Hindistan'ın buyuk velîlerinden. İsmi Abdullah olup, babasınınki Şah Muhammed Omer'dir. Lakabı Muhyiddîn'dir. Cırağ-ı Nebevî ismi ile de meşhurdur. Dedesi, buyuk Âlim Abdullah-ı Dehlevî'nin halîfesi Ahmed Saîd-i FÂrûkî'dir. Ebu'l-Hayr, 1856 (H.1272) senesinde Abdullah-ı Dehlevî DergÂhında doğdu.

Ebu'l-Hayr'ın babası Şah Muhammed Omer'in cocuğu olmuyordu. Bir gun ağabeyi MuhammedMazhar, babası Ahmed Saîd'in huzûrunda iken; "Kardeşim Şah Muhammed Omer'in bir cocuğu olması icin du buyursanız." dedi. Ahmed Saîd-i FÂrûkî de; "İnşÃ‚allah cocuğu olur. Allahu teÂl kerîmdir ve kÂdirdir. Dilerse bir cocuk ihsÂn eder." buyurdu. Sonra Ahmed Saîd-i FÂrûkî'nin tasavvur ve himmeti ile Muhammed Omer'in evlenmesinden on sene sonra bir oğlu dunyÂya geldi. Dedesi ona AbdulkÂdir-i GeylÂnî hazretlerinin lakabı olan Muhyiddîn lakabını, Abdullah ismini ve hayırlı bir insan olması dileğiyle Ebu'l-Hayr kunyesini verdi.

Onun doğumu ile ilgili olarak şoyle bir şiir yazılmıştır:

"Ebu'l-Hayr, Saîd ve Omer'in servi bahcelerinde, şerrin kokunu kazıyıcı hep hayır soyleyicidir. O, Allah ve Resûlunu sever. Resûlullah'ın hak sacan yolunun fedÂisidir. Onun gonlu tevhid ile oyle doludur ki, başkası onda yer bulamaz. Onun gonlu hep Allahu teÂlÂyı anmakla meşgûldur. Eğer onun lutuf gozu, nazarı erip olgunlaşmamış bir tÂlibe duşse onu asrın kÂmili yapar."

Ebu'l-Hayr henuz iki yaşına geldiği sırada İngilizler Delhi'yi işgÂl etti. Bunun uzerine dedesi Ahmed Saîd-i FÂrûkî, talebeleri ile Medîne-i munevvereye hicret etti. Ahmed Saîd hazretleri, torunu Ebu'l-Hayr'ı cok severdi. Ekseriyetle onun ile berÂber Mescid-i Nebîye giderdi. Kucuk bir cocuk iken dedesinin feyz ve bereketinden istifÂde etmeye başladı. Bir gun Ahmed Saîd-i FÂrûkî, talebeleri ile sohbet ediyordu. Torunu Ebu'l-Hayr da yanında idi. Mecliste bulunanlardan birisi; "Efendim! Sizden sonra muhterem cocuklarınızdan hangisi yerinize gececek?" diye suÂl etti. Ahmed Saîd hazretleri; "Allahu teÂlÂnın lutuf ve ihsÂnı ile uc oğlum da Kur'Ân-ı kerîmi ezberledi. Ucu de Âlim, veliyy-i kÂmil ve takv sÂhibidir. Nakşibendiyye yolunda nihÂyete kavuşmuş, hilÂfet almışlardır. Bizim yerimize gecmeye ucu de lÂyıktırlar. Fakat benden sonra halîfem bu mubÂrek cocuk olacaktır." buyurarak ellerini Ebu'l-Hayr FÂrûkî'nin başına koydu. Beş yaşına girince, babası, Ebu'l-Hayr'ı elinden tutup Ahmed-i Saîd-i FÂrûkî'nin huzûruna goturdu ve ona bîat ettirdi. Boylece kucuk yaşta dedesine talebe olmakla şereflendi. Ahmed-i Saîd-i FÂrûkî hazretleri bu olaydan kısa bir sure sonra 1860 senesinde vefÂt etti. Dedesinin vefÂtından sonra babası ayrılık acısına dayanamayıp, Âilesi ile birlikte Mekke-i Mukerremeye gitti. Ebu'l-Hayr dokuz yaşına geldiğinde Kur'Ân-ı kerîmi ezberledi. On bir yaşına geldiğinde nahv ilminden İbn-i HÂcib'in KÂfiye kitabını, on uc yaşında HÂfız Abdullah Darirî'den sarf ilmine dÂir olan ŞÃ‚fiiyye kitabını okudu. Ebu'l-Hayr hazretleri DelÂil-i HayrÂt'ın başına şu tavsiyeleri yazdı:

