1934'de İtalyan bilim adamı Enrico FERMİ Roma'da yaptığı deneyler sonucu notronların coğu atom turunu bolebileceğini buldu.Uranyum notronlarla bombalandığında beklediği elementler yerine uranyumdan daha fazla hafif atomlar buldu.
1938'de Almanya'da Otto HAHN ve Frittz STRASSMAN radyum ve berilyum icern bir kaynaktan uranyumu notronlarla bombaladıklarında Baryum-56 gibi daha hafif elementler bulunca şaşırdılar.Bu calışmalarını gostermek icin Nazi Almanya'sından kacmış Avustralya'lı bilim adamı Lisa MEITNER'e goturduler.MEITNER o sıralarda Otto R.FRISCH'le calışıyordu.Yaptıkları deneyler sonucunda oluşan baryum ve diğer yeni oluşan maddeleri uranyumun bolunmesi sonucu oluşan maddeler olduğunu duşunduler ,ama reaksiyona giren maddenin atomik kutlesiyle urunlerin atomik kutlesiyle urunlerin atomik kutleleri birbirini tutmuyordu.Sonra EINSTEN'in E=m.c.c formulunu kullanarak ortaya enerji cıkışını buldular,boylece hem fisyon hem de kutlenin enerjiye donuşumu teorisini ispatladılar.
1939'da BOHR Amerika'ya geldi.HAHN-STRASSMAN-MEITNER'in araştırmalarıyla ilgilendi.Washington'da FERMI ile buluştu ve kontrollu bir ortamda kendini uzun bir sure canlı tutabilecek zincirleme reaksiyon olasılığını tartıştılar.Bu reaksiyon sonucu atom buyuk bir enerji ortaya cıkararak bolunuyordu.
Tum Dunya'da bilim adamları kendini uzun sure canlı tutabilecek zincirleme bir reaksiyonun olabileceğini acıkladılar.Yeterli miktarda uranyumun uygun koşullarda biraraya getirilmesi gerekiyordu.Gerekli olan bu uranyum miktarına kritik kutle adı verildi.
FERMİ ve Leo SZILARD 1941'DE zincirleme uranyum reksiyonuna uygun bir reaktor tasarladılar.Bu bir uranyum ve grafit istifinden oluşuyordu.Uranyum grafit istifi icinde kup şeklinde fisyona uygun bir kafeste saklanıyordu.1942'de FERMI ve ekibi Chicago Universitesi'nde biraraya geldiler ve Dunya'nın ilk rektorunu Chicago-1'iactılar.Burada grafite ek olarak bir de kadmiyum ve cubuklar kullanıldı.Kadmiyum metalik bir element idi ve notron emme ozelliği vardı.Cubuklar iceri girdiğinde daha az notron bulunuyordu ve bu reaksiyonun hızını azaltıyordu.20 Aralık 1942'de Chicago'da tanıtım icin biraraya geldiler.3:25'te reaksiyon kendini besleyebilir duruma geldi ve Dunya nukleer cağa girmiş oldu.
A.B.D'de Manhattan Proje'si altında nukleer calışmalar askeri amaclarla yurutuldu.Savaştan sonra ise sivil amaclar icin nukleer araştırma yapılması icin 1946'da A.E.C ( Atomik Enerji Komisyonu ) kuruldu.1951'de Arco'da ilk elektrik ureten reaktor acıldı.1957'de ise finansal elektrik ureten ilk santral Shippingport,Pennsyle-vania'da tam uretime gecti.Askeri alanda da Amerikalılar 1945'te attıkları iki atom bombası dışında 1954'de nukleer bir denizaltı olan Nautilus'u devreye soktular.1951 ve 1952'de gercekleştirilen iki on denemeden sonra 1954'de ilk termonukleer bomba'yı Bikini'de başarıyla denediler.
Diğer yandan Ruslar'da 1954'de Obninsk'de kucuk bir nukleer santral calıştırmaya başladı.1962'de İstanbul'da Kucukcekmece golu kıyısında kurulan 1 MW'LİK TR-1 araştırma reaktoruyle araştırmalara Turkiye'de de başlandı.1980'lerde bu reaktorun gucu 5 MW'a cıkarıldı.(TR-2) U-235'ce %93 zenginlikte yakıt kullanan havuz tipi bu reaktorde,cekirdek fiziği araştırmaları,radyoizotop uretimi gibi alıştırmalar yapılmaktadır.Şu gunlerde ise Akkuyu'da yeni bir nukleer enerji santralin calışmaları surdurulmektedir.
