EvliyÂnın buyuklerinden ve Şafiî mezhebi fıkıh Âlimi. İsmi, Ebû Bekr bin KavvÂm bin Ali'dir. 1188 (H.584) senesinde Meşhed-i Sıffîn'de doğdu. Limni şehrine giderek orada ilim oğrendi. İbn-i KavvÂm ismiyle meşhûr oldu. İbn-i KavvÂm, Âlim, zÂhid, guzel ahlÂklı, edepli, verÂ, takvÂ, tevÂzu ve hay sÂhibi bir zÂttı. 1259 (H.658) senesi Receb ayının altısına rastlıyan Pazartesi gunu, Haleb'e yakın olan Alem koyunde vefÂt etti. O koye defnedildi. Vasıyeti gereği, on iki sene sonra Şam'da KÂsiyûn Dağındaki kabristana nakledilip oraya defnedildi. Kabri ziyÂret mahallidir. Torunu Muhammed bin Omer, İbn-i KavvÂm'ın kerÂmetlerini anlatan bir kitap yazdı.
Kendisi şoyle anlatır: "Edeb ve tasavvuf yolunu oğrenmeye başladığımız zaman, beni bir takım hÂller kapladı. Bunları hocama haber verince, beni konuşmaktan men ediyordu. Yanında bir kamcı vardı. Bana; "Bu mevzuda konuştuğun zaman, seni bu kamcı ile doverim." buyurdu. Hocam bana, devamlı hayırlı amel işlemeyi emrediyor ve; "Sahib olduğun bu hÂllerin hic birine rağbet etme." diyordu. Hocamın yanında bulunduğum muddetce buyurduğu gibi davrandım. BÂzı geceler hocamın yanında kalıyordum. Âm bir annem vardı ve benden başka hizmet edecek kimsesi yoktu. Bir akşam hocamdan, annemin yanına gitmek icin izin istedim. Bana izin verdi ve; "Bu gece, sana hayret verici bir iş olacak. Sakın ondan korkma." buyurdu. Yolda giderken birden sem tarafından bir ses duydum. Başımı kaldırdım, baktığımda, zincir şeklinde bir nûr vardı. Bu nûr sırtıma dokundu. Sırtımda soğukluğunu hissettim. Sonra hocamın yanına donerek, olup biteni anlattım. Hocam; "Elhamdulillah!" dedi ve beni alnımdan optu. Sonra; "Yavrum, senin uzerindeki nîmet tamÂm oldu. Bu nûr silsilesinin ne olduğunu biliyor musun?" buyurdu. Ben "Hayır!" cevÂbını verdim. Bunun uzerine; "Bu nurdan zincir, Resûlullah efendimizin sunnetidir." buyurdu. Bu hÂdiseden sonra hocam, daha once bana yasakladığı hÂllerle ilgili hususta konuşmama izin verdi."
Yine kendisi anlatır: "Bir gece Hızır aleyhisselÂm bana geldi ve; "Kalk y Eb Bekr!" dedi. Kalkıp onu tÂkib ettim. Hızır aleyhisselÂm, beni Resûlullah efendimizin huzûruna goturdu. Resûl-i ekremin huzûrunda; hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Omer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali de vardı. SelÂm verdim. Onlar selÂmıma cevap verdiler. Sonra Resûlullah efendimiz; "Ey Ebû Bekr binKavvÂm!" buyurunca; ben de; "Emret y Resûlallah!" dedim. Buyurdu ki: "Allahu teÂl seni, velî, dost kullarından eyledi. Kendi nefsin icin neyi istiyorsan onu sec." Allahu teÂlÂ, o anda beni cevap vermeye muvaffak kıldı ve; "Y Resûlallah! Sizin, kendiniz icin sectiğiniz şeyi seciyorum." dedim. O anda şoyle diyen bir ses işittim: "Oyleyse sana dunyÂda yiyeceğin gıdÂdan Âhiretin sÂhibinin elinden (yÂni Resûlullah'tan) gelenden başka bir şey vermeyeceğiz." Resûlullah efendimiz bana; "Ey Ebû Bekr bin KavvÂm! Bize namaz kıldır." buyurdu. Resûlullah'ın, EshÂbının ve bircok velînin hazır bulunduğu bir mecliste one gecmeye korktum. Kendi kendime; "İcinde Resûlullah'ın bulunduğu bir cemÂatin onune nasıl gecerim." diye duşundum. Resûl-i ekrem buyurdu ki: "One gec. Zîr senin one gecmende vilÂyet sırrı vardır. Boylece kendisine uyulan bir imÂm olursun." Resûlullah efendimizin emri uzerine, one gecip iki rek'at namaz kıldırdım. İlk rek'atta FÂtiha'dan sonra Kevser sûresini, ikinci rek'atta FÂtiha'dan sonra İhlÂs sûresini okudum."
