Mısır'da yetişen buyuk velîlerden. İsmi, Omer, babasınınki Ali'dir. Kunyesi Ebû Hafs olup, SultÂn-ul-Âşikîn (Âşıkların sultÂnı) ve Şerefuddîn lakabları vardır. İbn-i FÂrid diye meşhur oldu. Resûlullah efendimizin sut annesi Halîme'nin mensup olduğu Benî-Sa'd kabîlesine mensuptur. 1180 (H.576) senesinde Mısır'da doğup, 1238 (H.636) senesinde yine burada vefÂt etti. Mısır'da KarÂfe denilen yere defnedildi.
İbn-i FÂrid, aslen Sûriye'nin Hama şehrindendir. Babası, buradan Mısır'a gelip yerleşmiştir. İbn-i FÂrid'in babası, devlet kademelerinde, haksızlığa uğrayanların haklarını kazanmalarında yardımcı olduğu icin kendisine FÂrid denmiştir. Daha sonra, kÂdılık işi ile meşgûl olmuştur. FÂrid Âilesi, ilim yanında, haramlardan ve şuphelilerden sakınma hususunda ornek olmaları ile tanınır. Bu Âilenin mensupları dînin emir ve yasaklarına uymakta ziyÂdesiyle gayret gosterirlerdi. İbn-i FÂrid, boyle bir Âilede yetişti. Biraz buyuyunce, ŞÃ‚fiî fıkhı ile meşgûl oldu. İbn-i AsÂkir'den hadîs-i şerîf ilmini aldı. Buyuk hadîs Âlimi Munzirî ve başkaları kendisinden hadîs-i şerîf rivayet etti. Sonra tasavvuf yoluna ve yalnızlığa meyletti. Duny sevgisinden ve bağlarından sıyrılmaya calıştı. Babasından izin alır, Mukattam Dağı taraflarına, vÂdilere, KÂhire'deki Karafe harÂbelerindeki terk edilmiş bir vaziyette bulunan mescidlerden birine gider, bir muddet oralarda kalırdı. Babasının hakkına riÂyet edip gonlunu almak icin, gunde bir-iki kere yanına giderdi.
İbn-i FÂrid, bundan sonrasını şoyle anlatır:
Babam vefÂt edince, her şeyden uzaklaşıp, tamÂmen kendimi bu yola verdim. Fakat bu şekilde bana hicbir şey hÂsıl olmadı. NihÂyet bir gun, Mısır medreselerinden birisine girmek istedim. Bu sırada medrese kapısında, bakkal olan yaşlı bir zÂtın abdest aldığını gordum. Fakat, din kitaplarında, bildirilen şekilde abdest almıyordu. Once kollarını, sonra ayaklarını yıkayıp, sonra başını mesh edip, daha sonra yuzunu yıkamıştı. Gonlumden; "Bu ihtiyar ne acÂyiptir. Bu yaşta, bir musluman memleketinde, medrese kapısında, muslumanların Âlimleri arasında bulunuyor da, şoyle usûlune uygun bir abdest alamıyor." duşuncesi gecti. Bunun uzerine o yaşlı zÂt bana bakıp: "Ey Omer! Sana Mısır'da perdeler acılmaz, istediğini burada bulamazsın. Senin perdelerinin acılması ve istediğin HicÂz'da, Mekke-i mukerremede olsa gerek. Oraya git! İstediğin şeyin hÂsıl olması yakındır." dedi.
