Turkistan'da yetişen buyuk velîlerden. İsmi, Ahmed lakabı Fadlullah'dır. Babasının ismi Ebu'l-Hayr Muhammed'dir. Ebû Saîd adı ile meşhûr oldu. Babası verĂ‚ sĂ‚hibi dindar bir zĂ‚t idi. 967 (H.357) senesinde Horasan bolgesinde Serahs ileEbyurd arasında yer alan Meyhene (Mihene) şehrinde doğdu. 1049 (H.440) senesinde aynı yerde vefĂ‚t etti.
Ebû Saîd kucuk yaşta babasının yanında velî zĂ‚tların sohbetlerine giderdi. Kur'Ă‚n-ı kerîm okumaya başladığı zaman babası onu CumĂ‚ namazlarına goturmeye başladı. Bir seferinde yolda zamĂ‚nın buyuk Ă‚limlerinden ve tasavvuf buyuklerinden Ebu'l-KĂ‚sım Bişr ile karşılaştılar. Ebu'l-KĂ‚sım onları gorunce, Ebu'l-Hayr Muhammed'e; "Bu cocuk kimindir?" diye sordu. "Bizimdir." cevĂ‚bını verdi.Bunun uzerine gozleri dalan Ebu'l-KĂ‚sım; "EvliyĂ‚lık makĂ‚mının boş kalacağını, bu dervişlerin, talebelerin bizden sonra zĂ‚yi olacaklarını gorurken bu dunyĂ‚dan gonul huzûru ile nasıl ayrılabilirim. Şimdi bu cocuğu gorunce gonlum rahatladı. ZîrĂ‚ velîlik makĂ‚mı buna nasîb olacak. Namazdan cıkınca, cocuğu bizim yanımıza getir." dedi. Namazdan cıkınca Ebu'l-KĂ‚sım Bişr'in yanına gittiler. O buyuk zĂ‚t Ebû Saîd'in babasına; "Ebû Saîd'i tutuver. Şu yuksekce yerde ekmek vardır. Onu uzanıp alsın." dedi. Babası kaldırınca, Ebû Saîd oradan ekmeği aldı. Ekmek arpadan olup, sıcaktı. Sıcaklığını elinde hissediyordu. Ebu'l-KĂ‚sım ekmeği alıp, yarısını Ebû Saîd'e verdi ve; "Ye!" dedi. Yarısını da kendisi yedi. Bunun uzerine babası; "Efendim bu ekmekten bana vermeyişinizin hikmeti nedir?" diye sordu.Ebu'l-KĂ‚sım Bişr; "Ey Ebu'l-Hayr! O ekmeği otuz sene once oraya koymuştum. Bize; insanların mĂ‚nen ihyĂ‚sı, irşadları, doğru yolu bulmaları bu ekmeğin elinde sıcak olduğu kimse ile olacaktır." diye bildirildi. Mujdelenen kimse senin bu cocuğundur." buyurdu. Sonra Ebû Saîd'e donerek; "Bu kelimeleri hĂ‚tırında tut. DĂ‚imĂ‚ soyle. SubhĂ‚neke ve bi hamdike alĂ‚ hilmike ba'de ilmike subhĂ‚neke ve bihamdike alĂ‚ afvike ba'de kudretike." Ebû Saîd Mîhenî bu sozleri ezberleyip devamlı soylerdi.
Ebu'l-KĂ‚sım Bişr'in sohbetlerine giden babası, yanında Ebû Saîd'i de gotururdu. Bir gun Ebu'l-KĂ‚sım Bişr; "Ey Ebû Saîd! TamĂ‚ ve dunyĂ‚ya duşkunlukten kurtulmaya gayret et. Cunku insanda tamĂ‚ varken, ihlĂ‚s yĂ‚ni herşeyi Allah icin yapma arzusu bulunmaz. Kulluk, ihlĂ‚s ile olur. Şu hadîs-i kudsîyi unutma! Allahu teĂ‚lĂ‚ mîrĂ‚c gecesi Resûlullah efendimize buyurdu ki: "Kulum farzları yapmakla bana yaklaştığı gibi başka şeyle yaklaşamaz. Kulum nĂ‚file ibĂ‚detleri yapınca, onu cok severim. Oyle olur ki, benimle işitir, benimle gorur, benimle her şeyi tutar, benimle yurur. Benden her ne isterse veririm. Bana sığınınca onu korurum."
