Basra velîlerinin buyuklerinden. İsmi, KÂsım bin Abdullah el-Basrî, kunyesi Ebû Muhammed'dir. Doğum tÂrihi bilinmemektedir. 1184 (H.580) senesinde Basra'da vefÂt etti.
Kucuk yaştan îtibÂren din ve fen ilimlerini oğrendi. Nefsinin isteklerine hep sırt cevirdi.Tasavvuf buyuklerinin sohbetinde ileri derecelere kavuştu. Zamanında Irak'ta bulunan evliyÂnın gozbebeği, Âriflerin, Allahu teÂlÂya yakın olanların en ustunlerinden oldu. MÂlikî mezhebi Âlimlerinden idi. Bu mezheb hukumlerine gore fetv verirdi. Sohbetlerinde fıkıh ilmini ve tasavvufî hakîkatleri anlatırdı. İnsanlar, onun yuksek mÂnÂlı, kalplere tesir eden kıymetli sozlerini dinleyip istifÂde edebilmek icin, sohbetlerine koşarlardı. Her biri pekcok mÂnÂları ifÂde eden vecîz sozleri, insanlar arasında dilden dile dolaşırdı.
Haram ve şupheli şeylere hic yanaşmaz, dunyÂya meyil ve îtibÂr etmezdi. Devamlı ibÂdet ve tÂatle, Allahu teÂlÂnın rÂzı olduğu, beğendiği işleri yapmakla meşgûl idi. Kendi hÂlinde yaşardı. Kimseye karışmaz, ne yiyip ne ictiğini, nafakasının nereden geldiğini kimse bilmezdi. Cok def Hızır aleyhisselÂm ile goruşup sohbet ederlerdi. KerÂmetleri pek coktur.
Ebû Abdullah-i Belhî hazretleri şoyle anlatıyor: "Bir gun Mekke-i mukerremede, Mescid-i Haram icinde bulunan MakÂm-ı İbrÂhim denilen yerde oturuyordum. DuhÂ, kuşluk vakti idi. Birden Ebû Muhammed el-Basrî hazretlerini gordum. Yanında dort kişi daha vardı. KÂbe-i muazzamayı yedi def tavaf edip namaz kıldılar. Sonra Benî-Şeybe kapısından cıktılar. Ben de onlara tÂbi olup, arkalarından gittim. İclerinden birisi beni geri cevirmek istedi. Fakat Ebû Muhammed hazretleri mÂni olup; "Onu bırak, mÂni olma!" buyurdu. Sonra herbirini, diğerinin onune gelecek şekilde bir hizÂya getirdi. En sonlarında da ben vardım. Sonra onlardan herbirinin, adım atarken bir ondekinin ayak izine basmasını, başka yere basmamasını emretti. Onumuzden yurumeye başladı. Biz arkasından emrettiği şekilde yuruyorduk. Altımızdaki yer katlanıp duruluyor ve cok mesÂfe alıyorduk. Medîne-i munevvereye ulaştık. Duh vakti ile oğle namazı arasındaki az bir zamanda, Mekke'den Medîne'ye gelmiştik. HÂlbuki, bu mesafe takrîben on iki gunluk yol idi. Oğle namazını Mescid-i Nebî'de kıldık. Namazdan sonra aynen evvelki gibi yola cıktık. Kısa zamanda kendimizi Kudus'teki Mescid-i AksÂ'da bulduk. İkindi namazını orada kıldık. Sonra yine aynı şekilde yola cıktık. Akşam namazını bir sed uzerinde kılıp, aynı şekilde yola devÂm ettik. Yine az bir zaman icinde buyuk bir dağın başına vardık. Namaz vakti gelince yatsı namazını kıldık. Ebû Muhammed hazretleri dağın en yuksek yerinde oturdu. Biz de etrafındaydık. Dağın her tarafından, ona bÂzı kimseler gelmeye başladı. Her birisi heybetli kimselerdi. Ebû Muhammed hazretlerinden, guneş misÂli nûr yayılıyordu. Ve gelenlerin her biri, ay gibi parlıyordu. Her biri gelip selÂm veriyor ve Ebû Muhammed hazretlerinin huzûrunda oturuyordu.Sonra diğer bÂzı kimseler, havadan inip yanına geldiler. Bunlar da havada yuruyorlar, şimşek cakması gibi parlıyorlardı. BÂzıları Ebû Muhammed hazretlerine bir şeyler soruyorlar, o da cevap veriyor, onlarla konuşuyordu. Oyle