Anadolu'da yaşayan buyuk velîlerden, şĂ‚ir. İsmi Abdullah olup, babasınınki Eşref'dir. Babasının ismi ile şohret buldu. Babası, Mısır'dan İznik'e goc etti. Eşrefoğlu Rûmî İznik'te doğdu. Doğum tĂ‚rihi belli değildir. 1484 (H. 889)'da İznik'te vefĂ‚t etti. Turbesi İznik'tedir. EşrefzĂ‚de-i Rûmî diye de bilinir.
Babasının terbiyesi altında buyuyen Eşrefoğlu Rûmî, once İznik'te bulunan medreselerde ceşitli Ă‚limlerden ders aldı. ZamĂ‚nın zĂ‚hirî ilimlerinde ustun başarılar elde etti. Sonra Bursa'ya giderek PĂ‚dişĂ‚h Celebi Mehmed'in medresesine girdi. Burada tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimleri uzerinde soz sĂ‚hibi olan Ă‚limler derecesine yukseldi. Buradan mezun olunca, Bursa'da muderrislik yapan hocası buyuk Ă‚lim AlĂ‚eddîn Ali hazretlerinin yardımcısı oldu. Celebi Mehmed Han Medresesinde bir muddet ders veren Eşrefoğlu Rûmî bir sabah vakti medrese civĂ‚rında dolaşırken, zamĂ‚nın velîlerinden olan Ebdal Mehmed'e rastladı. Kalbinden; "Tasavvuf yolundan bana nasîb var ise bĂ‚zı alĂ‚metler gorunsun." diye gecirerek ona yaklaştı. Ebdal Mehmed kendisine bakarak; "Ey medreseli! Bize kofteli corba getir." dedi. Bu soz uzerine carşıya gidip, kofteli corba aradı. Fakat bulamadı ve eli boş donmemek icin koftesiz corba aldı. Ebdal Mehmed'e gelirken yoldaki camurdan bir parca alarak, birkac yuvarlak kofte hĂ‚line getirip, corbanın icine attı. Ebdal Mehmed corbayı karıştırıp kofte bulamayınca EşrefzĂ‚de'ye; "Hani bunun koftesi?" diye sordu. Daha sonra corbayı iyice karıştırdı ve Eşrefoğlu'na uzatarak; "Ye bunu!" dedi. Eşrefoğlu buyuk bir teslimiyet ile tereddud etmeden corbayı yedi. Corbanın icine atılan camur parcaları kofteye donmuştu. Bunun uzerine o zĂ‚t; "Ya sen olmayıp da kim olsa gerek." şeklinde bir soz soyleyip oradan uzaklaştı. Eşrefoğlu bu sozlerden bir mĂ‚nĂ‚ cıkaramamasına rağmen, tasavvuf yoluna girmesi hususunda bir işĂ‚ret olduğuna inandı.
Nefsini terbiye etmek, kalp aynasını cilĂ‚lamak icin kendi kendine uğraşmaya başladı. Bu yolda bir hoca bulmanın şart olduğunu duşunerek, kitaplarını dağıttı ve Bursa'da bulunan Emîr Sultan'ın huzûruna gitti. Talebesi olup, hizmetiyle şereflenmek istediğini bildirdi. Emîr Sultan, Abdullah'ın tasavvuf yolunun aşkıyla yandığını gorunce, onu evliyĂ‚nın buyuğu Ankara'daki Hacı BayrĂ‚m-ı Velî'ye gonderdi. Sonra, Ankara'ya gidip, yeni hocasına tam teslim oldu.
