Abdullah Dağıstani, Hicri 1309, Miladi 1891’de Dağıstan’da gelenekten hekim olan bir aileye doğdu. Babası bir hekim, ağabeyi de Rus ordusunda general rutbeli bir cerrahtı. Manevi yolda bir Nakşbendiyye murşidi olan dayısı Şerafeddin Dağıstanî tarafından kucukluğunden itibaren ozel bir ozen gosterilerek eğitildi ve ruhi yonden yetiştirildi..

Şerafeddin Dağıstanî, kız kardeşinin Abdullah’a hamileliği sırasında ona şoyle dedi: "Şimdi karnında taşıdığın yavrunun kalb gozu acıktır. O, aynı anda hem Allah’la hem de halkla olabilme yeteneğini mukemmel olarak sergileyecektir. Doğum yaptığın zaman ona "Abdullah" adını verin. Cunku o, kulluk sırrını taşıyabilen biri olacak. Tarikatı Arab ulkelerine yeniden yayacak, halefleri ise yolun sırrını Batı ulkelerine ve Uzakdoğu‘ya yayacak. O’na ozel dikkat gostermelisiniz. Yedi yaşına geldiği zaman, ruhi yonden yetiştirmem ve manevi korumam altında yaşaması icin O’nu bana vermelisiniz."

Rebi-ul Evvel ayının 12. Perşembe gecesi, annesi Emine oğlunu doğurdu. Adını dayısının işaret ettiği uzere Abdullah koydular. Yedi yaşından itibaren dayısı Şerafeddin Dağıstanî’nin yanında kalıyordu. Cocuk yaşlarında iken Kur’an-ı Hakim’i ezberden okuyordu. Şeriat sınırlarını muhafaza etmekte son derece titizdi. Daha gencliğinde Fatiha suresini okuyarak hastaları tedavide un kazanmıştı. Bir cok hastalıklar sebebiyle, cok insanlar ona getirilirdi. Boyle tedavi, sonsuz yeteneklerinden biriydi.

Doğduğu gunlerde (19. yuzyıl sonları) Dağıstan, Rusya’nın şiddetli baskıları ve Rus işgal ordularının korkunc zulumleri altındaydı. Koyun manevi lideri olan dayısı ve unlu bir hekim olan babası, Dağıstan’dan, Turkiye’ye hicret etmeği duşunmeğe başlamışlardı. Bu hicretin manevi acıdan o zaman uygun olup olmadığı konusunda Abdullah’ın fikrini de sormuşlardı. Abdullah Dağıstani, bu vakayı daha sonra şoyle dile getirmiştir: "O gece ben yatsı namazını kıldım, sonra abdestimi tazeleyip iki rekat namaz daha kıldım. Sonra, şeyhim olan dayım vasıtasıyla Peygamber AleyhisselÂm’a rabıta ederek tefekkure daldım. Peygamber(a.s.)’in bana doğru geldiğini gordum. Peygamber AleyhisselÂm bana şoyle dedi: "Ey oğlum! Dayına ve koydeki koruculara soyle: Vakit kaybetmeden hemen Turkiye’ye goc etsinler." Sonra ben, Peygamber (a.s.)’ı, beni kucaklarken ve O’nun kucağında kendimi kaybettiğimi idrÂk ettim. Kendimi Kudus’te Beyt-ul Makdis’in kubbesinden yukarı yukselirken gordum. Bu yukselişte, Peygamber AleyhisselÂm, Mirac’a cıktığı zaman gorduğu gercekleri kalbime aktardı. Butun bu ceşitli bilgiler, ışıklı sozler olarak kalbime geldi ki, bunlar yeşil renk olarak başlıyor ve mora donuşuyordu; kalbime dokulen anlamlar olculemez miktardaydı."