"Havanın ağarmaya başlamasından bir saat once olan teheccut, seher vaktinde uyanık olup, birkac rekat namaz kılmalıdır. Sonra bir muddet Allahu teÂlÂyı zikretmeli, havanın ağarmaya başladığı vakitte ise sabah namazını kılmalıdır. Bundan sonra İmÂm-ı RabbÂnî hazretlerinin MektûbÂt'ını, MevlÂn CelÂleddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'sini, İmÂm-ı GazÂlî hazretlerinin İhyÂu Ulûmiddîn'ini, Molla CÂmî'nin NefehÂt'ını ve İmÂm-ı Birgivî'nin Tarîkat-ı Muhammediye'sini mutÂlaa etmelidir. Yemek yedikten sonra bir muddet kaylule yapmalıdır. Sonra bir mikdÂr zikirle meşgul olmalı ve her gun en az altı sahife Kur'Ân-ı kerîm okumalıdır. Her talebe planlı ve proğramlı bir şekilde bu işleri zevkle yerine getirmelidir."

Ebu'l-Hayr, on beş yaşına gelince Resûlullah efendimizin kabr-i şerîfini ve amcalarını ziyÂret icin Medîne'ye gitti. Bu ziyÂreti sırasında amcasından hadîs ilminde icÂzet, diploma aldı. Boylece ilim tahsîlini tamamladıktan sonra 1888 senesinde Hindistan'a donerek Dehli'deki Abdullah-ı Dehlevî dergÂhına yerleşti. Dergahın tÂmir işlerini tamamladıktan sonra birkac sene dergÂhtan dışarı cıkmadı. Sonra insanlara Allahu teÂlÂnın emir ve yasaklarını anlatmaya başladı.

Ebu'l-Hayr FÂrûkî, hediye kabûl etmekte ihtiyatlı idi. Haram işleyen ve îtikÂdı bozuk kimselerden hediye kabûl etmezdi. Aldığı hediyeleri evinde husûsî bir koşeye bırakırdı. Eğer kalbinde bir sıkıntı, bulanıklık meydana gelirse, ertesi gun o hediyeyi getiren şahsa iÂde ederdi. Sevenlerinden Afganlı bir zÂt, bir mikdÂr yağ getirmişti. Ertesi gun yağı geri gonderdi ve; "Bana bu yağdan haram kokusu geliyor." buyurdu. O şahıs hayret icinde kaldı. Koyunları helÂl para ile satın almış, hanımı da yağı kendi eliyle cekmişti. Evine donunce yağın durumunu araştırdı. Koyunlarından bÂzısı bir ara başkalarının arÂzisine giderek orada otlamış. Yağdaki haramlık kokusunun buradan geldiğini anladı.

Mevlevî Bereketullah ilk talebelerinden idi. Bir gun Ebu'l-Hayr'ın huzûruna gelip, bir mikdÂr para hediye etti. Bir iki gun dergÂhta kaldıktan sonra, memleketine geri dondu. Ebu'l-Hayr arkasından şoyle bir mektup yazdı:

"Sizin donmek uzere izin aldığınız gun ikindiden sonra kalbime hakkınızda bir lutufsuzluk, hoşnutsuzluk vÂsıl oldu. Hemen sizi aradık, fakat gitmişsiniz. Hediyeniz geri gonderildi. Cunku sizin hÂliniz şuphelidir. Eğer durumunuz iyi olsa idi, kalbimde size karşı hoşnutsuzluk meydana gelmezdi. Biz her şahsın hediyesini almadığımız gibi, herkes de bizden nasîbdÂr olamaz. Size duşen tovbe etmenizdir."

Allahu teÂl Ebu'l-Hayr hazretlerinin butun işlerini ve vakitlerini guzel hoş eylemişti. Mişkat kitabında gecen bir hadîs-i kudsîde; "Ey Âdemoğlu! Kendini bana ibÂdete ver. Boyle yaparsan gonlunu zenginlik ile doldurur, ihtiyÂcını gideririm. Eğer boyle yapmazsan elini meşgûliyetle doldururum. İhtiyÂcını gidermem." buyrulmaktadır. Ebu'l-Hayr hazretlerinin bu hadîs-i kudsîye uygun şekilde Allahu teÂlÂnın lutuf ve ihsÂnı ile gonlu mÂsivÂdan, duny duşuncelerinden temizlenmişti. Onların her Ânı boyle saf ve temiz idi. Kalbi her an Allahu teÂlÂyı zikrederdi.

