Buyuk velîlerden. İsmi, Amr bin Seleme en-NişÃ‚bûrî'dir. "Ebû Hafs" kunyesi ile meşhurdur. Babasına Muslim ve Selem de denir. Demircilikle uğraştığı icin "HaddÂd" lakabı ile anılmıştır. BuhÂr yolu uzerinde, NişÃ‚bur şehri girişine yakın KurdÂbÂz isimli koyde doğdu. 883 (H.270) senesinde NişÃ‚bûr'da vefÂt etti. VefÂtı hakkında başka tÂrihler de vardır.
Ebû Hafs HaddÂd, Ubeydullah bin Mehdî Ebyurdî ve Ali en-NasrabÂdî'nin sohbetinde bulunup, feyz aldı. Ahmed bin Hadreveyh el-Belhî ile arkadaşlık etti. BağdÂt'ta Cuneyd-i BağdÂdî hazretleri ile goruştu. Şah ibni Şuc el-KirmÂnî ve Ebû OsmÂn Saîd bin İsmÂil talebelerinin onde gelenlerindendir.
Ebû Hafs-ı HaddÂd hazretleri, kerÂmet ve muruvvet îtibÂriyle zamÂnında eşsizdi. Âbid, cok ibÂdet eden, Âşık, zÂhid, dunyÂyı terketmiş, gonul sultanı buyuk bir zÂttı. Allahu teÂlÂyı hatırlayınca, rengi değişir ve kendinden gecerdi. Yanında bulunup, onun bu hÂlini gorenler Allahu teÂlÂyı hatırlardı.
Onun tovbesi ve buyuklerin yoluna giriş hÂli şoyle anlatılır: Bir cÂriyeyi sevmişti, ona kavuşmayı cok arzu ediyor ve bunun cÂrelerini araştırıyordu. Yakınları kendisine şoyle bir yol gosterdiler: "Senin derdine dev bulacak yahûdî bir buyucu var, onun yanına git!" dediler. Ebû Hafs vakit gecirmeden buyucuye gitti. Durumunu anlattı yardım istedi. Efsuncu yahûdî ona; "İyiliği terkedeceksin, kırk gun gece ve gunduz namaz kılmayacaksın, hayırlı iş ve hak bildiğin şeylerin yanına varmayacaksın. Ancak o zaman murÂdına kavuşturabilirim." dedi. Ebû Hafs, buyucunun dediği şeyleri yaptı. Kırk gunun bitiminde, buyucu, Ebû Hafs'a sihir yaptı. Fakat Ebû Hafs murÂdına nÂil olamadı. Bunun uzerine yahûdî; "Sen mutlaka iyi bir iş ve harekette bulunmuşsun, hayır yapmışsın. Yoksa sihir tutardı. Yaptığın iyiliği hatırlamaya calış!" dedi. Ebû Hafs; "Şu yaptığım iş hÂric, hic bir guzel niyet ve hayrımı hatırlamıyorum. O da, giderken kimsenin ayağı takılıp duşmesin diye yoldaki bir taşı alıp kenara koymamdır." buyurdu. Yahûdî; "Sen, kırk gun O'nun emrini yerine getirmeyip hukmunu terk ettiğin halde O seni terketmedi. Sen Allahu teÂl gibi, kerem sÂhibini nerede bulacaksın. Oyleyse O'na don ve başka şeyleri bırak." dedi. Bu sozler Ebû Hafs'ın icine ateş duşurup her tarafını sardı ve dayanamaz hÂle geldi. Oracıkta tovbe etti. Yahûdî de musluman oldu.
Ebû Hafs-ı HaddÂd, o sırada demircilik yapıyordu. Tovbe ettikten sonra hÂllerini gizlemeye calışırdı. Her gun kazandığı bir altını kimsesiz ve yoksullara dağıtır, geceleri dul kadınların kapısına yiyecek bırakırdı. Kendisi akşam namazında borc alır, bununla orucunu acardı. Oyle zaman olurdu ki, pınarda kalan sebzeleri toplar, bunları temizler, pişirir ve yerdi.
