Irak ve Doğu Anadolu'da yaşayan buyuk velîlerden. İsmi Sahr olup babasınınki de Sahr'dır. Kunyesi Ebu'l-BerekÂt'tır. Hocası, Adiy bin MusÂfir'in kardeşinin oğludur. Emevî ve HakkÂrî nisbet edildi. Aslen Lubnan'da Ba'lebek yakınlarında Beyt-i FÂr beldesinde doğdu. On ucuncu asrın sonlarında HakkÂri'de vefÂt etti. Amcasının inşÃ‚ ettirdiği ve kendisinin ders verdiği zÂviyeye defnedildi.

Her ferdi, Allah aşkıyla yanıp tutuşan bir Âilenin evlÂdı olan Ebu'l-BerekÂt Emevî hazretleri, kucuk yaşta yuksek ilim sÂhibi Âlimlerin meclislerine devÂm etti. Gencliğinin baharında ilimle doldu. Kalbi Allah aşkı ile yandı. Tasavvufta en ustun makamlar, ilimde yuksek dereceler sÂhibi, AbdulkÂdir-i GeylÂnî hazretlerinin halîfelerinden olan amcası Adiy bin MusÂfir, o sırada HakkÂri civÂrında bıkıp usanmadan insanları Allah yoluna cağırmaktaydı. Ona olan sevgisi, Ebu'l-BerekÂt hazretlerinin ana ve babasını, akrab ve yakınlarını bırakıp, HakkÂri gibi dağlık ve sert kış şartlarına sÂhip bir memlekete gitmesine sebeb oldu. O, orada amcasının elinde kısa zamanda yuksek makamlara ulaştı. Ustunlukleri dillere destan oldu. Sevgisi gonullerde yeşermeye, Allah aşkı ile terennum ettiği şiirler dillerde dolaşmaya başladı. UstÂdı ve amcası Adiy bin MusÂfir hazretleri onun icin; "Ebu'l-BerekÂt gercek bir velîdir." buyurup, HakkÂri dağlarındaki talebelerinin yetiştirilmesi ile vazîfelendirdi.

Doğu evliyÂsının bircokları ile goruştu. Yuce makamlara, ustun ahlÂk ve davranışlara sÂhib oldu. Allahu teÂlÂya yakın olmaktan bahsedilince, sozu o alır, vilÂyetin ustunluk ve hukumleri onun dilinden dinlenirdi. O, Allahu teÂlÂnın olu kalpleri diriltmek, karanlık gonulleri aydınlatmak, hikmetli sozleri soylemek, Allah adamlarını yetiştirmekle vazîfelendirdiği bir mubÂrek kimseydi. O, zuhd ve takvÂda eşsiz, dunyÂya kıymet vermez, Allahu teÂlÂnın rızÂsına muhÂlif hicbir soz ve harekette bulunmazdı. TevÂzu ve kerÂmetler sÂhibi, akıl ve zekÂda ustun bir kimse idi. O, değil haram ve şuphelilerin yanından gecmek, helÂlden kullandığı şeylerin hesÂbını nasıl vereceğini duşunurdu. Mubahları, yaşamak icin zarûrî olduğu mikdÂrda kullanırdı.

Amcası Şerefuddîn Adiy bin MusÂfir'in vefÂtından sonra, ondan aldığı ilim ve feyzi insanlara yayan Ebu'l-BerekÂt Emevî hazretleri, bircok talebe yetiştirdi. Doğu evliy ve ulemÂsının bircoğu onun ilim ve feyzlerinden istifÂde etti. SÂlih kimseler, gelip onun meclisinde bulundular. Onun yetiştirdiği evliyÂdan biri de, oğlu Ebu'l-MefÂhir Adiy bin Ebi'l-BerekÂt hazretleriydi.

Dostlarından Ebu'l-Feth Nasr bin RıdvÂn anlatır: "Bir ilkbahar gunu Ebu'l-BerekÂt HakkÂrî, talebeleri ve bircok Allah dostu da olduğu hÂlde, zÂviyeden cıkıp dağa doğru tırmandılar. İclerinden biri, "Bugun canımız ne kadar da nar istiyor. Acı tatlı farketmez." dedi. Daha sozunu bitirmeye fırsat kalmadan, etraftaki meşe ağacları narla doldu. Ebu'l-BerekÂt hazretleri, narları toplayıp yemelerini soyledi. Toplayıp yediler. Sonra zÂviyeye donduler. Bir saat sonra hocalarından ayrılan bir grup talebe biraz once nar yedikleri yere gittiler. Ağaclarda narın eseri bile yoktu."