Sonra dayımın omuzlarımdan beni sarstığını hissettim. Şoyle diyordu: "Ey oğlum, sabah namazını kılma vaktidir." Dayımın arkasında ben ve ucyuzden fazla koylu sabah namazını cemaatle birlikte kıldık. Namazdan sonra dayım ayağa kalktı ve şoyle dedi: "Yeğenime goc hususunda istihare yapmasını soyledim" Herkes merakla neler gorup işittiğimi soylememi bekliyordu. Dayım hemen şoyle devam etti: "Peygamber (a.s.), hepimizin Turkiye’ye gitmesine izin verdi."

"Koyde bulunan herkes goc hazırlığına başladı. Dağıstan’dan Turkiye’ye doğru yolculuğa başladık. Bu oyle bir yolculuktu ki, hem en ufak bir kışkırtma olmadan adam olduren Rus askerleri, hem de yol eşkıyaları tarafından onumuze cıkarılan bir cok tehlikelerle karşılaştık. Turkiye sınırına yakın bir orman icinde seyahat ederken, ormanın sınırdaki Rus askerleri tarafından kuşatıldığını biliyorduk. Fecr vaktiydi, dayım şoyle dedi: "Sabah namazımızı kılacağız ve namazdan sonra ormanı gececeğiz." Sabah namazını kıldık ve tekrar hareket ettik. Sonra Şeyh Şerafeddin Dağıstani, hepimize : "Durun!" dedi. Bir bardak su istedi. Birisi ona bir bardak su verdi. Yasin Suresi’nden 9.ayeti okudu: "Biz de onların onunde ve arkalarında birer engel oluşturduk ve gorunmeyecek şekilde uzerlerini orttuk." Sonra dayım 12.surenin 64.ayetini de okudu: "Allah en iyi koruyandır, O merhametlilerin en merhametlisidir." O, bu ayetleri okurken, herkes kalbini dolduran bir guven hissetti ve butun gocmenlerin titrediğini gordum. Allah o anda kalb gozumu acarak bana bir goruş nasib etti ve boylece Rus askerlerinin her taraftan bizi sardığını ve kuş ucurtmayacak şekilde , hareket eden her şeye ateş etmekte olduklarını gordum. Daha sonra da aralarından gecip gittiğimizi ve kurtulduğumuzu idrÂk ettim. Ormanı geciyorduk ve Ruslar bizim ve hayvanlarımızın ayak seslerini bile duymadılar. Sınırın Turkiye tarafına gecinceye kadar, bizi hicbir şekilde farketmediler. Guven icinde sınırı gectik."

Şeyh Şerafeddin okumasını bitirince, vizyon kayboldu. Daha once getirilen suyu uzerimize serpti ve şoyle dedi: "- Şimdi harekete gecin, fakat hic arkanıza bakmayın !..." Biz hareket ederken, her tarafta Rus askerlerini gorebiliyorduk. Buna karşılık sanki biz gorunmez olmuştuk. Ormanın icinden 20 mil kadar gittik. Bu gidiş sabahtan yatsı namazına kadar surdu. Namaz kılma molası dışında hicbir yerde durmadık ve biz hic kimse tarafından gorulmuyorduk. Rus ordusunun insanlara, kuşlara, hayvanlara ve hareket eden her şeye kurşun attıklarını işitiyorduk. Fakat biz, hic kimse tarafından gorulmeden ve vurulmadan gecip gittik. Ormandan cıkarak Turkiye’ye girdik.

Once Şeyh Şerafeddin’in bir sene once temin ettiği evin bulunduğu yer olan Bursa’ya geldik. Daha sonra da Dağıstan gocmenleri icin Osmanlı Sultanı’nın tahsis ettiği Reşadiye’ye - bugunku adıyla Guneykoy - taşındık. Reşadiye koyu, Marmara sahilinde, Yalova’ya 30 mil, Bursa’ya 50 mil, uzakta kurulmuştu. Şeyh , once bir cami, sonra da evini inşa etti. Herkes evlerini kurmak icin bizzat calıştı. Annem ve babam da dayım Şeyh Şerafeddin’in evinin bitişiğine evimizi inşa ettiler.