2000'lere girdiğimiz şu gunlerde Dunya'da nukleer enerji uretimi şoyledir:
Amerika Birleşik Devletleri: %30 - Fransa: %15 - Eski Sovyet Cumhuriyetleri: %10 - Japonya %8 - Almanya %7 - Kanada %4 - İsvec %3.5 - U.K. %3.3 - İspanya %2.7'dir.



Nukleer Enerji Nedir?


Atom Cekirdeklerinin fisyonu yada kaynaşması sırasında acığa cıkan enerjiye nukleer enerji denir. Einstein, belli miktarda bir madde ile belli miktarda enerji arasında eşdeğerlik bulunduğunu gostermiştir. Daha acık bir deyişle m kutleli bir madde yok olursa e=mc2 buyukluğunde bir enerji acığa cıkar. Bu formuldeki c ışık hızı, cok buyuk bir sayıdır, dolayısıyla da cok kucuk bir madde kutlesinin yok olması, cok buyuk bir miktarda enerjinin acığa cıkmasına yol acar.
Uranyum ya da plutonyum gibi bazı atomların cekirdekleri, notron bombardımanına tutulduklarında patlamakta ve bu cekirdeklerden cok daha kucuk kutleli, sayılamayacak kadar cok tanecik vererek parcalanmaktadır. Patlama oncesi ve sonrasındaki taneciklerin kutleleri arasındaki fark, atom cekirdeklerinin parcalanması sırasında yiten yeni enerjiye donuşen madde miktarıdır. Bu olaya fisyon (zincirleme tepkime) denir. Eğer bu olay cok sayıda cekirdekte aynı anda doğarsa, bir bomba elde edilir. Bu enerjiyi kullanılabilir duruma getirmek icin, nukleer reaktorlerde tepkime yavaşlatılır. Boylece elde edilen buyuk enerjiyle bir sıvı ısıtılarak, elektrik enerjisi uretiminde kullanılır.
Nukleer Tepkime


Nukleer tepkimede atomun tam ortasında bulunan, notron ve protonlardan oluşan atom cekirdeği değişikliğe uğrar ve bu tur tepkime sırasında atom kutlesinin bir bolumu enerjiye donuşur. Nukleer tepkimede, herhangi bir kimyasal tepkimede acığa cıkabilecek olanın milyonlarca katı kadar enerji acığa cıkar ve kimyasal tepkimeden farklı olarak, bir element bir başka elemente donuşur.
İki tur nukleer tepkime vardır: Cekirdek bolunmesi (Nukleer fisyon) ve cekirdek kaynaşması (Nukleer fuzyon).
Nukleer Fisyon


Nukleer fisyonda, serbest bir notronla carpışma sonucu atom cekirdeği ceşitli parcacıklara ayrılır. Butun bu parcacıkların toplam kutlesi, başlangıcta “hedef” alınan atom ile buna carpan notronun toplam kutlesinden daha azdır. Aradaki fark enerji biciminde acığa cıkar. Bu olguyu ilk olarak 1905’te Albert Einstein belirledi. Bu olaydaki kutle kaybı cok kucuk bile olsa e=mc2 formulundeki c (ışık hızı) cok buyuk olduğundan acığa cıkan enerji de yine cok buyuktur.
Atom cekirdeği bolunebilen elementlere “bolunebilir element” denir. Doğada bulunan tek bolunebilir element Uranyum’dur. 1938’de iki Alman bilimci, Otto Hahn ve Fritz Strassmann, notronlarla bombardıman ederek uranyum atomunu bolmeyi başardılar. Gene Alman bilimciler Lise Meitner ve Otto Frish ise, uranyum cekirdeğinin iki parcaya bolunduğunu kanıtladılar. Bir sure sonra bir grup Fransız bilimci, cekirdek bolunmesi sonucunda yalnızca daha hafif iki element ile cok miktarda radyoaktif ışıma (radyasyon) değil, bunların yanı sıra başka serbest notronların da ortaya cıktığını buldu.Bu notronların bu kez cevredeki obur uranyum atomlarında cekirdek bolunmesine yol acacağı, boylece ortaya cıkacak yeni notronların butun uranyum atomlarına yayılacak bir “zincirleme tepkime” yaratabileceği ve sonucta cok buyuk bir enerjinin ortaya cıkacağı anlaşıldı.