Ebû Saîd Mîhenî'nin babası ile Sultan Gazneli Mahmûd birbirlerini cok severlerdi. Babası Meyhene'de bir koşk yaptırdı. Gunumuzde Uc Şeyhin Sarayı diye meşhurdur. Sarayın duvarına Sultan Mahmûd'un komutanlarının, fillerinin ve gemilerinin isimlerini yazdırdı. Kucuk bir cocuk olan Ebû Saîd, babasına; "Bu koşkte bana Ă‚id bir yer tahsis et." dedi. Babası sarayın ust katında ona bir yer yaptırdı. Tamamlanınca, Ebû Saîd oranın duvar ve tavanına hep Allahu teĂ‚lĂ‚nın ism-i şerîfinin yazılmasını emretti. Bunu goren babası; "Oğlum! Boyle ne yapıyorsun?" diye sorunca; "Herkes kendi evinin duvarlarına kendi emirinin ismini yazıyor. Ben de Rabbimin ism-i şerîfini yazdırıyorum." dedi. Onun bu sozleri babasının cok hoşuna gitti. Hemen koşkun duvarlarına yazdırdıklarının hepsini sildirdi.
Ebû Saîd Mîhenî'nin babası her gece yatsıyı kılıp eve geldikten sonra sokak kapısını acılmasın diye zincirle bağlardı. Sonra herkes uyuduktan sonra yatardı. Bir gece yarısı uyandı. Ebû Saîd'in evde olmadığını fark etti. Butun koşku aradı. Koşkun kapısına baktığında zincir de yoktu. Yatağına yattı. İmsak vakti Ebû Saîd Mîhenî'nin koşkun kapısından iceri yavaşca girip, zinciri yerine bağlayıp, odasına cıktığını fark etti. Babası birkac gece oğlunu tĂ‚kib etti. Her akşam aynı şeyi yapıyordu. Bir gece babası dayanamayarak, onu tĂ‚kib etti. Ebû Saîd Mîhenî eski bir dergĂ‚ha vardı. Babası da dergĂ‚hın damına cıktı. Ebû Saîd, dergĂ‚hın mescid kısmında Kur'Ă‚n-ı kerîm okumaya başladı. Sehere kadar okuyup, hatmetti. Sonra abdest tĂ‚zelemek icin hazırlık yaptığı sırada babası hemen saraya dondu. Ebû Saîd her zamanki gibi eve donup, yattı. Sabah namazı vaktinde babası hicbir şey bilmiyormuş gibi kaldırır, berĂ‚berce namaza giderlerdi. Bu işe uzun muddet devĂ‚m etti.
Fıkıh ilmini, Merv şehrinde, ŞĂ‚fiî fıkıh Ă‚limlerinden Ebû Abdullah el-Husrî'den oğrendi. Onun vefĂ‚tından sonra Ebû Bekr-i KaffĂ‚l'dan ders aldı. Merv şehrinde ilim oğrenmek icin on sene kaldıktan sonra, Serahs şehrine geldi.Yuksekce bir tepe uzerinde LokmĂ‚n-ı Mecnûn'u gordu. Yanına gitti, kaftanını yamıyordu. Ebû Saîd onu seyrederken kendi golgesi, LokmĂ‚n'ın kaftanının uzerine duşuyordu. LokmĂ‚n-ı Mecnûn, yamayı kaftanına dikince buyurdu ki: "Ey Ebû Saîd! Biz seni bu yama ile bu kaftana diktik." Sonra elinden tutup, Ebu'l-Fadl-ı Serahsî hazretlerinin huzûruna goturdu. Ona; "Ey Ebu'l-Fadl! Bunu sakla, bu sizdendir." dedi. Ebu'l-Fadl-ı Serahsî, Ebû Saîd'in elinden tutup yanına oturttu ve; "Maksadımız, insanlara Allahu teĂ‚lĂ‚nın yolunu gostermektir. İnsanlara gonderilen yuz yirmi dortbinden ziyĂ‚de peygamber, onlara "Allah" dedirtmek ve O'na ibĂ‚det ettirmek icin geldiler." buyurdu. Ebû Saîd, Ebu'l-Fadl'ın kalblere hayat veren bu guzel sozlerini, kendinden gecmiş bir hĂ‚lde dinledi. Ebu'l-Fadl, kendisini talebeliğe kabûl etti ve;
"Kendinden gecerek geri kalma amelden,
Bu buyuk devleti, sakın cıkarma elden."
buyurdu.