Hacı BayrĂ‚m-ı Velî hazretleri, Abdullah'daki kĂ‚biliyeti keşfederek ona nefsini terbiye edecek vazîfeler verdi. Yaşı kırkın uzerinde ve buyuk bir Ă‚lim olduğu halde, hocasının emîrlerine "BĂ‚şustune" diyerek sarıldı. Kendisine verilen helĂ‚ temizleme vazîfesini, butun gayretiyle yapmaya başladı. Nefsinin isteklerini terkedip, istemediklerini yapmak icin buyuk caba sarfetti. Bu şekilde riyĂ‚zet ve mucĂ‚hedeye devĂ‚m etti. Hocası Hacı BayrĂ‚m-ı Velî'ye on bir sene hizmet etmekle şereflendi. Bu kadar zaman zarfında hocasının; "UstĂ‚dın huzûrunda luzumsuz konuşmak edebe aykırıdır." sozu uzerine, yanında bir kelime bile konuşmadı. Sadece sorulan suĂ‚llere kısa ve oz olarak cevap verir, edebe, ziyĂ‚de dikkat ederdi. Eşrefoğlu Abdullah, on bir sene icinde pekcok imtihandan gecti. Yaptığı guc işlerden hic şikĂ‚yette bulunmadı. Bu sabrı ve hocasına karşı muhabbeti ve hurmeti uzerine, Hacı BayrĂ‚m-ı Velî kızı HayrunnisĂ‚'yı ona nikĂ‚h ederek zevceliğe verdi. Bir muddet daha hizmete devĂ‚m eden Eşrefoğlu Abdullah, hocasından izin alarak Allahu teĂ‚lĂ‚nın emîr ve yasaklarını bildirmek uzere İznik'e gitti. Orada kendi ic Ă‚lemiyle başbaşa kaldı. Hocasından ayrılığı onu yaktı, hasretine fazla dayanamadı ve tekrar Ankara'ya dondu. Hacı BayrĂ‚m-ı Velî, dĂ‚mĂ‚dını, tasavvuf yolunda derecelerinin ilerlemesi icin tekrar İznik'e gonderdi. Orada kırk gun nefsini terbiye etmesi icin halvete girmesini, sonra Ankara'ya gelmesini emretti. İznik'e gidip geldikten sonra, hocasının; "Hama şehrinde AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretlerinin torunlarından Şeyh Huseyin Hamevî'nin huzûruna gidip, KĂ‚dirî yolunu oğreniniz." buyurdu. Bu emri yerine getirmek uzere hazırlığa başladı. Hanımını ve biricik kızı ZuleyhĂ‚'yı bir merkebe bindirerek, Hacı BayrĂ‚m-ı Velî ile vedĂ‚laştı. Gunlerce zahmetli ve yorucu yolculuktan sonra, Hama'ya yeni hocasının huzûruna vardı.
O gun hacdan donen Huseyin Hamevî, ilĂ‚hî bir ilhĂ‚m ile EşrefzĂ‚de'nin gelmekte olduğunu anlayarak, talebelerine; "Bugun Anadolu'dan bir er geliyor. Gidip karşılayınız." buyurdu. Karşılamaya cıkan talebeler zahmetli ve zorlu yolculuktan dolayı elbiseleri eskimiş olduğu icin Eşrefoğlu Rûmî yanlarından gectiği halde, hocalarının soylediği zĂ‚tın o olduğunu anlayamadılar. DergĂ‚hın kapısına varan EşrefzĂ‚de Rûmî, Huseyin Hamevî tarafından îtibĂ‚rla iceri alındı. Hanımı ve cocuğu ise Huseyin Hamevî'nin hanımı tarafından kendilerine ayrılan odaya goturuldu.
Huseyin Hamevî, bu yeni talebesinin once nefsini terbiye etmek uzere kırk gun halvet icin bir hucreye koydu. Eşrefoğlu Abdullah, Hama'da da sıkı bir riyĂ‚zet ve mucĂ‚hedeye tĂ‚bi tutuldu. Kırk gun icinde Huseyin Hamevî, Abdullah'a ziyĂ‚de teveccuhlerde bulundu. Bir gun bir hizmetci hucresine yemek goturdu. Eşrefoğlu'nu hareketsiz gorunce, oldu zannedip, telaşlandı ve durumu hocasına bildirdi. Fakat kırk gun dolmadığı icin Huseyin Hamevî bu duruma aldırış etmedi. Abdullah kırkıncı gunu hucreden cıkartıldığında, buyuk bir vecd hĂ‚li icinde kendinden gecmiş, gozleri kapalı ve hareketsiz bir halde goruldu. Kendisini melekler Ă‚lemini seyretmenin lezzetinden ayırdıklarında; "Sultanım bize kıydınız." diyerek gozlerini actı. Bu kırk gunluk imtihĂ‚nı başarıyla veren Abdullah, tasavvufta pek yuce mertebelere cıkmış olarak icĂ‚zetnĂ‚me aldı. Huseyin Hamevî'nin halîfesi olarak Anadolu'da KĂ‚dirî yolunu yaymak uzere vazîfelendirildi.