Cekirdek bolunmesi sonucunda acığa cıkan enerjinin etkisiyle parcacıklar cok buyuk bir hız kazanır; bu parcacıklar cevredeki maddenin atomlarıyla carpıştıkca yavaşlarlar ve boylece hareket enerjileri ısıya donuşur. Bu enerji nukleer bir reaktorde denetim altına alınabilir.
Nukleer Reaktor
İlk nukleer reaktoru 1942’de İtalyan asıllı ABD’li fizikci Enrico Fermi, Chicago Universitesi’nde kurdu. Kendi kendine ilerleyen ilk yapay zincirleme tepki de burada gercekleştirildi. Bu reaktorde, zincirleme tepkimenin gercekleştiği bolume reaktor kalbi adı verilmiştir. Katışıksız bir karbon turu olan grafitten yapılmış reaktor kalbine ince alumunyum kapların icine yerleştirilmiş uranyum metali cubukları daldırılmıştı. Bir cubuktan salınan notronlar, grafitteki karbon atomlarıyla carpışarak yavaşlıyor ve yeniden başka bir cubuğa girerek bolunmesini surduruyordu. İşte bu yani bir zincirleme tepkimesini denetim altında tutmanın temel ilkeleri 1942’de Fermi’nin uyguladıklarıyla hemen hemen aynı kaldı.
Nukleer Enerji Santralları
Nukleer enerji santralları, kourle calışan termik santrallardan pek farklı değildir. Termik santrallarda komur yakılarak su kaynatılır boylece elde edilen buhar gucuyle bir turbin dondurulur ve turbin elektrik uretir. Nukleer enerji santrallarında ise, gerekli ısı atomların bir reaktorde bolunmesiyle uretilir.
MAGNOX Tipi Santraller : Kullanılabilir miktarda enerji ureten ilk reaktorler 1950’lerde İngiltere’deki Calder Hall’da kuruldu. Bu reaktorler aslında askeri amacla plutonyum uretmek ve nukleer enerji konusunda deneyim kazanmak amacıyla kurulmuştu; bunlarda elektrik uretimini 1956 yılında başlandı. Bu reaktorlerin, yavaşlatıcıları Fermi’nin reaktorunde olduğu gibi grafitti; yakıt olarak, magnezyum alışımından bir kap icine yerleştirilmiş doğal uranyum metali kullanılıyor ve sistem basınclı karbon dioksitle soğutuluyordu. Tepkime sırasında oluşan ısıyı emen karbon dioksit bunu ısı değiştiricilerine taşıyor ve ısı burada, elektrik uretmeye yarayan turbo-alternatorleri calıştıracak buharı elde etmek icin kullanılıyordu.
PWR Tipi Santrallar : (Basınclı Su Soğutmalı Santrallar) Bu reaktorlerde yakıt olarak yaklaşık %3 oranında U-235 icerecek bicimde zenginleştirilmiş ve ozel alaşımdan yapılmış bir kutu icerisine yerleştirilmiş uranyum dioksit kullanılır.
Yavaşlatıcı ve soğutucu olarak da sudan yararlanılır. Pompalanan su once reaktorde dolaştırılır, sonra ısınan su, ısı değiştiricisindeki ikinci bir su devresinde buhara donuşturulur. Bu buhar ise turbinleri dondurur ve elektrik enerjisi uretilir.
BWR Tipi Santrallar : (Kaynar Sulu Reaktor) Bu tip reaktorlerde reaktorun kalp bolumu, yani zincirleme tepkimenin oluştuğu bolum PWR’ninkiyle aynıdır; ama bunlarda ikinci bir su sistemi yoktur ve reaktorun soğutma devresinden cıkan buhar doğrudan turbinlere beslenir. Nukleer enerji ureten coğu ulkelerde bu tip santrallar kullanılır.
