Hindistan'da yetişen evliyÂdan ve Ceştiyye yolunun buyuklerinden. İsmi Muhammed, babasınınki Ahmed BuhÂrî'dir. Lakabları; Mahbûb-i İlÂhî (Allah'ın sevgilisi), SultÂn-ul-MeşÃ‚yıh ve NizÂmeddîn EvliyÂ'dır. NizÂmeddîn EvliyÂ, 1238 (H.636) senesinde BedÂyun'da doğdu. 1325 (H.725) senesinde Hakk'ın rahmetine kavuştu. Doğar doğmaz Kelime-i şehÂdet soylediği bildirilen babası Seyyid Ahmed BuhÂrî, doğuştan velî idi. Aynı şekilde, annesi Bibi Zuleyha HÂtun, dindar bir hanımdı. ZamÂnını dÂim du ve ibÂdetle gecirirdi. DuÂsının kabûl olduğu meşhûrdur. NizÂmeddîn EvliyÂ'nın baba tarafından dedesi HÂce Seyyid Ali BuhÂrî ile, anne tarafından HÂce Arab BuhÂrî kardeş cocuklarıydı. Her ikisi de, Hindistan'a BuhÂrÂ'dan Sultan et-Tamîs zamÂnında hicret etmişler, LÂhor'da kısa bir muddet eğleştikten sonra, dÂimî olarak yerleştikleriBedÂyun'a gelmişlerdi. Bircok buyuk ulem ve evliyÂ, dÂimî olarak bu şehre yerleşmişlerdi.

NizÂmeddîn Evliy doğduğu zaman, kendisine Muhammed ismi verildi. Şeceresi şoyledir: Seyyid Muhammed bin Seyyid Ahmed BuhÂrî bin Seyyid Ali BuhÂrî bin Seyyid AbdullahHilmi bin Seyyid Ali Meşheddîn binSeyyid Ahmed Meşheddîn bin Seyyid Ebû Abdullah bin Seyyid AliAsgar bin Seyyid CÂfer-iSÂnî bin İmÂm-ı Ali Nakî bin İmÂm-ı Muhammed CevÂd bin İmÂm-ı Ali Rız bin İmÂm-ı Mûs KÂzım binCÂfer-i SÂdık bin Muhammed BÂkır bin ZeynelÂbidîn bin hazret-i Huseyin bin hazret-i Ali.

NizÂmeddîn EvliyÂ'nın babası HÂceAhmed BuhÂrî, mÂnevî ilimlerin yanında, derin bir kelÂm ve fıkıh Âlimiydi. Ustun hÂlleri ve takvÂsı ile meşhûrdur. Bu husûsiyetlerinden dolayı Dehli SultÂnı GıyÂseddîn Balban onu BedÂyun'a başkÂdı tÂyin etti. HÂce Ahmed BuhÂrî, bir sure sonra bu gorevinden istif ederek, kendini cenÂb-ı Hakk'a ve O'nun dînini yaymağa adadı.HÂce Ahmed BuhÂrî, NizÂmeddîn Evliy daha beş yaşında iken, BedÂyun'da vefÂt etti ve oraya defnedildi.

NizÂmeddîn EvliyÂ'nın babasının vefÂtından sonra, onun eğitimi annesinin uzerine kaldı. Anne-oğul, uzun zaman hicbir yiyecek bulamadan gunlerini gecirmek zorunda kaldılar. Yiyecek bir şey olmadığı zaman, annesi ona umid vermek icin; "Muhammed, bugun Allahu teÂlÂnın misÂfiriyiz." derdi.Şiddetli aclık ve fakirliğin verdiği ızdırÂbı hissedeceği yerde, NizÂmeddîn EvliyÂ, boyle gecen gunlerden zevk alır ve annesine; "Yeniden ne zaman Allahu teÂlÂnın misÂfiri olacağız." derdi.

NizÂmeddîn EvliyÂ'nın annesi Bibi Zuleyha HÂtun, dînine bağlı ve zekî bir hanımdı. O, oğlunun eğitimine ozel bir gayret gosterdi. Annesi, NizÂmeddîn EvliyÂ'yı BedÂyun'da, MevlÂn AlÂeddîn Usûlî'nin derslerine gonderdi. NizÂmeddîn EvliyÂ, cok kısa zaman sonra, CelÂleddîn-i Tebrîzî'nin halîfesi Ali Molla Buzur (Buyuk) BedÂyûnî'nin elinden "Fazîlet sarığını" giydi. Molla Buzur ona, secilmiş ulem ve evliyÂnın bulunduğu bir toplantıda hayır du etti.

Allahu teÂlÂnın bir lutfu olarak, genc NizÂmeddîn'in o yaşta kalbinde mÂnevî bir ilerleme ve yuksek ilimler icin ilÂhî bir kıvılcım vardı. Genc-i Şeker'in her tarafa yayılan şohretini, Ebû Bekr KavvÂl'dan duyar duymaz, NizÂmeddîn Evliy onunla goruşmeye karar verdi. Bir gun hicbir yol hazırlığı yapmadan, Genc-i Şeker ile goruşmek umîdiyle BedÂyun'u terk etti. İlk durağı Dehli oldu. O zamanlar Dehli, ilim ve irfÂnın beşiği idi. NizÂmeddîn EvliyÂ, Dehli'ye annesi ve kızkardeşiyle vardığında yirmi yaşındaydı. Dehli SultÂnı Sultan Balaban, zamÂnındaki Âlimlerin ve evliyÂnın buyuk bir koruyucusuydu. Dehli, Âlimler ile aydınlanıyordu. MevlÂn Şemseddîn, Dehli'nin buyuk Âlimlerindendi. NizÂmeddîn EvliyÂ, MevlÂn Şemseddîn'in derslerine devÂm ederek, cok kısa zamanda yuksek derecelere kavuştu. Bu aradaMevlÂn KemÂleddîn ZÂhid'den hadîs ilmini oğrendi.

NizÂmeddîn EvliyÂ, Dehli'de iken, HÂce Necîbeddîn Mutevekkil'e cok yakın bir evde oturuyordu. Bu zÂt, evliyÂnın buyuklerinden olup, aynı zamanda Ferîdeddîn-i Genc-i Şeker'in kardeşiydi. NizÂmeddîn EvliyÂ, bir sure bu zÂtın derslerine devÂm etti. Genc-i Şeker'in ustunluklerini ondan dinledi. Daha sonra NizÂmeddîn EvliyÂ, Genc-i Şeker ile goruşmek icin Acuzan'a gitmeye karar verdi. O sırada kendisine, ustun vasıflarından dolayı kÂdılık makÂmı teklif edildi. O, Necîbeddîn Mutevekkil'e danıştığında; "İnşÃ‚allahu teÂlÂ, siz kÂdı olmayacaksınız, fakat başka bir şey olacaksınız, onu da ben bilmiyorum." dedi.

Bir gece NizÂmeddîn, Dehli CÂmiinde kalıyordu. Sabah erken vakit, muezzin; "Muminlerin kalblerinin, Allahu teÂlÂyı zikr etmeleri ve O'nun aşkıyla yanmalarının vakti gelmedi mi?" diye sesleniyordu. Bu sesleniş, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın icinde Genc-i Şeker'e olan muhabbetini ateşledi. DerhÂl Dehli'yi terk ederek, Acuzan'a gitmek icin yola cıktı. 1257 (H.655) senesi Receb ayının on beşinde Acuzan'a vardı. Hemen Genc-i Şeker'in yanına gitti. Genc-i Şeker, onu gorur gormez FÂrisî bir beyt okudu:

Ayrılığının ateşiyle nice gonuller kebÂb oldu
İştiyÂkının fırtınasıyla nice cÂnlar harÂb oldu.

