Meşhûr velîlerden. İsmi Mecdûd bin Âdem, kunyesi Ebu'l-Mecd Hakîm SenÂî'dir. 1071 (H.464) senesi Gazne'de doğdu. Başka tÂrihlerde doğduğunu soyleyenler de vardır. 1140 (H.535) senesi Gazne'de vefÂt etti. Kabri ziyÂret mahallidir.
Hakîm SenÂî, memleketi olan Gazne'de, iyi bir tahsil gordu. ZamÂnının Âlimlerinden okuyup ustun bir dereceye yukseldi. ŞÃ‚irlik kÂbiliyeti sebebiyle ceşitli dillerde şiirler soyledi. Bir ara sultanın hizmetinde bulundu. Şohreti kısa zamanda her yere yayıldı. Bircok yerler dolaştı. Neticede Gazne'den Horasan'a geldiğinde evliyÂnın buyuklerinden Yûsuf-ı HemedÂnî hazretlerinin sohbetlerine katılıp talebesi olmakla şereflendi. MÂnevî olgunluklara ve velîlik makamlarına kavuştu.
Hakîm SenÂî'nin sultanları medhetmeye ve onların yanına gidip gelmemeye yemin etmesinin sebebi şu hÂdise oldu: Sultan Mahmûd Sebuktekin (Gazneli Mahmûd), Hindistan taraflarını fethetmek icin sefere hazırlanıyor ve asker topluyordu.Hakîm SenÂî de Sultan Mahmûd'a yazdığı bir kasîdeyi goturuyordu. Yolda bir meyhÂnenin kapısı onunden gecerken icerden bir takım konuşmalar işitti. Lay-Har adlı bir dîvÂne kendisine şarap dolduran birine; "Bir kadeh daha doldur. SultanMahmûd'un korluğu icin iceyim!" dedi. SÂkî; "Bu sozu doğru soylemedin. Yiğit ve buyuk pÂdişÃ‚h icin neden boyle soyluyorsun?" diye cevap verdi. O zaman dîvÂne adam; "Cunku o, Allah'ın verdiklerine şukretmiyor. Bunca devlete sÂhipken, bir memleket daha istiyor!" dedi. DîvÂne tekrar bir kadeh daha istedi ve; "Bir kadeh de Hakîm SenÂî'nin korluğu icin doldur!" dedi. SÂkî mudÂhale etti ve; "Hakîm SenÂî iyi huylu, bilgili, fazîletli tanınmış bir şÃ‚irdir. Neden boyle dersin?" diye karşılık verdi. O zaman dîvÂne adam; "Eğer o, bilgili, yiğit bir kişi olsaydı, dunyÂda ve Âhirette faydası olan bir işle uğraşırdı. O hergun bir şeyler alırım umidiyle Sultanın yanına gidiyor. Sacma sapan sozler toplamış, ona şiir adını vermiş. Bir aptalın yanına gidip yaltaklık ediyor. O, işe yaramaz bir takım kÂğıtlar doldurup omrunu ziyÂn ediyor. Akıllı ve bilgili olan omrunu ziyÂn eder mi? Belki neden yaratıldığını duşunurdu. Eğer kıyÂmet gununde ondan; "Ey SenÂî! Bizim huzûrumuza ne getirdin?" diye sorsalar acaba ne mÂzeret beyÂn edecek." dedi. Hakîm SenÂî bu sozleri işittiğinde kendinden gecti ve gonlu dunyÂdan soğudu. Sultanların medhi icin yazdığı kasîdeleri toplayan DîvÂn'ı suya attı. Hak yoluna girip, ibÂdetle meşgûl oldu. Duny ve dunyÂlıkla ilgili şeylerden uzak durdu. Mubahları da zarûret miktarı kullandı ve boyle bir hayat surdu. Bu husustaki duygu ve duşuncelerini şiirlerle ifÂde etti. Oyle bir hÂle ulaştı ki, Gazne'de yalınayak dolaşırdı. Dostları akrabÂları onun bu hÂlini gorunce uzulur ve kendisi icin ağlarlardı. SenÂî akrabÂsına; "Benim bu hÂlime uzulmeyin. BilÂkis sevinin." derdi.
Bir gun sevdikleri ona bir cift ayakkabı getirdiler ve giymesini ric ettiler. O, bunu kabûl etti. Fakat ertesi gun ayakkabıyı dostlarının yanına goturdu ve; "Ey dostlarım! Ben bugun sizin dunku gorduğunuz SenÂî değilim. Bu ayakkabı benim gittiğim yolu kapatıyor." dedi ve şu beyti okudu:
"Her şeyi terk edenlerin, eğer ayakkabıları yoksa, onlar yollarından geri kalmış olmazlar. Topuklarının her catlağında saÂdet kapıları vardır."
SenÂî hazretleri omrunun sonuna kadar riyÂzetle uğraştı. Nefsinin isteklerini yapmadı. Duny ve icindekilere gonul bağlamadı.
Sultan BehrÂm ŞÃ‚h-ı Gaznevî kendi kız kardeşini ona nikahlamak istemişti. SenÂî buna rÂzı olmadı. Hacca gitti. Sonra Horasan'a donduğunde Sultan Behram Şaha; "Ben altın, kadın ve mevki isteyen bir kişi değilim. Yemin ederim ki bunları ne isterim, ne de ele gecirmeye gayret ederim. Bana ihsÂn olarak bir tac veriyorsun. LÂkin ben istemiyorum." diye şiirle cevap verdi.