Ebû Hafs-ı HaddÂd hazretleri bir gun sokakta gozleri gormeyen birinin; "Eğer, yerde ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha o zulmedenlerin olsaydı, kıyÂmet gununde azÂbın fenÂlığından (kurtulmak icin) elbette bunları fed ederlerdi. Halbuki o gun onlar icin, Allah tarafından, hic hesÂba katmadıkları şeyler ortaya cıkmıştır (zulmedenlerin karşılarına cıkacak şeyler, ilÂhî gazap ve azaptır. Cunku bunları hic zannetmiyor ve hatırlarına getirmiyorlardı)." (Zumer sûresi: 47) meÂlindeki Âyet-i kerîmeyi okuduğunu işitince, kendinden gecti. Elini ocağa sokup, kızgın demiri cıkarıp, ors uzerine koydu. Cıraklar hayret icinde; "Bu ne hÂl usta!" diye bağrıştılar. Ebû Hafs-ı HaddÂd; "Dovun!" buyurdu. Cıraklar; "Usta, bu dovulup temizlenmiş!" dediler. Ebû Hafs, kendine gelince; "Yıllardır bu işi bırakmaya calıştım, fakat başaramadım, ama meslek bizi bıraktı." buyurup işini terketti. Ebû Hafs hazretleri bundan sonra Rabbine ibÂdete yonelip, halka karışmaz oldu. Kendilerine yakın bir yerde, hadîs-i şerîf okunur ve dinlenirdi. Ebû Hafs'a; "Sen nicin gelip de dinlemiyorsun?" dediklerinde; "Bir hadîs-i şerîf işitmiştim, otuz senedir bu hadîs-i şerîfe uygun hareket etmek istiyorum, fakat yapamıyorum. Diğer hadîs-i şerîfleri işittiğimde nasıl yaparım?" buyurduklarında, onlar; "O, hangi hadîs-i şerîftir?" dediler. Ebû Hafs; "Kişinin işine yaramayan şeyleri terketmesi, iyi bir musluman oluşundandır." hadîs-i şerîfidir." diye cevap verdi.
Bir gun yolda giderken, ağlayıp sızlayan şaşırmış bir adama rastladı. Ona; "Bir derdin mi var?" diye sorunca, adam; "Bir tek bineğim vardı, onu da kaybettim, başka bir şeyim yok." dedi. Ebû Hafs du edince bineği cıkageldi.
Ebû Osman anlatır: "Ebû Hafs'ın yanına gitmiştim. Onunde birkac muz vardı, birini aldım, yerken boğazımda kaldı. Ebû Hafs-ı HaddÂd, bana; "Hangi hakla muzlarımdan alıp yiyebiliyorsun?" dedi. Ben de; "Efendim, kalbinizi bilirim, size îtimÂd ederim. Elinizdeki şeyleri dağıtıp ikrÂm edersiniz." dedim. Bana; "Ey kendini bilmez! Ben kendime guvenemiyorum da, sen nasıl guvenirsin. Bunca senedir kalbimin hev ve hevesine gore hareket ediyorum. Kendimde meydana gelecek şeyleri bilmiyorum. Kişi, kendisinden hÂsıl olacak şeyleri bilmezse, başkasından olacak şeyleri nasıl bilir?" buyurdular.
Ebû Hafs, oyle heybetli otururdu ki, bu hÂli sohbetinde bulunanlara tesir eder, hicbir talebesi emri olmadan oturup kalkamaz, yuzune bakmaya cesÂret edemezdi. Edepli bir şekilde otururlardı. Bir gun Cuneyd-i BağdÂdî hazretleri ona; "Talebelerine, buyuklerin yanında oturma edeplerini ne iyi oğretmişsin." dedi. Ebû Hafs; "Sen, mektubun başlığına onem vermiyorsun. BÂzan başlık, mektuptaki bilgilerin sıhhatine delil olabilir." buyurdu. Sonra; "Bir kazan baharatlı yemek ve helva yapmaları icin talebelerinize soyleyiniz." deyince, Cuneyd-i BağdÂdî hazretleri bir talebesine işÃ‚ret etti. Bir muddet sonra yemek geldi. Ebû Hafs-ı HaddÂd; "Bunu bir hamalın başına koy, yorulduğu evin kapısında seslensin!" Hamal, denileni yaptı. Yorulduğu yerdeki ev sÂhibine seslendi. Ev sÂhibi; "Eğer, baharatlı bir yiyecek ve helva getirdiysen, iceriye buyur!" dedi. Hamal; "Allah Allah, acÂib şey!" dedi ve ev sÂhibine; "Benim baharatlı yiyecek getireceğimi nereden bildin?" dedi. Ev sÂhibi; "Cocuklarım, bu yemeği uzun zamandır benden istiyorlardı. Dun du ederken hatırımdan bu yemekler gecmişti. İsteğimin cevrilmeyeceğini biliyordum." dedi.