"Halk senin zĂ‚hirine de bakar. Onun icin kıyĂ‚fetini biraz duzeltmen lĂ‚zımdır. Şu hırkayı ve pabucları al, giy." buyurunca, Eşrefoğlu hırkayı giydi, pabucları da başına gecirerek; "Hocamın verdiği pabuc ayağıma değil, başıma olsa gerektir." dedi.
Hocasının emri uzerine yola cıkmak uzere hazırlık yaptığı sırada, Huseyin Hamevî'nin eski talebeleri aralarında; "Biz bu kadar zamandan beri hocamızın hizmetindeyiz. Bize himmet verilmedi. Bu Rûmî denilen ve Anadolu'dan gelen kimseye kırk gunde hem himmet, hem de icĂ‚zet verildi. Bu nasıl iştir?" diye konuşuyorlardı. Huseyin Hamevî, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle bu duruma vĂ‚kıf oldu. Talebelerini toplayıp bir konuşma sırasında; "YĂ‚ Rûmî! Bu kadar misĂ‚firimiz oldun. Sana bir ziyĂ‚fet veremedik. Bir ziyĂ‚fette bulunalım. İnşĂ‚allah ondan sonra gidersin." dedi. Yemekler hazırlanıp, talebeleri ile yeşillik bir yere gittiler. Huseyin Hamevî suyu bulunmayan bir yerde oturulmasını emretti. Talebeleri; "Sultanım, burada su yoktur, namaz zamĂ‚nı abdest almak îcĂ‚b ettiğinde sıkıntı cekeriz." demelerine rağmen Huseyin Hamevî oturulmasını istedi. Talebeler hocalarının emri uzerine oturdular. Namaz vakti girince abdest almak îcĂ‚b etti. Huseyin Hamevî, Eşrefoğlu hĂ‚ric butun talebelerine su aramalarını soyledi. Talebelerin; "Sultanım burada su yoktur." demelerine rağmen; "Hele siz bir arayın belki vardır." buyurdu. Talebeler aramalarına rağmen bulamadılar. Bunun uzerine Huseyin Hamevî; "Rûmî! Gerci sen misĂ‚firsin. MisĂ‚fire hizmet ettirmek doğru değildir. Bir de sen ara. Belki su bulursun." deyince, Eşrefoğlu; "Emriniz başım ustune." diyerek hemen aramaya başladı. Bir ağacın yanına gidip, teyemmum etti ve secdeye varıp Allahu teĂ‚lĂ‚ya şoyle yalvardı: "YĂ‚ Rabbî! Hocam su istiyor. Lutfet, su ihsĂ‚n eyle." Daha sonra başını secdeden kaldırdı. Secde ettiği yerden bir pınarın kaynadığını gordu. Hemen tası doldurup hocasına goturdu. Huseyin Hamevî talebelerine donerek; "Su olmadığını iddiĂ‚ ediyordunuz. Bakın Rûmî nasıl bulmuş!" dedi. Talebeler hemen suyun bulunduğu yere gittiler. Suyun daha yeni cıkıp akmaya başladığını gorunce, hocalarının Eşrefoğlu'na himmet etmesinin sebebini anladılar.
Huseyin Hamevî, Abdullah'ı Anadolu'ya uğurladıktan bir muddet sonra, arkasından baktı ve; "Abdullah-ı Rûmî koca bir deniz imiş. Bizde bulunan her şeyi cekip sînesine aldı." buyurdu. Cocukları ile birlikte Ankara'ya giden Abdullah-ı Rûmî, kayınpederi Hacı BayrĂ‚m-ı Velî'nin yanında bir muddet daha kaldıktan sonra İznik'e gitti.