Ebu'l-Hayr'ın birkac sene dergÂhtan dışarı cıkmamaları yuzunden sıhhatlerinde bozukluk goruldu. Bunun uzerine sevenlerinden bir zÂt dışarı cıkıp, biraz gezinmelerini tavsiye etti. O gunden îtibÂren boyle dolaşmaya başladı. Ekseri yanlarında iki kişi bulunurdu. Bunlardan birisi HÂfız Munîruddîn diğeri Mevlevî AbdussubhÂn idi. HÂfız Munîruddîn devamlı Kur'Ân-ı kerîm okurdu. Ebu'l-Hayr okunan Âyet-i kerîmelerin tefsîrini yaptığı zaman, Mevlevî AbdussubhÂn cok lezzet alırdı. Bir gun HÂfız Munîruddîn, Lut kavmi ile alÂkalı olan Âyet-i kerîmeleri okudu. Ebu'l-Hayr bu Âyet-i kerîmeleri oyle acıkladı ki, Allah korkusundan Mevlevî AbdussubhÂn'ın gozlerinden yaşlar aktı.

Ebu'l-Hayr hazretlerinin bÂtını, ic dunyÂsı Allahu teÂlÂnın aşkı ile yanardı. BÂzan bu aşk dışına da vurur ve gorenler vucûdundan buhar cıkıyor zannederlerdi. Yazın sıcak gunlerinin harÂreti de eklenince, onun ince ve zayıf vucudu bu harÂrete dayanamaz ve hastalanırdı. Sevenlerinden Hakim Abdulhakîm bir yaz mevsiminde kendilerine serin bir yere gitmelerinin iyi olacağını bildirdi. Bunun icin Belucistan'da Kuita'nın uygun olduğunu arzetti. BurasıEbu'l-Hayr hazretleri icin yeni bir yerdi. Tanıdık kimsesi yoktu. 1900 senesi başlarında coluk cocukları ile berÂber Kuita'ya gidip orada bir ev kiraladılar. BerÂberinde yalnız Hindli bir hizmetci vardı. Ebu'l-Hayr hazretleri ne Afgan ne de Beluci dillerini biliyordu. Buna rağmen Allahu teÂl oradaki insanların kalplerini ona meylettirdi. Onu herkese sevdirdi. Nitekim MişkÂt kitabında Sahîh-i Muslim'den alınan bir hadîs-i şerîfte buyrulduğu gibi: "Şuphesiz Allahu teÂl bir kulundan rÂzı olup, onu sevdiğinde, CebrÂil aleyhisselÂmı cağırır ve ona buyurur ki: Ben falan kulumu seviyorum sen de onu sev. CebrÂil aleyhisselÂm onu sever. Sonra semÂda seslenip der ki: Allahu teÂl falan kulu seviyor, siz de onu sevin. SemÂdakiler onu sever. Sonra onun sevgisi yerdekilerin gonullerinde yerleşir."

Nitekim Ebu'l-Hayr hazretleri Kuita bolgesine gittiği zaman buradaki Âlimler, sÂlihler onun sohbetine koştular. Devrin Âlimlerinden olan Mîr Hasan SÂhibzÂde, Kuita'ya uzak bir yerde oturuyordu. Kucuk oğlu Seyyid Abdulhalîm'i cağırıp; "MubÂrek bir zÂtın "Dehli'den teşrif ettiğini duyduk. Kuita'ya git. Onun ahvÂlini, durumunu oğrenip bize haber getir." dedi. Abdulhalîm Kuita'ya gelip Ebu'l-Hayr'ı ve hallerini sordu. Yakınlarından da onun hakkında bilgi aldı. Donup babasına şoyle anlattı: "O zÂt, iyi bir Âlim ve Kur'Ân-ı kerîm hÂfızıdır. Herkesle goruşmuyor. Kendini acıkca gunÂh işleyenlerden uzak tutuyor. Kimse hakkında kotu konuşmuyor. Yolda yururken ayaklarına bakarak yuruyor. Onun meclisi ilim meclisi olup, yalnız ilimden konuşuluyor. Talebelerini uygun olmayan şeylerden men ediyor." Bunları dinleyen Mîr Hasan SÂhibzÂde; "Ey oğlum! Anlattığına gore o zÂt muhakkak Allahu teÂlÂnın velîlerindendir. Onların huzûruna varmak saÂdettir." dedi. Daha sonra Ebu'l-Hayr'ı ziyÂret etmek icin Kuita'ya gitti ve sohbetlerinde bulundu.