Ebû Hafs-ı HaddÂd'ın, edebe son derece riÂyetkÂr, kibÂr bir talebesi vardı. Cuneyd-i BağdÂdî birkac def ona dikkat etti. Ebû Hafs'a; "Bu talebe, kac senedir yanınızdadır?" diye sordu. Ebû Hafs da; "On yıldır." diye cevap verdi. Cuneyd-i BağdÂdî; "Ustun bir nezÂketi, gence yakışır iyi hÂlleri, mukemmel bir edebi var." buyurdu. Ebû Hafs, bunun uzerine; "Oyledir!" Bu talebemiz, bizim icin on yedi bin altın harcadı, on yedi bin altın da borclandı. Fakat, daha bunları bize soyleme cesÂretini kendinde bulamadı." buyurdu.
Talebesi Ebû Osman anlatır: Ebû Bekr-i Hanefiyye'nin evindeydim. Hocam Ebû Hafs-ı HaddÂd da oradaydı. Arkadaşlar bir dostumuzdan bahsettiler. Ben; "Keşke, o da burada olsaydı!" dedim. Ebû Hafs; "KÂğıt, kalem olsaydı. Ona gelmesi icin mektup yazardık." buyurunca, ben; "Burada var." dedim. Ebû Hafs-ı HaddÂd hazretleri; "Fakat ev sÂhibi carşıya gitti. Eğer orada olduyse, bunlar vÂrislerinin olur, boyle olunca onlara yazı yazılmaz." buyurdu. O kalem kÂğıdı kullanmadı.
Talebesi Ebû Osman anlatır: Ebû Hafs-ı HaddÂd'a; "İnsanlara nasîhat etmek, ilim oğretmek istiyorum." dedim. Bana; "Sende bu hÂl neden hÂsıl oldu?" buyurdu. Ben de; "İnsanlara şefkat hissinden." dedim. Bana; "İnsanlara şefkat hissi sende ne derecededir?" buyurdu. Ben de; "Oyle bir durumdadır ki, butun gunahkÂrların yerine Cehennem'de yanmaya hazırım." dedim. İzin verip bana nasîhatle; "Once kendine, sonra etrÂfındakilere nasîhat et! EtrÂfındaki halk topluluğu seni şımartmasın! Cunku cemÂat dışına, cenÂb-ı Hak ise icine nazar eder, bakar." buyurdular. Ben bir yerde sohbet ederken, hocam gizli bir koşeye saklanmışlar. Sohbet bitince, sadaka isteyen bir kimseye herkesten once gomleğimi cıkarıp verdim. O anda Ebû Hafs-ı HaddÂd; "Seni yalancı, in bakayım o kursuden." dedi. HatÂmı sorduğumda hocam bana; "Hem halka karşı beslediğin şefkat ve merhametten bahsediyorsun. Hem de sadakayı acele ile verip, hepsinden once sevÂba ben kavuşayım diyorsun! ŞÃ‚yet once soylediğin dÂv uzere olsaydın, bu bencilliği yapmazdın. İn bakalım oradan. Orası senin yerin değildir?" buyurdu.
Ebû Zekeriyy anlatır: Malım olmasına rağmen fakirlikten korkardım. Bir gun Ebû Hafs-ı HaddÂd bana; "Eğer Allahu teÂl sana fakirliği takdir ettiyse, kimse seni zengin yapamaz." buyurdular. Bunun uzerine bende fakirlik korkusu kalmadı.
Talebesi ve dÂmÂdı Ebû Osman Hîrî NişÃ‚bûrî anlatır: NişÃ‚bûr'a ona talebe olmak icin gitmiştim. Henuz cok genctim. Yanına gittim. Bana; "Sen henuz gencsin, bizimle oturamazsın." buyurdular ve beni kabûl etmediler. Cıkarken arkamı donerek gitmedim. Arka arka giderek cıktım. Kalbim ona cok ısınmıştı. Bir muddet sonra kapısına tekrar vardım, bekledim. Bir yere gidemiyordum. İcimden; "Şu kapının onunde bir cukur kazayım, icine gireyim, ondan cık artık emri gelinceye kadar orada durayım." diyordum. Hatt yapmaya da karar vermiştim. Sonra sadÂkatımı anladı ve beni yanına cağırdı. Huzûruna aldı. Gonlumu hoş etti ve talebeliğe kabûl etti."