Ben onuc yaşıma bastığım zaman, (miladi 1904) babam olmuş, annem yalnız kalmış ve ben, annemi ve ailemizi gecindirmek icin calışmak zorunda kalmıştım. On beş yaşıma bastığımda dayım Şeyh Şerafeddin, bana " Oğlum, şimdi sen yetiştin, ergenleştin; artık evlenmen gerek." dedi. On beş gibi genc bir yaşda evlendim ; eşim ve annemle birlikte yaşıyorduk."

İLK UZUN HALVETİNDEKİ EĞİTİMİ

Şeyh Şerafeddin Dağıstani, yeğeni Abdullah’ı yoğun bir ruh disiplini icinde yetiştirdi ve eğitdi ; yoğun zikirler talim ettirdi. Evlendirdikten altı ay sonra O’na uzun bir halveti emretti. Şeyh Abdullah bu halvetini şoyle anlatır: " Ben daha altı aylık yeni evliyken şeyhim bana halvete cekilmemi emretti. Annem bu durumdan cok huzursuz olmuştu ve , şikayet etmek icin kardeşi olan Şeyhime gitti. Eşim de bu emirden hoşnudsuz olmuştu fakat benim kalbim asla şikayet etmiyordu. Aksine, halvete girmeyi arzu ettiğim icin kalbim tamamen hoşnuddu. İnzivaya cekildim. Annem ağlıyor ve şoyle soyluyordu: "Senden başka kimsem yok. Kardeşin hala Rusya’da, baban da bu dunyadan gocup gitti." "Anneme acıdım, fakat bu halvet, Şeyh’imin emriydi ve direkt olarak Peygamber AleyhisselÂm’ın işareti ile emredilmişti. Koyumuzun karşı yamaclarındaki bir mağarada bulunan halvet yerimde her gun altı kez soğuk su ile abdest almam gerekiyordu. Butun gunluk ibadetlerime ilaveten virdimi yerine getirmem emriyle halvete girdim. Bu rutin ibadetlere ilaveten, Kur’an-ı Hakim’den her gun yedi ila onbeş cuz okumam, belirli bir sayıda Allah ism-i celalini zikretmem ve Peygamber Aleyhisselam’a salÂvat getirmem gerekiyordu.

Keza diğer bir cok manevi uygulamalar da vardı. Bunların hepsi de, bir noktada yoğunlaşarak vecd haline gecmem icin yapılacaktı. Ben yamacları karla kaplı, yuksek bir dağın ustundeki ağacların ortasında gizlenmiş bulunan bir mağaradaydım. Bana gundelik ihtiyaclarımın teminiyle gorevlendirilen bir kişi , gunde yedi zeytin tanesi , iki ons ( takriben 60 gram ) ekmek getiriyordu. On beş bucuk yaşımda ilk halvetime cekilmiştim ve halvete başlarken oldukca şişman bir insandım. Halvetlerim tamamlanıp cıktığım zaman 100 pound ( takriben 46 kilogram) ağırlığa duşecek kadar zayıflamıştım. O mağaradaki halvetlerim boyunca bana acılan manevi deneyim sonucları ve goruntuleri , sozle anlatılmaz bir nitelikteydi."

Şeyh Abdullah’ın bu ozel planlanmış halvet hayatı aralıklarla yirmiiki yaşına kadar surdu. Son halvetten cıktığında askere gidebilirdi. Nihayet 1. Dunya Savaşı cephelerinde carpışmak uzere askere gitti.

