Muhammed Ma'sûm hazretleri doğduğu zaman babası; "MuhammedMa'sûm'un dunyÂya gelişi, bizim icin cok bereketli ve pek mubÂrek oldu. Onun doğmasından bir kac ay sonra yuksek hocamın (MuhammedBÂkî-billah'ın) huzûruna kavuştum, ona talebe oldum. Gorduklerimi orada gordum." buyurmuştur. Daha uc yaşında iken, tevhîd kelimesini soylerdi. Kur'Ân-ı kerîmi kısa surede ezberledi. İlim tahsîl ettiği sırada, on bir yaşında iken, zikr ve murÂkabe yolunu babasından aldı. İmÂm-ıRabbÂnî hazretleri onun hakkında; "MuhammedMa'sûm'un gunden gune Ân-be-Ân bizim nisbetimizi elde etme hÂli; dedesinin yazdığı VikÂye kitabını, o yazdıkca arkasından ezberleyen Şerh-i MevÂkıf sÂhibinin hÂline benzer." buyurdu. Babası İmÂm-ı RabbÂnî hazretleri yine onun icin; "Bu oğlum, sÂbikûndan (bu ummetin buyuklerinden) dir." buyurdu.
O daha kucuk iken, babası onda tam bir olgunluk ve irşÃ‚d eserleri gordu. İstidÂdının yuksekliğini anlayınca teveccuh ve nazarları ile ona yonelip, istidÂdının altında gizli kemÂlÂtın acığa cıkmasını bekledi. Buyurdu ki: "HÂl, ilimden sonra olduğu icin, ilim okumaktan başka cÂre yoktur." Bu sebeple oğluna aklî ve naklî ilimleri okutmağa başladı. En zor ve en derin kitapları satır satır, yaprak yaprak okumasını emretti. Boylece Muhammed Ma'sûm hazretleri, ilim tahsîline başladı. İmÂm-ı RabbÂnî hazretleri ona; "İlim tahsîlini cabuk bitir ki, seninle buyuk işlerimiz vardır." buyururdu. Daha on dort yaşında iken babasına; "Ben kendimde oyle bir nûr goruyorum ki, butun Âlem guneş gibi ondan aydınlanmaktadır. Eğer o nûr sonerse duny karanlık, zulmetli olur." diye arzedince, babası; "Sen zamÂnının kutbu olursun." buyurarak mujde verdi. Nitekim daha sonra bunu kendisi şoyle belirtmiştir: "Allahu teÂlÂya hamdu senÂlar olsun. VÂd edilen ele gecti. Babamın mujdelediklerine kavuştum."
Muhammed Ma'sûm, ilminin coğunu babasının huzûrunda oğrendi. Bu tahsîli sırasında İmÂm-ı RabbÂnî hazretleri bir mektubunda onun hakkında şoyle yazmıştır: "Bu gunlerde oğlum Muhammed Ma'sûm, Şerh-i MevÂkıf'ı bitirdi. Bu aradaYunan felsefecilerinin kusur ve hatÂlarını iyi anladı. Nice faydalara kavuştu. Allahu teÂlÂya bu ihsÂnından dolayı hamd ve senÂlar olsun." İlminin bir kısmını da buyuk ağabeyi Muhammed SÂdık'tan ve babasının halîfelerinden olan buyuk Âlim MuhammedTÂhir-i LÂhorî'den oğrendi. Ayrıca başka Âlimlerden de ilim oğrendi. Hadîs ilminde babasından icÂzet, diploma aldı.
On altı yaşında iken, butun ilimlerin tahsîlini bitirdi. Bundan sonra tamÂmen tasavvufa yonelip, babasının feyzlerine, ustun makamlara, buyuk derecelere ve yuksek kemÂlÂta kavuştu. Kendinden once yaşayan buyuk velîlerin bir omur harcayarak elde ettiklerini, o daha cocukluğunda elde etti. Bu durumu kendisi şoyle ifÂde etmiştir: "Bu fakîr, (yÂni Muhammed Ma'sûm) o esrar denizlerinin dalgıcı oldum. O yuksek efendim (İmÂm-ı RabbÂnî

Muhammed Ma'sûm, mubÂrek babasının feyzleri ve teveccuhleriyle cok cabuk kemÂl derecelerine ulaştı. Kavuşma yolu pek kısa oldu. Bir omur boyunca elde edilenler, gunler ve aylara sığdırıldı. Oyle yetişti ve yukseldi ki, onun bereketi ve feyzleri butun Âleme yayıldı.
İmÂm-ı RabbÂnî hazretleri omrunun son gunlerinde onu husûsî odasına cağırıp buyurdu ki: "Benim bu dunyÂya bağlılığım yalnız bu kayyumluk vazifesi ve muÂmelesi sebebiyle idi. Devamlı teveccuhlerden sonra o sana verildi. Butun mahlûkÂt tam bir şevk ile yuzunu sana donuyor. Şimdi bu fÂnî dunyÂda kalmak icin sebep bulamıyorum. Bu denî, aşağı ve hakîr dunyÂdan goc etmem yaklaştı." Muhammed Ma'sûm-i FÂrûkî buyurdu ki: "Bu fakîr, bu gizli mujdeyi duyduğum hÂlde kalbim parcalandı. Gozlerim yaşla doldu. Buyuk bir elem ve uzuntu ile kendimden gectim. Ne dilimde konuşacak kuvvet, ne kulağımda dinleyecek kudret kaldı. Bendeki bu değişmeyi gorunce, şefkÂt ve merhametinin cokluğundan bir muddet daha yaşayacağını işÃ‚ret edip; "Allahu teÂlÂnın Âdeti şoyledir ki; birini kendine cağırır, diğerini onun yerine oturtur." buyurdu.
Muhammed Ma'sûm, babası İmÂm-ı RabbÂnî hazretlerinin vefÂtından sonra, vÂz ve irşÃ‚d makÂmına gecip talebe yetiştirmeye başladı. O da ilim ve feyz sacarak insanları doğru yola dÂvet etti. İslÂm tÂrihinde ruşd ve hidÂyeti onunki kadar yaygın olan bir Âlim ve murşid gorulmemiştir. Dokuz yuz bin kişi ona talebe olup elinde tovbe etmiş, talebelerinden yuz kırk bini evliyÂlık mertebelerine kavuşmuş, yedi bini de murşid-i kÂmil, tam ve olgun bir Âlim olarak yetişip, irşÃ‚d ile emrolunmuştur. Talebeleri onun huzûrunda bÂzan bir ayda, bÂzan bir haftada evliyÂlık kemÂlÂtına ererler
di. BÂzılarını bir teveccuhde, makamların hepsine ulaştırırdı.