Bir gun ona; "Aklı başında bir kimse, kendisine zulmeden birini mÂzur gorebilir mi?" diye soruldu. O da; "Evet, mumkundur. Ama o zulmedeni, kendisine Allahu teÂl tarafından gonderilmiş bir nîmet olarak bilirse!.." buyurdu.
Ebû Hafs-ı NişÃ‚bûrî sohbetlerinde sık sık mubÂrek lisÂnından cıkıp gonullere tesir eden şu kıymetli sozleri soylerdi:
"Hakîki Âlim, suÂli cevaplandırırken, kıyÂmette; "Bu cevÂbı nereden buldun?" diye sorulacağından korkan kimsedir."
"FirÂset sÂhibi olduğu iddiÂsında bulunmaya, kimsenin hakkı yoktur. Yapılacak şey, başkasının firÂsetinden sakınmak ve korunmaktır. Zîr Resûlullah efendimiz; "Muminin firÂsetinden korkunuz." buyurdu, fakat firÂset sÂhibi olmaya calışın buyurmamışlardır. Şu halde firÂsetten korunmak mevkiinde bulunan bir kimsenin, firÂset dÂvÂsında bulunması nasıl doğru olabilir."
Bir gun Ebû Hafs hazretlerinden tasavvufu sordular. O; "Tasavvuf, baştan başa edeptir. Zîr her vaktin bir edebi, her makÂmın bir edebi ve her hÂlin bir edebi vardır. Vakitlerle ilgili edebe riÂyet edenler (vaktini iyi şeylerle gecirenler), velî kimselerin makÂmına ulaşırlar. Edebi terk edenler, Allahu teÂlÂya yakın olduklarını zannettikleri hÂlde, O'ndan uzaktırlar. BÂzı kullar da vardır ki, kendilerinin zannettiklerinden daha yuksek bir mertebeye sÂhiptir, daha sevgilidirler."
Kulu Allahu teÂlÂya yaklaştıran en iyi iş nedir? dediler. HaddÂd hazretleri; "Kulu, Allahu teÂlÂya yaklaştıran en iyi vesîle, kulun her hÂlukÂrda dÂimî sûrette O'na ihtiyac duyması, butun işlerde sunnet-i seniyyeye dort elle sarılması ve gıdÂyı helÂl yoldan temin etmesidir." buyurdu.
"Ubûdiyyet (kulluk) nedir?" diye sordular. O; "Malı bırakıp emrolunan husûsa sımsıkı sarılmakdır. Hak aramak yerine vazîfeye koşmaktır."
"Oyleyse kerem nedir?" "DunyÂyı ona muhtac olanlara bırakıp, Allahu teÂlÂya kulluğa yonelmektir."
"Cimri kime derler?" "İhtiyac Ânında başkasını duşunmeyene." buyurdu.
Duny ve Âhiret işlerinde kardeşlerini kendisinden onde tutana ne denir?" denildi. O; "ÎsÂr sÂhibi denir." buyurdu.
Ona; "Bid'at nedir?" dediler. Şu karşılığı verdi: "İlÂhî hukumleri ciğnemek, sunneti kucumsemek, şahsî istek ve duşuncelere tÂbi olarak Kur'Ân-ı kerîm ve sunnete uymayı terketmektir."
Bir sohbetinde; "ZamÂnın fesÂda varmasına şu uc topluluğun hareketi sebeb oldu: 1. İrfÂn sÂhibi olduklarını iddi edenlerin gunah işlemesi. 2. Muhabbet ehli olduklarını soyleyenlerin hıyÂneti. 3. Allah yolunda olduklarını soyleyenlerin yalanı." buyurdu.
Ebû Hafs hazretleri şoyle buyurmuştur:
"Her zaman nefsini suclamayıp, ona muhÂlefet etmeyen aldanmıştır. Nefsine rız gozuyle bakan mahvolmuştur."
"Allah korkusu, kalpte bulunan bir meşÃ‚leden ibÂret olup, hayır ve şer nÂmına kalpte bulunan her şey, ancak onunla gorulebilir."
"Hakîki fakirlik, bir kimsenin almaktan cok, vermekten hoşlanmasıdır."
"Uzerinde dÂim Allahu teÂlÂnın lutfunu goren kimsenin mahvolmayacağı umid edilir."
"İbÂdet ve amel sÂhibi icin en fazîletli şey, Allahu teÂlÂnın huzûrundaki murÂkabe hÂlidir."
"Allahu teÂlÂya guvenip kendini zengin bilmek ne hoştur. Bir nÂmerde dayanıp kendini zengin bilmek ise ne fenÂdır."