Genc-i Şeker, bu beyte ilÂveten; "Y NizÂmeddîn! Hindistan'ın kutupluğunun mesuliyetlerini devretmeyi ciddî şekilde duşunuyordum. Allahu teÂl bize yol gosterdi ve senin gelişini bana haber verdi." dedi. Ferîdeddîn-i Genc-i Şeker, NizÂmeddîn EvliyÂ'yı talebeliğe kabûl etti ve an'anevî yola giriş başlığını onun başına koydu. NizÂmeddîn EvliyÂ, 1258 senesine kadar Genc-i Şeker'in yanında kaldı.ŞihÂbeddîn-i Suhreverdî'nin yazdığı AvÂrif-ul-Me'Ârîf'i ve Ebû Şekûr Sulemî'nin Temhîd adlı eserlerini okudu. Luzûmlu eğitimi gordukten sonra, ona "HilÂfetnÂme" verildi ve Dehli'ye gitmesi istendi.

Genc-i Şeker'in yanında iken, dergÂhdaki talebelerin hepsi gibi, gunluk olarak verilen vazifeleri yapmak mecburiyetindeydi. Talebelerden MevlÂn Bedreddîn İshÂk, ormandan odunu; HusÂmeddîn Kabûlî, ise suyu getirip kapları yıkıyor, NizÂmuddîn Evliy da yemekleri pişiriyordu.

Ferîdeddîn-i Genc-i Şeker, NizÂmeddîn EvliyÂ'ya Dehli'ye giderken; "Borclanmak zorunda kalırsan, onu hemen ode. Bir de dÂim duşmanlarını memnun etmeye calış." diyerek; iki muhim ve değerli tavsiyede bulundu. NizÂmeddîn EvliyÂ, hocasının bu sozlerine hayÂtı boyunca uydu ve her işinde muvaffak oldu.

NizÂmeddîn EvliyÂ, Acuzan'ı on def daha ziyÂret etti. Bu ziyÂretlerinin ucunu hocası hayatta iken, yedisini de hocasının vefÂtından sonra yaptı. Bir ziyÂretinde hocası Genc-i Şeker, onun icin husûsî duÂda bulunarak şoyle dedi: "Y Rabbî! NizÂmeddîn'in her arzusunu kendisine ihsÂn eyle!" Bu duÂdan sonra, Allahu teÂlÂ, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın hicbir isteğini geri cevirmedi. Hocası hayatta iken yaptığı son ziyÂretinde, hocası yine şoyle du etti: "Allahu teÂl seni mesûd ve bahtiyÂr eylesin. Sen dalları ve budakları ile geniş bir ağac olacaksın. Sıkışan insanlık onun altında barınıp huzur bulacak." Allahu teÂl bu duÂda istenilenleri de ihsÂn etti. NizÂmeddîn EvliyÂ, takvÂsı ve comertliği ile buyuk bir une kavuştu ve "Mahbûb-i ilÂhî" (Allahu teÂlÂnın sevgilisi) lakabını kazandı.

NizÂmeddîn EvliyÂ, hocasının emri ile Dehli'ye gittiği zaman, ibÂdetlerini huzûr icinde yapacak sÂkin ve uygun bir yer bulamadı. Coğu zaman Dehli gibi cok kalabalık bir şehrin gurultusunden kurtulmak icin ormana gitmek zorunda kaldı. O gunlerde, hocasının emri uzerineKur'Ân-ı kerîmi ezberliyordu. Bir sure sonra, bugun Dehli'nin bir mahallesi olan, o gun ise bir koy olan Kiyaspur'a taşındı. Burada bir muddet cok sıkıntı cekti. Birkac gun arka arkaya yiyecek bir şey bulamadan ac kalırdı. Bir keresinde, uc gun ac kalmıştı. Dorduncu gun, bir kişi kapıyı calıp, ona pirincten yapılan bir ceşit yemek verdi. NizÂmeddîn Evliy bu yemeği yedi, fakat, lezzetinden; "Bu yemeğin tadı o kadar lezizdi ki, hayÂtımda boyle yemek yemedim." buyurdu.

Bu sıkıntılı gunlerde, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın iki sÂdık talebesiBurhÂneddîn Garîp ve KemÂleddîn YÂkûb, yanından hic ayrılmadı. Bir defÂsında dort gun boyunca yiyecek bir şey bulamadılar. Komşulardan bir hanım, biraz un gonderdi. KemÂleddîn Yakûb onu bir mikdÂr su ile karıştırıp, toprak bir kap icinde fırına koydu. O anda yanlarına bir zÂt geldi. Onlardan yiyecek bir şey istedi. NizÂmeddîn Evliy fırındaki kabı aldı ve tam bir ferÂgatle o zÂtın yanına koydu. O zÂt, o yemekten bir iki lokma aldı, sonra kabı alıp şiddetle yere carptı ve cıkıp gitti. Giderken Farsca olarak; "Şeyh Ferîdeddîn Genc-i Şeker, bÂtınî nîmeti Şeyh NizÂmeddîn'e cok ucuz verdi. Bugun ben de onun fakirlik canağını kırdım. Artık bundan sonra o, zÂhirî ve bÂtınî sultÂn oldu." diyordu.

Bu zÂtın sozlerinden sonra, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın fakirliği bir anda yok oldu. O ve iki talebesinin gunlerce yiyecek bir lokma bulamadıkları aynı dergÂhda, mutfak butun gun kaynamağa ve hicbir ayrım gozetilmeden binlerce insan onun comerd sofrasında doymaya başladı. Kendisi gunduzleri oruc tutuyor ve cok sÂde bir hayat suruyordu. Butun yediği şey, arpadan yapılmış kucuk bir parca ekmek idi.

Nasîreddîn Mahmûd, bu bereketli gunleri şoyle anlatır: "NizÂmeddîn Evliy hazretlerinin Âşıklarından, bir nehir gibi onun kapısına akan mallar, sabahtan akşama kadar ona zorlukla verilebiliyordu.Hatt bÂzıları hediyeler vermek icin yatsı vaktinde geliyordu. Bunun yanında yardıma muhtac olup, dergÂha gelenlerin sayısı, Âşıklarının sayısını gecmişti. NizÂmeddîn EvliyÂ, gercekte o Âşıkların getirdiklerinden fazlasını muhtaclara ve fakirlere dağıtırdı. Bir gun zengin bir şahıs, o gunun gumuş parasından yuz tÂne getirdi. NizÂmeddîn Evliy bu paraları kabûl etmedi. Fakat o şahsın uzulduğunu gorunce, bir tÂnesini kabûl etti. O kişi, geri kalan para ile NizÂmeddîn EvliyÂ'nın yanında otururken, kendi kendine; "Şeyh hepsini kabûl etseydi, saÂdete kavuşurdum." diye duşunuyordu. NizÂmeddîn Evliy ona donerek; "Ben onun hepsini kabûl etmedim. Zîr sana onların faydası olacak. Onu gotur. Biz kÂfi derecede zenginiz. Sol tarafına bak." dedi. O kimse sol tarafa baktığında, hucrenin koşesinde, rastgele yerlere yığılmış vaziyette sayısız altın paraları gorunce şaşırdı. O kişi giderken, NizÂmeddîn EvliyÂ, bu sırrı hic kimseye soylememesini tenbih etti. Fakat o dayanamayıp, durumu olduğu gibi herkese anlattı."

SultÂn GıyÂseddîn Balaban'ın buyuk oğlu SultanMuizeddîn Balaban'ın saltanatı doneminde, SultÂn, Kıyaspur'a yakın bir yerde saray yaptırıyordu. SultÂnın komutanları, şehzÂdeleri ve halk, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın dergÂhını cok sık ziyÂret ediyorlardı. Bu durum NizÂmeddîn EvliyÂ'nın yaşayışında biraz karışıklığa sebeb oldu. Bu yuzden, NizÂmeddîn Evliy buradan da ayrılmak istedi. Tam Kıyaspur'dan ayrılacağı sırada bir genc oraya gelerek FÂrisî olan şu sozleri soyledi: "Her şeyden once, şohretinin yayılmasından cekinmelisin. Şimdi bu kadar yaygın şohretten sonra, kıyÂmet gununde yuce Peygamberin yanında seni gozden duşurecek işi yapmaya calışma. Bir kimsenin inzivÂya cekilip, kendisini Allahu teÂlÂya bağlılığa adayarak, dunyÂdan kacıp kurtulması kolaydır. Fakat asıl cesÂret ve mertlik, kalabalık halkın icinde inzivÂya cekilip, huzûr bulmaktır. Boyle karışıklıklardan muteessir olmamaktır." Bu sozlerin uzerine, NizÂmeddîn Evliy son nefesine kadar Kıyaspur'da kaldı. Sonra buranın ismi NizÂmeddîn olarak değiştirildi.

