Buyuk İslĂ‚m Ă‚limi ve evliyĂ‚. MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretlerinin halîfelerinden. İsmi, Abdulgafûr'dur. Hazret-i Huseyin efendimizin soyundan olup, seyyiddir. HĂ‚lidî, MuşĂ‚hidî ve BağdĂ‚dî nisbeleriyle bilinir. Doğum ve vefĂ‚t tĂ‚rihleri bilinememektedir. Bağdad'da yaşamıştır.

Kucuk yaştan îtibĂ‚ren ilim tahsîline başlayan Seyyid Abdulgafûr Efendi, zamĂ‚nının usûlune gore aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Bilhassa fıkıh ilminde yuksek Ă‚lim oldu. Tasavvufa karşı alĂ‚ka duydu. İlk once MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretlerinin halîfesi Abdullah (Ubeydullah) Hayderî'nin sohbetlerinde ve hizmetinde bulunup sulûk yĂ‚ni tasavvuf yolculuğunda ilerledi. Sonra MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî'nin yuksek sohbetleriyle şereflenip hizmet ve huzûrunda bulundu. Bu sırada tasavvufta yuksek derecelere kavuştu. MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid hazretlerinin onde gelen talebelerinden oldu. MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî ilimdeki ve tasavvuftaki yuksek derecesini gorerek, kendisine hilĂ‚fet verdi. İnsanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlatıp, onların iki cihĂ‚n saĂ‚detine kavuşmalarını sağlamak husûsunda tam icĂ‚zet, diploma verdi.

MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid hazretleri ona cok iltifatlarda bulunurdu. HattĂ‚ bir gun mescidden cıktıktan sonra Seyyid Abdulgafûr HĂ‚lidî'yi oturur gordu. Yanına yaklaşarak Peygamber efendimize olan sevgisinden dolayı elini tuttu ve optu. Bundan sonra da şoyle buyurdu: "KıyĂ‚met gununde ceddin ve deden Muhammed aleyhisselĂ‚mın LivĂ‚-i Muhammediyyesinin altına beni de sokmayı taahhut edinceye kadar elini bırakmayacağım." O ise bu guzel sozlerin tesiri ile bayılıp duştu. Uc saat kadar yerde kendinden habersiz kaldı.

Şeyh Abdullah (Ubeydullah) Hayderî'nin vefĂ‚tından sonra irşĂ‚d, insanlara hak ve hakikatı anlatma vazîfesini Şeyh Muhammed el-Cedîd'in emrinde yuruttu.

Abdulgafûr HĂ‚lidî MuşĂ‚hidî'nin evi Bağdad'da HĂ‚lidiyye dergĂ‚hının batısında bulunuyordu. Her gun yatsıya kadar dergĂ‚hta Allahu teĂ‚lĂ‚nın ismini anmakla geciren ve sohbetine gelen kimselere hak yolu anlatan Abdulgafûr HĂ‚lidî hazretleri, Şeyh Muhammed el-Cedîd hazretlerine karşı hurmette kusûr etmezdi. Yatsıdan sonra Şeyh Muhammed el-Cedîd'den izin isteyip; "Efendimiz! FakirhĂ‚neye, evime gitmeye izin verir misiniz?" derdi. Şeyh Muhammed Cedîd izin verirse evine gider, vermezse o geceyi dergĂ‚hta gecirirdi. Eğer izin verirse evine gidip fecirden, tan yeri ağarmadan evvel yine dergĂ‚ha gelirdi.

Abdulgafûr HĂ‚lidî; "Şeyh Muhammed el-Cedîd, Efendimiz (MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚d&#238 hazretlerinin yerindedir." diyerek ona saygı duyardı. Şeyh Muhammed Cedîd de ona iltifatta bulunarak saygıda kusûr etmezdi. HattĂ‚ cumĂ‚ ve pazartesi gunleri diğer muridlerle, talebelerle husûsî goruşup onlar icin duĂ‚ ettikten sonra Abdulgafûr HĂ‚lidî ile husûsî goruşur, ona iltifatta bulunurdu. Biri diğerinin elini oper, birbirlerine karşı tevĂ‚zû ederler, birbirlerine cok hurmette bulunurlardı.