CANAKKALE SAVAŞI’NDA YARALANMASI

Abdullah Dağıstani şunları soyledi: "Halvetten cıktıktan sonra annemi sadece bir veya iki hafta gordum. Beni asker olarak Canakkale’de "Seferberlik" denilen savaşa goturduler. Duşmanlar tarafından yoğun bir taarruz başlatılmıştı, takriben yuz kadarımız bir siperi savunmak icin ateş hattında kalmıştık. Ben, uzak bir mesafeden, bir ipliği bile vurabilecek kadar mukemmel bir nişancıydım. Sayıca bulunduğumuz mevkii savunmaya muktedir değildik ve şiddetli saldırı altındaydık. Bir merminin kalbime saplandığını hissettim ve olumcul bir şekilde yaralanarak yere duştum. Olum hali denecek bir şekilde yerde uzanırken Peygamber AleyhisselÂm’ın bana doğru geldiğini gordum. Bana ruhumun vucudumdan nasıl ayrıldığını gosteren bir hal yaşadım. Ruhumun parmaklarımdan başlayarak tek tek her hucremden nasıl cıktığını gordum. Hayat geri cekilirken vucudumda ne kadar hucre olduğunu, her hucrenin fonksiyonunu, her hucredeki her hastalığın nasıl iyileşeceğini gorebildim. Her hucrenin nasıl zikrettiğini işittim.

Ruhum bedenimden uzaklaşırken, bir insanın olurken neler hissedeceğini bizzat gorerek oğrendim. Olumun ceşitli durumları gozumun onune getirildi. Bu olum ahvalini seyirden hoşlanıyordum. Bu haller benim, şu Kur’an-ı Hakim ayetinin sırrını anlamamı sağladı : "Kendilerine bir musibet geldiğinde "biz Allah’a aidiz ve elbette ona doneceğiz" derler." (2:156)

Ruhum bedenimden ayrılırken, son nefesimi verinceye kadar o gorunumun devam ettiğini gordum. Bununla beraber o deneyimi yaşarken ruh olarak canlıydım ve bu tecrube beni, olum halinin sırrını anlamağa muktedir kıldı.

Manevi hallere ait gorunumler kaybolduğu zaman savaş alanında olu gibi halimi ve yaralı olanlara bakan doktorları farkettim. Sonra onlardan biri beni işaret ederek şoyle dedi: "Şu yaşıyor, şu yaşıyor! " Konuşacak veya hareket edecek gucum yoktu ve vucudumun yedi gundur orada bulunduğunu idrÂk ettim.

Beni askeri hastaneye goturduler, sağlığım yerine gelinceye ve tam olarak iyileşinceye kadar tedavi ettiler. Sonra beni terhis ederek tekrar koyumuze gonderdiler.

MURŞİDİ ŞEYH ŞERAFEDDİN 'İN VASİYETİ VE TURKİYE’DEN AYRILIŞI

1936 yılında Şeyh Şerafeddin Dağıstani , oleceği zamanı onceden belirterek hayatının son gunlerinde vasiyetini yeğeni Abdullah’a bildirdi. Vasiyetinde şu tavsiyelerde bulundu: " Ben oldukten sonra, senin Turkiye’den ayrılman icin bir vesile cıkacak. Bu vesileyle harşılaştığında tereddut etme; cunku senin gorevin, bundan sonra Turkiye dışındadır." Şerafeddin Dağıstani oldukten sonra Turkiye’ye şeyhin bir cok muridinin olduğu Mısır’dan Kral Faruk’un başsağlığı dileklerini iletmek icin bir heyet geldi. Heyetle beraber gelen veliahdlerden biri Abdullah Dağıstani’nin kızlarından birisine ilgi duydu ve O’nunla evlenmek ve ailesiyle beraber ulkesine goturmek istedi. Şeyh Abdullah Dağıstani bunun Turkiye’den ayrılması icin ortaya cıkan vesile olduğunu hissetti. Zira Şeyh Şerafeddin Dağıstani bunu onceden ima etmişti. Abdullah Dağıstani bu olayı şoyle anlatmıştı:

"Mısır’a gittik ve bir sure kızımla birlikte kaldık. Sonra şeyhimin nasihatini tutarak işaret ettiği Şam’a doğru yoneldim. Karım ve kızımla birlikte İskenderiye’den gemiye binip Lazkıye’ye , oradan da Haleb’e gittik. Haleb’e indiğimiz zaman cebimde sadece 10 sent değerinde, 10 kuruş vardı ve hicbir maddi varlığım yoktu. Karım ve kızımla birlikte akşam namazını kılmak icin gittiğimiz camide bir adam bana yaklaştı ve "Ey şeyh, lutfen benim misafirim olun." dedi. Bizi goturup evinde misafir etti. Ben, bunun şeyhin kerametlerinden biri olduğunu duşundum ve orada Allah bize bir kapı actı.