NizÂmeddîn EvliyÂ, Kıyaspur'a ilk geldiği zaman, orası kucuk bir koydu. O ve iki talebesi, damı sazla ortulu kucuk bir kulubede kaldılar. Talebeleri, hocalarına bir dergÂh bin etmeyi teklif ettikleri zaman, o dÂim bir sebeble geri cevirdi. Bir gunAmîd-ul-mulk'un vekîli ZiyÂeddîn, NizÂmeddîn EvliyÂ'dan bir dergÂh yapmak icin izin istedi. Fakat NizÂmeddîn Evliy bu iş icin izin vermedi. HÂceEbû Bekr, HÂce İkbÂl ve Seyyid Muhammed KirmÂnî'nin tavsiyeleri uzerine, Vekil ZiyÂeddîn bu konuda ısrÂr edince, NizÂmeddîn EvliyÂ; "Ya ZiyÂeddîn, teklifinizi kabûl etmiyorum. Zîr dergÂhın buraya yapılmasında bir sır vardır. Buraya dergÂhı kim inşÃ‚ ederse olecektir." dedi. Bu soz, ZiyÂeddîn'i teklifinden geri dondurmedi. Başını NizÂmeddîn EvliyÂ'nın ayaklarına koyarak; "Efendim! Sizin şeref ve îtibÂrınızı duşunuyorum. Sizin rahat ve iyi durumda olmanız, benim hayÂtımdan bile daha azîzdir." dedi ve teklifini buyuk bir gayretle NizÂmeddîn EvliyÂ'ya kabûl ettirdi.DergÂhın inşÃ‚sı tamamlanıp bitmesine yakın, ZiyÂeddîn hummaya tutuldu. O dergÂha bir kere girmeden vefÂt etti. HayÂtını, sevgili hocasının ve talebelerinin rahatlığı icin fed edenVekil ZiyÂeddîn rahmetle anıldı.

NizÂmeddîn EvliyÂ'nın dergÂhının saraya yakın olmasından dolayı, saray mensubları, şehzÂdeler, komutan ve subayların coğu NizÂmeddîn EvliyÂ'ya talebe oldu. Onun mÂnevî tesiri ve dînî eğitimi altında, onların ahlÂkî ve ictimÂî huyları cok değişti. Hepsi de Allahu teÂlÂdan korkan, yaşayışı intizamlı insanlar hÂline geldiler. Bir mıknatıs gibi etkisi olan bu tesirden Dehli halkı da istifÂde etti. Binlerce insan, yaşayış tarzlarını ve huylarını tamÂmen değiştirdiler. O bolgede, kumar, dedikodu ve iftirÂ, icki icme, yalancılık ve tefecilik en duşuk seviyeye indi. Binlerce insan, namaz, oruc ve diğer ibÂdetlerini titizlikle yapar hÂle geldiler. Bu hususla ilgili olarak, Siyer-ul-EvliyÂ'nın muellifi şoyle demektedir: "O, icki, sefÂhet ve gunah icine dalmış saray erkÂnı, şehzÂdeler ve zenginler, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın mÂnevî sozlerinden ve ahlÂkî derslerinden o kadar etkilendiler ki, gunahkÂr hÂllerini terk edip, yeni ve tertemiz bir hayÂta başladılar. Onların coğu, omurlerinin geri kalan kısmını NizÂmeddîn EvliyÂ'nın hizmetine vakfettiler."

Uzun bir omur yaşayan NizÂmeddîn EvliyÂ, yukselen ve duşen yedi Dehli sultÂnı gordu. Bu sultÂnlardan bÂzıları, onun bağlılarından idi. BÂzısı ise, kısa goruşlu olup, zÂlimdiler. Bunlar, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın misÂfirperverliğini ve şohretini kıskanırlardı. NizÂmeddîn EvliyÂ, kendisine bağlı olanlar dÂhil, hicbir sultÂnı ziyÂret icin saraya gitmedi. SultÂnları da dergÂhına kabûl etmedi.

Sultan CelÂleddîn Hilcî, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın Âşıklarındandı. Sık sık NizÂmeddîn EvliyÂ'ya hediyeler gonderirdi. SultÂnın en buyuk arzusu, bizzat onunla goruşmekti. Fakat bunu bir turlu başaramadı. ŞÃ‚ir ve NizÂmeddîn EvliyÂ'nın talebesi Emîr Husrev, sarayda sultÂnın maiyetindeydi. Sultan bir defÂsında onun yardımıyla NizÂmeddîn EvliyÂ'nın huzûruna girmek istedi. Fakat Emîr Husrev, hocasından izinsiz, bu işi yapmak istemedi. NizÂmeddîn EvliyÂ, sultÂnla goruşmek istemedi ve o ara Acuzan'a gitti. Sultan bunu haber alınca, cok uzuldu ve Emîr Husrev'den bir acıklama istedi. Emîr Husrev şoyle dedi: "ZÂt-ı şÃ‚hÂnenizin memnuniyetsizliği, benim hayÂtımın tehlikeye girmesi demek olduğunu biliyorum. Yine hocamın memnuniyetsizliğinin, îmÂnımın tehlikeye duşmesi demek olduğunu da biliyorum. Emir Husrev'in bu cevÂbı, sultÂnın cok hoşuna gitti ve meselenin uzerine daha fazla gitmedi.

SultanCelÂleddîn Hilcî'yi oldurerek tahta cıkanAlÂeddîn Hilcî, din bilgisi az olmasına rağmen, zekî ve becerikli bir idÂreciydi. Saray erkÂnından bÂzıları, yeni sultÂnı NizÂmeddîn EvliyÂ'ya karşı yanlış yola sevk etmeye calıştılar. Onlar, sultÂna; "NizÂmeddîn EvliyÂ'nın tesiri hergun hızla artıyor. Boyle giderse, bir gun sizin makÂmınıza el koyar." dediler. Fakat, zekî ve akıllı SultÂn AlÂeddîn, acele karar vermeyi istemedi. Sultan, NizÂmeddîn EvliyÂ'ya; "Sultanlığımda halli îcÂbeden zor meseleler ortaya cıktığı zaman, zÂt-ı Âlinizle muşÃ‚vere etmek istiyorum." diye bir pusula yazdı. NizÂmeddîn EvliyÂ, bu pusulayı okuduğuna pişmÂn oldu ve cevap olarak şoyle yazdı: "Yolumuzun mukaddes an'aneleri sebebiyle ve boyle bir muşÃ‚vere, dînî vazifelerimin îfÂsını gucleştireceğinden, teklifinize rız gosterecek bir hÂli kendimde goremiyorum. Ne kendimi memleketin siyÂsî hÂdiselerine karıştırmak, ne de ilÂhî gÂyeye hizmetten başka bir şey yapmak istiyorum." Bu acık cevap, Sultan AlÂeddîn'i memnun etti ve zihnindeki butun yanlış anlama ve şupheleri yok etti. Bilakis, o buyuğe karşı icinde bir aşk ve bağlılık hÂsıl oldu.