Adamın biri Abdulgafûr HĂ‚lidî'ye gelerek Bağdad vĂ‚lisi DĂ‚vûd Paşaya bir işiyle ilgili olarak yazı yazmasını istedi. Kendini muslumanların hizmetlerine vakfetmiş olan ve onların ihtiyaclarını yerine getirmeyi cok seven Abdulgafûr HĂ‚lidî, bir yazı yazarak gonderdi ve kendisine murĂ‚caat eden adamın işinin yapılmasını istedi. Yazıyı alan vĂ‚li o kimsenin işini gordu. Daha sonra Şeyh Muhammed el-Cedîd bu durumdan haberdĂ‚r olunca, Abdulgafûr HĂ‚lidî'ye sitem etti. "Neden benden izinsiz yazı yazdınız? Bana neden haber vermediniz?" dedi. Abdulgafûr HĂ‚lidî ağlamaya başladı. "Aman efendim! Bir kusûr ettim. Tovbe olsun, af buyurunuz." diyerek ellerinden optu ve af diledi.

Abdulgafûr HĂ‚lidî MuşĂ‚hidî ilim irfĂ‚n sĂ‚hibi olmasının yanında bircok kerĂ‚metleri gorulmuştu.

Bir gun Şeyh İbrĂ‚him Fasîh Efendi ve MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid hazretlerinin dergĂ‚hının hatîbi AbdurrahmĂ‚n Efendi, Seyyid Abdulgafûr HĂ‚lidî hazretlerinin meclisine gittiler. Allahu teĂ‚lĂ‚nın ismi zikr edilip, ibĂ‚det edildikten sonra acık olarak duĂ‚ edilmeye başlandı. Abdulgafûr HĂ‚lidî, Nakşibendiyye yolu buyuklerinin isimlerini saydıktan sonra, HĂ‚lidiyye'den olan zĂ‚tların da isimlerini saydı. Fakat Abdullah (Ubeydullah) Hayderî'nin ismini soylemedi. Hatîb AbdurrahmĂ‚n Efendinin kalbinden; "Ne acĂ‚yib şey, Abdulgafûr HĂ‚lidî hazretleri ilk olarak terbiyesinde ve sohbetinde yetiştiği Abdullah (Ubeydullah) Hayderî'nin ismini zikr etmesin!" diye gecti. Kalb gozu acık olan Abdulgafûr HĂ‚lidî hazretleri bu sırada; isim silsilesini sayarak; "Efendimiz, Allahu teĂ‚lĂ‚yı tanıyan Ă‚rif, velî ve murşid Seyyid Abdullah (Ubeydullah) Hayderî şeyhimin de ruhuna..." deyince, Hatîb AbdurrahmĂ‚n Efendi elinde olmadan Abdulgafûr HĂ‚lidî hazretlerinin ayaklarına kapandı. Meclisten ayrıldıktan sonra İbrĂ‚him Fasîh Efendi Hatîb AbdurrahmĂ‚n Efendiye, Abdulgafûr HĂ‚lidî'nin ayaklarına neden kapandığını sordu. Hatîb AbdurrahmĂ‚n Efendi; "Şerefli silsilede Şeyh Ubeydullah Hayderî'yi neden zikr etmez diye gonlumden gecmişti. Tam bu sırada Abdulgafûr HĂ‚lidî'nin o mubĂ‚rek zĂ‚tın ismini de soylediğini işitince, şuursuz olarak ayaklarına kapandım. Gaflet icinde olduğumu anladım ve Abdulgafûr HĂ‚lidî hazretlerinin buyukluğunu anladım." dedi.