"Kulluk, kulun zînetidir. Kulluğu terkeden susten mahrûm kalır."
"Zehir olumun habercisi olduğu gibi, gunahlar da kufrun habercisidir."
"Gonlunde tevÂzûun, alcak gonulluluğun bulunmasını isteyen bir kimsenin, sÂlihlerin sohbetinde bulunması ve onlara hizmetten ayrılmaması lÂzım gelir."
"İşlenen kusur ve kabahatlardan oturu her zaman gonlu kırık olmak lÂzımdır."
"Muruvvet, insafı yerine getirmek ve hic kimseden intikÂm almayı istememektir."
"Her kim soz, iş ve hÂllerini Kur'Ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygun yapmaz ve gunahlarından dolayı kendini suclamazsa, onu velîler sınıfından saymazlar."
"Velî kimdir?" dediler. O; "Kendisine kerÂmet verilen lÂkin kerÂmete guvenmeyen kimsedir." dedi. Ebû Hafs HaddÂd hazretleri kerÂmet peşinde koşanlardan değil, istikÂmeti esas alanlardandı. Bir gun talebeleriyle birlikte hava almak icin bir bahceye gitmişlerdi. Sohbet tatlanıp talebelerin duygulandıkları sırada bir ceylan koşarak geldi ve başını Ebû Hafs hazretlerinin dizine koydu. Ebû Hafs hazretleri ceylanı yanından uzaklaştırdı. Yanındakiler; "Efendim nicin ceylanı kovdunuz?" deyince, onlara; "Sohbetimiz guzelleştikce, keşke bir koyun olsa da kesip size ikram etsem de dağılmasanız, sohbetimiz devÂm etse diye gonlumden gecirdim. Bir de baktım, ceylan dizime yaslanmış. Hemen hatırıma Nil Nehrini ters akıtması icin Allahu teÂlÂya du eden ve duÂsı kabûl edilen Firavn geldi. Firavn'a benzemekten korkarak ceylanı kovdum." dedi.
Ebû Hafs hazretlerine; "Velînin sukût hÂli mi yoksa konuşma hÂli mi daha fazîletlidir?" diye sordular. O; "Konuşan, sozde bulunan felÂketi bilse, Nûh aleyhisselÂm kadar omru bile olsa gucu yettiği kadar sukût eder konuşmazdı. Sukût eden, susmada bulunan Âfeti bilse, konuşayım diye Nûh aleyhisselÂmın yaptığının iki katı bir muddetle Allahu teÂlÂya du ve niyazda bulunurdu." buyurdu.
Ebû Hafs HaddÂd hazretleri yaptığı amelleri dÂim kusurlu gorur ve; "Kırk senedir nefsim hakkında beslediğim kanÂat: Şuphe yok ki Allahu teÂl bana gadablı olarak nazar etmektedir. Amellerimde bunun delili bulunmaktadır." derdi.
Murtaiş anlatır: Ebû Hafs ile birlikte bir hasta ziyÂretine gitmiştik. Ebû Hafs, hastaya; "Sıhhate kavuşmak ister misin?" diye sordu. Hasta sevincle; "Evet." dedi. Ebû Hafs; "Y Rabbî! Bu kardeşimizin derdine şif eyle." buyurarak du edince, hasta şif buldu ve ayağa kalktı.
Kendisine; "Guzel ahlÂk sÂhibi olmak nasıl olur?" diye soruldu. Bunun uzerine; "EvliyÂnın haklarına riÂyet etmek, dostlar ile iyi gecinmek, kucuklere nasîhat vermek, duny icin kimseye duşmanlık etmemek, başkalarını kendi nefsine tercih etmek, duny malı yığmaktan kacınmak, kendi yollarında olmayanla sohbeti terk etmek, din ve duny işinde yardımlaşmak." buyurdu.
VefÂt edeceği zaman Ebû Hafs HaddÂd hazretlerine talebeleri ve sevdikleri; "Bize nasîhatin nedir?" dediler. O; "Konuşmaya tÂkatim yok." dedi. Sonra kendinde biraz guc hissedince, onde gelen talebelerinden Ebû Osman Hîrî ona; "Efendim! Bir şeyler soyleseniz de sizden yÂdigÂr olarak nakletsem." dedi. O zaman Ebû Hafs HaddÂd hazretleri; "İşlenen kusur ve hatÂlara butun kalbinizle pişman ve uzgun olunuz sozu size nasîhatim olsun." buyurdu.