Ebû Saîd Mîhenî tasavvufta cok yuksek mertebeye ulaştı. Zamanındaki butun evliyĂ‚nın sultĂ‚nı, baş tĂ‚cı oldu. Butun muslumanların matlûbu, sevdiği idi. Tasavvuf yolunun butun inceliklerine vĂ‚kıf olup, ayrıca; fıkıh, tefsîr, hadîs ve başka ilimlerde de cok yuksek Ă‚lim idi. Oruc tutulması cĂ‚iz olmayan gunler hĂ‚ric, senenin butun gunlerini oruclu gecirirdi. SĂ‚de bir ekmek ile iftar eder, gece gunduz ibĂ‚detle meşgûl olurdu. Butun ibĂ‚detlerde, bilhassa namaz husûsunda cok hassas ve ihtiyatlı hareket eder, her namaz icin guslederdi. Kendi hĂ‚linde her an Allahu teĂ‚lĂ‚yı hatırlar, hep; "Allah, Allah." derdi. Ne zaman uyku basacak olsa, elinde ateşten mızrak bulunan cok heybetli bir kimse karşısında zuhûr eder. "Allah de!" derdi. Boylece, vucûdundaki butun zerreler de zikreder hĂ‚le gelirdi. Geceleri herkes uyuduktan sonra kalkar ibĂ‚det ederdi. Kendini ayıblı ve kusurlu gormekte, nefse muhĂ‚lefet etmekte, nihĂ‚yette idi. TevĂ‚zuu cok idi.
Konuşmalarında o, ben ve biz demez, hep onlar yĂ‚ni o buyukler derdi. MubĂ‚rek sozleri o kadar hoş ve tesirli olduğundan; "Ebû Saîd'in sozunun ulaştığı bir yerde, butun kalbler neş'elenirler." denilmiştir. Aklı, zekĂ‚sı, anlayışı, hĂ‚fızası fevkalĂ‚de idi. Daha cocuk iken otuz bin arabî beyt okuduğu soylenmektedir. KerĂ‚metleri, hikmetli sozleri her tarafa yayılmıştır. Fakat o, meşhûr olmak, parmakla gosterilmek istemez, butun hĂ‚llerin, İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarına tam uymakla kıymetli olacağını soylerdi.
Birgun kendisine; "Filanca kimse su ustunde yuruyor. Buna ne dersiniz?" diye sorulunca; "Bunun kıymeti yoktur. Ordek ve kurbağa da yuzer." dedi. "Filan adam havada ucuyor." dediler. "Sinek ve caylak da ucuyor. Sinek kadar kıymeti var." dedi. "Filan kimse, bir anda şehirden şehre gidiyor." dediler. "Şeytan da, bir solukta şarktan garba gidiyor. Boyle şeylerin dînimizde kıymeti yoktur. Merd olan, herkesin arasında bulunur. Alış-veriş yapar, evlenir. Fakat, bir an Rabbini unutmaz." buyurdu.
Cocukluğundan beri şu şiiri okurdu:
Ben sensiz bir an karar kılamam.
Senin ihsĂ‚nlarını tek tek sayamam.
Bedenimdeki her kıl gelse de dile,
Şukrunun binde birini yapamam bile.
Mihene şehri yakınlarında bir dağın yamacında sarp kayalar arasında mağaralar vardı. Onlara bakanın dizinin bağı cozulurdu. Bir gun Ebû Saîd Mîhenî bu mağaralardan birine cıkıp, hemen kenarında namaz kılmaya başladı. Namazdan sonra nefsine; "Ey nefsim! Eğer burada uyursan, kendini aşağıda olmuş gorursun. Burada Kur'Ă‚n-ı kerîmi hatim edinceye kadar uyumak yok." dedi. Sonra Kur'Ă‚n-ı kerîm okumaya başladı. Bir muddet sonra uyudu. Uyandığında boşlukta hızla yere inmekte olduğunu gordu. "İmdĂ‚t!" diye bağırdı. Bu sefer de kendini yukarı cıkar vaziyette gordu. Allahu teĂ‚lĂ‚ imdĂ‚dına yetişmişti.