Ebu'l-Hayr hazretleri cok sevdiği Kuita'da 1910 yılında bir ev satın aldı. 1911'de Kuita'dan Dehli'ye geldi. 1915'te ise coluk cocuğu ile birlikte Rampur'a gitti. Rampur'da cok guzel bir bahce vardı. Şeyh hazretleri bÂzan ferahlamak ve dolaşmak icin oraya giderlerdi. Yolda giderken her gun okudukları zikir kelimelerini ve esmÂ-i husnÂyı soylerlerdi. Genellikle iclerinden okudukları halde bÂzan da yanındakilerin duyacağı kadar yuksek sesle okurlardı. Bir gun yine boyle yuksek sesle zikrederek giderken kendilerinden mÂnevî bir hal meydana geldi. Yolda kimse yoktu. Karanlık bir gece idi. Etrafta derin bir sessizlik vardı. Bir anda Ebu'l-Hayr hazretleri buyurdular ki: "Ey ağaclar! Ey kırık dokuk taşlar! Ey yer! Yarın kıyÂmet gununde bir kul bu yolda Allahu teÂlÂyı zikrederek, anarak giderdi diye şÃ‚hitlik ediniz." dedi. Bu esnÂda gozlerinden yaşlar geliyordu.

Molla Tayyib, Ebu'l-Hayr Efendinin talebelerinden idi. Ebu'l-Hayr, onun Kur'Ân-ı kerîm okumasını cok beğenirdi. Bir gun sohbet esnÂsında Ebu'l-Hayr Efendi; "Acab Molla Tayyib vefÂt mı etti?" dedi. Orada bulunanlar o gun ve tÂrihi yazdılar. Birkac gun sonra Molla Tayyib'in vefÂt haberi geldi. Araştırdıklarında Molla Tayyib'in, Ebu'l-Hayr Efendinin; "Acab Molla Tayyib vefÂt mı etti?" buyurduğu gun vefÂt ettiği oğrenildi.

Ebu'l-Hayr Efendi bir gun dergÂhda oturmuştu. Yanında bÂzı talebeleri vardı. Bu sırada gokyuzune baktı ve; "Melekler sÂlih birisini goturuyorlar." buyurdu. Oradaki talebelerinden birisi kimin vefÂt ettiğini araştırdığında, yuzucu bir pehlivanın vefÂt ettiğini oğrendi. Gerci o şahıs sÂlih ve gonul ehli birisi değildi. Ancak, ŞÃ‚h CihÂn kalesinin yanındaki nehir taştığı zaman yuzlerce insanı boğulmaktan kurtarmıştı.

HÂfız FazlurrahmÂn, PÂniputlu idi. Kur'Ân-ı kerîmi gÂyet guzel okurdu. Ebu'l-Hayr sohbetlerinde Kur'Ân-ı kerîmi ona okuturdu. Bir gun Ebu'l-Hayr Efendi bir yere gitmişti. Orada birisi Kur'Ân-ı kerîm okuyordu. Fakat tecvide vÂkıf olmadığından doğru okumuyordu. Bunun uzerine Ebu'l-Hayr FÂrûkî onu Kur'Ân-ı kerîm okumaktan men etti ve HÂfız FazlurrahmÂn'a seslendi. FazlurrahmÂn o sırada bir işi icin PÂnipût'a gitmişti. İşini bitirmiş, dinlenmek icin bir yerde otururken uyuya kalmıştı. Uykuda Ebu'l-Hayr FÂrûkî'nin sesini işitti. Hemen kalkıp Dehli'ye doğru yola cıktı. Akşamdan sonra Dehli'ye vardı. Durumu arkadaşlarına anlatınca, onlar da; "Gunduz hocamız sana seslenmişti." dediler.

Ebu'l-Hayr FÂrûkî, talebelerinin ahlÂkını guzelleştirmek icin cok gayret gosterirdi. Onları benlik ve ucub, kendini beğenme girdÂbından cekerdi. Buyururdu ki: "Kotu ahlÂk yok olmadıkca kalp kemÂle gelmez."

Fadl Omer Dehlevî, Ebu'l-Hayr FÂrûkî'nin Hindistan'daki en yakınlarından ve hÂlis bağlılarından idi. Fadl Omer vefÂt ettiği sırada Ebu'l-Hayr Efendi Kuita'da idi. Dehli'ye donduklerinde hemen Fadl Omer'in kabrini ziyÂrete gitti. Beraberinde sevenleri ve Fadl Omer'in akrabÂları da vardı. Ebu'l-Hayr FÂrûkî kabrin başında FÂtiha okuduktan sonra orada bulunanlara; "Bakınız! Fadl Omer'in kabrinde bulunan toprağın her zerresi Allahu teÂlÂyı zikretmekte." buyurdular.