Muhammed Ma'sûm hazretlerinin yetiştirdiği murşid-i kÂmillerden herbiri, bulunduğu yerlerde insanlara feyz vererek, onları irşÃ‚d ettiler, hak olan doğru yolu anlattılar. Boylece onun feyz ve mÂrifeti her tarafa yayıldı. Yapılan bu mukemmel hizmetler, îzÂh edilemeyecek kadar umûmileşti, yaygınlaştı ve asırlar sonrasına aksetti. Talebelerinin meşhûrlarından olan MurÂd-ı Munzevî hazretlerinin kabri İstanbul'dadır. İstanbul'da medfûn bulunan en buyuk uc evliyÂdan biridir.
Muhammed Ma'sûm hazretleri 1657 (H.1068) senesinde hacca gitti. Bu sefere cıkıp mukaddes beldelere varınca buyurdu ki: "Bu yerlerin her tarafını Peygamber efendimizin nûrları ile dolmuş buluyorum." Mekke ve Medîne'de bulundukları muddetce, beyÂna sığmaz hÂller muşÃ‚hede eyleyip, bir kısmını yakınlarına anlatmıştı. Buyurdu ki: "Mekke-i mukerremeye geldiğim zaman tavÂf-ı kudûm yaptım. Melekler ve hûrilerin KÂbe'yi tavaf ettiklerini, boyle şevk ve kavuşma hasretinin insanlarda olamayacağını gordum. Her defÂsında KÂbe'yi uc def medhederlerdi. KÂbe'nin etrÂfından goğe kadar her yeri kaplamışlardı."
Yine şoyle buyurdu: "Mekke'den Arafat'a gitmek icin yola cıktım. Mina'ya varınca, namaz kılmak icin Mescid-i Hîf'e girdim. Peygamber efendimiz o mescidin yakınında cadır kurmuş, konaklamışlardı. Aynı zamanda oradaMûs ve HÂrûn aleyhimesselÂmın makamları vardı. Bu mescidde oturduk. Allah'ın Peygamberi tam bir heybet ve celÂl ile geldi. O'nun o mubÂrek latîf vucûdu sebebiyle yer gok nûr ile doldu. Her şey o nûrun icine gomuldu."
Mekke-i muazzamada bulunduğu sıralarda, buyuk kardeşiHÂce Muhammed Saîd hastalanmıştı. Hastalığı da ağırdı. Kurtulması icin du etti.Teveccuh buyurdu. Ağlayarak Allahu teÂlÂya sığındı. Ellerini kaldırarak, icli du eyledi. Sonra buyurdu ki: "Du esnÂsında muşÃ‚hede eyledim ki; huşû ile ellerimi kaldırıp, Allahu teÂlÂya du ettiğim sırada, mahlûkatdan milyonlarcası, bana uyarak ellerini kaldırdılar. MurÂdımın hÂsıl olması icin, duÂma iştirak ettiler. Boylece duÂm kabûl oldu. Ağabeyimin rahatsızlığı gecip tam sıhhate kavuştu."
Yine buyurdu ki: "KÂbe'de idim. Hazret-i İbrÂhim'i, makÂm-ı İbrÂhim'de gordum. Onun yakınında inanılmıyacak zuhûrlar ve garîb hÂller buldum."
Peygamber efendimizin dunyÂyı şereflendirdikleri Rebî'ul-evvel ayının on ikinci gecesi, Kabe'deMultezem'in yanında iken, irşÃ‚d ile meşgûl olayım mı, yoksa bu işi bırakıp uzlette, kendi başıma mı ibÂdetle meşgûl olayım diye Resûlullah efendimize tazarrû, yalvarma ve ilticÂda bulundum. Cok kıymetli olan irşÃ‚d ile meşgûl olmam icin emrolundum. Allahu teÂlÂnın rızÂsının tamÂmen bu işte olduğunu ve bu işe gayret etmemi bildirdi. Hatt bunu terketmemin hicbir şekilde rızÂsına uygun olmadığı anlaşıldı.
Urvet-ul-vusk Muhammed Ma'sûm hazretleriMekke-i mukerremeden ayrılıp, Cidde'ye geldiği zaman buyurdu ki: "Nûrlar ve esrÂr, Harem-i şerîfin dışında, icindekilerden daha cok gorunmeğe başladı. ZîrÂ, huzurda iken, nûrların ziyÂsının cokluğu, onlara bakmamıza mÂni oluyordu. Bu yuzden hicbir tarafa bakamıyordum ve her şeyi iyice anlayamıyordum. Nûrların azalması, bakmayı kolaylaştırdığı icin, anlamak da mumkun oluyor." SonraMedîne'ye gitmek uzere yola cıktı.
Medîne-i munevvere yoluna buyuk bir sevgi ile koyuldu. Mescid-i nebînin nûrlarının eserlerinin, dalgalarının gorunmesi, duyulmağa başlaması, bir an evvel bu kıymetli yerlere kavuşmağı hızlandırıyordu. Bunun gibi SahÂbe-i kirÂmın mubÂrek mezÂrlarına ulaşmak icin tam gayret ediyordu. Bedir vÂdisine gelince, Sugra'da yatan Bedir muhÂrebesi şehîdlerinden hazret-i AbdulhÂris'in mezÂrını ziyÂrete gitti. Yanındakilerle berÂber, bir muddet mezÂrın başında murÂkabe eyledi. Sonra; "Onun mezÂrının başında teveccuh ettim. Kendisini bulamadım. Bir muddet sonra gorunup, bize doğru geldi. Buyuk bir neşe ile beni karşıladı." buyurdu.Sonra Medîne'ye girdiler. Medîne'de Peygamber efendimizin kabrini ziyÂret ederek, uzun muddet murÂkabe ile meşgûl oldu ve; "Peygamberlerin sonuncusu, kereminin cokluğundan ve merhametlerinin fazlalığından gozukup yanıma geldi.Lutf ve inÂyet buyurup beni kucakladı. O kadar nîmete kavuştum ki, bunun gibisine bu zamÂna kadar kavuşmamıştım." buyurdu. Orada bulunduğu muddetce Peygamber efendimizi bu şekilde defÂlarca gormuştur.
Muhammed Ma'sûm hazretleri Medîne-i munevverede bulunan EshÂb-ı kirÂmdan bircok zÂtın ve diğer buyuk zÂtların medfûn bulunduğu Bakî' kabristanını da ziyÂrete gitti.Bu ziyÂreti sırasında da, EshÂb-ı kirÂmın buyuklerinin rûhÂniyeti ile goruştu. Bakî' kabristanında ved ziyÂreti yaparken, hazret-i Osman'ın nûr sacan mezÂrı başında oturdu. Diğer mezÂrları da ziyÂret icin oradan ayrılırken, hazret-i Osman'ın rûhÂniyeti gozukup onu uğurladı ve uc def optu. Ayrıca hazret-i AbbÂs'ın, hazret-i Âişe'nin, hazret-i FÂtıma'nın, Peygamber efendimizin kucuk yaşta vefÂt eden mubÂrek evlÂdı İbrÂhim'in ve diğer buyuklerin rûhÂniyetini gormuştur. Onların da feyz ve bereketlerine kavuştuğunu, herbirinden ayrı ayrı hÂller gorduğunu bildirmiştir.