Ebû Saîd Mihenî, bir mescidde vĂ‚z edip, hocasını ilk gorduğu gun kendisine işĂ‚ret buyurduğu şekilde; "İnsanlara Allahu teĂ‚lĂ‚nın yolunu gostermek icin nasîhat ediyordu. Huzûruna gelip tovbe edenlerin sayısı coktu. Halk kendisini cok sever, mubĂ‚rek sozlerinden, tatlı sohbetlerinden istifĂ‚de etmek icin can atarlardı. Ebû Ali Dekkak'ın kızı, Ebû Saîd hazretlerinin vĂ‚zına gitmeyi arzu etti. Babası cok arzu ettiğini gorunce; "Başına eski bir ortu al, kimse seni tanımasın." diyerek izin verdi. O da babasının dediği gibi giyinerek kadınların bulunduğu ust kata cıkıp oturdu. Ebû Saîd hazretleri vĂ‚z ediyordu. Bir ara; "Bu sozu, Ebû Ali Dekkak'tan duydum ve şimdi onun bir parcası buradadır." buyurdu. Bu sozu duyan kız, kendisinden gecip ust kattan aşağı duştu. Ebû Saîd hazretleri; "YĂ‚ Rabbî! Bu hanımı tekrar eski yerine cıkar!" buyurdu.O anda kız hava boşluğunda yukarı doğru cıkmaya başladı. İkinci katın hizĂ‚sına gelince havada kaldı. Kadınlar cekip yanlarına aldılar.
Onu sevenler kullandığı eşyĂ‚lardan bir şeyi yanlarında bulundurup bereketlenmek icin cok gayret ederlerdi.HattĂ‚ bir gun, elinden duşen bir karpuz kabuğu yirmi altına satılmıştı.
Kendisini tanıyamadıkları icin, buyukluğunu inkĂ‚r edenler oldu ise de, bunların coğu hatĂ‚larını anlayıp tovbe ettiler. Buyukluğunu inkĂ‚r edenlerin sozleri, hakĂ‚retleri kendisine ulaştıkca gizliden bir ses; "Rabbin sana kĂ‚fi değil mi?" (Fussilet sûresi: 53) meĂ‚lindeki Ă‚yet-i kerîmeyi okurdu.
Ebû Saîd'i cekemiyen, buyukluğunu inkĂ‚r edenlerden, kendisine hakĂ‚rette daha ileri gidip, cok lĂ‚net eden, Ebû Hasan Tûnî isminde biri vardı. Bu kişinin Ebû Saîd'e olan hurmetsizliği o kadar fazla idi ki, Ebû Saîd'in bulunduğu mahalleye bile girmezdi. Ebû Saîd bir gun; "Atımı eyerleyip hazırlayınız. Ebû Hasan Tûnî'nin yanına gideceğiz." buyurdu. Bir cokları bunun hikmetini anlayamayıp hayret ettiler. O gercekten bizim yanlış yolda olduğumuzu zannediyor ve Allah rızĂ‚sı icin, yanlışa lĂ‚net ediyorsa bu lĂ‚net sebebiyle Allahu teĂ‚lĂ‚ ona rahmet eder." buyurdu. Talebelerinden bir kac kişi ile yola cıktılar. O kimsenin bulunduğu yere yaklaşınca, talebelerden birini gonderip, kendisiyle goruşmek icin geldiğini haber verdi. Ebû Hasan Tûnî bu hĂ‚li haber alınca; "Onun burada ne işi var. O, kiliseye gitsin. Onun yeri orasıdır." dedi. O talebe mecbûren bu haberi hocasına getirince, "Bismillah! MĂ‚dem ki oyle diyor, biz de oraya gideriz." buyurup kiliseye gittiler. O sırada kilisede hıristiyanlar Ă‚yin icin toplanmışlardı. AcabĂ‚ niye geldi diye merak edip onun etrafında toplandılar. İceri girdi. Duvarda, ÎsĂ‚ aleyhisselĂ‚mın ve hazret-i Meryem'in resimleri diye cizilmiş iki buyuk tablo vardı. Ebû Saîd resimlere bakıp; "Ey Meryem oğlu ÎsĂ‚! Allah'ı bırakıp da beni ve annemi iki ilĂ‚h edinin diye insanlara sen mi soyledin?" (MĂ‚ide sûresi: 116) meĂ‚lindeki Ă‚yet-i kerîmeyi okudu ve "Muhammed aleyhisselĂ‚mın dîni hak ise, şu anda bu iki resim de secde etsinler." buyurdu. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile o iki resim yere duştu. Yuzleri KĂ‚be tarafında olup, secde hĂ‚lini aldılar. Orada bulunan hıristiyanlar feryĂ‚d ettiler. Kırk tĂ‚nesi hemen Kelime-i şehĂ‚det getirip musluman oldu. Bu hĂ‚l, Ebû Hasan Tûnî'ye ulaşınca hatĂ‚sını anlayıp, pişman oldu, tovbe etti. Hemen Ebû Saîd hazretlerinin yanına gelip ozur diledi ve sĂ‚dık talebelerinden oldu.