İznik'te onceleri munzevî, yalnız bir hayat yaşayan Eşrefoğlu, şan ve şohretten hic hoşlanmazdı. Kimsenin dikkatini cekmeden fakirĂ‚ne bir hayat yaşadı ve insanlardan uzak kalmaya calıştı. İznik'e Hama'dan bir zĂ‚tın gelmesi ile durum değişti. O zĂ‚t herkese Eşrefoğlu'nun menkıbelerini anlatmaya başlayınca, İznik halkı kendisine hurmet ve îtibĂ‚r gostermeye başladı. Bundan rahatsız olan Eşrefoğlu Rûmî dağlara cekildi, tekrar uzlet hayĂ‚tına başladı. Dağlarda dolaşırken bir koylu onu gordu ve suclu sanarak yakaladı. GĂ‚yesi onu teslim edip mukĂ‚fĂ‚t almaktı. Fakat onun şohretini duyan koylunun annesi, kendisini tanıyınca mesele anlaşıldı, koylu ve annesi de Eşrefoğlu'na talebe oldu. Bunun uzerine İznik'e donen Eşrefoğlu asıl vazîfesi olan insanlara doğru yolu anlatmaya başladı. İlk talebesi olan ve kendisini yakalayan koylu onun icin Pınarbaşı denilen yerde bir dergĂ‚h yaptırdı. Eşrefoğlu Rûmî burada talebelerine ders vermeye, KĂ‚dirî yolunu yaymak icin calışmalara başladı. Talebelerinin nefsini terbiye etmek icin, riyĂ‚zet ve mucĂ‚hedeler yaptırmaya, gurur, kibir, ucb gibi kalp hastalıklarından kurtarmaya buyuk gayret gosterdi.
Bir gece Eşrefoğlu Rûmî dergĂ‚hında ibĂ‚det ediyordu. Bu sırada bir ışık peydĂ‚ oldu. O ışıktan şoyle bir hitap duyuldu: "Ey kul!Dile benden ne dilersen. Butun haram olan şeyleri sana helĂ‚l kıldım." Eşrefoğlu bir anda Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile sesin sĂ‚hibi olan şeytanı yakaladı. Avucunun icinde sıkmaya başladı. O anda şeytan; "YĂ‚ şeyh! Ne yapıyorsun? Allah bana kıyĂ‚mete kadar muhlet vermiştir. Sen ise beni oldurmek istiyorsun." deyince, Eşrefoğlu; "Ey mel'ûn! Sen benim talebelerimin ve dostlarımın îmĂ‚nlarına kasdetmeyeceğine dĂ‚ir soz verirsen, salarım." dedi. Şeytan da; "Onların îmĂ‚nlarına kasdetmeyeceğime soz veriyorum." dedi. Bunun uzerine Eşrefoğlu Rûmî; "Ey mel'ûn! Allahu teĂ‚lĂ‚ ile olan ahdine vefĂ‚ etmedin. Benimle olan ahdine mi vefĂ‚ edeceksin. Bildiğin şeyden geri kalma." dedi ve saldı. Talebeleri; "Onun şeytan olduğunu nereden anladınız?" diye sorunca; "Butun haramları sana helĂ‚l kıldım, deyince anladım. Cunku Allahu teĂ‚lĂ‚nın haram ettiği şeyler zĂ‚ta mahsus değildir. KıyĂ‚mete kadar bĂ‚kidir." buyurdu.