Abdullah Dağıstani bir sure Haleb’de kaldı. Oradan Humus’a taşındı. Humus’da Peygamberin bir sahabesi olan Halid bin Velid’in turbe ve camisini ziyaret etti. Kısa bir sure Humus’da kaldıktan sonra Şam’a gecti. Peygamber soyundan bir veli olan Sadeddin Cibavi’nin turbesi yanındaki Madan denilen bir muhitte oturdu. Orada Nakşbendiyye tarikatının bir dalının ilk zaviyesini kurulmuştu ve daha sonra oradan Dağıstan’a kadar uzanmıştı. Nakşbendiyye tarikatının altın silsilesi Şam’dan, Kafkasya’ya, Hindistan’a, Bağdat’a, Buhara’ya kadar yayılmış, şimdi ise Şeyh Abdullah Dağıstani vasıtasıyla Dağıstan-Yalova uzerinden tekrar Şam’a donmuştu.

Kısa bir sure sonra, Abdullah Dağıstani’nin Şam’da oluşturduğu zaviyeye gelenler kalabalıklaşmağa başladı. Bir sure sonra Şam’ın kenarında bulunan ve en yuksek noktası olan Kasiyun Dağı’na taşınması icin manevi bir emir aldı. Orada inşa edilen evinden tum şehri gorebiliyordu. Bu ev ve bitişiğindeki mescid bugun hÂl ayakta durmaktadır. Bu mescid olumunden sonra O’nun turbesi olmuştur. Mescidin temellerini inşa ederlerken yakaza halinde bir goruntu gordu. Bu vizyonda Şah-ı Nakşbend Bahauddin Buhari ve İmam-ı Rabbani Ahmed Faruk Sirhindi , Peygamber AleyhisselÂm’la birlikte mescidin şeklini belirleyerek temel taşlarını dikti ve duvarlarının yerini işaretlediler. Vizyon kaybolduğunda, zatların belirlediği işaretler yerli yerinde duruyordu.

Abdullah Dağıstani , halvet yapması icin, bir cok kez, Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’den emir aldı. Hayatı boyunca yirminin uzerinde halvete girdi. Bu halvetlerinden bazıları Şam’da, bazıları Urdun’de, bazıları da Bağdat’ta, Şeyh Abd’ul-Kadir Geylani’nin turbesinde , coğunlukla da Medine-i Munevvere’de yapıldı.

BEKA ALEMİNE GOCUŞU

Abdullah Dağıstani’nin yaşadığı surece manevi halini yaşatan pek cok olağanustu olay gozlemlendi. O’nun hayatı butunuyle insanlara yararlı faaliyetlerle doludur. Daima guler yuzlu ve asla insanlara kızmayan bir huya sahipti. Evinde herkese acık sofrasından misafir hic eksik olmazdı. Geceleri uyuduğu nadiren goruldu. Gun boyunca surekli ziyaretci kabulu ile meşgul olur, geceleri de ozel odasına cekilip teheccud namazı kılar, Kur’an-ı Kerim okur ; ozel zikrini yapar ve "Delail’ul-Hayrat" kitabından Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e salavat-ı şerife okurdu. Gece yarısından şafak sokunceye kadar ibadeti devam ederdi. Elinden geldiği kadar yoksullara yardım eder ve bir cok evsizleri mescidinde barındırırdı. İnsanlara bıkmadan hizmet ederdi.