MİSÂFİRPERVERLİK YOL HEDİYESİ
Ebû Hafs-ı HaddÂd hazretleri hacca gitmişti. Donuşunde, Cuneyd-i BağdÂdî'nin talebeleri karşılayınca, onlara; "Yol hediyem şu sozumdur: Eğer bir arkadaşınız size saygısızlık ederse, onu ozur dilemeye teşvik edin! Fakat siz, onun dilediğinden cok ozur dileyin. Eğer kırgınlık gitmemişse ve hakkın da kendi tarafınızda olduğuna kanÂat getirirseniz, yine arkadaşınızı en guzel bir şekilde ozur dilemeye teşvik edin ve siz de ozur dileyin! Kırk gun buna devÂm edin! Yine kırgınlık gitmezse, o zaman kendinize şoyle deyin: "Ey ahmak nefs! Ne inatcı, ne bencil, ne vurdumduymaz, ne edepsizsin. Sende azıcık mertlikten eser yok. Kırk gun arkadaşın senden ozur diledi de ozrunu kabûl etmedin. Ben senden el etek cektim, sen bilirsin, nasıl istiyorsan oyle ol!" buyurdu.
NASIL OLUR?
Ebû Hafs-ı HaddÂd, Ebû Bekr-i Şiblî'nin evinde kırk gun misÂfir kaldı. Ceşit ceşit yemeklerini yedi. Ayrılıp giderken yanına vardığında; "Ey Şiblî! Eğer yolun NişÃ‚bur'a uğrarsa, yanıma gel! MisÂfirperverlik nasıl oluyormuş, sana oğretirim." dedi. Şiblî de; "Ben ne yaptım ki?" deyince; "Başka ne yapacaksın, kulfete girerek ceşitli yemekler hazırladın, civanmertlikte bu yoktur. MisÂfir gelince oyle davranmalı ki, hizmet ederken uzerine bir ağırlık cokmemeli, gittiği icin de ferahlamamalısın! Kulfete girdiğinde, gelişi ağır gelir, gittiğinde de rahatlarsın. Boyle ev sÂhipliği olmaz." buyurdu. Bir muddet sonra, İmÂm-ı Şiblî kırk arkadaşıyla berÂber NişÃ‚bur'a geldi. Ebû Hafs-ı HaddÂd'a uğradı. Ebû Hafs-ı HaddÂd o gece kırk bir mum yakmıştı. Şiblî bunları gorunce; "Bu ne hÂl boyle?" dedi. Ebû Hafs-ı HaddÂd; "Ne oldu?" buyurdu. Şiblî; "Kulfete girmeyin, demiştiniz. Bu mumlar ne boyle?" dedi. Ebû Hafs-ı HaddÂd; "Oyleyse onları sondur." buyurdu. Şiblî, kalkıp hepsini sondurmeye calıştı, fakat, birini sondurebildi. Bunun uzerine Ebû Hafs-ı HaddÂd; "Sizi Allahu teÂl gonderdi. Ben de Allah rızÂsı icin kırk mum yaktım. Birini de kendim icin yaktım. Benim icin olanı sondurdun. Allah rızÂsı icin olanı sonduremedin. Sen ise BağdÂt'ta her yaptığın şeyi benim icin yapmıştın. Seninki kulfet oldu, benimki ise kulfet olmadı." buyurdu.
GUZEL HASLETLER
Allahu teÂlÂya ve O'nun kullarına karşı edeb hakkında şoyle dedi: "Allahu teÂlÂya karşı edeb, onun emirlerini ihlÂs ile yerine getirmek, O'ndan korkmak, cekinmek. Bir bel ve sıkıntı sırasında insanlara rıfk, guzel muÂmele, genişlik zamÂnında hilm, yumuşaklık ile, nefsin yoksulluğa duşmekten cekindiği zamanlarda comertlik ve kerem ile davranmak, gucu yettiği zaman affetmek, insanlara merhamet ve şefkat gostermek, fazîletli olmak, gelmeyene gitmek, kotuluk yapana iyilik yapmak ve butun muslumanlara hurmet etmektir. Cunku muslumanlardan herbiri mutlaka Allahu teÂlÂnın bir lutfuna mazhardır (onun duÂsı insanı Allahu teÂlÂnın rahmetine kavuşturur).
__________________
Ebu Hafs HaddÂd En-NişÃ‚bûrî
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●42 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Ebu Hafs HaddÂd En-NişÃ‚bûrî