Şeyh İbrĂ‚him Fasîh şoyle anlatır:

Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd olsun ki, Seyyid Abdulgafûr HĂ‚lidî hazretlerinin hizmetinde bulundum. MubĂ‚rek nazarlarıyla şereflendim. Âlim, fazîlet sĂ‚hibi, olgun bir velî ve murşid olan şeyhimiz Ahmed Eğribozî ile Bağdad'da MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid hazretleriyle ve halîfeleriyle karşılaşıp sohbetleriyle şereflendim. HattĂ‚ kucuk ve hasta olduğumdan amcam beni alıp Abdulgafûr HĂ‚lidî'nin hatm-i şerîflerine gotururdu. Onun duĂ‚sı ve mubĂ‚rek nazarlarıyla hastalıktan kurtuldum. Onun vefĂ‚tından sonra da pekcok hayırlara kavuştum. Nitekim Bağdad vĂ‚lisi Muhammed Necîb Paşa Âlûsî'yi fetvĂ‚ işleriyle ilgili vazîfeden alınca, Âlûsî, HĂ‚lidiyye yoluna îtirĂ‚z etmek ve MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid'in halîfelerini kotulemek icin bir risĂ‚le yazdı. Cunku o vĂ‚li MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid hazretlerinden istifĂ‚de ve ona intisĂ‚b etmiş, hattĂ‚ Bağdad'daki eski HĂ‚lidiyye dergĂ‚hını yıktırıp yerine daha guzelini yaptırmıştı. Tarîkat-ı Âliyyeye cok fazla sevgisi olduğundan Paşa'yı tĂ‚ciz etmek ve uzmek icin, soz konusu olan Âlûsî boyle tehlikeli bir işe girmişti. O esnĂ‚da Âlûsî'nin yazdığı risĂ‚leyi reddetmek icin bir kitap yazdım. Butun halîfeler ve diğer Ă‚limler onu pek beğendiler. HattĂ‚ bir gece ruyĂ‚mda MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid hazretlerini gordum. Şeyh Abdulgafûr HĂ‚lidî de yanında ayakta duruyordu. Hemen gelip MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid hazretlerinin ayaklarına kapanıp, optum. MubĂ‚rek ellerini başıma ve arkama koyup; "Ne guzel iş yaptın İbrĂ‚him." buyurdular. Sabah olunca bu ruyĂ‚yı kardeşlerimize haber verdim. Hepsi gorduğum ruyĂ‚dan dolayı beni tebrik ettiler.

Âlûsî'nin o kitabı yazmasının sebebi, HĂ‚lidiyye halîfeleri hakkındaki sû-i zannı yĂ‚ni kotu duşuncesi idi. Adı gecen vĂ‚linin kendisini HĂ‚lidiyye halîfelerinin işĂ‚retiyle fetvĂ‚ vazîfesinden aldığını zannediyordu. Oysa durum oyle değildi. Nitekim zannın coğu yalandır. Enteresan bir hĂ‚dise olarak hitĂ‚betiyle meşhûr olan Âlûsî, İstanbul'dan geldikten sonra dili tutuldu ve o şekilde vefĂ‚t etti.

BİR GENC GİBİ...

Şeyh İbrĂ‚him Fasîh Efendi bir gun MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretlerinin dergĂ‚hında yuksek bir yerde duruyordu. Seyyid Abdulgafûr HĂ‚lidî hazretlerinin dergĂ‚hın yuksek olan yerine cıkmak istediğini duşunerek kendi kendine; "Ben bu genc hĂ‚limde buraya cıkamıyorum. Nerede kaldı ki bu kadar ihtiyĂ‚r bir zat buraya cıkacak!" dedi. Bir de baktı ki, Abdulgafûr HĂ‚lidî on beş yaşındaki bir genc gibi yuksek yere cıkıp geldi. Sonra da şoyle buyurdu: "Ey İbrĂ‚him! Sen benim buraya cıkamayacağımı mı zannediyordun?"

Onun yuksek hĂ‚l ve kerĂ‚met sĂ‚hibi olduğunu anlayan Şeyh İbrĂ‚him Fasîh hemen Abdulgafûr HĂ‚lidî'nin ellerine kapanarak optu. O da Şeyh İbrĂ‚him Fasîh'in başını ve sırtını şefkatle okşadı.)
__________________