SultÂn AlÂeddîn'in, NizÂmeddîn EvliyÂ'ya karşı beslediği sevginin cok arttığını goren Kara Beğ, sultÂna; "ZÂt-ı Âlileriniz, ona karşı bu kadar hurmet ve muhabbet beslediği hÂlde, henuz onunla goruşmemiş olmanız hayret vericidir." dedi. Buna karşılık sultÂn; "Ey KaraBeğ! Bizim işimiz sultanlıktır. Biz, baştan ayağa kadar gunÂha batmışız. Bu yuzden o buyukten utanıyorum. O buyuk zÂtla nasıl goruşebilirim?" dedi ve arkasından, oğulları Hızır HÂn ve ŞÃ‚di HÂn ile NizÂmeddîn EvliyÂ'ya iki yuz bin gumuş para gonderdi ve talebeliğe kabûl edilmesini ric etti. Bu muazzam para, fakirlere ve ihtiyac sÂhiplerine dağıtıldı. Sonra NizÂmeddîn EvliyÂ'nın huzûrunda bulunmak husûsunda ısrÂr edince, NizÂmeddîn EvliyÂ; "SultÂnın buraya gelmesine luzum yok. Ben devamlı onun muvaffakiyeti icin du ediyorum. Fakat buna rağmen hÂl buraya gelmekte ısrÂr ederse, bu fakirin evinde iki kapı vardır. Sultan birinden girerse, biz diğerinden cıkarız." buyurdu.

SultanAlÂeddîn'in yerine, kardeşlerini oldurerek gecen Kutbeddîn Hilcî, NizÂmeddîn EvliyÂ'ya aptalca bir kin beslemeye başladı. Bu kin, daha sonra acık bir duşmanlığa donuştu. O zaman NizÂmeddîn EvliyÂ'nın dergÂhında gunluk masraf; fakir, dul kadınlara, yetimlere ve muhtac kimselere verilen sadakalar hÂric, iki bin gumuştu. Bu durumu kıskanan bÂzı kişiler, sultÂna; "NizÂmeddîn EvliyÂ, bu sadaka olarak dağıttığı ve harcadığı servetini, onu sık sık ziyÂret eden şehzÂdelerden ve devletin resmî vazifelilerinden topluyor." diye şikÂyette bulundular. Ayrıca sultÂnı, herkesin NizÂmeddîn EvliyÂ'yı ziyÂret etmemesi icin bir emir cıkarmak uzere ikn ettiler. Bu durumu duyan NizÂmeddîn EvliyÂ, dergÂhındaki harcamalarını iki katına cıkardı ve buradan istifÂde edenlerin sayısı on binden, on altı bine yukseldi. Bu yuzden sultÂnın cıkardığı emrin bir zararı olmadı. Sultan bu durumu işittiği zaman; "Yanılmışım! Şeyh, Allah'tan destek alıyor." demekten kendini alamadı. Bu kerÂmete rağmen, sultÂnın, NizÂmeddîn EvliyÂ'ya duşmanlığı devÂm etti. Bir gun sultan, onu huzûruna cağırdı. Buna cevap olarak, NizÂmeddîn Evliy şoyle dedi: "Ben, sûfî bir kişiyim, dergÂhımdan dışarı cıkmam. Daha da onemlisi her sûfî silsilesinin kendine mahsus değişmeyen an'aneleri vardır. Bizim buyuklerimizden hicbiri saraya gitmemişler ve herhangi bir sultÂnın maiyetinde bulunmamışlardır. Bu bakımdan, sultÂnın arzusunu yerine getiremeyeceğim. Lutfen beni kendi hÂlime bırakınız."

Mağrur sultan, bu cevapla tatmin olmadı ve NizÂmeddîn EvliyÂ'nın her hafta iki def huzûruna gelmesi icin yeni emirler gonderdi. Bunun uzerine NizÂmeddîn EvliyÂ, sultÂnın hocası olan ZiyÂeddîn Rûmî'ye haber gondererek, talebesini, "Hicbir dînin, velîlere ve mÂsum talebelerine zulmedilmesine izin vermeyeceği." husûsunda îkÂz etmesini istedi. Fakat bu haber ZiyÂeddîn Rûmî'ye ulaşmadan, o vefÂt etti. Sultan, ZiyÂeddîn Rûmî'nin dergÂhında "FÂtiha" merÂsimi icin butun saray erkÂnı ile birlikte bulunuyordu. NizÂmeddîn Evliy da birkac talebesi ile bu merÂsime katıldı. DergÂha girer girmez, orada bulunanların hepsi, ona saygı gostermek icin ayağa kalktılar. NizÂmeddîn EvliyÂ, sultana selÂm verdiğinde, sultan selÂmı almadı. Kendisinden fazla NizÂmeddîn EvliyÂ'ya saygı gosterilmesine cok kızdı ve merÂsimden sonra bir karar alarak, bunu emir olarak NizÂmeddîn EvliyÂ'ya gonderdi. Bu emire gore; NizÂmeddîn EvliyÂ'nın da, diğer butun saray erkÂnı ve devlet gorevlileri gibi, her ayın ilk gunu, "SelÂm" icin sultÂnın dîvÂnında bulunması isteniyordu. Bu emir, NizÂmeddîn EvliyÂ'ya; Şeyh İmÂmuddîn Tûsî, Şeyh Vahideddîn Kondûzî, MevlÂn BurhÂneddîn ve başka Âlimlerden kurulu bir heyetle gonderildi. Onlar, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın huzûrunda, sultÂnın isteklerine rÂzı olarak bu ihtilÂfa son vermesini, bunun yapılmamasının, hem halk, hem de saltanat icin tehlikeli neticelere sebebiyet vereceğini, yalvararak istirhÂm ettiklerinde, NizÂmeddîn EvliyÂ; "Bakalım, Allahu teÂlÂnın bu iş icin izni ne olacak." diye cevap verdi ve onların yanından ayrılmalarını istedi. Heyet sultÂnın yanına donunce, ona; "NizÂmeddîn Evliy istenen tÂrihte huzûrda olacak." dediler. Fakat birkac gun sonra NizÂmeddîn Evliy talebelerinin yanında; "Once gelen buyuklerimizin Âdetlerine aykırı duşen hicbir şey yapmıyacağım. SelÂm alayına katılmayacağım." dedi. Bu durum gerginliği artırdı ve talebeleri de dehşete duşurdu. Kısa goruşlu sultan, buyuklerin maneviyÂt gucunun ve onların duÂsının red olunmayacağının farkında değildi. HÂlbuki NizÂmeddîn EvliyÂ, hakîkatin yanında olduğundan emindi.Hakîkat, ama bugun, ama daha sonra dunyÂnın gecici ustunluklerine karşı şerefli bir şekilde gÂlib gelecekti. Bu sebebten o, inanc ve sadÂkatiyle tam bir sukûnet ve huzur icerisindeydi. Ayın yirmi dokuzuncu gecesi, mağrur SultanKutbeddîn, sarayında uyurken en guvenilir adamlarından olanHusrev HÂn tarafından başı kesilerek olduruldu. FÂrisi beyt tercemesi:

Zavallı korkak kedi nicin yerinde oturmuyorsun.
Gucunu aslana karşı deneyip cezÂya lÂyık oluyorsun.

Kutbeddîn Hilcî'nin yerine gecen Husrev HÂnın omru cok kısa oldu. Hazînede bulunan paraları ulem ve dervişlere dağıttı. NizÂmeddîn EvliyÂ'ya da beş yuz bin gumuş para gonderdi. Her zaman olduğu gibi, o buyuk zÂt, butun bu parayı fakirlere dağıttı. Multan vÂlisi GıyÂseddîn Tuğlak, sultanın oldurulmesinden sonra hemen ordusuylaDehli'ye gelerek, Husrev HÂnı oldurup sultan oldu. GıyÂseddîn Tuğlak, hazîneye bakıp hicbir şey olmadığını gorunce, daha onceki sultanın dağıttığı butun paraları geri istedi. Herkes paraları sultÂna gonderdi.SÂdece NizÂmeddîn EvliyÂ, kendisine gonderilen paraları, yeni sultÂna vermedi ve buyurdu ki: "O paralar, Allahu teÂlÂnın malıydı. Allahu teÂl yolunda gitti." Bu cevap sultÂnın hoşuna gitmedi ve geri alma yollarını araştırdı.