Muhammed Ma'sûm-i FÂrûkî hazretlerinin yuksek talebelerinden olan MuhammedHanîf-iKÂbilî, genclik yıllarında KÂbil şehrinde bulunurken, ruyÂsında iki buyuk zÂtı gorur. Kim olduklarını merak edince biri gelip; "Her ikisi de Muceddid-i elf-i sÂnî İmÂm-ıRabbÂnî hazretlerinin oğludur. Biri rahmetler hazînesi Muhammed Saîd, diğeri Urvet-ul-vusk Muhammed Ma'sûm'dur." dedi. O da beni Muhammed Ma'sûm'un huzûruna gotur deyince, o şahıs da; "Ben senin yanına onun işÃ‚reti ile seni goturmek icin geldim." dedi. Onu alıp MuhammedMa'sûm hazretlerinin huzûruna goturdu. Muhammed Hanîf, buyuk mujdelerle dolu olan bu ruyÂsından uyanınca, gorduklerini yakınlarına anlattı. Buyuk bir şevk ve cezbeye kapılmıştı. Bunun uzerine KÂbil'den Serhend'e gitti.Serhend'e varınca Muhammed Ma'sûm hazretlerinin huzûruna girip, aynen ruyÂsındaki gibi gordu. Ona talebe olup bir muddet derslerine ve sohbetlerine devÂm etti. Hocasının buyukluğu, ihsÂnı ve himmeti ile aklından, hayÂlinden gecmeyen derecelere, kulakların duymadığı, gozlerin gormediği mÂrifetlere kavuştu. Hocasından icÂzet ve hilÂfet alarak memleketi olan KÂbil'e dondu. İnsanları irşÃ‚da ve yetiştirmeye başladı. Orada bulunan bir takım kimseler, hocasının ve onun ustunluğunu anlayamayıp karşı cıktılar. NihÂyet bir grup insan aralarında anlaşıp, HÂce Muhammed Hanîf'e geldiler: "Biz bir kerÂmet, bir hÂrika gormeyince, sizin buyukluğunuze inanmayız." dediler. Ve; "Biz bir ziyÂfet hazırlayacağız. UstÂdınızı dÂvet ediyoruz. Bugun yemek vaktinde onun Serhend'den KÂbil'e gelmesini bekliyoruz. Eğer gelirse, hepimiz senin taleben oluruz." diye ilÂve ettiler. HÂlbuki, hocası ile arasındaki mesÂfe değil bir gunluk, bir aylıktan daha uzak ve yuzlerce kilometre idi. HÂce Muhammed Hanîf hazretleri, hocasına olan bağlılığının cokluğundan ve Allahu teÂlÂnın kullarına şefkatinden, bunu kabûl eyledi ve; "Hocam Muhammed Ma'sûm hazretleri yemeği ekseriyetle yatsı namazından sonra yer. Siz yemekleri hazırlayın, geleceğini umid ederim." dedi.
Oradakiler gulup oynamaya, alaylı bir şekilde yemekleri ve misÂfir odasını hazırlamaya başladılar. Vakit gelince Hanîf'e; "Yatsı vakti oldu. Artık yemek yiyelim." dediler. HÂce Muhammed Hanîf hazretleri de; "Yemeği getirin, ustÂdımın yemek yeme zamÂnı bu zamandır." buyurdu. Oradakilerin bir kısmı yemeğin getirilmesi ile meşgûl oldular. Bir de ne gorsunler! MuhammedMa'sûm hazretleri altı oğlu ile birlikte evin kapısından girip kendileri icin ayrılmış olan minder uzerine oturdu. Yuksek oğulları da babalarının etrÂfında halka şeklinde oturdular. Oradakiler bu hÂli gorunce, hayretler icinde kaldılar. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Ozur ve af dilediler.
Muhammed Ma'sûm hazretleri buyurdu ki: "Yalnız MuhammedHanîf'in hatırı icin geldim. Onu cok sevdiğim ve o da bana bağlı olduğu icin onu kırmadım. Yoksa maksadım, niyetim kerÂmet gostermek değil. Sakın bundan sonra evliyÂdan kerÂmet istemeyiniz. Buyuk zarar ve ziyanlara duşersiniz." Hep berÂber yemeğe başladılar. Hem yediler, hem de konuştular. Konuşulanlar, yenenlerden tatlıydı. Orada bulunanlar, Muhammed Ma'sûm hazretlerinin sohbetini dinleyerek kalblerindeki zulmetten kurtuldular. Onu sevenler arasına girip, saÂdete erdiler. Her ne kadar Muhammed Ma'sûm hazretlerinin orada biraz kalmasını istediler ve bu bizim icin en buyuk saÂdettir dedilerse de, Muhammed Ma'sûm hazretleri; "Hic kimseye haber veremedim, bundan kimsenin haberi yok, belki bize bağlı olanlarda bir merak ve uzuntu hÂsıl olur." buyurup, ayrıldılar.
Sofî PÂyende Tıl KÂbilî anlatır: "MuhammedMa'sûm hazretleri bana icÂzet verdikten sonra, memleketime gidip, insanları irşÃ‚d etmemi emretti. Bunun uzerine; "Efendim, irşÃ‚d makÂmında bulunmak, masraf ister. Gelen giden cok olur. Benim ise sarfedecek bir şeyim yoktur." dedim. Bu sozler uzerine bana; "Ey Sofi! Bir parca kırmızı ve bir parca da siyah kÂğıt getir." buyurdu. Hemen gidip getirdim. MubÂrek elleri ile o kÂğıtları, para şeklinde kesti. Sonra ıslatıp bana verdi. Bu kÂğıtlar o anda altın ve gumuş para oldu. Hayretler icerisinde kaldım. Kendi kendime; "Bu tasarrufu bana ihsan etselerdi, ne iyi olurdu" dedim. Kalbimden geceni anlayıp, bana tekrar buyurdu ki: "Peki bu tasarrufu Hak teÂlÂnın izniyle sana verdim. Ama ihtiyÂcın olduğu zaman, kullanırsın. Kırmızı kÂğıdı yuvarlak yapar, ıslatırsan altın olur. Siyah kağıdı ıslatırsan gumuş olur."Sonra izin alarak, memleketime gittim. Evimize her gun misÂfir geliyordu. Buyurdukları gibi yapıyordum. KÂğıtlar, altın veya gumuş para oluyordu. Hocamın bu tasarrufu ile gereken her masrafı karşılayıp irşÃ‚d vazifesine devÂm ettim. Halk tarafından cok sevildim ve boylece onlara hizmet ettim." Bu talebesinin ismi, altın yapan KÂbilli Sofi mÂnÂsında; "Sofî PÂyende Tıl KÂbilî" diye meşhûr olmuştur.