1973 yılına gelindiğinde şoyle soyledi: "Peygamber (s.a.v.) beni cağırıyor. Gidip O’na kavuşmalıyım. Ancak bana "Gozlerinden ameliyat oluncaya kadar bana gelme". dedi. Bu sozleriyle sol gozundeki ileri derecedeki myopi kusurunu kastediyordu. Goz ameliyatı gercekleştikten sonra, yemek yemeyi tamamen kesti. Birşeyler yemesi icin yalvaranlara: "Ben nihai halvetimdeyim, zira Peygamber (s.a.v.) beni cağırıyor" diye ricaları reddetti. Sadece suya batırarak kuru ekmek yiyordu. Bir muridi son gunlerini şoyle anlatmıştır: "Bir gun Abdullah Dağıstani "Artık gidip Peygamberim(s.a.v.)’e kavuşmak istiyorum. Allah ve Rasûl’u beni cağırıyor." dedi. Sonra vasiyetnamesini yazdı ve şoyle dedi: "Onumuzdeki Pazar gunu dunyadan gocup gideceğim." Bu tarih 30 Eylul 1973, Ramazanın 4. gunuydu. Hicri 1393 yılıydı.

Olumune tanık olan bir muridi o gunu şoyle anlatıyor: "Dunyadan goceceğini soylediği Pazar gunu saat 10.00 da bizimle beraber odasında oturuyordu. Bana, "Nabzımı say" dedi. Nabzını saydım. Kalbi cok carpıyor, nabzı dakikada yuzellinin uzerinde atıyordu. Sonra, "Ey oğlum, bu anlar hayatımın son saniyeleridir. Bu sırada yanımda ailemden başka kimsenin bulunmasını istemiyorum. Herkes buradan cıkıp, toplantı salonuna gitsin" dedi. Zaten odanın icinde on kişi idik. O anda iki doktor geldi, biri benim kardeşim, diğeri de onun bir arkadaşıydı. Hep birlikte dışarı cıktık. Beklemeğe başladık.

Az sonra kızının iceride "Babam oldu! , Babam oldu! " diye ağladığını işittik. Hepimiz odaya koşarak girdik ve buyuk şeyhin hareket etmediğini gorduk. Doktor kardeşim hızla nabzını tuttu ve kan basıncını kontrol etti, fakat hicbir şey hissedilmiyordu. Nabız durmuş, tansiyon ise alınmıyordu. Kardeşim carpılmış bir halde acil ilaclarla bir enjektor almak icin arabasına koştu. Tekrar aynı hızla odaya dondu, kalbi calıştırmak icin getirdiği ilacı şeyhin kalbine bir şırınga yaparak vermek isterken diğer doktor, "Ne yapıyorsun? Şeyh en az yedi dakika once olmuş bulunuyor. Aptallığı bırak! " dedi. Fakat kardeşim kimseyi dinleyecek halde değildi. Elindeki enjeksiyon iğnesiyle ısrar ederek ilerliyordu. Bu sırada Şeyh gozlerini actı ve Turkce "Bırak" dedi. Bunun anlamı "Dur" demekti.

Herkes şok oldu. Daha once olmuş bir kişinin konuştuğu hic işitilmemişti. Bu olayı butun hayatım boyunca hic unutmayacağım."

"Olum haberi, bir kasırga gibi, Şam, Haleb, Urdun ve Beyrut’u dolaştı. O’nu son bir kez daha gormek icin insanlar her taraftan akın akın geliyordu. O’nu yıkadık, mubarek vucudundan sadece cok guzel bir koku cıkıyordu. Cenaze namazını kılmak ve aynı gun defnetmek icin O’nu hazırladık. Cenaze merasimine Şam’ın butun alimleri iştirak etti. Cenaze namazına yuzbinlerce kişi katıldı. Cenazeye gelen insanların konvoyu evinden cenaze namazının kılındığı Muhyiddin ibn Arabî Camii’ne kadar uzanmıştı."