Ebu'l-Hayr FÂrûkî'yi sevenlerden birisinin cocuğu olmuyordu. Muhaccer-i MubÂrek denilen yerde bulunduğu esnÂda kalbinden; "Ebu'l-Hayr hazretleri du buyursalar da bir cocuğum olsa, murÂdıma kavuşsam." diye gecti. O anda karşısında Ebu'l-Hayr FÂrûkî'yi gordu. Yanına yaklaşıp; "Nicin Ecmir'e gidip, Muînuddîn-i Ceştî'nin kabrini ziyÂret edip du etmiyorsun?" dedi. O zÂt, Muînuddîn-i Ceştî'nin kabrini ziyÂret edip du etti. Allahu teÂl o buyuk zÂtın hurmetine duÂsını kabûl ederek, bir cocuk ihsÂn etti.

Ebu'l-Hayr FÂrûkî, seyyidlere cok hurmet ederdi. Bir gun AbdulkÂdir-i GeylÂnî'nin soyundan gelen Seyyid SuleymÂn Şerîf ile HabîburrahmÂn ŞirvÂnî, Ebu'l-Hayr'ı ziyÂrete geldiler. HabîburrahmÂn ŞirvÂnî, SuleymÂn Efendinin seyyidlerden ve AbdulkÂdir-i GeylÂnî hazretlerinin soyundan olduğunu soyleyince, Ebu'l-Hayr FÂrûkî onu her zaman nasihat icin oturduğu yere dÂvet ederek, oturmasını ric etti. Seyyid SuleymÂn Efendi de; "Efendim orası irşÃ‚d makÂmıdır. Oraya siz lÂyıksınız." deyince, Ebu'l-Hayr Efendi; "Siz seyyidsiniz. Size hurmet etmek lÂzımdır. Bize bir şeyler anlatınız da onunla amel edelim." buyurdu.

ŞÃ‚kir Ahmed EnsÂrî bir gun Habîbullah PÂnî-putî ile beraber Ebu'l-Hayr FÂrûkî'nin huzûruna gitmişlerdi. Ebu'l-Hayr FÂrûkî o sırada uzerinde iki şal olduğu halde taht gibi bir şeyin uzerinde oturuyordu. Ebu'l-Hayr FÂrûkî'yi bu halde gorunce, Habîbullah'ın kalbinden; "Şeyh olan birisi iki şala burunup boyle taht uzerinde nasıl oturur? Bu, sultanlara mahsus bir haldir." diye gecti. Ebu'l-Hayr Efendi başını kaldırıp; "Eğer şeyh olan kimse eski bir elbise giyip, kul uzerinde otursa, fakat kendini bir şey zannetse, o hicbir şey değildir. Başka şeyh de iki şala burunup, taht uzerinde otursa, fakat kendini hicbir şey olarak gorse, bil ki o esas şeyhdir." buyurdu. Habîbullah bu durumu arkadaşlarına anlatınca, arkadaşı; "Onlar Allahu teÂlÂnın izni ile kalpten geceni bilirler. Onun icin bizler, onların yanına kalbimizi vesveselerden temizleyerek girelim." dedi.

Ebu'l-Hayr FÂrûkî, Dehli'de hacca gitmek icin yola cıkanlara şoyle tavsiyede bulundu: "Yolculuğun meşakkat ve gucluklerine zevkle, şevkle katlanmalıdır. Sabırsızlık, sıkıntı, rahatsızlık sozlerini ağıza almamalıdır. Eğer bir kimsenin sıkıntı ve meşakkatlere katlanmaya gucu yoksa, ona bu sefere izin vermek doğru değildir."

"Dehli'de Hacı Zafiruddîn isminde temiz kalpli bir zÂt vardı. Bir gun Ebu'l-Hayr hazretlerine; "Efendim! NefsÂnî arzu ve istekler biz insanların tabiatında, yaratılışında var, bunlardan korunamayız ki." deyince; "Allahu teÂl insanda bu nefsin isteklerini yarattı. Fakat onları def edecek kuvveti de verdi. İnsan bu kuvvetleri kullanarak, meşrû yollarla, nefsin isteklerini gidermeye calışması, Allahu teÂlÂnın emirlerini yerine getirmesi ve yasaklarından sakınması lÂzımdır. İşte dindarlık da budur."