Eşrefoğlu'nun gayretli calışmaları ve buyukluğu cevreden işitilmeye başlandı. Bursa'dan, İstanbul'dan ve diğer vilĂ‚yetlerden akın akın gelip talebesi olmakla şereflenmek isteyenler coğaldı. HattĂ‚ SadrĂ‚zam Mahmûd Paşa, onun talebesi olmak isteğinde bulundu. Onun yoluna girdi. Abdullah-ı Rûmî hazretleri, talebeleri arasında en ileri olan Abdurrahîm-i Tırsî'yi yerine halîfe, vekil bıraktı ve kızı ZuleyhĂ‚ ile nikahladı. Abdurrahîm-i Tırsî, hocası ve kayınpederi Abdullah-ı Rûmî'ye cok bağlı idi.
Abdullah-ı Rûmî, FĂ‚tih Sultan Mehmed Hanın İstanbul'u fethinden once Muzekkin-Nufûs isimli bir kitap yazdı. Bu kitabını okuyan herkes cok beğendi. Bundan ayrı olarak TarîkatnĂ‚me, DelĂ‚lil-un-Nubuvve, FutuvvetnĂ‚me, İbretnĂ‚me, MĂ‚zeretnĂ‚me, ElestnĂ‚me, NasîhatnĂ‚me, HayretnĂ‚me, MunĂ‚caatnĂ‚me, CinĂ‚n-ul-CenĂ‚n, TĂ‚cnĂ‚me, EsrĂ‚r-ut-TĂ‚libîn gibi eserleri vardır. DîvĂ‚nında pek guzel şiirler, kasîdeler bulunmaktadır. Yûnus Emre'nin şiirleri tipinde şiirler soylemiştir. Şiirlerinde, "Eşrefoğlu Rûmî" mahlasını kullanan Abdullah-ı Rûmî daha cok oğut tarafındadır. Halk arasında en cok soylenen ve en meşhur şiiri tovbeye geldir.
Abdullah-ı Rûmî, bir sohbetinde Ebulleys-i Semerkandî'den naklen şoyle anlattı:
Bir tĂ‚rihte BağdĂ‚t'ta, zenginler hacca gidiyorlardı. Peygamber efendimizin aşkıyla yanan bir fakîr de, o sene hacca gitmeye niyet etti ve hac kĂ‚filesiyle yola cıktı. KĂ‚file hareket etmeden once, herkes eşi-dostu ile helĂ‚llaştı.
Şehir dışına cıkıldığında, zenginlerden biri bir fakîrin de hacca gittiğini gorunce;
"Bineğin yok, azığın yok. Sen hacca nasıl gideceksin? BĂ‚ri cebinde birkac bin altının var mıdır?" diye alay etti.
Fakîr, bu zenginin alaylı sorusuna cok uzuldu ve;
"Allahu teĂ‚lĂ‚ ne guzel vekîldir. MahlûkĂ‚tın rızkını o vermektedir. Hepimiz O'nun verdiklerini yiyoruz." diyerek, zenginin bulunduğu yerden mahzûn bir şekilde ayrıldı. Hac vazîfelerini yapana kadar da o zengine hic gorunmedi. Herkes Mekke-i mukerremeden, Medîne-i munevvereye yola cıktıkları zaman, o zengin, fakîri sağ sĂ‚lim tekrar karşısında gorunce hayret etti ve;
"Komşu, sen de buraya kadar gelip hac vazîfeni yapabildin mi?" diye sormaktan kendini alamadı.
Fakîr de;
"Allahu teĂ‚lĂ‚ya sonsuz hamdu senĂ‚lar olsun. Yuzumuzun karasına bakmayıp, bu mubĂ‚rek makĂ‚mı ziyĂ‚ret etmeyi nasîb etti. Geldim, Beyt-i şerîfi tavaf ettim. Sağ sĂ‚lim donuyorum." dedi.
Zengin;
"Hacı efendi! AcabĂ‚ sana da berĂ‚t verdiler mi?" diye sordu.
Fakîr; "Bu ne berĂ‚tıdır ki?" dedi.
Zengin;
"Beyt-i şerîfi ziyĂ‚ret edenlere, Cehennem'den Ă‚zĂ‚d olduğuna dĂ‚ir berĂ‚t kĂ‚ğıdı verilir." diyerek, koynundan herhangi bir kağıt cıkarıp fakîri aldattı.