Bir gun Ebû Saîd Mîhenî, talebelerinden Hasan Mueddeb'i yanına cağırarak; "Dışarı cık. Sağ elini ac. Onune kim cıkarsa, elini ona uzat ve; "Neyin varsa buraya koy!" de" diye emretti. Hasan Mueddeb bu emir uzerine dışarı cıktı. Yolda bir mecûsî ile karşılaştı. Ona yaklaşıp, elini uzatarak, hocasının emrini yerine getirdi. Mecûsî; "Once bir musluman olayım. Beni hocanın huzûruna gotur." dedi.Ebû Saîd Mîhenî'nin huzûruna varınca; "Efendim! BanaİslĂ‚mı anlatınız." dedi. Ebû Saîd Mîhenî ona İslĂ‚mı anlattı. Mecûsî anlatılanları dinledikten sonra musluman oldu ve sĂ‚hib olduğu her şeyi hocasının hizmetine sarfetti.
Ebû Saîd Mîhenî, NişĂ‚bur'da bulunuyordu. Sultan Tuğrul'un vezîri Ebû Mansûr vefĂ‚tına yakın hastalandı. Bu sırada Ebû Saîd Mîhenî ile İmĂ‚m-ı Kuşeyrî'yi yanına dĂ‚vet etti ve; "Sizi cok severim. Size cok yardımlarım oldu. Şimdi ise, sizden bir dileğim var. VefĂ‚t ettiğimde, cenĂ‚zemde bulunup, defnolunduktan sonra hizmetinizle, suĂ‚l meleklerinin sorgusundan kurtuluncaya kadar, kabrimin başında kalınız." dedi. Her ikisi de, bu ricĂ‚sını kabûl ettiler. Vezir Ebû Mansûr vefĂ‚t edince, ikisi de cenĂ‚zesinde hazır bulundular. Definden sonra İmĂ‚m-ı Kuşeyrî, Ebû Saîd Mîhenî'ye; "Ben cemĂ‚atle gideyim. Siz artık vezirin vasiyetini yerine getirirsiniz." dedi. Ebû Saîd seccĂ‚desini serip, bir mudded kabrin başında bekledi. SonraİmĂ‚m-ı Kuşeyrî'nin yanına varınca; "Vezirin vasiyetini yerine getirdiniz mi?" diye sordu. Ebû Saîd Mîhenî; "Vezir defnolununca, iki suĂ‚l meleği geldiler. Birisi suĂ‚l sormaya başlayınca, diğeri ona; "Gormuyor musun? Kabrin başında kim oturuyor." dedi. Bunun uzerine kalkıp gittiler. Onlar gidince ben de kalkıp geldim." dedi.