SenÂî bu olgunluk ve fazîlete ulaştığında, gÂyet nefis şiirlerine yer verdiği pekcok tasavvuf ehlinin istifÂde ve iktibÂs ettiği Hadîkat-ul-Hakîka kitÂbını yazdı. Bunun uzerine bir takım kimseler îtirÂzda ve aleyhinde bulundular. SenÂî eserini BağdÂt Âlimlerine gonderip incelemelerini istedi. BağdÂt'taki Âlimler ve evliy eseri inceledikten sonra, icinde bildirilenlerin Ehl-i sunnet îtikÂdına, İslÂmiyete uygun olduğunu soylediler.
SenÂî Merv'de Yûsuf-i HemedÂnî hazretlerinin sohbetlerinde olgunlaştıktan sonra, Gazne'ye dondu. Bundan sonra tevhîd, ilÂhî bilgiler ve hakîkatlerle ilgili şiirler soyledi.
Ferîduddîn-i AttÂr, MevlÂn CelÂleddîn-i Rûmî, Sa'dî ŞîrÂzî ve HÂfız gibi kendisinden sonra gelenler şiirlerinden istifÂde edip nazireler yazdılar. MevlÂn CelÂleddîn-i Rûmî hazretleri kendini SenÂî'nin tÂbilerinden saydı ve; "AttÂr ruh, SenÂî de onun iki gozu idi. Biz AttÂr'ın ve SenÂî'nin izinde yuruduk." demiştir.
Daha başka şÃ‚irler de SenÂî'nin tesirinde kalmışlardır. HÂkÂnî, NizÂmî, Emir Husrev Dehlevî ve MevlÂn CÂmî hazretleri onun Hadîka ismindeki mesnevîsini okuyup şiirlerine nazîreler yazdılar.
Hikmet dolu şiirlerinin birinde; "Ey tavır ve hareketleri guzel olan Âşıklar. Durmadan ilÂhî hakîkatleri arayın. Kalk! Zulum ve haksızlıkla yoğrulmuş olan dunyÂnın toprak yığınından kalkan tozları gozyaşlarımızla bastıralım. Bu donen kunbedin insanların gozlerini aldatan yıldızların (LÂ) supurgesiyle silip supurelim. Mulk kimindir? Bir ve KahhÂr olan Allahu teÂlÂnındır sozu kendiliğinden duyulsun." buyurdu.
SenÂî'nin eserlerinden bÂzıları şunlardır:
1) DîvÂn, 2) KÂrnÂm-i Belh, 3) Seyr-ul İbÂd, 4) Hadîkat-ul-Hakîka ve Tarîkat-uş-Şerîa, 5) TahrîmÂt, 6- IşknÂme, 7- AklnÂme, 8- SenÂî ÂbÂd, 9) MekÂtîb.
BENCE FİL BUDUR
SenÂî, nasihat olarak; korlerin hakikatleri goremeyeceklerine dÂir şoyle bir misÂl anlatmıştır:
Vaktiyle kucuk bir şehrin sÂkinlerinin ekserisi Âm olup gormezdi. O belde sultanı buyukluğunu gostermek icin buyuk bir fil beslemişti. Gunun birinde şehir sÂkinlerinin icinde herkesin dillerinde dolaşan bu fili gormek arzusu uyandı. Bu sebeple tanımadıkları bu yaratığı gormek ve kendilerine haber getirmek icin bir heyet sectiler. Her biri Âm olan heyet, incelemelerini yapmak icin filin bulunduğu yere gitti ve filin bir tarafına dokunarak tanımaya calıştı. Neticede fili tanımış olmanın sevinciyle şehirlerine donduler. Herkes buyuk bir merakla etrafını sarıp onları soru yağmuruna tuttular ve kalbinin nasıl olduğunu sordular. Bunun uzerine uyelerden sadece filin kulağına dokunmuş olan; "Korkunc, halı gibi sert yassı ve geniştir." dedi. Ancak filin hortumunu ellemiş olan ise buna îtirÂz etti ve; "Hayır! Hayır! Hic de değil. Bir su hortumu gibidir. Ben doğruyu soyluyorum. İci boş, oldurucu ve tahrif edici." dedi. Bir başka uye ise sÂdece filin ayaklarını yoklamıştı. O da buna îtirÂz etti ve; "Hayır! Ey insanlar! Biliniz ki o oyle değildir. O yukarı doğru genişleyen bir kolon, bir sutun gibidir." dedi. Her birisi filin bir parcasını tanımıştı. LÂkin tamÂmen tanımamışlardı. Bu sebepten buyuk hatÂlara duştuler.
1) KÂmûs-ul-A'lÂm; c.4, s.2637
2) NefehÂt-ul-Uns; s.666
3) Devletşah Tezkiresi; s.96
4) RehnumÂ-i EdebiyÂt-ı FÂrisî; s.211
5) AhvÂl-i ÂsÂr-ı Hakîm SenÂî (Halîlullah Halîlî, KÂbil-1315)
6) Hayr-ul-MecÂlis (Hamid Kalender, Aligarh-1959); s.72
7) MecÂlis-ul-Uşşak; s.92
8) İslÂm TÂrihi Ansiklopedisi; c.9, s.113
__________________
Hakîm SenÂî
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●51 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Peygamberler ve Evliyalar
- Hakîm SenÂî