Fakîr, berĂ‚t kĂ‚ğıdının kendisine verilmediğine cok uzuldu. Derhal geriye donup Harem-i şerîfe geldi. İki gozu iki ceşme hĂ‚linde, kanlı yaşlar akıtarak cok inledi. Allahu teĂ‚lĂ‚ya kırık bir gonulle duĂ‚lar etmeye, yalvarmaya başladı:
"Ey Ă‚lemleri yaratan yuce Rabbim! Sen herşeye kĂ‚dirsin, ganî bir pĂ‚dişĂ‚hsın. İhsĂ‚nların butun kullarına her Ă‚n yağmaktadır. Cehennem'den Ă‚zĂ‚d olup orada incinmemeleri icin kullarının bĂ‚zısına berat vermişsin. Bu fakîr kuluna berĂ‚t verilmedi. Yoksa bu garîb kulun Ă‚zĂ‚d olmadı mı?" deyip bayıldı. Baygın hĂ‚lde iken, mĂ‚nĂ‚ Ă‚leminden yanına bir kimse gelip;
"Ey fakîr! Başını kaldır ve şu berĂ‚tını alıp arkadaşlarına yetiş!" diyerek elindekini ona verdi. O Ă‚nda fakîr kendine gelerek ayıldı. Elinde, dunyĂ‚ kĂ‚ğıtlarına hic benzemeyen, yeşil renkli nûrdan yazıları olan ve misk gibi kokan bir berĂ‚t kĂ‚ğıdı vardı. KĂ‚ğıdı defĂ‚larca opup başına koyan fakîrin sevincinden neredeyse aklı gidecekti. Şukur secdesine kapandı. Omrunde hic gormediği o berĂ‚tı, yuzune ve gozune surdu, bağrına bastı ve koynuna sokarak arkadaşlarına yetişmek icin hızlı adımlarla yurumeğe başladı. Arkadaşları, geriden fakîrin geldiğini gorunce guluşmeğe başladılar. Yanlarına soluk soluğa gelen fakîre alayla;
"Cehennem'den Ă‚zĂ‚d olma berĂ‚tını alabildin mi?" diye sordular.
Fakîr de koynundan berĂ‚tını cıkararak;
"İşte! Rabbimizin ihsĂ‚nı olan berĂ‚tım!" diyerek, misk kokulu berĂ‚tını zengine sunuverdi. Herkes yerinde donakalmıştı. BerĂ‚tı alan zengin, nûrdan yazılarla fakîrin Cehennem'den Ă‚zĂ‚d olduğunu okuyunca, aklı başından gidip, atından duştu. Bir sure yerde baygın yatan zengini zor ayılttılar. Kendine gelen zengin, kĂ‚ğıdı opmeye, misk kokusunu koklamağa başladı. Kendi kendine de; "VĂ‚h, vĂ‚h benim boşa gecen omrume! Keşke ben de bu fakîr gibi sĂ‚dık bir fakîr olsa idim. Onun kavuştuğu bu saĂ‚dete ben de kavuşsaydım. Bu fakîr, sadĂ‚kati sebebiyle bu mertebelere ulaştı. Ben ise zenginliğim sebebiyle gurûra kapıldım ve bundan mahrûm oldum. Butun malımı versem, bu kĂ‚ğıttakilerin bir noktasını alamam" diyerek Ă‚h eyledi. Gozlerinden kanlı yaşlar doktu.
Fakîr;
"Hacı efendi! BerĂ‚tım sende kalsın. Sakla. Ben olduğum zaman kefenimin arasına koyun da kabrimde suĂ‚l meleklerine onu gostereyim." dedi.
Hacı efendi berĂ‚tı buyuk bir îtinĂ‚ ile koynuna koydu. Uzun yolculuktan sonra evlerine ulaştılar. Zengin olan hacı, berĂ‚tı sandığına koydu. Aradan gunler gecti. Zengin, ticĂ‚ret icin başka memlekete gittiğinde, fakir vefĂ‚t etti. Yıkayıp kefenlediler, fakat berĂ‚tını bulup kefenin icine koyamadılar. Fakîrin cenĂ‚zesini kabre defnettiler. Ancak birkac ay gectikten sonra, zengin ticĂ‚retinden dondu. Fakîri sorduğunda; "Sizlere omur! Sen gittikten sonra vefĂ‚t etti." dediler.