Beldenin tuccarlarından biri anlatır: "Amcamla berÂber Haleb'e gitmiştik. Daha genctim. Arkadaşlarımdan biri, beni icki meclisine goturdu. Bana; "İc!" dedi. Tam kadehe uzanıp alacağım zaman, birden karşımda Ebû Bekr bin KavvÂm'ı gordum. Eliyle goğsume vurarak! "Kalk ve buradan cık!" dedi.Yuksekce bir yerdeydim. Birden yuzustu duştum. Başımdan ve yuzumden kan akmaya başladı. Amcamın yanına dondum. Bana; "Bunu kim yaptı?" diye sordu. Ben de olup biteni anlatınca, amcam; "EvliyÂsını, sana yardımcı ve seni himÂye edici kılan Allahu teÂlÂya hamd olsun." dedi."
Ebu'l-Mecd bin Ebû Sen şoyle anlatır: "Bir gun Ebû Bekr bin KavvÂm'ın yanındaydım. O anda Necmuddîn BÂderÂnî BağdÂt'tan gelmişti. Halîfe onu kÂdılığa tÂyin etmişti. Ebû Bekr bin KavvÂm'ın yanına geldi ve ona; "Halîfe beni BağdÂt kÂdılığına tÂyin etti. Ben ise kadılığı istemiyorum." dedi. Ebû Bekr bin KavvÂm, Necmuddîn BÂderÂnî'ye; "Kalbini ferah tut. Sen orada hukum vermeyeceksin." buyurdu. Aynen Ebû Bekr bin KavvÂm'ın dediği gibi oldu."
Torunu şoyle anlatır: Bir gun dedem İbn-i KavvÂm hanımına; "Senin oğlun falan yere gitmiş. Fakat eşkıyÂlar onu ve arkadaşlarını yakalamışlar." dedi. Bunun uzerine hanımı ağlamaya başladı ve; "EşkıyÂlar benim oğlumu ve arkadaşlarını oldururler." dedi. İbn-i KavvÂm ona; "Hayır, o eşkıyÂlar onların canlarına zarar veremeyecekler. Ancak mallarını ellerinden alacaklar ve Allahu teÂlÂnın izni ile yarın falan saatte buraya gelecekler." dedi. Sabah olunca İbn-i KavvÂm'ın dediği saatte, oğlu ve arkadaşları koye geldiler. Onlara, yolda eşkıyÂnın ne yaptığını sordular. Onlar da, İbn-i KavvÂm'ın dediğinin aynısını anlattılar. Ben o sırada altı yaşındaydım ve 1258 senesi idi."