Gencin birisi, ticĂ‚ret icin bir kervan ile sefere cıkmıştı. Cok uykusuz olduğu icin, kervanın konakladığı bir yerde istirĂ‚hat edip, sonra yola devĂ‚m etmeyi duşundu. Kervan mola verince, yolun kenarına uzandı. Uyuya kalmıştı. Uyandığında vaktin cok gecmiş, yol arkadaşlarının coktan gitmiş olduklarını anladı. Issız sahrada, arkadaşlarının izlerini de bulamadı. Ne tarafa gittiğini bilmez bir hĂ‚lde koştu. Fakat kimseyi bulamadı. Bilmediği bir tarafa doğru gitmeye başladı. Sıcak bastırmış, aclık ve harĂ‚ret başlamıştı. Sabretti. Ertesi gun oldu. Buralarda kalıp oleceğini anladı. Bu sırada son bir umit ile etrĂ‚fı gozetledi. Cok uzaklarda bir yeşillik vardı. Butun gucunu toparlayıp oraya koştu. Ceşme vardı. Hemen abdest alıp namaz kıldı. Biraz bekledi. Oğle vakti olmuştu. Uzaklardan, birisi geldi. Uzun boylu, heybetli, gur sakallı, beyaz tenli, cok hoş biriydi. Abdest aldı. Namaz kıldı ve gitti. Genc, kendisi ile konuşmaya cesĂ‚ret edemedi. İkindi vakti olunca o zĂ‚t gene geldi. Namazdan sonra genc ona hĂ‚lini anlatıp, kendisinden yardım istedi. Bu esnĂ‚da bir arslan geldi. O zĂ‚t, arslanın kulağına eğilip bir şeyler soyledi. Sonra da genci arslanın sırtına bindirip; "Gozlerini kapa! Arslan nerede durursa, orada inersin" dedi. Genc; "Peki." deyip ayrıldı. Bir miktar gidince arslan durdu. Genc de indi. Gozlerini acınca arslanın gittiğini gordu. Memleketi olan BuhĂ‚rĂ‚'ya gelmişti. Birkac gun sonra,Ebû Saîd hazretlerinin BuhĂ‚rĂ‚'ya geldiğini haber aldı. Kendisini merak edip gormek istedi. Bir de baktı ki, kendisini arslana bindiren zĂ‚t idi. O gence donerek; "Hayatta olduğum muddetce bu sırrı hic kimseye soyleme." buyurdu.
Ebû Saîd-i Ebu'l-Hayr hazretlerinin bir oğlu vardı. Kucuk iken mektebe gitmekten cok cekinir, korkardı. Bir gunEbû Saîd; "Talebelerin geldiğini haber veren kimsenin her arzusunu yerine getireceğim." buyurdu. Bu sozu duyan oğlu hemen dama cıkıp misĂ‚firleri gozetledi. Bir zaman sonra, beklenen misafirlerin gelmekte olduğunu gorup, hemen babasına haber verdi. Babası; "Ne dilersen dile!" buyurdu. "Beni mektebe gonderme!" dedi. Ebû Saîd; "Peki gitme." buyurdu. Cocuk; "Hic gitmiyeyim mi?" dedi. Ebû Saîd başını eğip, bir muddet duşundukten sonra; "Hic gitme. Ama Fetih sûresini mutlaka ezberle." buyurdu. Cocuk sevinerek kabûl etti. Kısa zamanda Fetih sûresini ezberledi.
Ebû Saîd'in vefĂ‚tından sonra, Ebû TĂ‚hir adındaki bu oğlu cok fakir ve borclu oldu. İsfehan hĂ‚kimi HĂ‚ce NizĂ‚m-ul-mulk'un yanına gitti. HĂ‚kim kendisini tanıdığı icin, cok izzet ve ikrĂ‚mda bulunup hurmet etti. İhtiyaclarını temin etti.Ebû TĂ‚hir'i sevmeyen bir kimse bu durumu gorunce; "Oyle birine yardım yapıyorsun ki, dînî ilimlerden haberi yok, Kur'Ă‚n-ı kerîm okumasını dahi bilmiyor." dedi. HĂ‚ce NizĂ‚m-ul-mulk buna uzulup; "Onu cağıralım. Senin istediğin bir sûreyi okusun, eğer okuyamazsa, o zaman senin soylediklerini kabûl ederim. Biz kendisini din işleriyle, dîne hizmetle meşgûl olarak tanıyoruz." dedi.