"Cenaze namazından sonra evine donduğumuz zaman, tabutun, hic kimsenin gayreti olmadan cemaatin başları uzerinde adeta ucarak, gomuleceği kendi mescidine gittiğini gorduk. Bizim Muhyiddin ibn Arabi Camii’nden yuruyerek Şeyh’in mescidine gidişimiz uc saat surdu. Normal yuruyuşle bu mesafe yirmi dakika surmektedir, fakat sokaktaki kalabalıktan dolayı uc saat surmuştu."

"Ramazan ayı idi, herkes oruc tutuyordu. Uzaktaki bazı sevdiği kişilerin ulaşabilmesi icin defin işlemi kısa sure ertelendi. Yakın muridleri, ahaliye eğer istiyorlarsa gidebileceklerini soyledi. Bir muddet sonra, insanların coğu ayrılmıştı. Mescidinde sadece Şeyh’in cok samimi muntesibleri kalmıştı. Akşam namazı vaktinden az once kendi dergahının mescidinde toprağa verildi.

Rahmetullahi aleyh.."

Kaynak: Tasavvuf ve Sufiler
1973 Yılında ebediyete irtihal eden Şeyh Abdullah Dağıstanî' Hz. (ksa) Mehdi a.s. Zuhuru oncesinde ortaya cıkması beklenen Olaylar

Şeyhi Azam Abdullah Dağıstani’ Hz.nin (ksa) geleceğe dair haberleri

Buyukşeyh Abdullah Dağıstani, Allah'ın rahmeti uzerine olsun, bir cok olayı onceden haber verdi. Bunlardan bazıları olup bitti bazılarını ise hala bekliyoruz.

1966 da buyurdu ki, “Gelecek yıl israilliler ile araplar arasında bir savaş olacak, Araplar bozguna uğatılacaklar” İsrailliler ile araplar arasında vuku bulacak olan bir başka savaşı daha haber verdi. Ahirete teşrif etmeden kısa bir sure once buyurdu ki “İsrailliler ile araplar arasında bir ay icinde buyuk bir savaş olacak” bu olup bitti. (1973) Ekim'in ucunde, vefatından uc gun sonra, araplar ve israilliler başka bir savaşa girdi.

Bir keresinde buyukşeyhin kızı, Mediha, kocası ile birlikte Beyrut'da bir ev almayı duşunuyordu ama buyukşeyh olmaz dedi. Kızı ısrar etti, yine de olmaz buyurdu. Kızı ısrara devam etti ama buyukşeyh kızgın olarak dedi ki: “Beyrut'da kan dokulecek. Her hane o kan dokumunden etkilenecek ve hickimse onun tesirinden kacamayacak. "Mubarek 1972 de bundan bahsetti, 1975'de ise meydana gelmeye başladı. Mubarek vefatında once anlattı ki; “sizi Lubnanın kuzeyinde Trablusşam'da goruyorum” Bu mubareğin Beyrut'dan uzağa gitmemiz tavsiyesi erkanı idi.

Bununla ilgili bir başka meselede ise mubarek anlattı "John G. Bennett benimle tanışıp şehadeti kabul ettiği zaman ne yapması gerektiğini sordu. Ben de şehadetini gizli tutmasını soyledim. O suretle anavatanı İngiltere de bir cok insanı şehadeti kabul etmesi icin getirebiliyordu ve onları maneviyatla ilgilendiriyordu."

Dedi ki: "İngiltereyi islama girerken goruyorum”. Avrupada bir kraliyet ailesinin damarlarındaki kanın arap olmasından dolayı islamı destekliyeceğini haber verdi. Bu (kanı arap olmasından dolayı) onları maneviyata cekecek, iclerinde bir cok inanca ilgi hissi uyandıracak ve onları (sonunda) ilahi huzura doğru (İslam'a) goturecek.