HudÂperest HÂn adında bir vÂli, vÂliliği bırakıp, Muhammed Ma'sûm hazretlerine talebe olmuştu. Bir gun evine altı misÂfir gelmişti. Onlara yedirecek ve ikrÂm edecek bir şeyi yoktu. Sohbet ve hatmi kacırmamak icin hocası Muhammed Ma'sûm'un huzûruna gitti. Hocası Muhammed Ma'sûm hazretleri sıkıntısını kerÂmetiyle anlayıp, sohbetten sonra, kendisine ve altı misÂfirine onar tÂne olmak uzere yetmiş tÂne, "Enbe" denilen yemiş verdi. Ayrıca altı misÂfiri icin, "Eşrefî" denilen altı altın para verdi ve; "Sen bizim oğlumuz yerindesin, burada bulunduğun muddetce, sana misÂfir gelirse hic cekinmeden bize haber ver." buyurdu.
MuhammedMa'sûm hazretlerinin, Sofî PÂyende KerbÂs adında bir talebesi, huzûrunda yetişip halîfelerinden oldu. Yanından ayrılıp memleketine giderken, ona biraz kumaş vermişti. Verirken de; "Bu kumaşta bereket vardır." buyurmuştu. Sofî PÂyende uzun zaman o kumaştan bir parca keserek satıp ihtiyaclarını temin etti. Kumaş hic eksilmiyordu. HayÂtının sonuna kadar boyle devÂm etti. VefÂtından sonra da vasiyeti uzerine o kumaş kendisine kefen yapıldı. Bunun icin, kumaş yapan Sofî mÂnÂsında "Sofî PÂyende KerbÂs" ismi ile meşhûr olup anıldı.
Muhammed Ma'sûm hazretlerinin talebelerinin meşhûrlarından ve halîfelerinden olan HÂce Muhammed Sıddîk'a, PeşÃ‚ver'de irşad, talebe yetiştirme vazifesi verilmişti. Bu talebesi şoyle anlatmıştır: "Hocam Muhammed Ma'sûm hazretlerini cok ozlemiştim. MubÂrek yuzunu gorup, sohbetinde bulunmak icin PeşÃ‚ver'den, Serhend'e gitmek uzere yola cıktım. Bir katıra binip yola devÂm ediyordum. Yolda katır birden bire urkup kacmaya başladı. Sonra da beni duşurdu. Ayağım uzengiye takıldı, bir turlu kurtaramadım. Katır, beni suruklemeye başladı. Yanımda ve cevremde beni bu hÂlden kurtaracak hicbir kimse de yoktu. Tam bir cÂresizlik icinde iken hocam Muhammed Ma'sûm hazretlerini hatırladım. Allahu teÂlÂnın izni ile hocamın imdÂdıma yetişmesini istedim. Daha boyle duşunur duşunmez hocam Âniden gozukuverdi. Katırı tutup durdurdu. Ben ayağımı uzengiden kurtarıp, yerden kalkıncaya kadar bekledi. Ayağa kalkınca hocamın ayaklarına kapanıp, bu yardımından dolayı memnûniyetimi ve muhabbetimi arzetmek istedim. Fakat ben ayağa kalkar kalkmaz hocam gozden kayboldu, onu orada goremedim."
Yine, talebelerinin buyuklerinden HÂceMuhammedSıddîk şoyle anlatmıştır: "Hocam MuhammedMa'sûm hazretlerinin sohbetine ve derslerine devÂm ettiğim sırada, memleketime gidip gelmek uzere izin almıştım. Yola cıkıp bir muddet gittikten sonra, yolda derin bir su kenarında durdum. Gomleğimi yıkamak istedim. Fakat bu sırada ayağım kaydı. Birden bire suya duşup batmaya başladım. Su beni boyluyordu. Yuzme de bilmiyordum. Bir batıyor bir cıkıyordum. Olmek uzereydim. Tam bu sırada hocam Muhammed Ma'sûm hazretleri gozukup elimden tuttu ve beni boğulmaktan kurtardı. Sonra da gozden kayboldu."
Yine bu talebesi şoyle anlatmıştır: "Bir gun kendimden gecip muhabbet ateşiyle yanarak sahralara duşmuştum. O kadar gitmişim ki sahraya dalıp şehirden cok uzaklaşmışım. Sahrada oyle susamıştım ki, neredeyse susuzluktan olecektim. Ben bu hÂlde cÂresiz iken, hocam Muhammed MÂ'sûm hazretleri uzaktan gozukuverdi. Hemen şevk ile sevinerek hocamın yanına koştum. Tam huzûruna varınca hocam gozden kayboldu. Fakat hocamın bana gozukup, sonra da gozden kaybolduğu yerde bir pınar buldum ve suyundan ictim. Boylece şiddetli susuzluktan ve helak olmaktan kurtuldum."
Muhammed Ma'sûm hazretlerinin sohbetinde bulunmakla şereflenen ve talebesi HÂce Muhammed Sıddîk'ın talebesi olan bir zÂt şoyle anlatmıştır: "Bir defÂsında hayvanıma odun yukleyip getirirken yuk devrilip yıkıldı. Yalnızdım ve tekrar yuklemek icin yardım edecek kimsem yoktu. CÂresiz kalakaldım. Tam bu sırada Muhammed Ma'sûm hazretleri birden bire karşıma cıkıverdi. Yıkılan yuku hayvanın uzerine koydu ve gozden kayboldu."
Muhammed Ma'sûm hazretlerinin talebelerinin buyuklerinden olan HÂce Mûs şoyle anlatmıştır: "Hocam Muhammed Ma'sûm hazretleri bana, icÂzet-i mutlaka ve hilÂfet verip; "Size itÂat ederler, sozunuzu dinlerler." buyurup, memleketime donmemi soylediği zaman kendisine; "Bizim memleketimizdeki halk, sert tabiatlıdır, boyle şeyleri bilmezler, zÂhirî bir kerÂmet ve tasarruf gormezlerse bu yola girmezler. Hatt boyle olunca alay ederler. Oradaki insanlar, sert tabiatlı ve sıkıntı vericidirler. Onlar hakkında oyle bir teveccuh buyurunuz ki, itÂat etsinler. Boyle olunca elbette oradakiler de sevenlerden ve muhlislerden olurlar." diye bildirdim. Bunun uzerine hocam; "Senin isminin anıldığı yerde, sana itÂat ederler. Bir de, senin duÂn her hastalığa şifÂdır. Onunla hastaları iyi edersin. Oradaki butun insanlar sizi severler." dedi. Gercekten hocamın buyurduğu gibi oldu."