Zenginin sanki dunyĂ‚sı başına yıkıldı. Cok ağladı ve;
"O zavallının bende pek kıymetli bir emĂ‚neti vardı. Onu yerine getiremedim. Boylece vasiyetini yapamamış oldum. O Ă‚hirete goctu, berĂ‚tı ise bende kaldı. BerĂ‚tını yanına koyamadım." dedi. Hemen sandığın yanına varıp ağzını actı. Fakat berĂ‚tı koyduğu yerde bulamadı. Tekrar tekrar aramasına rağmen yine bulamadı. "Kabrine gidip bakayım. Belki, birisi beratı alıp ona vermiştir." dedi.
Kazma kurek alarak kabre gitti. Mezarını acmak istedi. O anda;
"Kabri acma! Biz ona o berĂ‚tı verdik, dışarıda bırakmadık!" diyen bir ses işitti. Nereden geldiği belli olmayan bu ses karşısında zengin, duşup bayıldı. MĂ‚nĂ‚ Ă‚leminde fakîri gordu.
Fakîr;
"Ey hacı efendi! Allahu teĂ‚lĂ‚ sana selĂ‚met versin. O berĂ‚t bana verildi. Hamdolsun. Munker ve Nekîr meleklerine gosterdim. Onu gorunce sorgu suĂ‚l bile etmediler. Bu berĂ‚tı almama hacdan donerken sen sebeb olmuştun. CenĂ‚b-ı Hak senden rĂ‚zı olsun." deyip kayboldu. Zengin ayıldığında, doğru evine gidip, fakir icin hatimler okuttu. Yemekler pişirtip, yetimleri, fakirleri doyurdu."
TESBİH EDEN MENEKŞELER
Vakit ilk bahar olduğu icin cicekler yeni acmıştı. Abdest alıp namaz kıldıktan bir sure sonra Huseyin Hamevî talebelerine; "Biraz menekşe toplayıp, getirin." buyurdu. Talebelerin herbiri bir tarafa dağıldı. Demet demet menekşe toplayıp, hocalarına getirdiler, Eşrefoğlu ise hocasının huzûruna elindeki bir menekşe ile vardı. Huseyin Hamevî; "Rûmî, misĂ‚fir olduğun icin menekşenin yerini bulamadın herhalde." deyince, o; "Sultanım hangi menekşeyi koparmak istedimse; "Allah rızĂ‚sı icin beni koparma, zikir ve ibĂ‚detimden ayırma." diye soyledi. Ben de dolaştım. Bir yerde ibĂ‚deti bitmiş bir menekşe gordum. Onu koparıp getirdim." dedi. Bu sozleri işiten diğer talebeler onun ustunluğunu bir kere daha anlamış oldular ve duşuncelerinden tovbe ettiler.
TOVBEYE GEL
1
Ey hevĂ‚sına tapan,
Tovbeye gel, tovbeye,
Hakka tap, Haktan utan,
Tovbeye gel, tovbeye.
2
Nice nefse uyasın,
Nice dunyĂ‚ kovasın,
Vakt ola usanasın,
Tovbeye gel, tovbeye. 3
Nice beslersin teni,
Yılan cıyan yer anı,
Ko teni, besle cĂ‚nı,
Tovbeye gel, tovbeye. 4
Sen dunyÂ-perest oldun,
Nefsin ile dost oldun,
Sanma dirisin, oldun,
Tovbeye gel, tovbeye.
5
Sen teni, sandın seni,
Bilmedin senden teni,
Odlara yaktın cĂ‚nı,
Tovbeye gel, tovbeye. 6
Gor bu muvekkelleri,
Yazarlar hayrı, şerri,
GunÂhtan gel sen beri,
Tovbeye gel, tovbeye. 7
Ey miskin Âdemoğlu,
Usan tutma Âlemi,
Esmeden olum yeli,
Tovbeye gel, tovbeye 8
Olum gelecek nÂcar,
Dilin tadını şeşer,
Erken işini başar,
Tovbeye gel, tovbeye.