MikdÂd bin HÂmid bin Havle şoyle anlatır: "BÂlis beldesinde Zubeyde Kanalı denilen bir kanal vardı. O kanal, Fırat Nehrinden BÂlis beldesine kadar suyun gelmesini sağlardı. O beldenin halkı kanalın suyundan cok faydalanırdı. Bir sure sonra kanal tıkandı, senelerce tıkalı kaldı. BÂlis beldesinin halkı cok susuzluk cekti. Sonunda kanalın acılması icin Sultan MelikNÂsır'a murÂcaat ettiler. Sultan Melik, kanalın acılması ve temizlenmesi icin emir verdi. Fakat yarısına gelmeden cok masraflı olduğu icin, Sultan Melik, kanalın temizlenme işini bıraktırdı. Bir sure sonra İbn-i KavvÂm, bu kanalın acılmasının lÂzım olduğunu gorerek, talebeleriyle birlikte Fırat Nehrinin kenarına gitti. Bir yer gostererek:"İşte kanalın başı burasıdır." dedi ve kendisi de kanal acma işinde calışmaya başladı. Bu durumdan haberdÂr olan halk, Allah rızÂsı icin calışmak uzere oraya geldiler. Bir gun kanal acma calışmalarını surdururken, şimşek cakıp gok gurledi. Arkasından iri tÂneli dolu yağmaya başladı. Bunun uzerine talebelerinden biri, "Efendim! Bu havada calışılmaz." dedi. İbn-i KavvÂm talebesine; "Calışınız ve kalbinizi ferah tutun." buyurdu. Sonra buluta işÃ‚ret etti ve; "Allahu teÂlÂnın izni ile sağa sola dağıl! Allahu teÂlÂnın bereketi sende olsun." dedi. Bulut sağa sola dağılıp guneş actı. Oradakiler calışmalarına devÂm ettiler. Beldeye su gelinceye kadar, boyle soğuk hava bir daha olmadı. Kanal temizleme calışmaları İbn-i KavvÂm'ın gayret ve bereketiyle kısa surede tamamlandı. O kanala, "Şeyh Ebû Bekr Kanalı" denildi.
Yine bir gun Ebû Bekr binKavvÂm'ın yanındaydım. Orada bulunanlardan birisi; "Mutemekkin (şÃ‚nı şerefi yuksek) insanın alÂmeti nedir?" diye sordu. İbn-i KavvÂm'ın yanında ceşit ceşit meyvelerin bulunduğu bir tabak vardı. SuÂli sorana donerek; "Mutemekkin o kimsedir ki, şu tabağa işÃ‚ret ettiği an, icinde ne varsa harekete başlar." buyurdu. Bizler tabağın icindeki meyvelerin İbn-i KavvÂm'ın işÃ‚reti ile hareket etmeye başladığını gorduk."
Ebû Abdullah anlatır: "Emîr Ehderî bir gun babama şoyle diyordu: Şarka giderken, Melik KÂmil ile berÂberdim. BÂlis şehrine gelince, Fahruddîn Osman ile berÂber İbn-i KavvÂm'ı ziyÂrete gittik. İbn-i KavvÂm, talebeleriyle oturmuş sohbet ediyordu. Biraz sonra bir asker gelip; "Efendim! Bizim bir katırımız ve uzerinde beş bin dirhem para vardı. Onu kaybettik. Bir hayli aramamıza rağmen, bulamadık. Sizden yardım istemeye geldik." dedi. Ebû Bekr bin Kavvam askere; "Otur!" buyurdu ve; "Allahu teÂlÂnın izni ile inşÃ‚allah katırın kapımızın onune gelecektir, o zaman hayvanını alır gidersin." dedi. Bir sure sonra İbn-i KavvÂm kalktı ve kapıya doğru gitti. Dışarıda bir katırın durduğunu gorduk. SÂhibi katırı alıp gitti. Biz de sultÂnın yanına geri donduk. Gorduklerimizin hepsini sultÂna anlattık. Sultan onunla goruşmek istedi. Fakat İbn-i KavvÂm'ın bulunduğu beldeye giremiyordu. Onu kendi tarafına cağırmak icin Fahruddîn Osman'ı gonderdi. Fahruddîn Osman da, İbn-i KavvÂm'a; "Efendim! Sultan sizinle goruşmek istiyor. Fakat bu beldeye girmesine musÂade edilmiyor. Sultan, "Acab Şeyh hazretleri bize gelebilir mi? diye soruyor." dedi. Bunun uzerine İbn-i KavvÂm; "Senin, melikinin yanından ayrılıp, Rum melikinin yanına gitmen olur mu?" diye sorunca, Fahruddîn Osman; "Hayır!" cevÂbını verdi. O da; "Aynen, bizim de dostlarımızı bırakıp onun yanına gitmemiz uygun değildir" buyurdu ve dÂveti kabûl etmedi."