NizÂmeddîn EvliyÂ'nın buyukluğunu kıskanan, SultÂn Kutbeddîn'in acı sonundan mesûl olan saray erkÂnı, bir kere daha Sultan GıyÂseddîn Tuğlak'ı o buyuğe karşı kışkırtarak, eski yaptıklarını denediler. Ona olmayacak şeyleri soylediler. SultÂna bağlı Âlimler ile NizÂmeddîn Evliy arasında munÂzara olması kararlaştırıldı. Yapılan munÂzarada NizÂmeddîn EvliyÂ'nın naklettiği hadîs-i şerîfleri diğer Âlimler kabûl etmedi. Bir kırgınlık oldu. DergÂhına geri donen NizÂmeddîn EvliyÂ, uzgun bir şekilde talebelerine şoyle dedi: "Dehli Âlimlerinin ve saray adamlarının, ici, bize karşı kıskanclık ve duşmanlıkla kaynıyor. MunÂzarada bana karşı acıkca saldırmalarından bu anlaşılıyor. Ayrıca onlar, yuce Peygamberimizin hadîs-i şerîflerini dinlemeyi de reddettiler. Bunun gibi îtirÂzı gayri kÂbil olan şeylerle munÂkaşa etmeye, ancak Peygamber efendimizin hadîsine inanmıyanlar cesÂret edebilirler. SultÂnın yanında bunlar, hadîslerin en sahîhini bile kabûl etmeyi reddederek mağrûr bir ed ile konuştular. Resûl-i ekremin sahîh hadîslerini kabûl etmeyen bir Âlimi ne gormuş, ne de duymuştum. İcinde, boyle mağrûrÂne ve yanlış yollara surukleyen munÂzaraların yapıldığı şehir, nasıl parlak vaziyette kalabilir? Onun tuğlaları bir gun yıkılıp birbirine carparsa şaşmamak gerekir. Sultan ve ona bağlı Âlimler, hakkı soylemeyen kÂdılar, bu şekilde Peygamber efendimizin hadîsine gore hareket etmeyecekleri işitildikten sonra, alelÂde halk, Allah ve Peygambere olan îmÂnlarını nasıl sağlam bir şekilde muhÂfaza edebilir? Bu şekildeki Âlim ve dînî liderlerindeki inanc noksanlığı sebebiyle, Allahu teÂlÂnın cezÂsının; kıtlık, salgın hastalık ve surgun şeklinde bu şehre gelmesinden korkarım." Bir sure sonra, Dehli'de buyuk bir kıtlık oldu. Arkasından, salgın hastalık yayıldı. Halk cok zorluk cekti. Sultan ve yardakcılarının hepsi, bu hastalık ve kıtlıkta olduler.

NizÂmeddîn EvliyÂ, otuz sene devamlı mucÂhede yaptı. Omru boyunca oruc tuttu. Gunde yaklaşık iki yuz, uc yuz rekat namaz kılardı. Her gun sabah namazından sonra, talebelerine vÂz ve nasîhatte bulunurdu. Oğle namazından sonra, kısa bir sure sunnet olan kaylûle yapardı. Kaylûleden sonra, ikinci def bir meclis kurulurdu. Bu mecliste tÂliblere en nÂzik ve ince dînî meseleleri acıklar ve en sahîh dînî kitaplardan nakiller yapardı.NizÂmeddîn EvliyÂ'nın ifÂde tarzı cok tatlı idi ve gonulleri cezbederdi. İkindi namazı ile akşam namazı arasında kısa bir sure dinlenirdi. Akşam namazından sonra iftar ederdi.Yatsı namazından sonra odasına cekilirdi. Bundan sonra yanına ancak talebesi Emîr Husrev girebilirdi. Onun ayrılmasından sonra,odasının kapısını kapatır, gecenin geri kalan butun zamÂnındaAllahu teÂlÂya ibÂdet ederdi. Sahur vakti, hizmetleri goren talebesi iceriye biraz yiyecek getirirdi. O, yemekten birkac lokma aldıktan sonra, bu yemeğin fakirlere dağıtılmasını emrederdi.

NizÂmeddîn EvliyÂ, genelde bir parca arpa ekmeği ile, biraz sebze corbası yerlerdi. BÂzan cok mikdarda pirinc pilavı da alırlardı. Yemeklerini hazır olanlarla birlikte yerler, kendileri cok az yemelerine rağmen, ÂdÂb-ı muÂşerete riÂyet ve diğerlerine refÂkat etmek icin, yemeye devÂm ediyormuş gibi gorunurlerdi. Boylece, sofrada bulunanlar yemeğe devÂm ederlerdi. Yemek yerken, sık sık fakirlerin hÂlini duşunur ve onların durumuna ağlamaya başlardı. Onun mutfağında, fakir, zengin, herkes icin lezzetli yemeklerin her ceşidi hazırlanırdı. Fakat kendisi asl bunlardan yemezdi. Akşam namazından sonra talebelerinden bÂzıları, her gun ona ceşitli yiyecekler gonderirlerdi. Fakat NizÂmeddîn EvliyÂ, bunların hepsini fakirlere dağıttırırdı.

NizÂmeddîn EvliyÂ'nın hayırseverliği cok ve mukemmeldi. Bu da hocasının duÂsı bereketiyle idi. Hocası Ferîdeddîn-i Genc-i Şeker, bir gun NizÂmeddîn EvliyÂ'ya şoyle du etmişti: "Ey NizÂmeddîn! Bugun sevdiğimiz sebze yemeğini cok guzel pişirmişsin. Tuzu da uygun olmuş. Allahu teÂlÂ, dergÂhında cok tuz harcamaya seni muvaffak kılsın." Allahu teÂlÂnın ihsÂnıyla ve bu duÂnın bereketiyle, tenceresi devÂmlı kaynadı ve binlerce fakir, hergun onun mutfağından yemek yedi. Kendisine gelen butun hediyeleri, hergun guneş batmadan once muhakkak fakirlere dağıtırdı. Cuma namazına gitmeden once, NizÂmeddîn EvliyÂ, dergÂhın ve mutfağın her koşesine, hic bir şeyin kalmadığı ve hepsinin sadaka olarak verildiğinden emin olmak icin bakardı. Yolcular, misÂfirler ve onun dergÂhına gelen her ceşit insan, tam bir misÂfirperverlikle karşılanır ve ihtiyacları giderilirdi.

NizÂmeddîn Evliy hazretleri, dergÂhında yapılan sohbet meclislerinden sonra, fakirlere dağıtılmak uzere, şehre yiyecek ve para gonderirdi.

Bir gun Kıyaspur koyunde yangın cıktı. Evlerin yandığını goren NizÂmeddîn EvliyÂ, dayanamayarak ağladı.Yangın sonduruldukten sonra, talebelerine; "Gidin yanan butun evleri sayın. Her eve iki tepsi yemek, iki testi su ve iki gumuş dağıtın ve kayıplarından dolayı duydukları acılarını teselli edin." dedi.

Bir tuccar, Multan yakınlarında eşkıyÂlar tarafından soyuldu. Bu tuccar, BehÂeddîn Zekeriyy Suhreverdî'nin oğlu Sadreddîn'in tavsiyesi uzerine, yardım istemek icin NizÂmeddîn EvliyÂ'nın dergÂhına geldi. Durumunu anlattı. NizÂmeddîn Evliy talebelerine, sabahtan kuşluk vaktine kadar gelen hediyelerin hepsinin tuccara verilmesini soyledi. O gun, o muddet zarfında 12.000 gumuş para geldi ve hepsi tuccara verildi.

Bir gun NizÂmeddîn EvliyÂ, akşam namazından sonra, tam orucunu acacağı sırada bir derviş geldi. NizÂmeddîn EvliyÂ'nın onunde serili sofra bezi uzerinde birkac kuru ekmek parcası vardı. ZîrÂ, o gun onlardan başka yiyecek olarak bir şey yoktu. Fakat gelen derviş, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın orucunu acıp, yemeğini yediğini ve şu anda da gorduğu kuru ekmeklerin kaldığını zannetti. Kotu bir şey duşunmeden, butun bu ekmek parcalarını toplayıp gitti. NizÂmeddîn EvliyÂ, sÂdece gulumsedi ve kendi kendine: "HÂl Allahu teÂlÂya bağlılığımızda bÂzı ciddî kusûrlarımız var. Bu eksiklerin giderilmesi icin bizim biraz daha ac kalmamız isteniyor." buyurdu.