Nukleer Enerji Santrallarının Hayatımızdaki onemi
Nukleer santrallar dunyada kullanılmaya başladığından beri bircok konuda yarar sağlıyor. Gunumuzde bir cok ulkede nukleer santral yapımı ve kullanımı engellenmeye calışılmıştır. Bunun nedeni zamanında oluşan felaketler (Cernobil) ve santralların insan uzerine yaptığı olumsuz etkilerdir. Ama teknolojik ortamlarda yapılan bir nukleer santralın hicbir olumsuz etkisi bulunmamakla birlikte bircok yararı da vardır. Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere, ABD, bazı İskandinav ulkeleri, Bulgaristan, Rusya, Ermenistan ve daha bir cok ulkenin vazgecilmez enerji kaynağı nukleer enerjidir. Nukleer reaktorler 3 ture ayrılırlar. Araştırma reaktorleri, elektrik ureten guc reaktorler, plutonyum ureten reaktorler. Araştırma reaktorlerinden tıpta ve kimya sanayisinde, izotop gama ışınları ve notron uretiminde yararlanılır. Bu reaktorlerin gucleri duşurulmuştur ve hicbir zararları yoktur. Guc reaktorlerini başlıca sorunlarından biri, verimliliktir. Soz konusu reaktorlerde uretilen elektrik enerjisinin kW (kilowatt) saat materyalinin, gelenksel santrallarda uretilenden duşuk olması gerekir.
Nukleer santrallar diğer termik santrallar gibi cevreye zarar vermezler. Ornek vermek gerekirse İsvecteki Nukleer santrallerden 29kg/h lik CO2 cıkarken Danimarka’da bu oran 890 kg/h sınırını zorlamıştır. Ayrıca buyuk ulkelerden Fransa enerji ihtiyacının %75’ini Nukleer enerji santrallarından uretmektedir. Bu santrallardan cıkan enerji miktarı cok fazla olduğu icin diğer ulkelerde 3 santralin yaptığı gorevi nukleer santralların sadece 1 tanesi yapar. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri’de enerji ihtiyacının %25’ini Nukleer Santrallardan giderir.
Ulkemizde kurulu barajlarımız donumlerce arazimizi sular altında bırakmıştır, ustelik yetersizdir. Bu acığı kapatmak icin kullandığımız termik santrallerimiz aracılığıyla, tonlarca CO2, CO, SO2, NO2, ağır metallerden Ag, Pb, Sg, U ve daha bir cok zararlı maddeleri doğaya veririz. Bu gazlar en buyuk cevre duşmanıdır. Ayrıca ulkemizdeki enerji acığımızı doğal gaz ile kapatmaya calışıyoruz. Bu enerji turu, doğaya, termik santralden daha az zararlıdır. Ancak cevreye yine zararlı gazlar verilmektedir. Ustelik doğal gaz bulmamız cok ta kolay değil. Eğer komşu doğal gaz ulkeleri bu enerji kaynağı transferini keserse acıkta kalırız. Alternatif enerji diye tasarlananların hic biri, nukleer enerjiye alternatif olamaz. Alternatif diye duşunulen, guneş ve ruzgar enerjisinden başka bir de termal enerji vardır. Yer altından gelen sıcak su cok korroziftir. Nitekim Denizli de ki su da boyledir. Ayrıca atık su ise cok zehirlidir. Bu suyun tekrar yer altına gonderilmesi gerekir. Cevreye zararlıdır. Bu enerji sistemi de, nukleer enerjiye asla alternatif olamaz. Turkiye nin en buyuk barajı Ataturk Barajı dır. Bu barajın gucu 2400 MWh tir. Verimi ise %50 ile 1000 MWh tir. Ama yapılacak bir nukleer enerji santralindeki 8 adet reaktorun gucu ise 8000 MWh civarındadır. Buna gore 8*8000 den 64.000 MWh enerji uretilecektir. Bu da 64 barajın verdiği enerji demektir. Bu hesaplamalara gore yapılacak 8 nukleer enerji santrali 64 enerji ureten barajın urettiği enerjiyi uretir buda nukleer santral başına 8 baraj demektir.
Ulkemizde Akkuyu uzerine 8 adet nukleer santral kurulması planlanmıştır ama halk coğunlukla buna karşı cıkmıştır. Ama yukarıdaki koşullara ve hesaplamalara baktıkca bunun ne denli buyuk bir kayıp olduğu ortaya cıkmıştır.
NUKLEER ENERJİNİN ZARARLARI







Son 25 yıl icinde gelişen cevre bilinci teknolojik gelişmelerin kacınılmaz bir sonucudur. Gelişen teknoloji sadece cevrenin kirliliği uzerinde potansiyel bir tehlike değildir aynı zamanda gelişen teknoloji, olcme sistemlerinin de daha hassaslaşmasını ve etki-tesir arasındaki ilişkilerin detayları ile aydınlatılmasına da yardımcı olmaktadır.