tatlı sohbet ediyor ve oyle guzel konuşuyordu ki, bu hal karşısında o heybetli kimselerden bÂzıları duşup bayılıyor, bÂzıları ayakta titreyerek zor duruyorlardı. BÂzıları goz yaşlarını sel gibi akıtıyorlardı. BÂzıları feryÂd ediyorlar, bÂzıları da havada done done gidip, gozden kayboluyorlardı. Oyle bir hÂl idi ki, sabah namazı vaktinde orada bulunanlar ile berÂber sabah namazını kılıncaya kadar, sanki dağın altımızda sallandığını hissediyorduk. Sonra dağın arka tarafına indi. Peşinden biz de geldik. Bir de ne gorelim, onumuzde sonu gorulmeyen, bembeyaz, cok nûrlu ve tatlı bir yer vardı. Miskden daha tatlı olan kokusu her tarafa yayılıyordu. Biz orada bÂzı kimseler gorduk. Ceşitli tesbîhler soyliyerek, Allahu teÂlÂyı zikrediyorlardı. Onların nûrları gozleri kamaştırıyordu. Ebû Muhammed hazretleri de, Allahu teÂlÂnın zikri ile kendinden gecmiş bir hÂlde, sağa sola sallanıyordu. Ayakta zor duruyordu. Allahu teÂlÂya şoyle niyazda bulunuyordu:
"Y Rabbî! Sana olan şevk beni sarsıyor. Senden ayrı olmak beni perişÃ‚n ediyor. AzÂbından cok korkuyor isem de, rahmetinden umitsiz değilim. Bana gazab etmenden korkuyorum ve bu hÂl beni mahvediyor. Senin muhabbetin ile şaşkın hÂldeyim. Senin yakınlığın, beni derleyip toparlıyor ve sevindiriyor. Seninle beraber olmak, benim en buyuk surûr ve sevincimdir." Bu hal duh vaktine kadar devÂm etti. Sonra geldiğimiz yere donduk. Orası, dunku gorduğumuz gibi değildi. Kimseler yoktu. Sonra yurudu. Biz hep kendisini tÂkib ediyorduk. Altın ve gumuşlerle suslu bir şehre geldik. Orada, dalları birbirine girmiş cok guzel ağaclar, tatlı suların aktığı nehirler, dallarda dizilmiş ve olgunlaşmış cok meyveler vardı. Biz, o şehre girdik. Olgun meyvelerden yiyip, tatlı sulardan ictik. Ebû Muhammed hazretleri, bizlere birer tÂne elma almamızı emretti. Emir icÂbı hepimiz birer elma aldık, yalnız Mekke-i mukerremede benim onlarla birlikte gitmemi istemeyip, beni reddeden kimse elma alamadı. Ebû Muhammed hazretleri ona;
"Bu, senin edebte kusûr etmen ve bu kimsenin hatırını kırman sebebiyledir." buyurup, beni işÃ‚ret etti. Sonra bana; "Bunun icin Allahu teÂlÂdan magfiret iste! Bu yol, edebi muhÂfaza ve edebin hukumlerine riÂyet etmek uzerine kurulmuştur." buyurdu.
Ben, o şahıs icin cenÂb-ı Hak'tan magfiret diledim. O kimse de, mahcûb bir şekilde cok tovbe ve istigfÂr etti. Bundan sonra Ebû Muhammed hazretleri; "Şimdi sen de arkadaşların gibi bir elma al!" buyurdu. O talebe de elini uzattı ve elmayı aldı. Ebû Muhammed sonra buyurdu ki: "Burası evliy şehridir. Buraya velî olmayan giremez. Sen velî olduğun icin buraya girdin. Fakat bir def edebe riÂyetsizlik etmen sebebiyle, o nîmetten mahrûm olmuş idin. Tovbe ve istigfÂrdan sonra tekrar o elmadan alabildin."
Sonra yuruduk, bÂzı yerlerden gectik. ArÂziye isÂbet eden bir felÂket sebebiyle kurumuş bir ağac gorduk. Onun icin du ettiler, hemen ağac yeşerip, yaprak actı. Bir de baktım Mekke-i mukerremeye gelmişiz. Oğle namazı vakti idi. Namazı kıldık. Sonra, kendisi hayatta olduğu muddetce bu durumdan hic kimseye bir şey anlatmamam icin benden soz aldı. Sonra kayboldular. Bir muddet onları hic goremedim.