Şemseddîn HÂbûrî şoyle anlatır: "Halep'teki NizÂmiyyeMedresesinde okurken, orada bulunanlara Ebû Bekr bin KavvÂm'ı cok medh ederdim. BÂzı fıkıh Âlimleri; "O mubÂrek zÂtı gidip gorelim. Fıkıh, hadîs ve tefsîr ilminden bÂzı şeyler sorup istifÂde edelim." dediler. Bunun uzerine ben, onlarla birlikte BÂlis'e gitmek icin yola cıkacağım sırada, bir talebe geldi ve bana; "Ebû Bekr bin KavvÂm sizi cağırıyor." dedi. Ben ona, İbn-i KavvÂm'ın nerede olduğunu sordum. O da; "Ebû Feth'in dergÂhında." dedi. Ben, onu gormek isteyenleri de yanıma alarak, Ebû Feth'in dergÂhına onunla goruşmeye gittim. İbn-i KavvÂm'ın huzûruna girince, fıkıh Âlimlerini gostererek; "Bunların burada ne işi var?" dedi. Ben de; "Sizi ziyÂret etmek ve bÂzı suÂller sormak icin geldiler." dedim. Bunun uzerine İbn-i KavvÂm onların hepsine birer birer baktı. Cok heybetli gozuktuğunden, hicbirinin konuşmaya cesÂreti kalmadı. İbn-i KavvÂm her birinin yuzune bakarak; "Nicin konuşmuyorsunuz? Nicin suÂl sormuyorsunuz?" dedi. Bu soruyu birkac kere tekrarladığı hÂlde, hic biri suÂl sormaya cesÂret edemedi. Bunun uzerine İbn-i KavvÂm, sırayla herbirine; "Senin suÂlin şu idi, cevÂbı da şudur" diyerek, hepsinin suÂllerini cevaplandırdı. Bunu goren fıkıh Âlimlerinin hepsi tovbe ve istigfÂr ettiler."
İbrÂhim bin Ebû TÂhir BetÂihî anlatır: "Babam Şam'da vefÂt ettiği zaman, talebeleri bana; "Sen, SeyyidAhmed hazretlerinden icÂzet, diploma getirmeden babanın yerine gecemezsin." dediler. Bunun uzerine, Seyyid Ahmed'den icÂzet almak icin BetÂih'e gitmek uzere yola cıktım. BÂlis, yolumun uzerindeydi. BÂlis'e geldiğimde, Ebû Bekr bin KavvÂm'ı ziyÂret ettim. Bana izzet ve ikrÂmda bulundu ve nereden geldiğimi ve nicin BetÂih'e gideceğimi sordu. Sonra; "Oradaki SeyyidAhmed'den icÂzeti kolayca alırsın." dedi. Ben tekrar yola koyuldum. BetÂih'e vardığım zaman, Seyyid Ahmed'in huzûruna cıktım. Durumu anlattım. Bana zorluk cıkarmadan, icÂzetnÂme ile bir de seccÂde verdi. Şam'a geri donerken, yolda kalbim İbn-i KavvÂm'ın sevgisi ile doldu. Kendi kendime; "Gidip Ebû Bekr binKavvÂm'a talebe olayım." diye duşunerek, icÂzetnÂmemi nehire attım ve doğruca onun dergÂhına cıktım. Bir sure dersini dinledim. Bir ara bana donerek; "Y İbrÂhim, sen benim talebemsin." buyurdu. Orada bulunanlar sebebini sordular. O da; "Yuzune bakın." deyince, hepsi benim yuzume baktılar. "Ne goruyorsunuz?" diye sorunca; "İki gozunun arasında hilÂlden bir nûr goruyoruz." dediler. Bunun uzerine o; "O nûr, benim talebelerimin işÃ‚retidir." buyurdu. Bundan sonra ona bağlı bir talebe oldum ve ondan ders aldım.