Ben, onun evliyÂullahtan olduğunu bilememiştim. Meğer o, boyle usûlune uygun olmayan abdest almakla hÂlini setredip gizlermiş. Bu durumları anlayınca, huzûrunda oturup: "Efendim, ben nerede, Mekke-i mukerreme nerede? Hac mevsimi değildir ki, bana arkadaş olacak birisini bulayım." dedim. Bunun uzerine eli ile işÃ‚ret ederek; "İşte Mekke-i mukerreme onundedir." dedi. Baktığımda, Mekke-i mukerremeyi gordum. Sonra o ihtiyardan ayrılıp, Mekke-i mukerremeye doğru yoneldim.ÊMekke-i mukerreme benim gozumun onunden kaybolmadı. NihÂyet Mekke-i mukerremeye vardım. Artık mÂnevî perdeler bir bir acılıyordu. Bundan sonra, Mekke-i mukerremenin dağlarında ve vÂdilerinde dolaşmaya başladım. Oyle ki, kendimi hic bilmediğim bir vÂdide bulmuştum. Oradan Mekke-i mukerremenin uzaklığı, on gunluk yoldu. Her gun Harem-i şerîfte beş vakit cemÂatle namazda hazır bulunurdum. Bu yere gelip giderken, bir yırtıcı hayvan bana arkadaş olurdu. Deve gibi dizi uzerine cokup: "Efendim! Bin, bin!" derdi.Her zaman binerdim. On beş yılım boyle gecti. Bir ara, ansızın o ihtiyar bakkalın sesi kulağıma geldi. "Ey Omer! Kahire'ye gel. VefÂtımda hazır bulun." dedi. Bu soz uzerine KÂhire'ye gittim. O zÂtın vefÂtı yakın bir vaziyetteydi. SelÂm verdim. SelÂmımı aldı. Bana birkac dînÂr verdi. Bunlarla techiz ve tekfinimi yap. Bir dînÂr daha verip, bunu da tÂbutumu taşıyanlara ver. KarÂfe'de falanca yere tabutumu koy, dedi. Sonra şunları soyledi: "Bu sırada dağdan aşağıya bir kimse iner. Onunla namazımı kıl. Sonra Allahu teÂlÂnın dilediği şeyin olmasını bekle." Onun tavsiyesi uzerine hareket ettim. TÂbutunu dediği yere koydum. Dağdan bir kişinin aşağıya doğru indiğini gordum. Kuş gibi suratliydi. Ayağının yere dokunduğunu gormedim. Fakat ben o şahsı tanıyordum. O, carşıda dolaşır, herkes kendisiyle alay ederdi. Ensesine vururlardı. Yanıma gelince; "Ey Omer, gel cenÂze namazını birlikte kılalım." dedi. Biraz ileri varınca, yerle gok arasında, yeşil ve beyaz kuşların bizimle birlikte namaz kıldıklarını gordum. Namazı bitirdikten sonra, buyuk bir yeşil kuş, o kuşlar arasından aşağıya indi. Tabutun alt yanına kondu. O, tabutu tutup, diğer kuşların arasına karıştı. Hepsi tesbîh ederek uctular ve gozlerimizin onunden kayboldular. Ben bu hÂle cok hayret ettim. Sonra yanımdaki o zÂt bana; "Ey Omer! İşitmedin mi ki, şehidlerin rûhları yeşil kuşların kursakları icindedir. Cennet'ten cıkıp, istedikleri yerde ucarlar. Bunlar kılıc şehidleridir. Muhabbet ve İlÂhî sevgi şehidlerinin hem cesedleri ve hem de rûhları yeşil kuşların kursakları icindedir. Bu zÂt da onlardan birisidir." dedi.
İbn-i FÂrid, Mekke-i mukerremeden Mısır'a donunce, Ezher'de hatiplikle meşgûl oldu. İbn-i FÂrid yolda giderken, insanlar yol boyunca toplanır ondan du isterlerdi. Elini opmek icin gayret gosterirlerdi. Ancak kimseye elini opturmez, sÂdece musÂfeha ederdi. Bir mecliste hazır bulunduğu zaman, o meclise sukûn, vakar ve huzûr hÂkim olurdu. Elbisesi gÂyet guzel olup, kokusu pek hoş idi. Zamanın onde gelen Âlimleri, devletin ileri gelenleri, vezîrler, kadılar, zenginler ve fakirler onun meclisine koşarlardı. Yanında gÂyet edeb ve terbiye uzere bulunurlardı. Huzûrunda pÂdişÃ‚hların yanında konuşurlarken gosterdikleri titizlik ve dikkati gosterirlerdi. Kendisine gelenlere pekcok ikrÂmda bulunurdu. Kimseden bir şey kabûl etmezdi. Bir seferinde Melik KÂmil kendisine bin dînÂr gondermişti. O bunları almayıp, geri gonderdi.
İbn-i FÂrid, orta boylu, nûrÂnî yuzlu bir zÂttı. Vecd hÂlinde yuzu daha cok nûrÂnî olurdu. Vucûdundaki terler, ayaklarının altından doğru yere inerdi. İbn-i FÂrid'in heybetli gorunuşu vardı. Allahu teÂlÂnın kendisine muhabbet ve unsiyetini nasîb ettiği, buyuk ve mubÂrek bir zÂttı.
Şems bin UmÂre el-MÂlikî, İbn-i FÂrid'in hÂllerini ve kerÂmetlerini inkÂr eder, kabûl etmezdi. Şems bin UmÂre, bir gun kardeşi Yûsuf'un ziyÂretine gitmişti. Bu sırada cok susadı. O civarda, İbn-i FÂrid'in kabrinin yanında bulunan testideki sudan başka hicbir su bulamadı. Burada bulunan sudan icip susuzluğunu giderdi ve o gunden sonra İbn-i FÂrid hakkındaki yanlış duşuncelerinden, onun hÂllerini inkÂrdan vazgecti.