NizÂmeddîn EvliyÂ, cok kanÂatkÂr idi. SultÂnlardan veya şehzÂdelerden biri hediye gonderdiği zaman; "Ah! Bunlar, bu fakîri harÂb etmek istiyorlar." derdi.Bir defÂsında, ona bağlı olan devlet erkÂnından bir kişi, ona iki bahce, bir mikdÂr arÂzi ve başka şeyler vermek istedi. Fakat o, tebessum ederek; "Eğer bunları kabûl etsem, halk; "NizÂmeddîn Evliy bahcelerine gidiyor ve orada eğleniyor." diyecek. Hayır, bu bana yakışmaz. Bizim yolumuzun buyukleri, bole şeyleri asl kabûl etmediler. Ben onların Âdetlerine sarılmalıyım." dedi.

NizÂmeddîn EvliyÂnın sabrı ve affetmesi coktu. Bir gun dergÂhına bir fakir geldi. Hicbir sebep yok iken, kustahca onu kotulemeye başladı. O buyuk velî, butun bu sacma sozleri sadece sabırla dinledi. Ayrıca, o fakir ne istiyorsa, hepsini verdi. Fakir dergÂhtan ayrıldıktan sonra, NizÂmeddîn Evliy orada bulunanlara; "Bizi sevenlerin coğu, hediye ile geliyor. Bizi kotulemek uzere gelecek olan birkac kişi de bulunmalı. Birisi gelip bizi kotulerse, biz ona, dunyÂda olduğumuz surece yanlış işler yapabileceğimizi ve kotulemeye mÂrûz kalabileceğimizi soyleriz" buyurdu.

Bir gun meclisine gelenlerden bÂzıları NizÂmeddîn EvliyÂ'ya; "Halktan bÂzı kimseler, sizin hakkınızda o kadar kotu konuşuyorlar ki, bunları dinlemeye tahammul edemiyoruz." dediler. NizÂmeddîn Evliy onlara; "Bizim hakkımızda konuşanları affediyoruz. Sizin onlarla munÂkaşa etmenize gerek yok." dedi.

NizÂmeddîn EvliyÂ, kendisine duşmanlık besleyenlere karşı da cok sabırlıydı. İnsanlara, duşmanlarına karşı sevgi ve sabırla muÂmele etmeyi oğretiyordu. Kıyaspur'da yaşıyan ve sebepsiz yere NizÂmeddîn EvliyÂ'ya karşı kin besleyen ve dÂim ona bir zarar vermeye calışan, Şaşu isminde birisi vardı.NizÂmeddîn EvliyÂ, Şaşu'nun olumunu işitince, defninden sonra bir kenarda iki rekat namaz kıldı ve onun eski hÂlini affederek, kurtuluşu icin du etti.

NizÂmeddîn EvliyÂ, talebelerini cok severdi. Talebesi Emîr Husrev'e karşı olan muhabbeti cok meşhûrdur. Talebelerini cok sevmesine rağmen, disiplini cok sıkı idi. Bir defÂsında en iyi talebelerinden olan HÂce BurhÂneddîn Garîb, katlanmış bir battaniye uzerinde oturarak rahat olmaya calıştığından, dergÂhtan cıkarıldı. NizÂmeddîn EvliyÂ, onun bu işi, nefsinin arzusunu yerine getirmek icin yaptığını duşunmuştu. Uzun bir sure sonra BurhÂneddîn Garîb, NizÂmeddîn Evliy tarafından affedilerek tekrar dergÂha kabûl edildi.

HÂceMueyyededdîn Kereh, SultÂn AlÂeddîn Hilcî şehzÂde iken, onun cok sevdiği bir kişiydi. Bu zÂt, sonra makÂmını terk ederek, NizÂmeddîn EvliyÂ'ya talebe oldu. AlÂeddîn Hilcî sultÂn olunca, NizÂmeddîn EvliyÂ'ya bir elci gondererek, HÂceMueyyededdîn'in saltanat hizmetine verilmesi icin izin istedi. NizÂmeddîn EvliyÂ; "HÂce'nin başka onemli bir işi var. Onu bitirmeye calışıyor." diye cevap verdi. Bu cevaptan hoşlanmıyan sultÂnın elcisi; "Efendim! Siz herkesi kendinize benzetmek istiyorsunuz." dedi. Bunun uzerine NizÂmeddîn EvliyÂ; "SÂdece benim gibi değil, benden de iyi olmasını istiyorum." diye cevap verdi. SultÂn bu cevÂbı işitince, bir şey soylemedi ve konuyu kapattı.

HÂce Şemseddîn, sarayda onemli bir mevkıde idi. Daha sonra bu gorevinden istif ederek, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın talebesi oldu. O buyuk velînin mubÂrek sozlerini derleme vazifesini uzerine aldı. HÂceŞemseddîn bir gun hocasından, seyyahlar ve misÂfirler icin bir ev inşÃ‚ etmeye izin istedi. NizÂmeddîn Evliy ona; "Ey MevlÂn Şemseddîn! O iş, once bıraktığın iş kadar değersizdir." buyurdu.

NizÂmeddîn EvliyÂ'nın talebeleri arasında, kelÂm ilminde buyuk bir une sÂhip KÂdı Muhyiddîn KÂşÃ‚nî isminde bir zÂt vardı. NizÂmeddîn EvliyÂ, bu talebesini de cok severdi. KÂdı Muhyiddîn, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın talebesi olunca, hocasının huzûrunda, bir yerin gelirinin kendisine verildiğini gosteren fermÂnı yırttı ve bir sûfî olarak fakirlik hayÂtına kendini uydurdu. KÂdıMuhyiddîn, mÂnevî terbiyesini tamamladıktan sonra, NizÂmeddîn Evliy ona, şu yazılı emirle birlikte hilÂfet verdi: "DunyÂyı terk edeceksin ve ona meyletmeyeceksin. Sultandan herhangi bir koyun gelirini veya maaş kabûl etmeyeceksin. Sana bir misÂfir gelip de, ona ikrÂm edeceğin bir şey bulunmayabilir. Bu durumu Allahu teÂlÂnın bir teveccuhu olarak kabûl edeceksin. Uymanı istediğim bu emirlere riÂyet ettiğin takdirde benim halîfemsin." Hocasının yanından ayrıldıktan sonra, KÂdıMuhyiddîn KÂşÃ‚nî cok sıkıntılı gunler gecirmek zorunda kaldı. Kendisi ve cocukları gunlerce ac kaldı. Bu kotu durumu, birisi SultÂn AlÂeddîn'e haber verdi. SultÂn, bir koyun geliri ile birlikte, başhÂkimliği teklif eden bir ferman gonderdi. KÂdı Muhyiddîn, bu fermÂnı alınca hemen hocasının huzûruna gelip, durumu bildirdi. NizÂmeddîn Evliy bu duruma uzuldu ve; "Once senin aklına bu geldi ki, sultÂn boyle bir ferman gonderdi." dedi ve bundan sonra teveccuhunu KÂdı Muhyiddîn'den cekti. Bir yıl sureyle bu hÂl uzere yaşıyan KÂdı Muhyiddîn, daha sonra hocası tarafından affedilerek teveccuhe mazhar oldu.