Bir zaman sonra Irak taraflarına gitmek icin İbn-i KavvÂm'dan izin istedim. İzin verdiler ve uzerime bir hil'at giydirerek; "Bununla oturduğun zaman, sana gelen kimse bunun sebebi ile sana bağlanır ve sana hizmet eder." dedi. Hocamın soylediği gibi oldu. Kiminle karşılaştıysam, bana hizmette bulundu. Bir gun BağdÂt'a gittim ve bÂzı yerlere uğradım. Orada bulunan herkes, bana hizmet etmek icin yarıştılar. Bir gun beni bir yere dÂvet ettiler. Orada bir Turk ayağa kalkarak; "Arkadaşlar, ben bu zÂtın uzerindeki gibi hil'at gormedim." dedi. Ben de; "O, hocamın hediyesidir." deyince, oradakiler; "Allahu teÂlÂnın ve onun gibilerin bereketi, bizlerin uzerine olsun." dediler."
İsmÂil bin SÂlim şoyle anlatır: "Bizim bir mikdar koyunumuz vardı. Koyunlarımızı, bir coban her sabah otlatmaya goturur, akşamları geri getirirdi. Bir gun yine koyunları otlatmak icin goturdu. Fakat akşam olunca koyunları getirmedi. Merak icinde kaldık. Doğruca İbn-i KavvÂm'a gittim. Beni gorunce, daha bir şey demeden: "Koyunların mı kayboldu?" diye sordu. Ben de; "Evet!" dedim. Bunun uzerine; "Senin koyunlarını on iki kişi aldı. Sizin cobanı falan yerde bağladılar. Şimdi onlar falan yerde uyuyorlar. Cunku, Allahu teÂlÂya onlara derin bir uyku vermesi icin du ettim. Koyunlarınızdan biri de yavruladı, şu anda yavrusunu emziriyor." dedi. Hemen İbn-i KavvÂm'ın dediği yere gittik. Her şeyin, anlattığı gibi olduğunu gorduk."
Felekuddîn bin Huzeyme şoyle anlatır: "BağdÂt'ın duşman eline gectiği sene, ben Şam'daydım. Âilem ise BağdÂt'ta kalmıştı. Onların durumlarını cok merak ettiğim icin, BağdÂt'a gitmek uzere yola cıktım. BÂlis'den gecerken, İbn-i KavvÂm hazretlerini ziyÂret ettim ve durumu ona anlattım. Bana; "Senin hanımın ve cocuklarının hepsi sağdır. Fakat kardeşin oldurulmuştur. Hanımına bir kimse hizmet ediyor. Onun eşkali şoyle şoyledir. Hanımın falan sokak uzerinde, bahcesinde ağaclar olan bir evdedir." dedi. Ben bunları işitince, rahatladım ve yola cıktım. BağdÂt'a girince, hic kimseye sormadan doğruca İbn-i KavvÂm'ın tÂrif ettiği yere gittim. Gercekten soylediği gibi, hanımımın bulunduğu evin bahcesinde ceşitli ağaclar vardı."
İmÂm Muhyiddîn bin NehhÂs anlatır: Bir zamanlar, Ebû Bekr bin KavvÂm, Turey'den koyune gider gelirdi. Koyde kucuk bir mescid vardı. O mescidde okunan ezÂnı ve ikÂmeti kimse işitmezdi. Ben, evde kendi kendime; "Koyun guneyine bir cÂmi yaptırayım." diye duşundum. Mescide gidince, İbn-i KavvÂm'ın yanına oturdum. Birden İbn-i KavvÂm bana donerek; "Y Muhyiddîn! Sen neden buyuk bir cÂmi yapmıyorsun?" diye sordu. Ben de; "Efendim! Ben boyle bir şey yapmayı duşunuyorum." dedim. O da bana; "CÂmiyi bin etmek istediğin yeri bana gostermeden cÂmiyi yapma." dedi.
Birlikte cÂmi yaptırmak istediğim yere gittik. Orada biraz durduktan sonra bana donerek; "Burada bir ev varmış, o ev yıkılmış ve icindekiler toprağa gark olmuştur." dedi. Bunun uzerine, oraya cÂmi yapmaktan vaz gectim. Bir sure sonra, başka bir iş icin orayı eştim. Gercekten bir ev enkÂzı cıktı. İcinde, toplu hÂlde oluler vardı.