Sa'dullah HÂn, ŞÃ‚h CihÂn'ın yanındayken, Muhammed Ma' sûm hazretlerinin buyuk bir murşid-i kÂmil olduğunu inkÂr ederek, dil uzatıp hÂllerini yalanlamıştı. O anda kulunc hastalığına tutuldu. Bu hastalığa birdenbire yakalanıvermesinin, Muhammed Ma'sûm hazretleri hakkında soylediği kotu sozlerden olduğunun farkına vardı. PişmÂn oldu ve MuhammedMa'sûm hazretlerine beş yuz rupye (o zamÂnın parası) ve bÂzı hediyeler gonderdi. "Benim kusur ve anlayışsızlığımı affetsin." diye haber yolladı. Bir bardak icerisinde de su gonderip şif olması icin suya okumasını da istemişti. Fakat Muhammed Ma'sûm hazretleri bunları asl kabûl etmedi. Oğulları o kimseyi kurtarmak icin cok yalvarınca, buyurdu ki: "Yalan soyleyenlerin nefesinde bereket ve şif olmaz. Bize yalancı dedi." O HÂnın adamlarına; "Cabuk gidiniz. Onun rûhu, bu cevÂbı bekliyor." buyurdu. Sa'dullah'ın adamları, utanarak geri donduler ve duyduklarını soylediler. Sa'dullah HÂn bu sozleri işitince o anda oldu.
BerekÂt-ı Ma'sûmî kitabının muellifi şoyle anlatmıştır: "Bir gun Evrengzîb'in oğlu, zamÂnın pÂdişÃ‚hı Muhammed Muazzam ŞÃ‚h'ın meclisindeydim. MuhammedMa'sûm hazretlerinin tasarruflarından bahsediliyordu. Muhammed Muazzam ŞÃ‚h dedi ki: "Sultan Evrengzîb, Keşmîr'e giderken, irşÃ‚d diyÂrı olan Serhend'den geciyordu. Urvet-ul-vusk Muhammed Ma'sûm hazretlerini ziyÂret ile şereflendi. O sene, pÂdişÃ‚h olmasının beşinci senesiydi. Ben de babamın yanındaydım. Muhammed Ma'sûm hazretleri; "Baban vefÂt ettikten sonra, pÂdişÃ‚hlık sana gececektir." buyurdu. Kırk beş sene sonra bu mujdesi doğru cıktı. Evrengzîb'in pÂdişÃ‚hlık muddeti elli sene idi."
Muhammed Ma'sûm hazretlerinin, vefÂt ettiği sene, Şa'bÂn ayının on beşinci gecesi, yÂni duÂların kabûl olduğu, ecellerin takdir edildiği BerÂt gecesinde, talebelerinden bÂzı hÂdiseleri sorup cevap aldı. Sonra da; "Bir kutbun ismini yaşayanlar defterinden sildiler." buyurarak, vefÂt edeceğine işÃ‚ret etti.Yine vefÂtına yakın bir zamanda bir yerde durup; "Pek yakında kemÂl sÂhiplerinden birinin mezÂrı burası olur." buyurdu. VefÂt edince kabrinin orası olduğunu gorenler bu sozdeki işÃ‚reti anladılar. Yine o gunlerde babası İmÂm-ı RabbÂnî hazretlerinin kabrini ziyÂret ettiği sırada ondan Âhiretin hÂllerini sorduğunu ve babasının cevÂbında; "Burada her şey rahmet iledir" buyurduğunu bildirdi ve ertesi gun vefÂt etti.VefÂtları 1668 (H.1079) senesi Ağustos ayının on yedinci gunu oğle vakti idi. CenÂzesini, Ahund SucÂdil yıkadı. MubÂrek ağzını yıkamaya sıra gelince, yıkayıcı; "Bu mubÂrek ağzı acmaya tÂkat getiremiyorum." dedi. Bunun uzerine MuhammedMa'sûm hazretleri kendisi, hayatta olanlar gibi ağzını actı, suyu ağzına aldı ve ağzını calkaladı. Orada bulunanlar bu hÂli gorunce şaşırdılar. Namazını en kucuk kardeşi, Şeyh Yahy kıldırdı. MezÂrı, hayatta iken; "Burada kemÂl mertebelerine kavuşan bir fakîrin mezÂrı bulunur" buyurduğu yer oldu. BÂbur sultÂnı ve talebesi olan Evrengzîb Âlemgir, kabri uzerine yuksek kubbeli bir turbe yaptırdı. Turbesi, babası İmÂm-ı RabbÂnî hazretlerinin turbesinin birkac yuz metre kuzeyindedir. İmÂm-ı RabbÂnî hazretlerinin MektûbÂt'ında, bu oğluna yazdığı mektuplar vardır.
Muhammed Ma'sûm hazretlerinin kıymetli neslinden pekcok veli yetişmiş ve zamanlarının kutbu olmuşlardır. Butun İslÂm memleketlerine feyzleri yayılıp nûrlandırmıştır. EcdÂdlarının vÂrisleri ve yeryuzunun meşhûrları olmuşlardır. HidÂyet ve irşÃ‚dda yuksek derece kazanmışlardır.
Muhammed Ma'sûm hazretlerinin uc ciltlik; MektûbÂt-ı Ma'sûmiyye adlı bir eseri vardır. Bu uc cildde toplam altı yuz elli iki mektup vardır. Son olarak 1976 (H.1396) senesinde Pakistan'ın Karaci şehrinde bastırılmıştır. FÂrisî olan bu mektuplar arasından yuz kırk bir adedi secilerek; MuntehÂbÂt-ı Ma'sûmiyye adı ile İhlÂs Holding A.Ş. tarafından bastırılmıştır. Muhammed Ma'sûm FÂrûkî hazretleri MektûbÂt-ı Ma'sûmiyye'sinin 1. cild 4. mektubunda şoyle buyurmaktadır:
"Bu bir koşede unutulmuşu hatırlıyarak, kardeşim MevlÂn Muhammed Hanîf ile gonderdiğiniz mektup geldi. Okuyunca, cok sevindirdi. Ortağı, benzeri olmayan cenÂb-ı Hakk'a bağlılığınızı ve O'nun muhabbetinin ateşi ile yandığınızı okuyunca, sevincimiz kat kat arttı. Bu Âhir zaman fitne ve zulmeti icinde, Allahu teÂlÂ, bir kulunun kalbine, kendi sevgisini yerleştirir ve kendi hicrÂnı, ayrılığı ile onu yakarsa ne buyuk nîmettir! Bu nîmetin kıymetini bilip, şukrunu yapmak lÂzımdır. Durmayıp, bunun artmasına calışarak, aşk-ı ilÂhînin, en son derecesine yukselmesini beklemelidir. Hakîkî matlûbdan başka hicbir şeye gonul bağlamamalı, faydası olmayan şeylerle uğraşmamalıdır. Muhabbet ateşi, nefs-i emmÂrenin azgınlığından, yukselmesinden meydana gelen, izzet-i nefs perdesini tamÂmen yakarak, ezelî ve ebedî kemÂlÂtın nûrları, kalbi aydınlatmalıdır. "Nîmetlerime şukrederseniz, onları arttırırım." (İbrÂhim sûresi: 7) buyrulmuştur.