Talebelerinden Nasrullah bin Ali Humeydî, bir gun yuksekce bir dağın tepesine yakın bir yerinde yuruyordu. Ebu'l-BerekÂt hazretleri de dağın eteğinde oturuyordu. Birden bir ruzgÂr cıktı. Nasrullah bin Ali'yi ruzgÂr onune katıp, dengesini kaybettirdi. Yuvarlanmaya başladı. Ebu'l-BerekÂt hazretleri ruzgÂrın dinmesi icin du etti. O anda ruzgÂr dindi ve Nasrullah da bulunduğu vaziyette kıpırdayamadan durdu. Ebu'l-BerekÂt hazretleri ruzgÂra emredip, Nasrullah'ı aldığı yere bırakmasını soyledi. Allahu teÂlÂnın izni ile ruzgÂr onun bu emrini hemen yerine getirdi.

Ebu'l-BerekÂt Emevî buyurdu ki:

"Muhabbet sarhoşluğu ile mest olan bir kimse, ancak mahbûbunu, sevdiğini gormekle ayılabilir."

"Muhabbetin esÂsı uc şeydedir. Bunlar; vefÂ, edeb, muruvvettir."

"VefÂ; kalbin, ezeliyetin nûru ile unsiyet yakınlık peyda edip, Allahtan başkasına muhabbeti bırakarak, O'na yakîninde ısrÂrlı olmasıdır.

"Edeb; kulun, Allahu teÂlÂya karşı vazifelerini, vakitlerini nasıl ayarlayacağını, kendini O'ndan uzaklaştıran şeylerden nasıl korunacağını bilmesidir."

"Muruvvet ise; Allahu teÂlÂdan başka hicbir şeyi hatırlamayan kalble zikre devÂm etmek, sozlerinde ve işlerinde Allahu teÂlÂnın emrine uymak, icte ve dışta Allah'tan başka her şeyden uzak durmak, kendisine bir sermÂye olan vaktini iyi değerlendirmekten ibÂrettir."

Bir kulda bu uc haslet; vefÂ, edeb ve muruvvet bulunursa, Allahu teÂlÂya yakîn olmanın tadını tatmış olur. Onun gonlune O'ndan ayrı kalmanın korkusundan bir kor duşmuş olur. O'na kavuşmak ateşiyle yanmaktan kurtulamaz.

İSTEDİĞİN BİR ŞEY VAR MI?

Ebu'l-Fadl MeÂli bin Temîmî Mûsulî anlatır: "Yedi sene Ebu'l-BerekÂt hazretlerine hizmet ettim. Bir gun yemek yedikten sonra elini yıkıyor, ben de su dokuyordum. Bana, "İstediğin bir şey var mı?" diye buyurunca; "Evet, duÂnız bereketiyle Kur'Ân-ı kerîmi ezberlemek isterim." dedim. O da; "Allahu teÂl sana kolaylık versin, her uzağı yakın etsin. Kur'Ân-ı kerîmi ezberlemekte yardımcın olsun." diye du etti. Ondan sonra Kur'Ân-ı kerîmi kısa zamanda hıfzettim. Allahu teÂl onun duÂsı bereketiyle, bana uzak olan yerleri yakın, guc olan şeyleri de kolay eyledi."

İSTEK BOYLE OLUR

Âriflerden CÂrullah Ebû Hafs Omer bin Muhammed Magribî anlatır: "Ebu'l-BerekÂt bin Sahr hazretlerinin tasarrufları acık, kerÂmetleri cok, devamlı Allahu teÂl ile berÂber, halka karşı cok merhametli, insanları kırmayan bir hÂli vardı. Bu hÂller onun huyu olmuştu. Bir gun Laliş koyundeki zÂviyesinde, sohbetiyle şereflenmekteyim. Yufka icinde, kızarmış koyun eti yemek hatırımdan gecti. Cok gecmeden bir arslan ağzında durulmuş yufka ekmekle kapıdan girdi. Ebu'l-BerekÂt hazretlerine doğru yurudu. Ebu'l-BerekÂt hazretleri beni gosterince; Arslan getirip ekmeği benim onume koyup gitti. Ekmeğin icinde kızarmış koyun eti vardı. O sırada yukarıdan bir adam indi. Onun inmesi ve ekmeği gormesiyle, benim biraz onceki et yeme arzum tamÂmen kayboldu. Ona ikrÂm ettik. Hepsini yedi. Ebu'l-BerekÂt hazretleriyle bir muddet sohbet ettikten sonra, geldiği gibi gitti. Ebu'l-BerekÂt hazretleri bana, "Y Omer! İstek dediğin bu adamın arzusu gibi olur. Onun isteği oyle şiddetlidir ki, başkalarının isteğini yok eder ve arzu ettiği anda onu yapması gerekir. Şu anda o, t Cin'e gitti." buyurdu.

1) KalÂid-ul-CevÂhir; s.109
2) CÂmiu KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.1, s.253
3) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.6, s.178
__________________