Ali bin Saîd Zûreyzir şoyle anlatır: Ebû Bekr bin KavvÂm'dan ilim oğrenmeye başladığım zaman cok genctim. Bir gun Kudus'e gitmek istedim. Hocam Ebû Bekr'den izin istedim, vermedi. Sonra; "EvlÂdım! Cok gencsin, başına bir şey gelebilir." dediyse de, ben cok ısrar edince, izin verdiler. Giderken de bana; "Benim himmetim senin uzerinedir. Seni demir kafes gibi muhafaza ederim. Şam'ın Kureyş koyune vardığında, orada bulunan Ali bin Cemel ismindeki zÂtı ziyÂret et. Cunku o, Allahu teÂlanın evliyÂsındandır." dedi. Ben de; "Başustune!" deyip yola koyuldum.
Kureyş koyune vardığım zaman, o zÂtın evini sordum. Kapıyı cocuklarından biri actı ve; "YÂ Ali! İceri gir. Babam bize, bugun Ali isminde, Ebû Bekr bin kavvÂm'ın bir talebesi gelecek diye haber verdi." dedi. Ben evde yokken gelirse, onu iceri alın, beni beklesin." dedi. Ben de, misÂfir odasında Ali bin Cemel'i beklemeye başladım. Ali bin Cemel gelince benimle musÂfeha etti ve; "Biraz once hocan geldi ve seni bize tavsiye etti. Himmetinin senin uzerinde olduğunu soyledi." dedi. Geceyi orada gecirdim.
Ertesi gun tekrar yola cıktım. Kudus'e yaklaştığım sırada, golgelik altında oturan bir kişi gordum ve selÂm verdim. SelÂmımı aldı ve; "Ey genc! Benim yanıma gel, sabahtan beri seni bekliyorum." dedi. Onun kotu niyetli bir kişi olacağını duşunerek yanına gitmekten cekindim. Bunu fark edince; "YÂ Ali! Hocan Ebû Bekr bin KavvÂm yanıma gelerek, seni bana tavsiye etti." dedi. Bunun uzerine onunla berÂber evine gittik. Birlikte yemek yedik. Namaz vakti gelince; "Gel, Harem'de namaz kılalım." dedi. Mescid-i Harem'de vakit namazlarını kılıp eve geri donduk. O zÂt sabaha kadar namaz kıldı.
Sonraki gun ben, İbrÂhim aleyhisselÂmın kabrini ziyÂret icin onun yanından ayrıldım. İbrÂhim aleyhisselÂmın kabri şerîflerine yaklaşırken, karşıma dort soyguncu cıktı, onlardan korktum. O anda yanımda beyaz elbiseli bir kişi belirdi ve; "Sen yoluna devÂm et!" dedi. Onların arasından gecerek yoluma devÂm ettim. Bana hicbir şey yapamadılar. İbrÂhim aleyhisselÂmın kabrini ziyÂret ettim ve orada cok duÂda bulundum.
Sonra hocamın yanına dondum. Denildi ki: "EvliyÂ, seni huzûruna getiren, ondan ayrı olduğun zaman koruyan, ahlÂkı ile senin ahlÂkını, edebi ile senin edebini guzelleştirendir." Hocamın huzûruna girince, bana yolculuğum boyunca, olanların hepsini anlattı ve; "O beyaz elbiseli zÂt olmasaydı, soyguncular senin elbiselerini bile alacaklardı." dedi. Ben o beyaz elbiseli zÂtın hocam olduğunu anladım.