Buyuk zĂ‚tların bulunduğu bir meclise Ebû TĂ‚hir'i cağırdılar. NizĂ‚m-ul-mulk o kimseye donerek; "Hangi sûreyi okumasını istiyorsun?" diye sordu. O da; "Fetih sûresini okusun." dedi. Ebû TĂ‚hir ağlıyarak Fetih sûresini okudu. O iddiĂ‚cı kimse mahcûb, NizĂ‚m-ul-mulk cok memnun oldu.NizĂ‚m-ul-mulk, Kur'Ă‚n-ı kerîmi okurken ağlayıp cok gozyaşı dokmesinin sebebini sordu. O da babasının kendisine Fetih sûresini ezberlemesini soylediği hĂ‚diseyi anlatınca, Nizam-ul-mulk; "Oyle buyuk bir zĂ‚t ki, evlĂ‚dının yetmiş sene sonra karşılaşacağı sıkıntının cĂ‚resini tĂ‚ o zamandan bildiriyor. O zĂ‚tın derecesini anlamaktan biz Ă‚ciziz." dedi. Bundan sonra o buyuklere olan muhabbeti daha da arttı.
Şu rubĂ‚îyi Ebû Saîd soylemiştir:
"Nefsine uymak doğru değildir elbet,
Bas nefse ayağını, himmeti yukselt.
Ey dost, Allah yolunda cok eyle gayret,
Yılanla ol da, nefsinle etme sohbet."
Ebû Saîd-i Ebu'l-Hayr buyurdu ki:
"Tasavvuf; başındaki sevdayı atmak, elindeki dunyĂ‚yı dağıtmak ve vĂ‚ki olanda karar kılmaktır."
"Allah bĂ‚kî ve kĂ‚fidir. O'ndan başkası boştur. O'ndan gayri her şeyden nefsini uzak eyle!"
"Allahu teĂ‚lĂ‚ ile kul arasında perde, yer ve gok değildir. Arş ve Kursî de değildir. Perde, insanın benliğidir. Bu aradan kaldırılırsa Allah'a kavuşulur."
"Zikr, Allahu teĂ‚lĂ‚yı anıp, hatırlamak, O'ndan başkasını unutmaktır."
"Allahu teĂ‚lĂ‚dan ihlĂ‚sı, her şeyi O'nun rızĂ‚sı icin yapmayı isteyiniz. İhlĂ‚sta, dunyĂ‚ ve Ă‚hirette kurtuluş vardır."
"Vakit, iki nefes arasındadır. Biri gecti biri henuz gelmedi. O halde dun gitti, yarın nerede. Gun bugundur. Vakit keskin bir kılıctır."
"Kim kendini iyi zannederse o kendisini bilmiyordur."
"Kul, Allahu teĂ‚lĂ‚ icin neyi terk ederse, Allahu teĂ‚lĂ‚ ona karşılık daha hayırlısını verir."
"Kişinin helĂ‚kı, Allahu teĂ‚lĂ‚dan başkasına gonul bağladığı şeydir."
HELÂL OLAN, HELÂL YİYENLERE GELİR
Ebû Saîd Mîhenî'nin buyukluğunu inkĂ‚r edenlerden biri, Ebû Saîd'in; "Âlemde hic kimse helĂ‚l lokma bulamayıp haram yese, biz haram yemeyiz." sozunu duymuştu. Kendisini imtihĂ‚n etmek istedi. HelĂ‚l para ile bir oğlak satın aldı. Haram para ile de, birincisine cok benzeyen başka bir oğlak aldı. Bunları kızarttırıp, hizmetcisi ile Ebû Saîd'e gonderdi.Kendisi de onden gidip, onların bulunduğu yerde oturdu. Hizmetci kızarmış oğlakları getirirken karşısına iki sarhoş cıkıp, haram para ile alınan oğlağın bulunduğu tepsiyi alıp yediler. Hizmetci, elinde kalan ve helĂ‚l lokma ile alınmış olan oğlağı, Ebû Saîd'in onune koydu. Oğlakları gonderen kimse durumu oğrenip anlayınca, sarhoşlara cok kızdı. Fakat bu hĂ‚lini acıktan belli etmedi. Sonra Ebû Saîd donerek; "Kendini boşuna uzme! Haram olan kopeklere gider, helĂ‚l olan da helĂ‚l yiyenlere gelir." buyurdu. O kimse cok mahcûb olup hĂ‚line tovbe etti ve bu hĂ‚diseden sonra bir daha aleyhinde bulunmadı.