Birisi Dehli civÂrında bulunan cok yuksek bir tepeye cıkmış, kendini oradan aşağıya atıp intihar etmek istiyordu. Tam kendisini dağdan aşağı atacağı sırada arkasından birisi onu kuvvetle tuttu. Donup baktığında, kendisini tutanın Ebu'l-Hayr FÂrûkî olduğunu gordu. Ebu'l-Hayr FÂrûkî buyurdu ki: "İntihar etmeye utanmıyor musun? İrÂden kadınlardan da aşağı imiş." Sonra ona birkac dirhem verip; "Al şu balta ile ipi; odun satarak helal kazan." dedi. O şahıs yaptığına tovbe etti ve talebelerinden oldu.

Ebu'l-Hayr FÂrûkî, kabir ziyÂretlerine gider, mÂnen istifÂde ederdi. Kabir ziyÂreti icin sefere cıkmak cÂizdir buyururdu. Serhend ve PÂni-put'e oradaki kabirleri ziyÂret icin gitmişti. Din buyuklerinin kabirlerini ziyÂrete gidince tam bir edeb uzere bulunurdu. Ayakkabılarını cıkarıp, ellerini bağlar, başını onune eğerek, kabrin yanına giderdi. Yuzunu kabre donerlerdi. İki dizi uzerine oturarak Kur'Ân-ı kerîm okurdu. Edeb ve hurmetle geri geri giderek kabrin yanından ayrılırdı.

Ebu'l-Hayr FÂrûkî, sohbetlerinde sık sık şoyle nasihat ederdi:

"Din bilgisini oğreniniz. Geliş-gidişlerinizde, oturup kalkmalarınızda, kısaca her vakit, kalbinizi Allahu teÂlÂyı anmak ve hatırlamakla meşgul ediniz. Boylece dÂim Allahu teÂlÂyı anma ve hatırlama hÂli, melekesi hÂsıl olur."

"Cok istiğfÂr ve L havle vel kuvvete ill billah, okuyunuz. Kalpteki vesveselerden ve gunahlardan uzaklaşmak icin cok faydalıdır."

"Musibet ve sıkıntı zamanlarında sabırlı olunuz. Boyle vakitlerde Allahu teÂlÂyı anmakla meşgul olmak kalbe rahatlık verir. Allahu teÂlÂyı cok anınız. Bu dunyÂya gelen bir gun mutlaka buradan goc edecektir. SaÂdetli o kimsedir ki, tovbe edip zikr ile meşgul olarak vefÂt eder."

"TÂatler, ibÂdetler icin cok gayretli olunuz. Kıymetli omur sermÂyesini zÂyi etmeyiniz. Sıkıntı ve kederden kendinizi uzak tutunuz. Gıybetten ve yalan soylemekten cok sakınınız. Kotu huylardan sakınmakta cok gayret ediniz."

"Hocasının huzûrunda sağa sola bakan, kalben hazır bulunmayan edepsizlik etmiş olur. Nefislerinin esiri olanlar oludurler. Kalb ehli ise diridirler. Ey Allah'ın kulu! İnsanlara karşı mutevÂzî ol. Kibirli ve inÂd olma. Halka tevÂzû ederek, başını onune eğ. Fakir kimse gibi yuru. Emir gibi, ihtişamlı yurume. Din buyuklerine hizmet et. DunyÂda nefsi olen bir daha olmez. Seher vakti kalkıp namaz kılmakla, Kur'Ân-ı kerîm ve istiğfÂr okumakla meşgul olanlara ne mutlu. Zikirlerin en ustunu "LÂ ilÂhe illallah" soylemektir.

"Ey aziz! Fırsat ganîmettir. Hadîs-i şerîfte; "Sonra yaparım diyenler helÂk oldu." buyruldu.

"Uzun emel, uzun arzular ile kıymetli vaktinizi zÂyi etmeyiniz. Kotu duşuncelerden kalbinizi uzak tutunuz. Vesveselerden, boş duşuncelerden zihninizi temizleyiniz. Her gun belli bir vakitte Kur'Ân-ı kerîm okuyunuz. İyilerin yolu budur. Duny gam ve kederinde kalmak, eline dunyÂlık gecmedi diye uzulmek, akıllıların işi değildir. DunyÂlık icin uzulmekten ele ne gecer? ZamÂnı iyi işlerde harcamak gerekir. TicÂret ve zirÂat iyi işlerdendir. İhlÂsla Allahu teÂlÂyı anmak en buyuk nîmettir."