Ey mes'ud ve bahtiyÂr kardeşim! Allahu teÂlÂnın sevdiği kullarının yolunda yurumek arzusunda isen, bu yolun şartlarını ve edeblerini gozetmelisin! En once, sunnet-i seniyyeye yapışmak ve bid'atlerden sakınmak lÂzımdır. Cunku Allahu teÂlÂnın sevgisine ulaştıran yolun esÂsı bu ikisidir. İşlerinizi, sozlerinizi ve ahlÂkınızı, dînini bilen ve seven, dindÂr Âlimlerin sozlerine ve kitaplarına uydurmalısınız. SÂlih kullar gibi olmalısınız ve onları sevmelisiniz. Uykuda, yemekte ve soylemekte aşırı gitmeyip, orta derecede olmalısınız. Seher vakti (yÂni gecelerin sonunda) kalkmağa gayret etmelisiniz. Bu vakitlerde istigfÂr etmeyi, ağlamayı, Allahu teÂlÂya yalvarmayı ganîmet bilmelisiniz. SÂlihlerle berÂber olmayı aramalısınız. "İnsanın dîni, arkadaşının dîni gibidir." hadîs-i şerîfini unutmayınız! Şunu, iyi biliniz ki, Âhireti, seÂdet-i ebediyyeyi isteyenlerin, duny lezzetlerine duşkun olmaması lÂzımdır.
MubÂh olan lezzetleri bırakamazsanız, hic olmazsa, haramlardan ve şuphelilerden kacınınız. Boylece Âhirette kurtulmak umulsun. Fakat, her turlu altın ve gumuş eşyÂnın ve cayırda otlayan hayvanların ve ticÂret eşyÂsının zekÂtını, topraktan, tarladan, ağactan alınan mahsullerin oşrunu de her hÂlukÂrda vermek lÂzımdır. Bunların verilecek mikdÂrları, fıkıh kitaplarında bildirilmiştir.
ZekÂtı ve fıtraları, İslÂmiyetin emrettiği kimselere seve seve vermelidir. AkrabÂyı ziyÂret etmeli, mektupla gonullerini almalıdır. Komşuların haklarını gozetmelidir. Fakirlere ve borc isteyenlere merhamet etmelidir. Malı, parayı, İslÂmiyetin izin vermediği yerlere harcetmemeli, izin verilen yere de, isrÂf etmemelidir. Bunlara dikkat edince, mal zarardan kurtulur ve dunyÂlıklar, Âhiretlik hÂlini alır. Belki de bunlara duny denmez.
İyi biliniz ki, namaz dînin direğidir. Namaz kılan bir insan, dînini doğrultmuş olur. Namaz kılmayanın dîni yıkılır. Namazları, mustehap zamanlarda, şartlarına ve edeblerine uygun kılmalıdır. Bunlar fıkıh kitablarında bildirilmiştir. Namazları cemÂatle kılmalı, birinci tekbîri imÂm ile birlikte almağa calışmalıdır ve birinci safta yer bulmalıdır. (CÂmiye gec gelip, birinci safa gecmek icin, safları yarmak, cemÂate eziyet vermek haramdır.) Bunlardan biri yapılmazsa mÂtem tutmalıdır. KÂmil bir musluman, namaza durunca, sanki dunyÂdan cıkıp Âhirete girer. Cunku dunyÂda Allahu teÂlÂya yaklaşmak, cok az nasîb olur. Eğer nasîb olursa o da zılle, golgeye, sûrete yakınlıktır. Âhiret ise, asla yakınlık yeridir. İşte namazda, Âhirete girerek, burada nasîb olan devletten hisse alır. Bu dunyÂda hasret ve firÂk ateşi ile yanan susuzlar, ancak namaz ceşmesinin hayat suyu ile serinleyip rahat bulur. Buyukluk ve mÂbûdluk sahrÂsında şaşırmış kalmış olanlar, namaz gelininin cadır etekleri altında vuslatın (matlûba kavuşmanın) kokusunu duyarak hayrÂn olurlar. Allahu teÂlÂnın sevgili Peygamberi buyurdu ki: "Bir mumin namaz kılmağa başlayınca, Cennet kapıları onun icin acılır. Rabbi ile onun arasında bulunan perdeler kalkar. Cennet'te olan hûriler onu karşılar. Bu hÂl, namaz bitinceye kadar devÂm eder."
Bu yolun buyuklerinden birini buluncaya kadar; Kur'Ân-ı kerîm okuyarak, ibÂdetleri yaparak, kıymetli kitaplarda ve hadîs-i şerîflerde bildirilen duÂları, tesbihleri okuyarak vakitlerinizi mÂmûr ediniz! Bu duÂ, tesbîh ve ibÂdetlerden bir kısmını bu fakîr, toplamıştım. MevlÂn MuhammedHanîf almıştı. ZamÂnınızın coğunu; "L ilÂhe illallah" kelimesini soylemekle geciriniz. Kalbi temizlemekte cok tesirlidir. Her gun, belli mikdÂr okursanız iyi olur. Abdestli ve abdestsiz soylenebilir. Bu yolun buyuklerini sevmeyi saÂdetin sermÂyesi biliniz! Bu yolda ilerleten en kuvvetli vÂsıtanın, bu muhabbet olduğunu biliniz.FÂrisî beyt tercumesi:
Aradığın hazînenin nişÃ‚nını verdim sana!
Belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da!
Allahu teÂl size ve doğru yolda gidenlerin hepsine selÂmet ve rahatlıklar versin!" (Birinci cild, on dorduncu mektup.)
Muhammed Ma'sûm FÂrûkî hazretleri buyurdu ki: "Âdet olarak, riyÂ, gosteriş olarak değil de, Allah rızÂsı icin, fakirlere yemek, sadaka verip, sevÂblarını meyyitin rûhuna gondermek iyi olur ve buyuk ibÂdet olur."
"İnsanlar arasına karışmak, eğer onların haklarını yerine getirmek icin olursa zikr olur."
"BelÂların ve şiddetli şeylerin kalkması icin istigfÂr, tovbe etmek cok faydalıdır."
"Kulun ıslah olması, kalbinin ıslah olmasına bağlıdır. FesÂdı da kalbin fesÂdına bağlıdır."
"SÂlih amellerin sevÂbını butun muminlerin rûhuna hediye etmek iyi ve makbûldur. Her birine ayrı sevÂb ulaşır. Hakkında hediye etmek icin niyet edilip okunan ve hediye edilen meyyitin sevÂbı hic eksilmez."
"İnsanın izzeti, îmÂn ve mÂrifet iledir. Mal ve mevkî ile değildir."