Zekîyyuddîn Ebû Bekr bin Eyyûb şoyle anlatır: "MoğollarBağdÂt'ı istil ettikleri zaman, amcam ile Halep'teydik. Amcam, Ebû Bekr bin KavvÂm'ın talebelerindendi.Beni BÂlis'e, İbn-i KavvÂm'ın yanına gonderdi ve; "Sen Ebû Bekr bin KavvÂm'ı hic gormedin, hem onu ziyÂret et, hem de BağdÂt'taki akrabÂlarımız ve mallarımız ne hÂldedir? Oğlum Huseyin ne hÂldedir? diye sor." dedi. BÂlis'e varıp huzûruna girince, bana; "Sen, Ebû Bekr bin Eyyûb musun?" deyince; "Evet!" cevabını verdim. Sonra; "Seni amcan gonderdi. BağdÂt'taki akrabÂlarının, oğlu Huseyin'in ve mallarının durumunun ne olduğunu soruyor değil mi?" dedi. Ben, "Evet!" dedim. Bunun uzerine; "AkrabÂlarından bÂzıları esir duştu. BÂzıları sağ sÂlim evlerinde. Butun malları kapının altındaki kuyuya gomulduğu icin, Moğollar mallarını gasb edememişler. Oğlu Huseyin ise onların elinde esirdir." dedi. BağdÂt'a gidip gitmeme hakkında hicbir şey soylemedi. Sonra bana; "Sen Şatîbeyt sarayını tanır mısın?" diye sorunca, "Evet tanırım. Fakat hic icine girmedim." dedim. Bunun uzerine; "Şu andaMoğollar o sarayın mallarını talan ediyorlar." dedi. Ben hemen tÂrihi, saati ve gunu bir yere not ettim.
Halep'te sevdiğim genc ve guzel bir kadın vardı. Bir gun onunla tenh yerde buluştuk. Beni kendi nefsi icin istedi. Fakat reddettim. Bunun uzerine bana bir yuzuk verdi. Ben de o yuzuğu parmağıma taktım. Bunu Allahu teÂlÂdan başka kimse bilmiyordu. Ebû Bekr bin KavvÂm'ın yanından vedÂlaşıp ayrılırken, elimi tuttu. Sonra; "Bu yuzuk kimindir?" diye suÂl etti. Ben utancımdan cevap veremedim. Bana; "Tovbe et oğlum, tovbe et!" buyurdu. Ben de tovbe edip Halep'e varınca, o kadınla bir daha goruşmedim.
Bir sure sonra BağdÂt'a gittim. AkrabÂlarımızın durumunun Ebû Bekr hazretlerinin soylediği gibi olduğunu gordum. Amcamın oğlu Moğolların elinde esirdi. Orada birisine, sarayın Moğollar tarafından yağma edildiği gunu ve saati sordum. O da; "Şu gun, şu saatte sarayı yağmaladılar." dedi. Ben de not ettiğim gun ve saatlere baktım. Ebû Bekr bin KavvÂm'ın soylediği saat ve gun olduğunu gordum.
İbrÂhim bin Ebû TÂlib BetÂihî anlatır: Bir gun Ebû Bekr bin KavvÂm'ı ziyÂret etmek icin yola cıktım. Yolda bir kervana rastladım ve onlarla arkadaş oldum. Yol boyunca, ickiden ve icki meclislerinden bahsettiler. BÂlis'e varıp Ebû Bekr bin KavvÂm'ın huzûruna girdim. Beni gorunce; "Hayırdır y İbrÂhim bu hÂlin nedir?" dedi. Ben de; "Benim hÂlim nasıldır efendim?" dedim. O zaman; "Elinde icki ve Âletleri var" deyince, ben de; "Yolda gelirken bir kervandakilerle yol arkadaşlığı yaptım. Onlar devamlı ickiden bahsetmişlerdi. Demek ki konuşmaları bana da tesir etmiş." dedim. Bunun uzerine Ebû Bekr bin KavvÂm; "EvlÂdım, iyi kimselerle bulun. Kotu kimselerden elinden geldiği kadar uzak dur. Cunku onlarla sohbet, duny ve Âhirette yuz karasıdır." buyurdu.
1) El-A'lÂm; c.2, s.68
2) ŞezerÂt-uz-Zeheb; c.5, s.295
3) FevÂt-ul-VefeyÂt; c.1, s.224
4) TabakÂt-uş-ŞÃ‚fiiyye; c.8, s.401
5) CÂmiu KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.1, s.128
6) TabakÂt-ul-EvliyÂ; s.486
7) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.352
8) MenÂkıb-ı İbn-i Kavvam Universite Kutuphanesi (Arapca) No: 5470
__________________
İbn-i KavvÂm
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●41 Görüntüleme