DunyÂlık elde etmek ve zengin olmak icin yanına gelenlere, kendisinden du isteyenlere ise şoyle buyururdu:

"Dunyevî maksatlar icin benim yanıma gelmeniz ve benden bir şey taleb etmeniz ahmaklıktır. Allahu teÂl kitaplarını, dunyevî kazanc yollarını bildirmek icin indirmemiş, Peygamberlerini bunun icin gondermemiştir. Bilakis onları kullarına dîni oğretmek icin gondermiştir. DunyÂlık kazanmak icin kitap ve peygambere ihtiyac yoktur. Kitap ve peygamber olmadan da dunyÂlık kazanılabilir. CenÂb-ı Hak bu hususta dinli dinsiz butun yaratıklarının rızıklarına kefildir. Bir kimse uygun bir murşid-i kÂmil, rehber elinde kemÂlin zirvesine ulaşırsa, Peygamber efendimizin vekîli olur. Peygambere dunyÂyı kazanma yollarını oğretmesi lÂzım değil iken onun vekillerine niye lÂzım olsun. Pîr-i kÂmilin duÂsıyla dunyÂlık elde etmek makbûl değildir. Bid'at ve gaflet ehli boyle şeylere muptel olmuş, tutulmuştur. İşin ozu şudur ki: Bir kul namaz, oruc, Kur'Ân-ı kerîm okumak ve zikri bu maksatla yaparsa, dunyÂlık bakımından onun durumu iyi olur. Fakat Âhiret sevabından mahrûm kalır. Nitekim Âyet-i kerîmede meÂlen şoyle buyrulmaktadır: "Kim duny hayÂtını ve onun susunu isterse, onlara yaptıklarının (calıştıklarının) karşılığını burada tam olarak veririz. Bu hususta bir eksikliğe de uğratılmazlar. Onlar oyle kimselerdir ki, Âhirette kendileri icin ateşten başkası yoktur. DunyÂda yapageldikleri şeyler orada boşa gitmiştir. ZÂten yapageldikleri şeyler hep boştur." (Hûd sûresi: 15-16)

Yine buyurdu ki:

"Her soylediğinizi kalp huzûru ile ihlÂsla, Allahu teÂl icin soyleyiniz. Gafletten, Allahu teÂlÂyı unutmaktan, kotu ve bozuk ahlÂktan uzak durunuz."

"Kur'Ân-ı kerîmi okumanın uc derecesi vardır. En aşağı derecesi, yalnız tecvid ile okumaktır. Orta derecesi tecvidle ve mÂnÂsını anlayarak okumaktır. En ustun derecesi ise, tecvidle ve mÂnÂsını anlayarak ve tadını kalbinde duyarak okumaktır."

"Yabancı kadın, bid'at sÂhibi ve fÂsıkla berÂber olmaktan cok sakının."

"Bedenin sıhhati şu uc şeye bağlıdır: İyi gıdÂ, vucutta bozuk zararlı bir madde bulunmaması ve zararlı şeylerden uzak durmak. Kalbin sıhhati ise şunlara bağlıdır: 1) SÂlih amel; kalbin ve rûhun gıdÂsıdır. 2) Kin, kibir gibi kotu ahlÂktan sakınmak; bunlar bedendeki bozuk maddeler gibidir.3) Gunahlardan sakınmak."

"MÂnevî perdelerin, kalp gozunun acılması, herkese nasîb olmaz. Allahu teÂl bunu dilediğine ihsÂn eder. Allahu teÂlÂnın lutuf ve ihsÂnına kavuşmadıkca, bu saÂdet, pazu kuvveti ile ele gecmez."

"Bir kimse ihlÂsla, her şeyi Allahu teÂlÂnın rızÂsı icin yapmakla, ona saÂdet kapıları acılır. Bir zÂt, okuma-yazma bilmezdi. Fakat Allahu teÂlÂya ve Resûlullah efendimize o kadar Âşık idi ki, bu hÂli butun bedenine sirÂyet etmişti. Okuma-yazması olmadığı icin Kur'Ân-ı kerîmi okuyamazdı, ancak Kur'Ân-ı kerîme olan sevgisinden kıbleye doğru oturur, Kur'Ân-ı kerîmi bir rahle uzerine koyar, her satırı parmağı ile okuyormuş gibi tÂkib ederdi. Sonra sevgi ve ihlÂsla; "Allah'ım! Ne hoş buyuruyorsun." derdi. Her gun belli vakitlerde oyle Kur'Ân-ı kerîmle meşgul olurdu. Bir muddet sonra kendisinde yuksek haller meydana geldi ve murÂdına kavuştu."

Ebu'l-Hayr FÂrûkî, 1925 (H.1341) senesinde Dehli'de vefÂt etti. Kalabalık bir cemÂat tarafından kılınan namazdan sonra dedesi Ebû Saîd FÂrûkî'nin yanına defnedildi. Kabri ziyÂret mahallidir. Oğullarından Zeyd Efendi hÂlen sağ olup dergÂhda ders vermektedir.