"İnsan her neye kavuşursa, başına ne gelirse bunların hepsi takdir-i ezeliyye iledir."
"İnsandan bu fÂnî dunyÂda istenen, kulluk vazifesini yerine getirip, ibÂdetleri yapmasıdır."
"Allahu teÂl insanı beyhûde yaratmadı ki, insan kendi hÂline terk olunsun. İstediğini yapsın, hevÂ-yı nefse ve hoşuna giden şeye uysun!O, emirlere uymakla ve yasaklardan sakınmakla mukellef kılınmıştır. İnsan icin bunu yapmaktan başka cÂre yoktur. Bunu yapmayıp, nefsine, arzu ve hevesine uyanlar, Âsi, inadcı olup, Allahu teÂlÂnın gazabına uğrarlar ve ceşitli azablara mustehak olurlar."
"Vakitleri zikr ve tefekkur ile mÂmûr etmek lÂzımdır. Vakti en muhim işler ile gecirmelidir. Yalnızken ve başkaları ile birlikte iken takv ve havf (korku) uzere olmalı ve olum Ânını duşunup, tefekkuru terk etmemelidir."
"Allahu teÂlÂnın rızÂsını kazanmak icin can atarak gayret gostermek, vakti zikr ve tefekkur ile gecirmek lÂzımdır. Gecelerin karanlığını istiğfÂr ile aydınlatmalı(geceleri cok tovbe etmeli) ve bu az vakitte (duny hayÂtında) Âhiret azığını hazırlamalıdır.
"Bid'atler yayılıp sunnetler terkedildiği zulmetli zamanda, İslÂm ilimlerinin tahsîli ve neşri en muhim işlerdendir. Ve Muhammed aleyhisselÂmın sunnetini yaymak en buyuk maksattandır."
"Gunahlardan hemen sonra tovbe yapılırsa ve tovbe gunahtan sonra uc saat icinde yapılırsa o gunah amel defterine yazılmaz."
"Tovbe kapısı acıktır. Allahu teÂl raûf ve rahîmdir. Kimse kusurdan hÂli değildir. Umidli olmalıdır."
"Kur'Ân-ı kerîm okumak, Allahu teÂl ile tekellum (konuşmak) olur."
"Cennet'e girmek ancak rahmet-i ilÂhî iledir."
"Omrun en kıymetli zamÂnı genclik zamÂnıdır. En kıymetli şey ise mÂrifetullahdır. Gencliğini en kotu şey olan hev ve heves peşinde harcayıp, mÂrifetullahı, omrun en kotu zamÂnı olan ihtiyÂrlık zamÂnına bırakanlara yazıklar olsun!"
"Kıymetli omrunu bu fÂnî ve denî, alcak olan duny icin sarf eden kÂbiliyetli genclere cok yazık! Onlar gencliklerini duny icin harcamakla, aldatıcı bir *****ye Âşık olmuşlar, kıymetli cevherleri saksı parcaları ile değişmişlerdir!"
"Muminin hesÂbı kısa bir zaman icin olacaktır. Birinin hesÂbı diğerinin hesÂbını geciktirmez."
"Duny hayÂtı cok kısadır. Bu birkac gunluk kısa fırsat zamÂnında, kabri ve kıyÂmeti unutmamak (hazırlanmak) lÂzımdır."
"Duny hayÂtı gÂyet kısadır. Ebedî saÂdete kavuşmak duny hayÂtına bağlıdır. SaÂdetli kimse; bu kısa duny hayÂtındaki fırsatı ganîmet bilip, Âhirette kurtuluşa sebeb olacak işleri yapan ve Âhiret azığını hazırlayandır."
"Son nefes korkusu bir nîmettir ki, Hakk'ın dostları bu derde tutulmuş, giriftÂr olmuşlardır."
"Duny hayÂtı gecicidir. Bu birkac gunluk hayÂtı ganîmet bilip, Allahu teÂlÂnın rızÂsını kazanmaya sarfetmek lÂzımdır. Alcak dunyÂnın nîmetlerine dalmayıp, Âhireti istemek lÂzımdır. Ebedî olan Âhireti ve Âhiret nîmetlerini kazanmak icin calışmalıdır."
"Rızık mukadderdir. ZiyÂde ve noksan ihtimÂli yoktur. Rızkın noksan veya ziyÂde olması, Hak teÂlÂnın husûsî fazlı iledir. Hic kimsenin bunda bir katkısı yoktur."
"Sadakanın sevÂbını evvel Resûlullah efendimizin rûhuna, sonra da diğer meyyitin rûhuna hediye etmelidir."
"Seher vakitlerinde ağlamayı ve istigfÂr etmeyi ganîmet bilip, en buyuk iş olarak addetmelidir."
"Seher vaktinde uyanık olmayı mumkun olduğu kadar elden bırakmamalı ve ağlayarak namaz kılıp istigfÂr etmeyi ganîmet bilmelidir."
"AttÂr-ıŞiblî kırk sene ağladı ve başını kaldırıp semÂya bakmadı. Ağlamasının sebebi sorulunca; "Kabrin korkusundan ve kıyÂmet gununun heybetinden ağlamaktayım" dedi. SemÂya neden bakmıyorsun? diye sorulunca da; "Meclislerde kahkaha atarak cok guldum. Bu yuzden utanıp başımı kaldırıp bakamıyorum." buyurdu."
"İslÂmiyete uymadıkca, hicbir vakit mÂrifet-i ilÂhî hÂsıl olmaz."
BOL NÎMET VE BEREKET
Muhammed Ma'sûm hazretleri buyurdu ki: Peygamber efendimizin mihrÂbının yanında oğle namazını kılıyordum. Bu mubÂrek yerlerden ayrılık duşuncesinin verdiği huzun ve elemin tesiriyle ağlamağa başladım. Bu uzuntu ve gam icerisinde iken, kabr-i seÂdetten, o temiz ve en guzel kokulu mezÂrdan etrÂfa nûr sacılmağa başladığını gordum. Peygamber efendimiz tam bir heybetle o nûrlar arasından gorundu. MubÂrek kabrinden cıktı. Yanımıza geldi. Kerem ve ihsÂnının cokluğundan, benzerini hicbir zaman goremediğim, sultanların tÂcı ve hil'atı gibi, bir tac ve hil'atı bana giydirdi. Bu tac cok suslu ve pek kıymetliydi. O anda bana bildirdi ki: "MubÂrek vucudlarına değen ve şimdi cıkarıp sana verdikleri bu hil'at, diğerlerine benzemez." Goruyorum ki, Ravda-i mutahharadan, gece gunduz devÂm uzere, butun mahlûkÂta nîmetler ve bereketler nehir gibi akıyor. Nitekim, onun hakkında Kur'Ân-ı kerîmdeAllahu teÂl meÂlen; "Biz seni ancak, Âlemlere rahmet olarak gonderdik" buyuruyor.