Buyurdu ki;

"Cin, Mehdi as ve İsa as zamanında en buyuk evliyalardan biri olacak bir zatın otoritesi altındadır. Onun adı Abdur Ra'uf al-Yemeni'dir. Onun etkisi vesilesiyle Cin, batı ile nukleer silahlarını kulllanmama anlaşması imzalayacak. Cin bircok farklı kucuk ulkelere bolunecek. Uzak doğuda problemler olacak Kore yarımadasında, ve bir super guc o catışmayı durdurmak icin mudahale edecek."

"Tum dunyayı petrol kaynaklarının kesilecek olması korkusuna sokacak arap olmayan bir ortadoğu ulkesi -İran- korfez bolgesine saldıracak"

Dedi ki "Kahire sular altında kalacak." Sonra Ruslar Assuan barajını inşaa edecekler. Baraj devasa miktarda suyu tutuyor (barındırıyor) ve son zamanlarda barajın sağlam olmayan, aşınıyor olan alttan destek temelleri icerdiği (olduğu) oğrenildi (keşfedildi). Buyurdu ki "Kıbrıs sular altında kalacak ve Bursanın yanında olan Olimpus dağı (Uludağ) patlayacak. Onun altında iki element var. Gaz (petrol) ve ateş, bunlar bu zamana kadar ayrışık (temassız) bicimde tutuldu ve evliyalar bu elementlerin birleşmemesi icin her zaman dua ediyorlar. Onun patlamasından yuzlerce ve binlerce insan ağır yaralanacak ve evsiz barksız kalacak.

"Buyuk bir ateşin ortaya cıkacağı ve dunyanın geri kalanını kapsayacağı Korfez bolgesinde bir savaş olacak".

"Almanya ve İngiltere tum Avrupa'ya yon verecek (yonlendirecek). Almanyada insanları maneviyat da yukseltecek ve eğitecek, Mehdi as ve İsa as tarafından gorevlendirilen bir veli var. O veli gizli ama onların icerisinde (halkın arasında)..."

"Arapların siyaset yaklaşımında buyuk bir değişiklik olacak ve guclu bir rejim (yonetim şekli) daha iyi bir hukumet şekline değişecek"

Vefat etmeden once en yakın muridleriyle ozel bir goruşmede buyurdu ki: "Barış olacak, Amerika, israil ve arapların arasındaki savaşı bitiren barış konuşmalarını yonlendiren tek ulke olacak. Bu olacak. Bunun alameti komunizmin cokmesi ve rus imparatorluğunun cok sayıda parcaya bolunmesidir. Dunyada ABD haric hicbir guc olmayacak. Arap hukumetlerin coğu Amerikalılara donecek (işbirliği babında). Catışmalar (savaşlar) yatışacak. Araplar ve israilliler barış icinde yaşayacak. Yavaş yavaş dunyadaki her savaş sona erecek ve her yerde barış olacak. Amerika yonetecek bunu. Ve herkes mutlu olacak ve hickimse bir daha yeniden bir savaşın vuku bulacağını beklemeyecek (zannetmeyecek)...

Birdenbire, barışın ortasında, Turkiye’ye komşu ulkelerden biri (Rusya) tarafından bir saldırı gercekleştirilecek ve yakın bir ulke tarafından Turkiye'nin işgalinin takip edeceği bir savaş başlayacak.

Bu ABD nin Turkiye'deki uslerini tehdit edecek ve daha buyuk bir savaşın ortaya cıkmasına neden olacak.

Bu yeryuzunde korkunc bir savaşa ve felakete yol acacak.

Savaşın gidişatı sırasında, evlad-ı Resulun (Hz. Muhammed'in) 40. Nesli olan Mehdi a.s. gelecek ve İsa a.s. donecek.

Onun gorevi adaleti, barışı , ve maneviyatı geri getirmek ve zorbalık, korku ve anarşi ye galip gelmek olacakdır.

Sevgi , mutluluk ve huzur (barış) Allah'ın iradesi ile, Mehdi ve İsa a.s. ın gucuyle, bu dunyayı dolduracak.


KAYNAK: Naqshbandi Sufi Way; Hisham Kabbani; s.370-373 ; KAZI Publications; Chicago-199
__________________