NASİPSİZİM

Ebu'l-Hayr FÂrûkî istasyonda tren beklerken bir koşede oturuyordu. Yanında da HÂfız Hafîzuddîn isminde bir talebesi vardı. Bu talebenin birden kalbine; "Boyle buyuk bir zÂtın talebesiyim, fakat nasîpsizim." diye geldi. O anda Ebu'l-Hayr Efendi onu yanına doğru cekerek; "Ey kardeşim! Hem dîne, hem de dunyÂya kavuştun. Allahu teÂlÂnın lutuf ve ihsÂnından başka ne istersin." buyurdular. Bir muddet sonra cenÂb-ı Hakk'ın lutuf ve ihsÂnı ile hem mÂnevî derecesi arttı, hem de dunyevî makam, mevki, mal ve servete kavuştu.

NİCİN KENDİNİ PERİŞÂN EDİYORSUN?

Ebu'l-Hayr FÂrûkî'yi sevenlerden HÂfız Abdulhakîm Dehlevî ticÂretle uğraşıyordu. TicÂretinde zarar etmişti. Bu durum ona mÂnen de zarar vermişti. Bir gun Ebu'l-Hayr dukkanın onunden gecerken, iceri girdi. HÂfız Abdulhakîm'in omuzuna elini koydu. İltifÂt gostererek; "Ey aziz! Nicin kendini perişan ediyorsun? Nicin keder, uzuntu ve sabırsızlıkla vakitlerini geciriyorsun. Allahu teÂl sana mal, hanım, coluk-cocuk, sıhhat, şeref ve îtibÂr gibi pekcok nîmet ihsÂn etmiş. Bunlar icerisinde maldan bir kısmı zÂyi olsa ne olur sanki? ŞÃ‚yet Allahu teÂl kalanını da alırsa ne yapacaksın?" buyurdu. Bu sozler HÂfız Abdulhakîm'in kalbindeki derde şif oldu. Kalbi şaşılacak derecede sukûnet ve huzur buldu, butun mÂnevî kirlerden ve bulaşıklardan temizlendi.

SULTÂN ABDULHAMÎD HAN

Ebu'l-Hayr hazretleri buyurdu ki: Bir gece Resûlullah efendimizi gordum. Bir taraftan diğer tarafa gidip geliyorlardı. MubÂrek yuzlerinde keder ve uzuntu goruluyordu. Anam-babam sana fed olsun y Resûlallah! Uzuntu ve kederinizin sebebi nedir? diye sordum. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: Bugun Abdulhamîd Han tahttan indirildi. Bunun icin kederliyim." Ebu'l-Hayr hazretleri ruyÂsını naklettikten sonra, gozleri yaş icerisinde şoyle buyurdu: "Bu yuz sene icerisinde Sultan Abdulhamîd Han gibi takv sÂhibi bir sultan gelmemiştir. O, kavminin derdi ile dertlenir, milletinin iyiliğini ve refahını isterdi. Muttekî ve ilmi seven bir sultÂndı. Hocam Rahmetullah Efendiyi Mekke-i mukerremeden İstanbul'a yanına dÂvet etmiş, cok ikrÂm ve iltifÂtta bulunmuştu. Hatt kendi eliyle ona namaz icin seccÂde sermişlerdi. O yuce HÂkana bu muÂmeleyi rev gorenlerin sonları pek fecî olacaktır. Ama din ve millet cok zarar gorecektir, ona yanıyorum."

İSTEKLERE KAVUŞMAK...

"Ey oğlum! Temennîleri bırak. Gece-gunduz duny malı toplar, amel yapmazsan, hicbir isteğine kavuşamazsın. Yalnız yaptıklarının meyvesini bulursun. Gece gunduz duny icin calışırsın, sonra da dindÂrların kavuştuğu derecelere kavuşmayı beklersin. Ne kadar uzak. İşin sonunda kurtuluş, sizin temennî ve arzûlarınıza bağlı değildir. Bilakis îmÂn ve amele bağlıdır. Kotu amel yapan herkes onun cezÂsını gorur. Hic kimsenin Allahu teÂlÂdan başka hakîkî yardımcısı yoktur. ÎmÂn edip, iyi amel işleyenler Cennet'e girerler. Buyuklerimiz; Allahu teÂlÂdan ve sevdiklerinden başkasına tutulmuş olandan ne hayır beklenir." buyurmuşlardır.

1) MakÂmÂt-ı AhyÂr; s.116
2) Tam İlmihÂl SeÂdet-i Ebediyye (48. Baskı); s.1039
__________________