İBRİĞİN SIRRI
Muhammed Ma'sûm, bir gun abdest alırken abdest aldığı ibriği kuvvetle duvara fırlattı. Hizmetinde bulunan talebesi gitti ve başka bir ibrik getirdi.Talebesi, once verdiği ibriğin boyle atılıp kırılmasına uzuldu. "Acab ne kusur ettim." deyip, MuhammedMa'sûm hazretlerinin yakınlarından birine gidip durumu anlattı. O da, talebesinin bu uzuntulu ve korkulu hÂlini MuhammedMa'sûm-i FÂrûkî hazretlerine bildirdi. MuhammedMa'sûm hazretleri buyurdu ki: "Ona soyleyiniz korkmasın. O ibriği attığım sırada, bizi sevenlerden birisi sahrada, kana susamış bir arslana rastladı. Arslan o anda onu orada oldurecek, parca parca edecekti. O talebem ise tam bir Âcizlik icinde bizden yardım istedi. O anda elimde ve yanımda ibrikten başka bir şey yoktu. Bunun icin ibriği arslana fırlattım ve o zavallıyı kurtardım."
Bu hÂdiseyi yaşayan talebesi başından gecenleri sonra şoyle anlattı: "SahrÂda Âniden bir arslan gordum. O anda Hocam, İmÂm-ıMuhammedMa'sûm hazretlerini hatırladım. Hemen baş gozum ile gordum ki, İmÂm-ıMa'sûm hazretleri geldi, elindeki ibriği arslana fırlattı. Arslanda hareket edecek kuvvet kalmadı.Sonra hocam gozumden kayboldu. Boylece beni o arslandan kurtardı. Sonra, o ibriğin kırılmış parcalarını yerden topladım. HÂl yanımda saklıyorum."
KISA OMUR
Muhammed Ma'sûm hazretleri buyurdu ki: "İnsanın omru cok azdır. Sonsuz olan Âhiret hayÂtında, insanın karşılaşacağı şeyler, dunyÂda yaşadığı hÂle bağlıdır. Aklı başında olan, ileriyi gorebilen bir kimse, dunyÂdaki kısa hayÂtında, Âhirette iyi ve rahat yaşamağa sebeb olan şeyleri yapar. Âhiret yolcusuna lÂzım olan şeyleri hazırlar."
"Bir kimse Âhirete yonelirse, Allahu teÂl keremiyle, onun duny ve Âhiret ihtiyaclarını giderir."
BOŞ HAYALLERDEN VAZGEC
Bir genc, Muhammed Ma'sûm hazretlerinin sohbetine gelirdi. Bu genc, bir kıza Âşık olup, dalgın ve dağınık bir hÂldeydi. Muhammed Ma'sûm hazretleri bir gun o gencin hÂlini anlayıp buyurdu ki: "Bu bozuk duşunceden ve luzumsuz hayÂlden vazgec! Himmet ve arzu yuzunu hakîkat bahcesine cevir! MÂrifet bostanından meyveler topla! Elbette bu diğerinden daha iyi olacaktır." Bu hÂl icerisinde ezilen ve sıkıntı icinde olan genc, HÂfız-ı ŞirÂzî'nin bir beytini okuyarak bu hÂlden kurtulması icin du ve himmet etmesini istedi. MuhammedMa'sûm hazretleri, gencin bu sozu uzerine, o hÂlden kurtulması icin du ve himmet etti ve; "Seni bu hÂlden kurtardılar!" buyurdu. Genc bu sozu duyar duymaz, kendini toplayıp aklı başına geldi. Mecazî olan aşk ve sevgisi, hakîkî aşka dondu. Muhammed Ma'sûm hazretlerinin sÂdık talebelerinden oldu. Hatt onun feyz ve bereketlerinden o kadar faydalandı ki, sÂlih, velî ve kÂmil bir zÂt oldu.
EHL-İ SUNNETİN ŞEREFİ
Bir gun İran kumandanlarından rÂfızî îtikÂdlı biri, Hindistan'ın başşehrine gitmek uzere yola cıkmıştı. Serhend şehrinden gecerken, alay edercesine, hizmetcilerinden birini Muhammed Ma'sûm hazretlerinin huzûruna gonderip, ziyÂretine gelmek istediğini bildirdi. Muhammed Ma'sûm hazretleri; "MisÂfir kÂfir de olsa ona ikrÂmda bulununuz." sozu gereğince, misÂfir icin hazırlık yaptırdı. İkindiye kadar beklediler. Gelmedi. Sonunda o kumandanın gittiği haberi geldi. Maksadı, Ehl-i sunnetin en buyuk Âlimlerinden ve koruyucularından olan Muhammed Ma'sûm ile alay etmek, onu kucuk gorup hafife almakmış. O sırada, Muhammed Ma'sûm hazretlerinin en yuksek halîfelerinden olan HÂce Muhammed Hanîf-i KÂbilî misÂfir geldi. Hazır olan yemekleri onun icin getirdiler. HÂce Muhammed Hanîf, hediye olarak birkac tÂne bıcak getirmişti.Başka hediyeler de vardı. Muhammed Ma'sûm hazretleri bıcaklardan birini alıp; "Bir salatalık getirin." buyurdu. Salatalık getirdiler. O bıcakla salatalığı kesti ve buyurdu ki; "Salatalığı keserken, bizimle alay etmeye kalkışan o rÂfizînin de başının kesildiğini gordum." Hakîkaten buyurduğu gibi oldu.
ON İKİ SENE SONRA
EkberÂbÂd şehrinde tasavvufta yetişmiş bir Âlim vardı. Hastalanıp olmek uzere iken, talebesi olan kız kardeşinin oğlunu istedi. Sonra; "Senin hÂllerin tamamlanmadı. Ben de oluyorum. Şimdi senin, Muhammed Ma'sûm hazretlerinin huzûruna gidip, sulûk eylemen, tasavvufta yetişmen ve boylece kemÂl mertebelerine kavuşman gerekiyor. Zannedersem, bu buyuk nîmete ancak, on iki sene sonra kavuşabileceksin." buyurdu. Bu zÂt soylenilen muddet icinde, her ne kadar bircok yere gittiyse de, irşÃ‚d diyÂrı olan Serhend'e yolu duşmedi. Ancak on iki sene sonra, Serhend şehrine geldi. Muhammed Ma'sûm hazretlerinin ziyÂreti ile şereflendi. Muhammed Ma'sûm hazretleri onu gorunce; "UstÂdının sana soylediği on iki sene bugun doldu." buyurdu. Gelen talebe hesÂb etti aynen buyurdukları gibiydi. Sonra buyurdular ki: "Bu mÂnÂyı, ustÂdının buyukluğunu gostermek icin izhÂr eyledim. Burada bulunanlar da, onun kemÂlini boylece oğrensinler diye soyledim."
__________________