VAKTİ SAATİ GELİNCE OLUR
Muslumanlardan birinin yahûdî bir ortağı vardı. Ortağını ne kadar İslĂ‚ma dĂ‚vet etti ise, muslumanlığı kabûl etmedi. HattĂ‚ bu ortağına; "Eğer musluman olursan, malımın ucte birini sana veririm." dedi. Yahûdî yine kabûl etmedi. O musluman başka bir gun; "Eğer musluman olursan, malımın yarısını sana veririm." demesine rağmen yine kabûl etmedi. Musluman tuccar bir sure sonra; "Eğer musluman olursan, malımın ucte ikisini sana veririm." dedi.Yahûdî yine kabûl etmedi. Musluman tuccar artık ortağının musluman olmasından umidini kesmişti. O musluman, bir gun Ebû Saîd Mîhenî'nin dergĂ‚hının yanından geciyordu.Yahûdî ortağı da yanında idi. Bu sırada dergĂ‚ha girdi. Ebû Saîd Mîhenî bu sırada sohbet ediyordu. Yahûdî ortağı da kendi kendine; "Ben de mescide gireyim, bir dinleyeyim, bakalım neler anlatıyor. Onun halk arasında kabûl gormesinin sebebi nedir bir goreyim? Yahûdî olduğuma dĂ‚ir uzerimde her hangi bir işĂ‚ret olmadığı icin beni nasıl olsa tanımaz." dedi. Yahûdî, gizlenerek mescide girdi. Bir direğin arkasına oturdu. Ebû Saîd Mîhenî sohbet esnĂ‚sında bir ara yahûdînin arkasında oturduğu direğe doğru donerek; "Ey yahûdî! Direğin arkasında ne kadar kendini gizlemeye calışsan da gizlenemezsin." dedi. Yahûdî gayri ihtiyĂ‚rî ayağa kalktı.Ebû Saîd Mîhenî'nin yanına vardı. Ebû Saîd hazretleri ona musluman olmasını soyleyince, bu dĂ‚veti kabûl edip, musluman oldu.Ebû Saîd hazretleri ona; "Şimdi ortağının yanına git. Sana muslumanlığı oğretsin. İşler vakti zamĂ‚nı gelince olur. Ondan once olmaz. ZamĂ‚nı gelince musluman olmak icin malın ucte birine, yarısına ve ucte ikisini vermeye hĂ‚cet kalmaz." buyurdu.
HAYRET ETTİM
Hucvirî Keşf-ul-Mahcûb isimli eserinde şoyle anlatıyor: "Mihene şehrinde, Ebû Saîd-i Ebu'l-Hayr'ın turbesinde bulunuyordum. Turbenin uzerinde bir kumaş parcası vardı. Beyaz bir guvercin ucarak gelip o kumaşın altına girdi. Herhalde bir şeyden kacıyordu.Onun icin oraya gizlendi diye duşundum. Biraz sonra merakım arttı. Kumaşı kaldırdığımda guvercin yoktu.Hayret ettim. Ertesi ve daha sonraki gun bu hĂ‚dise tekrar etti. Hikmeti nedir? diye duşunurken, bir gece ruyĂ‚mda Ebû Saîd'i gordum. Gorduğum hĂ‚diseyi kendisine sordum. "O guvercin, amellerimin safĂ‚sıdır. Her gun kabrime gelip bana nedîm (sohbet arkadaşı) olur." buyurdu. Anladım ki, o buyuk zĂ‚tın guzel amelleri, beyaz bir guvercin şeklinde kabrine geliyor ve kendisi ile tatlı tatlı sohbet ediyorlar."
1) Tezkiret-ul-EvliyÂ; c.2, s.270
2) CÂmiu KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.2, s.295
3) NefehÂt-ul-Uns; s.339
4) Firdevs-ul-Murşidiyye; s.76, 293
5) Sefînet-ul-EvliyĂ‚; s.162
6) Hazînet-ul-AsfiyĂ‚; c.2, s.228
7) TabakĂ‚t-uş-ŞĂ‚fiiyye; c.4, s.10
8) Keşf-ul-Mahcûb; s.224
9) Persian Literature; c.2, s.928
10) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.5, s.86
__________________
Ebu Saîd Ebu'l-Hayr
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●35 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Ebu Saîd Ebu'l-Hayr