Bir zaman sonra, Ebû Muhammed hazretlerini gormek arzusu bende dayanılmaz bir hÂle gelince Basra'ya gittim. Yanında gunlerce kaldım. Bir gun Basra'nın dışına cıktı. Ben de yanında idim. EshÂb-ı kirÂmdan Talh bin Ubeydullah'ın turbesine geldik. Kabri gorunce geriye dondu. Sonra donup kabri ziyÂret etti.
Başı one eğik, cok saygılı ve cok edebli olarak, mahzûn bir hÂlde idi. Sonra ben ziyÂret ederken, donup tekrar gitmesinin hikmetini suÂl ettim. "Birinci def gittiğimde, Talh hazretleri oturuyordu. Uzerinde cok kıymetli yeşil bir elbise, başında inci ve mucevherlerle suslu cok guzel bir tÂc vardı. Yanında da, iki tÂne hûrî vardı. O durumda gidip ziyÂret etmekten hay ettim. O hûrîler gittikten sonra ziyÂret ettim." buyurdu. O hayatta olduğu muddetce ben bu hÂli hic kimseye anlatmadım."
Ebû Muhammed Basrî hazretleri halvethÂnesinden, yalnız kaldığı yerden cıkıp gezerken kuru bir ağacın yanına varsa, ağac o anda yapraklanırdı. Bir hastanın yanına gitse, hasta o an şif bulurdu. Sıkıntısı varsa hafifler, Âfiyet bulurdu. Derdi olan da derdinden kurtulurdu.
1184 (H.580) yılında vefÂt eden Ebû Muhammed Basrî hazretleri Basra'da defnedildi. Kabri herkes tarafından bilinmekte ve ziyÂret edilmektedir.
ŞU GORDUĞUN MALLARIN HEPSİ EMÂNETTİR
MenÂvî hazretleri kendisini sevenlerden birinin şoyle naklettiğini haber vermektedir:
Ebû Muhammed-i Basrî hazretlerini ziyÂret icin Basra'ya gelmiştim. Gectiğim yerlerde hayvan suruleri, arÂziler, hurmalıklar gordum. Bunların kime Âit olduğunu sordum. Ebû Muhammed hazretlerine Âit olduğunu soylediler. Hatırıma, bunlar hukumdarların işidir diye geldi. Acab Allah adamlarından birisi, kalbini boyle şeylerle niye meşgûl ediyor? Bu duşuncelerle yoluma devÂm ettim. Kur'Ân-ı kerîmden En'Âm sûresini okuyordum. Kalbimden oyle niyet ettim ki, o zÂtın kapısına vardığım zaman hangi Âyet-i kerîmeyi okuyor olursam, o Âyet benim hÂlimi bildirsin. Bu niyetlerle ve En'Âm sûresini okuyarak, o zÂtın dergÂhının eşiğine ayağımı koyduğumda, En'Âm sûresinin; "Onlar ki, Allahu teÂlÂnın kendilerini hidÂyetine eriştirdiği kimselerdir. Sen de onların gittiği yoldan yuru..." meÂlindeki 90. Âyetini okuyordum. Ben henuz iceri girmek icin izin istemeden, hizmetci acele ile cıkıp beni karşıladı ve Ebû Muhammed hazretlerinin yanına goturdu. Bu hÂle cok hayret ettim. Ebû Muhammed hazretleri, ismim ile hitÂb ederek: "Y Omer! Benim malım diye yeryuzunde gorduğun şeylerin hepsi emÂnettir. Onlara Âid en ufak bir muhabbet, bu kulun kalbinde yoktur. Allah adamları bunları, Allahu teÂlÂnın dînine hizmet ve O'nun kullarına yardım icin ellerinde bulundurur. Ama zerre kadar bunlara muhabbet etmez ve bunlarla kalbini meşgûl etmez. ZÂten, kalbinde zerre kadar duny duşuncesi bulunan kimseye, Allahu teÂlÂyı tanımak nasîb olmaz. Nerede kaldı ki, bunlara gonul vermiş olsunlar." Bu hÂli gorunce, hayretim ve Ebû Muhammed hazretlerine olan muhabbet ve bağlılığım daha da arttı.
__________________
Ebu Muhammed El-Basrî
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●40 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Peygamberler ve Evliyalar
- Ebu Muhammed El-Basrî