Diğer bir ifade ile yaşadığımız ortamda herhangi bir yabancı maddenin var olup olmamasının olculmesinden ote, cok daha hassas olcumler gerektiren birim zamandaki değişim oranları da ancak gelişen teknoloji sayesinde gercekleştirilebilmektedir.
Temel prensip olarak doğada her aktivitenin cevreyi etkilediği kabul edilmekle birlikte bu etkilenmenin zararları bakış acısına gore değişmektedir. Doğayı canlıları ve yaşam koşullarını değiştirmeyen etkilerin en azından zararsız olduğu kabul edilmektedir. Buna karşı olarak geliştirilen bir başka goruş ise; etkilenme oranının zaten doğal ortamda mevcut olan değişim sınırları icerisinde kaldığı surece doğal ortam tarafından kabul edilebilir veya izole edilebilir olacağıdır. Bu tartışmayı nukleer santral ile ilgili tartışma zeminine taşırsak ;
Doğal ortamda mevcut olan radyoaktivite;
Hava şartlarına bağlı olarak ( alcak basınc alanlarında havadaki radyoaktivitenin azalması veya yuksek basınc şartlarında doğal radyoaktivitenin artması gibi),
Coğrafi bolgeye bağlı olarak ( dağlık bolgeler, kıyı bolgeleri, toprak yapısı gibi)
Konut cinslerine gore ( toprak, betonarme,tahta yapılar gibi)
Kozmik ışınlamaya gore değişmektedir.
Ayrıca insanlar yaptıkları aktiviteler ve aldıkları bazı tıbbi tedaviler sonucunda da bir miktar radyoaktif ışınlamaya maruz kalmaktadır. Şayet nukleer santrallardan zaman ve mekana gore cıkan atıklar cevreyi ve cevrede bu atıkların doğal olarak mevcut değişim bandı icinde kalıyor ise, cevrenin ve bu cevrede yaşayan canlıların nukleer santraldan orneğin radyoaktivite nedeniyle etkilenmeleri doğal değişimlerin otesinde olmayacaktır.

Almanya’da yapılan bir calışma; bir insanın yılda ortalama olarak maruz kaldığı doğal radyoaktif ışınlama etkisinin 2.4 mSv ( 4 saatlik bir ucak yolculuğu sırasında 0.02 mSv, goğus rontgen filmi cektirmek suretiyle 0.5 mSv ve benzer faaliyetler sonucunda ortalama 1.58mSv), olduğunu ortaya koymaktadır.
Yaşam sırasında bir insanın maruz kaldığı ışınlama etkisi şu tablo ile gosterilebilir;
Son 25 yıl icinde gelişen cevre bilinci teknolojik gelişmelerin kacınılmaz bir sonucudur. Gelişen teknoloji sadece cevrenin kirliliği uzerinde potansiyel bir tehlike değildir aynı zamanda gelişen teknoloji olcme sistemlerinin de daha hassaslaşmasını ve etki-tesir arasındaki ilişkilerin detayları ile aydınlatılmasına da vesile olmaktadır.
Diğer bir ifade ile yaşadığımız ortamda herhangi bir yabancı maddenin var olup olmamasının olculmesinden ote, cok daha hassas olcumler gerektiren birim zamandaki değişim oranları da teknoloji sayesinde gercekleştirilebilmektedir.
Temel prensip olarak doğada her aktivitenin cevreyi etkilediği kabul edilmekle birlikte bu etkilenmenin zararları bakış acısına gore değişmektedir. Doğayı canlıları ve yaşam koşullarını değiştirmeyen etkilerin en azından zararsız olduğu kabul edilmektedir. Buna karşı olarak geliştirilen bir başka goruş ise; etkilenme oranının zaten doğal ortamda mevcut olan değişim sınırları icerisinde kaldığı surece doğal ortam tarafından kabul edilebilir veya izole edilebilir olacağıdır. Bu tartışmayı nukleer santral ile ilgili tartışma zeminine taşırsak ;
Doğal ortamda mevcut olan radyoaktivite;
Hava şartlarına bağlı olarak ( alcak basınc alanlarında havadaki radyoaktivitenin azalması veya yuksek basınc şartlarında doğal radyoaktivitenin artması gibi),
Coğrafi bolgeye bağlı olarak ( dağlık bolgeler, kıyı bolgeleri, toprak yapısı gibi)
Konut cinslerine gore ( toprak, betonarme,tahta yapılar gibi)
Kozmik ışınlamaya gore değişmektedir.