NizÂmeddîn EvliyÂ, talebelerinden Kutbeddîn Munevver veNasîreddîn Mahmûd Cirağ'a aynı gun hilÂfet verdi. Birincisine hilÂfetnÂme'yi verdikten sonra, cÂmide iki rekat şukur namazı kılmasını istedi. O namaz kılarken, NizÂmeddîn EvliyÂ, halîfesi olarak tÂyin ettiğini gosteren bir hırkayı Nasîreddîn Mahmûd'a giydirdi. Sonra Kutbeddîn Munevver'i cağırttı ve Nasîreddîn Mahmûd'un hırkasını tebrik etmesini istedi. Daha sonra da, Nasîreddîn Mahmûd'dan, Kutbeddîn Munevver'in hilÂfetnÂmesini tebrik etmesini istedi. İki mumtaz halîfesinin karşılıklı tebrikleşmesinden sonra, NizÂmeddîn Evliy her ikisinin birbirlerini kucaklamalarını istedi. Onlar kucaklaşırken; "Her ikiniz kardeşsiniz. Halîfeliğimin size ihsÂn edilmesinde asl bir fark duşunmeyin." buyurdu. Bu sebepten her ikisi, butun hayatları boyunca aralarında kurdukları samîmî munÂsebeti devÂm ettirdiler.

İlÂhî kÂnunun îcÂbı olarak, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın, Allahu teÂl ve insanlığa hizmet yolundaki parlak vazifesi, bu dunyÂda sona erdi.Yuksek hocaları gibi, NizÂmeddîn Evliy da Resûl-i ekreme karşı dayanılmaz bir aşk ve muhabbet ile yanıyordu. VefÂtından bir muddet once, ruyÂsında Resûl-i ekrem ona; "NizÂm, seni bekliyorum" buyurmuşlardı. O gunden sonra, NizÂmeddîn Evliy hayÂtının son yolculuğunu dort gozle beklemeye başladı. VefÂtından kırk gun once, yemekten tamÂmen kesildi ve bir şeyler yemesini istediklerinde; "Resûlullah efendimiz ile buluşmayı isteyen bir kimse, yemeğin lezzetini nasıl bulabilir?" buyurdu. Durumu ağırlaştığında ve ilÂc alması icin kendisine istirhÂm edildiğinde, Emîr Husrev'in şu beytini okudu:

Aşk derdiyle yanan hastaya, sevgiyle,
Kavuşmaktan başka bir şey fayda vermez.

Hayırseverlik ve takvÂ, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın hayÂtının derinliklerinde kok salmıştı.Zîr kendisi, cocukluğunda ve gencliğinde, fakirlik ve mahrûmiyetin en acılarını tatmıştı. Bu sebeple o, Hindistan'ın fukarÂsının refÂhı icin yaşadı ve bu yolda vefÂt etti. VefÂtından bir gun once, husûsî hizmetlerini goren İkbÂl'e, dergÂhında ve erzak deposunda ne varsa, hepsini fakirlere dağıtmasını emretti ve boylece; "Allahu teÂlÂnın huzûrunda hesap vermekten kurtulayım." buyurdu.Talebelerden birisi, dergÂhta kalanlar icin biraz yemeklik bırakmıştı. Bunu işittiklerinde; "Lutfen fakirler her şeyi alsın ve siz de erzak deposunun zeminini silin." buyurdu. Bu emir, aynen yerine getirildi.

1325 (H.725) senesinde vefÂtından az once, husûsî deri cantasından talebelerine ceşitli hediyeler dağıttı ve hakîkati anlatmak icinHindistan'ın butun koşelerine gitmelerini emretti. Altı yuz seneden beri Ceştiyye yolunun buyuklerinden gelip, hocası tarafından kendisine verilen mukaddes emÂnetleri, Dehlili HÂce Nasîreddîn Mahmûd Cirağ'a vererek; "Dehli'de otur ve insanların cefÂsına katlan." buyurdu. Bundan sonra, sabah namazını kıldılar. Guneş ufuktan yukselirken, bu buyuk velî ve mÂn guneşi, Hakk'ın rahmetine kavuştu. Omru boyunca yanında bulunan talebeleri, halîfeleri, arkadaşları, sayıları yuz binlere varan bağlıları ve altmış sene onun emsÂlsiz misÂfirperverliğini gormuş binlerce fakir halk, kedere boğuldu. Multanlı HÂce BehÂeddîn Zekeriyy Suhreverdî'nin torunu Şeyh Ebu'l-Fettah Rukneddîn, onun cenÂze hizmetlerini gormekle şereflendi. Sultan Muhammed Tuğlak, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın mezarı uzerine buyuk bir turbe inşÃ‚ ettirdi.

NizÂmeddîn EvliyÂ'nın mubÂrek sozlerini ihtiv eden beş onemli eseri vardır. Bunlar: FevÂid-ul-FevÂd, EfdÂl-ul-FevÂd, RÂhat-ul-MukÂbin, Siyer-ul-EvliyÂ, Mıknatıs-ul-Vahdet'tir. Bunlardan FevÂid-ul-FevÂd, HÂce Hasan Sencerî tarafından hazırlanmıştır. Sencerî, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın BedÂyun'da cocukluktan arkadaşı idi. 73 yaşında iken, NizÂmeddîn Evliy tarafından bu yola cekilmiştir. Bu durum şoyle anlatılır: "Bir gun NizÂmeddîn EvliyÂ, bÂzı talebeleriyle berÂber HÂce Kutbeddîn BahtiyÂr KÂkî'nin turbesini ziyÂretten donuyorlardı. Yolda bÂzı turbelerin yanında FÂtiha okumak uzere durdular. O sırada cocukluk arkadaşı Hasan Sencerî'yi cok neşeli bir hÂlde gordu. Sencerî, NizÂmeddîn EvliyÂ'yı ve yanındakileri gorunce, şu FÂrisî şiir tercumesini alaylı bir şekilde okudu: "Yıllarca berÂber bulunduk, fakat senin sohbetinin bir faydası olmadı. Senin acıman benim gunahkÂr hayÂtımı duzeltmedi. O hÂlde, benim gunahkÂr hayÂtım, senin acımandan daha kuvvetlidir."NizÂmeddîn Evliy gulerek; "Hasan, insanın sohbetinin ve arkadaşlığının netice vermesi de zaman ister. Sohbetin etkisi, insandan insana değişir" dedi. Bu sÂde ve doğru sozler, Hasan Sencerî'nin kalbine ok gibi işledi. O neşeli ve alaycı hÂli birden kayboldu ve cocuk gibi ağlamaya başladı. Buyuk velînin onune coktu, gecmiş kotu hayÂtı icin tovbe etti ve onun sÂdık bir talebesi oldu. 1301 senesinden 1319 senesine kadar hocasından duyduklarını kaydederek bir kitap yazdı ve bu kitaba FevÂid-ul-FevÂd ismini verdi."

NizÂmeddîn Evliy hazretleri buyurdu ki:

"İnsanın îmÂnı, dunyÂya ve onun altınlarına bir deve pisliğinden fazla değer vermediği ve Allahu teÂlÂdan başka hicbir şeye guvenmediğinde ancak tamam olur. Kendine Allah Âşığı diyen bir kimse, dunyÂyı sever ve onu sevenlerle arkadaşlık yaparsa, o bir yalancı ve munÂfıktır."

"Bir talebe icin, Allahu teÂlÂya bağlılığın şu altı esÂsı vardır: 1) Nefsini yenmek icin insanlardan uzak kalmalıdır. 2) Her zaman temiz ve abdestli olmalıdır. 3) Her gun oruc tutmaya calışmalı, yapamıyorsa az yemelidir. 4) Allahu teÂlÂdan başka her şeyden uzaklaşmaya calışmalıdır. 5) Hocasına sÂdık ve itÂatkÂr olmalıdır. 6) Allahu teÂlÂyı ve hakîkati her şeyden ustun tutmalıdır."

"Bir talebe, şu dort şeyden sakınmalıdır: 1) Duny ehli ve ozellikle zenginlerle goruşmekten, 2) Zikirden başka bir şeyden bahsetmekten, 3) Allahu teÂlÂdan başka bir şeye sevgi beslemekten, 4) Allahu teÂlÂdan başka butun dunyevî şeylere kalbi bağlamaktan."

"Kalb kırmak, Allahu teÂlÂnın lutfunu incitmektir. Neye uğrarsa uğrasın, sÂlih kimse, asl kimseye kotu soylememeli ve lÂnet etmemelidir. İnsanların kabahatlerini acıklamamalıdır."

