf olan İzzet Paşa, saraya dondukten sonra ilk olarak mîmar ağayı azledip yerine başkasını tÂyin etti.

Bu sırada Katerina'nın olum haberini de alan İzzet Paşa cok memnun oldu. Bunun şukrÂnesi olarak daha once yaptırdığı tekkesine bitişik yan bahceyi satın aldı ve oraya Şeyh icin bir ev yaptırdı.

Yine o tÂrihlerde bir gun İzzet Paşa tebdîl-i kıyÂfetle Eğrikapı dışında Savaklar denilen mahaldeki bir dergÂha gelmişti. Şeyh efendimize de haber gondererek oraya getirttirdi. Sohbet esnÂsında bir ara İzzet Paşa Kaptan-ı dery Kucuk HuseyinPaşanın uygunsuz hareketlerinden ve beytulmÂli luzumsuz yere sarfetmesinden bahsederek kendisinin uygun bir şekilde defedilmesi arzusunda olduklarını bildirince Şeyh hazretleri; "Bu fakir cellÂd olmak icin gelmedik. Bizlerden o şekilde bir iş meydana gelmez ve gelmesine dahi ihtimal yoktur. Zîr HuseyinPaşanın pekcok fakir, fukara, cÂresiz ve kimsesizi vardır. Onların gecimlerine cenÂb-ı Hak onu vesîle kılmaktadır. ŞÃ‚yet bir tekke bin eyledim diye yuzume kakarsanız bana tekke lÂzım değildir." diyerek uzuntulu bir halde dergÂhı terk etti. O gun Hicaz'a gitmeye niyet eyledi. Ancak o gece ruyÂsında Peygamber efendimizi gordu. Peygamber efendimiz dergÂha gelerek; "Şeyh Omer bu dergÂh Allahu teÂlÂnın ve benim rızÂm ile bin edilmiştir. Kırka kadar (hicri 1240 yılına kadar) burada otur, sonra gelirsin." buyurdular. Bu emir uzerine Omer RızÂî hazretleri 1824 (H.1240) yılına kadar dergÂhta ikÂmet etti. Bu muddet zarfında nice fukara, dervişÃ‚n, murşidler, mucÂhidler, devlet adamları gelerek sohbetine erdiler. Nasihatlarından istifÂde ettiler. DuÂları ile bereketlendiler.

Şeyh hazretleri zaman zaman mahalleleri, kahveleri dolaşır, garip, kimsesiz, yetim ve yoksulları bulur, ihtiyaclarını gorurdu. DergÂhta kaldığı 30 yıl boyunca hukumet kapısına bir def bile gitmedi. DÂim sunnet-i seniyye uzere hareket edip duny işlerini dahi niyetini hÂlis kılmayınca, Allah rızÂsı icin duşunmeyince işlemezdi. Devlet ileri gelenlerinden kimsenin konağına gitmezdi. BÂzan gitmeleri îcÂb ettiğinde cok az kalırlar, nasihatlarda bulunurlar, yemeğe kalmazlardı. Cok ısrar ettiklerinde, ancak birkac lokma alırlardı. Sebebini sorduklarında; "Şohrete sebeb olur. Şohret ise Âfettir." buyururlardı.

HÂfız İsmÂil Paşa, Omer RızÂî hazretlerinin zaman zaman ziyÂretine gider ve duÂlarını istirham ederlerdi. 1805 yılında SadÂret makÂmına geldikleri zaman bir gun Sultan Ucuncu Selîm Han; "Seksen bin asker hazır eyledim. Tuna boyuna gondermek murÂdımdır." diye emir buyurdular. Bu emri alan İsmÂil Paşa derhal Şeyh hazretlerine gelerek durumu bildirdi ve teveccuhleri ile hayır duÂlarına mazhar olmak istedi. LÂkin Omer RızÂî hazretleri hic bir soz beyan etmedi. O gece ruyÂlarında hazret-i Ebû Eyyûb el-EnsÂrî hazretlerinin turbe-i şerîflerine dÂvet olundu. Vardıklarında kıbleyi şerîfe karşı oturan iki muhterem zÂt gordu. Onlar da Omer RızÂî Efendiyi gorduklerinde; "Gel y Şeyh Omer! Bizleri bilir misin? Ben FÂtih Sultan Mehmed'im bu da oğlum BÂyezîd'dir. Sultan Selîm oğlum Tuna cihetine asker gondermek ister. Ancak şimdi vakti değildir. Terk eylesun. FesÂda sebeb olur, haber ver." diye emir buyurdu. Omer RızÂî hazretleri bu vakayı derhal İsmÂil Paşaya yazarak haber verdi. Bunun uzerine harp ilÂnından vazgecildi. Ancak 1806'da sadÂrete getirilen İbrÂhim Hilmi Paşa doneminde Rusya'ya harp ilÂnı ile cıkan savaş ulke icinde fitne cıkarmak isteyen NizÂm-ı Cedid duşmanlarını harekete gecirdi. Kabakcı Mustafa adındaki bir Âsinin liderliğinde kısa zamanda buyuyen isyan, Ucuncu Selîm Han'ın tahttan indirilmesine ve nihÂyet şehid edilmesine kadar vardı.