9
Gocer bu duny kalmaz.
Omur pÂyidÂr olmaz,
Son pişman, assı kılmaz
Tovbeye gel, tovbeye. 10
Tovbe suyuyla arın,
Deme gel bugun yĂ‚rın,
Goresin Hak dîdĂ‚rın,
Tovbeye gel, tovbeye. 11
Eşrefoğlu Rûmî sen,
Tovbe kıl erken uyan,
Olma yolunda yayan,
Tovbeye gel, tovbeye.
DUNYÂ DEDİKLERİ
EşrefzĂ‚de Rûmî bir vĂ‚zında şoyle buyurdu: Ey muslumanlar! DunyĂ‚ dedikleri bir hicten ibĂ‚rettir. Hic olduğu şuradan anlaşılıyor ki, sonucu hictir. Hic olan dunyĂ‚ya gonul veren, yolunda omrunu curuten ve hic olan şeyi isteyenler de bir hicten ibĂ‚ret kalacaklardır. Amma hici hic sayan Ă‚riftir.
Azîzim! Sen o sultanları gozunun onune getir ki, onlar dunyĂ‚ya geldiler. LĂ‚kin dunyĂ‚ya îtibĂ‚r etmediler. DunyĂ‚nın arkasına duşup hırsla dunyĂ‚lık toplamaya calışmadılar. Âhiret amelleriyle meşgûl oldular. Onlar, bu dunyĂ‚nın Ă‚hiret yolunun uzerinde bir yol uğrağı olduğunu anladılar. Buna aldanmak olur mu? Yol tedĂ‚rikinde bulunup kĂ‚fileden ayrılmadılar. Bu dunyĂ‚ya gonul verip aldanmadılar.
Azîz kardeşim! Temiz ve pak erler ile aziz canları gor. Onlar bu dunyĂ‚ya aldanmadılar. Allahu teĂ‚lĂ‚ kendilerine ne verdi ise nefislerinden kestiler. Kendi nefislerine vermeyip fakirlere dağıttılar. Acları doyurup, cıplakları giydirdiler. Muhtacları arayıp buldular. Kapılarına gelenleri mahrum etmediler. Darda kalanların gonullerini ferahlattılar, işlerini gorduler. Şu hadîs-i şerîfi kendilerine dustûr edindiler: "Bir kimse, din kardeşinin bir işine yardım etse, Allahu teĂ‚lĂ‚ da onun işini kolaylaştırır. Bir kimse, bir muslumanın sıkıntısını giderir, onu sevindirirse, kıyĂ‚met gununun en sıkıntılı zamanlarında Allahu teĂ‚lĂ‚ onu sıkıntıdan kurtarır."
Akıllılar bu dunyĂ‚da şu uc şey ile meşgul olurlar. Boylece onlar herkesin uzulduğu gun, bayram ederler: 1) DunyĂ‚ seni terk etmeden sen dunyĂ‚yı terk edesin. 2) Her şeyden kurtulasın. 3) Rabbinle buluşmadan, Rabbin senden rĂ‚zı olsun. Bunlara riĂ‚yet eden kimse, Allahu teĂ‚lĂ‚ ile goruşup kabrine oyle gider.
1) Osmanlı Muellifleri; c.1, s.17
2) Muzekkin Nufûs
3) MenĂ‚kıb-il-Eşrefiye
4) Tam İlmihĂ‚l SeĂ‚det-i Ebediyye (49. Baskı); s.1074
5) TÂc-ut-TevÂrih; c.5, s.179
6) Guldeste-i RiyĂ‚z-i İrfan; s.180, 182, 317
7) Sefînet-ul-EvliyĂ‚; c.1, s.98
8) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.374
__________________
Eşrefoğlu Rûmî
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●48 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Eşrefoğlu Rûmî