"Komşunuz borc isterse verin. Başka şeye ihtiyac duyarsa, verin. Hastalık ve felÂkete uğradığında, sizin guler yuzunuze ihtiyÂcı var ise ona guleryuz gosterin. VefÂt edince, cenÂzesine katılın ve kurtulması icin du edin."

BAŞKA ZAFERLER DE SİZİ BEKLİYOR

SultanAlÂeddîn, bir gun ordusunu guney bolgesine sefere gondermişti. Bir sure bu sefer hakkında hic haber alamadı ve endişeye kapıldı. NizÂmeddîn EvliyÂ'nın talebelerinden olan bÂzı komutanları ona gondererek, şu mesajı yolladı: "Sizin, İslÂma sevgi ve saygınız bizden cok fazladır. Eğer mÂnevî gozunuzle, guneydeki seferin durumu ve sefer haberlerini oğrenip bize bildirirseniz, bizi cok sevindirmiş olacaksınız. Cunku durumdan cok endişeliyim."CevÂb olarak NizÂmeddîn Evliy buyurdu ki: "Bu zaferden hÂric, başka zaferler de sizi bekliyor." Buyurdukları gibi, bir sure sonra ordu zafer haberi ileDehli'ye geldi.Sultan, şukrÂn ifÂdesi olarak, KaraBeğ ile NizÂmeddîn EvliyÂ'ya beş yuz altın gonderdi.KaraBeğ bu para ile dergÂha vardığı sırada, dergahta bulunan Horasanlı bir derviş; "Hediye muşterek." diye seslendi. Bunun uzerine NizÂmeddîn EvliyÂ; "Yalnız bir kişi alırsa daha guzel olur." diyerek, o beş yuz altını ona verdi.

HAYAT DUSTURLARI

NizÂmeddîn EvliyÂ, hayÂtı boyunca her gun, hocasının şu emirlerine uyarak yaşadı: "1- DÂim kendini mucÂhede ile meşgûl eyle. Boş kalmak, şeytana calışma alanı acar. 2- bizim yolumuzda oruc tutmak, muvaffakiyetin yarısıdır. Geriye kalan diğer yarısı da; namaz kılmak ve hacca gitme ile kazanılır. 3- Kendini ve talebeni terbiye et. 4- Butun gunahlardan kacın. 5- Başkalarını duzeltmeden once, mumkun olan butun gayretini, kendi hatÂlarını duzeltmeye sarfet. 6- Benden ne duymuş isen, onu hatırla ve her tarafa yay. 7- İnzivÂya cekileceksen, onu namazın cemÂatle kılındığı cÂmide yap. 8- Nefsini istemez hÂle getir. DunyÂyı yok ve ehemmiyetsiz olarak duşun. 9- Hırstan ve butun duny arzularından vazgec. 10- Senin yalnızlığın veya inzivÂn, seni Allah'a bağlılıkla meşgûl etmelidir. Eğer boyle bir inzivÂdan ve mucÂhedelerden yorgun duşmuş isen, daha kucuklerini yap. 11- Eğer nefsinle bir meselen olursa, onu uyku ile memnun et. 12- Sana kim gelirse, ihsÂn ve inÂyetini, teveccuh ve keremini onun ustune yağdır."

İHTİYÂCIM YOK

SultÂn CelÂleddîn, NizÂmeddîn EvliyÂ'nın Dehli'deki ilk zamanlarında, aşırı derecede fakru zarûret icinde olduğunu oğrenince, ona bÂzı hediyeler gonderdi ve bir koyun gelirinin ona bağışlanmasına izin verip vermeyeceğini araştırdı. Fakat o, sultÂnın teklifini kabûl etmeyerek; "Benim koye ihtiyÂcım yok. Ben ve benimle olanlar, Allahu teÂlÂya guveniriz. O, bizim ihtiyÂclarımızı gozetir." buyurdu. Talebelerinden bÂzıları bunu işitince; "Efendim! Siz gunlerce aclığa ve susuzluğa katlanabilirsiniz. Fakat, yiyeceksiz bizim hÂlimiz korkunctur. Eğer sultÂnın teklifi kabûl edilseydi, vucut ve rûhumuzu birlikte muhÂfaza etmemize faydası olacaktı." dediler. Fakat o, talebelerinin sozlerini dikkate almadı ve hepsi onu terketseler bile, kendisi yalnız olarak bu yola devÂm etmeğe karar verdi. SultÂnın bu teklifi hakkında diğer sûfîler ile istişÃ‚re ettiği zaman, onlar hep bir ağızdan; "Eğer sultÂnın teklifini kabûl etseydin, senin dergÂhında su bile icmezdik." dediler. NizÂmeddîn EvliyÂ, onların bu konudaki hassÂsiyetlerini tebrik ederek; "CenÂb-ı Hakk'a şukurler olsun. Sizin gibi, prensiplerimize bağlılıkta bana yardımcı olan arkadaşların olduğunu gormek, beni mesûd ediyor." dedi.

TAŞ KALBLİ İNSANLAR

NizÂmeddîn EvliyÂ, dÂimî sûrette Allahu teÂlÂya bağlılığı yanında, insanlara karşı olan vazifesini de asl unutmadı. Bir gun Şeyh Bedreddîn SemerkÂndî'nin meclisinde, bir zÂt alay edercesine; "NizÂmeddîn Evliy bu kadar zenginliğini sadaka olarak dağıtıyor. ZîrÂ, Âile ve coluk-cocuk endişesi ve mesûliyeti yok." dedi. Bunu işiten Şeyh Şerîfeddîn, bu sozun acıklanmasını istemek duşuncesiyle NizÂmeddîn EvliyÂ'ya geldi. Fakat o daha birşey soylemeden, o buyuk velî kendiliğinden şu acıklamayı yaptı: "Ey Şerîfeddîn! Benim cektiğim endişe ve ızdırÂbı belki de hic bir kimse cekmiyor. Birisi bana endişe ve ızdırÂbını soylediği zaman, muhakkak sûrette, ondan daha fazla acı cekiyorum. Bu durumu anlatamam. Arkadaşlarının acılarını gorup de onların bicÂre hÂline bir Âh bile etmeyenler taş kalbli insanlardır. Onların bu hÂllerine cok şaşıyorum." Acı ceken insanların keder ve uzuntulerine boyle icten alÂka gosteren bu buyuk velînin, diğer insanların ızdırapları karşısında nasıl bir kalb taşıdığı duşunulmelidir. Her gun tuttuğu orucunu acarken bile, hicbir şey yemezdi.SÂdece getirilen yemeğin tadına bakardı.Hatt sahurda hicbir şey yemezdi. Bir gun, hizmetlerini goren talebesi; "Efendim! Bu kadar az yemeği bile yemezseniz, zÂfiyet size galebe calabilir" dediğinde, NizÂmeddîn Evliy goz yaşlarını tutamadan; "Bircok fakir ve muhtac insan, şu anda cÂmi koşelerinde veya mutevÂzî evlerinin koşelerinde yiyecek bulamadan ac uyuyorlar. Bu lokma, kolaylıkla benim boğazımdan nasıl gecebilir?" dedi. Gunumuzde torunlarının nezaretinde dergÂhından her gun binlerce fakire yemek verilmektedir. Garip ve fakirlerin sığınağı olan dergÂhın belli geliri yoktur. CenÂb-ı Hakk'ın ihsÂnı ile kazanlar kaynamaktadır.

1) Siyer-ul-EvliyÂ; s.100, 151, 551
2) AhbÂr-ul-AhyÂr; s.60
3) FevÂid-ul-FuÂt; s.28, 75, 149
4) NizÂm-ı Ta'lim; c.2, s.94, 150
5) CevÂmi-ul-Kelîm; s.296
6) Saviours of İslamic Spirit; c.2, s.145
7) The Big Five of India in Sufism; s.138
8) Tam İlmihÂl SeÂdet-iEbediyye; (49. Baskı) s.1130
9) NefehÂt-ul-Uns; s.583
10) Hadrat-i Mahbûb-iİlÂhî (Huseyin Dehlev&#238
11) İslÂm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.10, s.348
__________________