Omer RızÂî Efendi, 1824 yılı olduğunda, o senenin surre-i humÂyûn emîni Veliyyuddîn Paşa ile birlikte Mekke-i mukerremeye doğru yola cıktı. Şam'da surre alayından ayrılarak Mısır'a geldi. Burada ulemÂdan TayyibizÂde HÂfız Ali ve Derviş Mehmed efendilerle tanıştı. Onların icinde bulunduğu hacılar kÂfilesi ile yola devÂm etti. Uc yuz civÂrında olan hacı tÂifesi dort kÂfile hÂlinde hareket ediyordu. Omer RızÂî Efendinin kÂfile başısı bedevî şeyhlerinden Şeyh Hasan nÂmında birisi idi. Şeyh hazretlerine derin bir muhabbet ve saygı duyuyor ve itÂatta kusur etmiyordu. Dort kÂfile colde ilerlerken bir dağ arasına geldiklerinde burada durmak hic Âdet olmadığı halde Şeyh hazretlerinin emri uzerine mola verdiler. O gece HÂfız Ali şiddetli bir hastalığa yakalandı. Şeyh hazretlerine; "Perişan bir haldeyim korkarım sizden ayrılacağım." dedi. Şeyh hazretleri ise; "Korkmayın siz sÂlimen hac idup İslÂmbol'da evlÂd-ı iyÂlinize kavuşursunuz. LÂkin benim kendimden umidim yoktur. Gelin vasiyet edeyim." dedikten sonra, vefÂt ettiğinde kendisini colde bırakmayıp Medîne-i munevvereye goturmelerini istedi.

Nitekim tekrar yola koyulduklarından bir muddet sonra Şeyh hazretleri hastalandılar. Guclukle yola devÂm ediyorlardı. Yine bir konak yerinde HÂfız Ali Efendiye; "Bizim vaktimiz tamamdır. Heybedeki emÂnetleri al İslÂmbol'da evlatlarımdan kalan kimseye gotur." diye ric etti. Sonra Şeyh Hasan'ı yanına cağırıp, mûtÂd uzere saat sekizde yola cıkmak gerekirken oğle sırası hareket etmesini soylediler. Şeyh Hasan butun ısrarlara rağmen o sabah kÂfileyi hareket ettirmedi. Hatt kÂfilenin biri kendisini dinlemeyip hareket etti.

Şeyh Hasan birkac saat sonra hareket emrini verdi. Bir muddet gittikten sonra Omer RızÂî hazretlerinin; "Allah!" diyen sesi duyuldu ve Omer RızÂî hazretleri, (1824 (H.1240) yılında Hakk'ın rahmetine kavuştu. Az daha gittikten sonra Şeyhin hareketi tehir ettirmekteki gÂyesi ortaya cıkmıştı. Soz dinlemeyip hareket eden hacı kÂfilesi ise, eşkıyÂnın hucûmuna uğramış, iclerinden on bir kişi oldurulmuş ve hepsinin malları gasb edilmişti.

Bundan sonra Şeyh Hasan, HÂfız Ali Efendiye donerek; "KÂidemiz budur ki kÂfile icinde bir cenÂze olduğu zaman bulunduğu mahalle defnolunur. Merhum efendimizin ise Medîne-i munevvereye defnedilmeleri husûsunda vasiyeti var. Bizim develer gec giderler bu sebeple guzel bir hecin devesi alıp onden gonderelim." diye teklif etti. Bunun uzerine HÂfız Ali Efendi yirmi uc bucuk riyale bir deve kirÂladı, deveciye de durumu îzÂh ettiği bir tezkire yazıp teslim ederek gonderdi. Bulundukları yer Medîne-i munevvereye 16 saatlik bir mesÂfede idi. Devecibaşı da nasıl olduğunu anlayamadan bir saat icinde Medîne'ye girdi. Gordu ki cemÂat da hazır beklemektedir. Omer RızÂî Efendi, BÂbu's-SelÂm tarafında uc sıra kabir sağda ve uc sıra kabir solda kalmak uzere orta sıraya bÂb-ı şerîften kırk adım mesÂfeye defnolundu. VefÂtında yetmiş yaşında idi. On kadar evlÂdı olup, vefÂt ettiğinde sÂdece AbdulkÂdir ve Muhammed Kadri isimlerindeki evlatları hayatta bulunuyordu.
__________________