Tasavvuf buyuklerini, onların yuksek hÂllerini ve kerÂmetlerini inkÂr edenlerden birisi, ruyÂsında, kıyÂmetin koptuğunu, buyuk bir kabın icerisinde su kaynatıldığını, bu kabın bulunduğu yerden cıkan ateş kıvılcımlarının etrÂfta ucuştuğunu, bu sırada insanların boluk boluk getirilip, bu suyun icerisinde, etleri, hatt kemiklerine varıncaya kadar pişirildiklerini gordu. Bunun uzerine, onların kimler olduğunu sorunca, kendisine; "İbn-i Arabî ve İbn-i FÂrid'in yuksek hÂllerini ve kerÂmetlerini inkÂr eden kimseler oldukları soylendi."
İbn-i FÂrid, bÂzan Ravda denilen yerde Muşteh diye bilinen mescide gider, akşam vakti buradan Nil Nehrini seyretmeyi severdi. Yine bir gun oraya gidiyordu. Birisinin, kalbinin parca parca olduğunu ifÂde eden bir beyit okuduğunu duyunca, duşup bayıldı. Ayılınca, o şahıs yine bu beyti okuyordu. İbn-i FÂrid tekrar bayıldı. O şahıs oradan uzaklaşıncaya kadar, İbn-i FÂrid'in bu durumu devÂm etti.
İbn-i FÂrid'in bir Dîvan'ı vardır. Bu DîvÂn cok derin mÂnÂları ihtiv etmektedir. İbn-i FÂrid, şiirlerinin coğunu Mekke-i mukerreme vÂdilerinde yazdı. DîvÂn'daki kasîdelerden birisi de, Kasîde-i TÂiyye'dir. 750 beyittir. Tasavvuf buyukleri ve diğer ulem arasında pek meşhûrdur. Bu kasîdede; tasavvuf ile ilgili yuksek hÂller, dîni ilimlerin hakîkatleri, yakînî mÂrifetleri, tasavvuf yolunda bizzat kendisinin diğer tasavvuf buyuklerinin kavuştuğu ustun hÂlleri, pek yuksek bir ifÂde ile şiir şeklinde soylenmiştir.
İbn-i FÂrid şoyle der: Kasîde-i TÂiyye'yi tamamladıktan sonra, ruyÂmda Resûlullah efendimizi gordum. Buyurdular ki: "Kasîdene ne isim koydun?" Ben de: "YÂ Resûlallah! LevÂîh-ul-CinÂn (RevÂîc-ul-cinÂn) ismini verdim." dedim. O zaman Resûlullah; "Hayır, ona Nazm-us-sulûk adını ver." buyurdu. Ben de, Kasîde-i TÂiyye'ye bu adı verdim.
RivÂyet edilir ki: İbn-i FÂrid, vefÂtından sonra ruyÂda gorulup, nicin dîvanında Resûlullah efendimizi medh etmediği kendisine sorulunca, şu mÂnÂdaki beyti soylemiştir: "Medh edenler ne kadar cok medh ederlerse etsinler, Resûlullah efendimiz hakkında her medhi eksik goruyorum. Hem Allahu teÂlÂ, O'nu lÂyık olduğu şekilde medh etti. Bu medh karşısında, insanların medh etmesinin ne kıymeti olur?" demiştir.
İbn-i FÂrid; "Resûlullah efendimizi anlatmak isteyenler, O'nun guzelliğini ve ustunluğunu anlatmaya kalksalar, zaman biter, fakat, O'nun guzelliğini ve ustunluğunu anlatmakla bitiremezlerdi." buyurdu.
SEVGİMLE DOLUSUN
İbn-i FÂrid bir gece ruyÂsında Resûlullah efendimizi gordu. Resûlullah efendimiz ona: "Sen kime mensupsun?" buyurunca; "Sut vÂlideniz Halîme'nin bağlı olduğu Benî-Sa'd kabîlesine" diye cevap verdi. Bunun uzerine Resûlullah efendimiz; "Bilakis senin nesebin bana bağlıdır. YÂni, sen benim sevgimle dolusun, benim sunnet-i seniyyeme bağlısın." buyurdu.
1) CÂmiu KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.2, s.218
2) NefehÂt-ul-Uns; s.615
3) El-BidÂye ven-NihÂye; c.13, s.143
4) ŞezerÂt-uz-Zeheb; c.5, s.149
5) MiftÂh-us-Se'Âde; c.1, s.100-201
6) El-A'lÂm; c.5, s.55
7) VefeyÂt-ul-A'yÂn; c.3, s.445
8) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.340
__________________
İbn-i FÂrid
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●39 Görüntüleme