Ayrıca insanlar yaptıkları aktiviteler ve aldıkları bazı tıbbi tedaviler sonucunda da bir miktar radyoaktif ışınlamaya maruz kalmaktadır. Şayet nukleer santrallardan zaman ve mekana gore cıkan atıklar cevreyi ve cevrede bu atıkların doğal olarak mevcut değişim bandı icinde kalıyor ise, cevrenin ve bu cevrede yaşayan canlıların nukleer santraldan orneğin radyoaktivite nedeniyle etkilenmeleri doğal değişimlerin otesinde olmayacaktır.

Almanya’da yapılan bir calışma; bir insanın yılda ortalama olarak maruz kaldığı doğal radyoaktif ışınlama etkisinin 2.4 mSv ( 4 saatlik bir ucak yolculuğu sırasında 0.02 mSv, goğus rontgen filmi cektirmek suretiyle 0.5 mSv ve benzer faaliyetler sonucunda ortalama 1.58mSv), olduğunu ortaya koymaktadır.
Endustriyel bir tesisin cevre etkileri uc aşamada irdelenir:
-Tesisin yapımı sırasında,
-Tesisin işletilmesi sırasında,
-Tesis hizmet dışı kaldığında ,
Bu şıklara ilave olarak ekonomik, sosyo-politik faktorler de goz onune alınarak projede optimum şartlar sağlanır.
Ancak tesisin cevre etkileri incelenirken izlenen metotların getirdiği kıyaslama ve değerlendirme parametreleri goz onune alınmadan bir tesisin diğer alternatifleri ile karşılaştırması veya yer seciminin yapılması imkansızdır. Dolayısıyla tesis ile ilgili guvenlik raporlarının hazırlanmasında belli bir hesaplama yontemi ve verileri mevcut olmalıdır. Uluslararası Atom Enerji Ajansı ve belli başlı gelişmiş ulkeler bu yontemleri hazırlamışlardır. Ulkemizde bu konu ile sorumlu olan kuruluş ise Turkiye Atom Enerjisi Kurumu ( TAEK) dir.
Burada duşunulen uclu karar yontemini kısaca şoyle acıklamak mumkundur; Tesisin yapımı icin işletici dolayısıyla yatırımcı kuruluş hazırladığı raporla once inşaat, daha sonra işletme izni icin gerekli resmi kuruluşlara başvurur. Bu raporlar bilirkişiler tarafından incelenir ve bu sayede bağımsız kontrol mekanizması tesis edilmiş olur. Bu arada tesisin yapımından etkilenecek olan kişilerin tesisin yapımı ile itiraz hakkı bulunmaktadır.
Bu nedenle kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verecek bir organa ihtiyac duyulduğu ortaya cıkmıştır. Bu organ ulkelere gore farklılıklar gosterebilir. Orneğin Almanya’da bu organ mahkemelerdir. Bu mahkemelerde bilirkişiler, itiraz sahipleri ve proje sahipleri dinlenir. Hakim gecerli olan kanun, yonetmenlik ve yontemlere uygun olarak karar verir.
Farklı kişilerin farklı değerlendirmeleri olabileceği icin karara bir ust mahkemede itiraz edilebilir. Sonucta halk-mahkeme-işletici uclu karar mekanizması kurulmuş olur. Yerel yonetimler alınan kararları uygulamakla yukumludur.
Almanya'da Mulheim-Kahrlich nukleer santralı zemin problemlerinin ortaya cıkması uzerine soğutma kulesinin 20 metre kadar otelenmesi gerekmiş ve inşaat ve yeni projeye gore tamamlamıştır. Ancak projenin değiştirildiği one surulerek mahkemeye yapılan itiraz ile santralın izni iptal edilmiştir. Soz konusu santral halen işletmeye gecememiştir.
Gorulduğu gibi hukuki konular on plana gecmekte ve karar sureci yıllarca uzayabilmektedir. Kararsız ortamlar daima yatırım maliyetini ve riskleri arttırır. Bu nedenle Almanya'da nukleer elektrik santrallarına olan yatırımlar cazibesini kaybetmiştir. Ulkemizde ise tahkim yasası ile bu riskin sıfırlanması beklenmektedir.
__________________