Mısır'da yetişen evliy ve şÃ‚irlerden. Meşhûr velî İbrÂhim Gulşenî hazretlerinin oğlu ve halîfesidir. İsmi Ahmed, lakabı Şemseddîn, kunyesi Ebu's-Saf olup, Emîr HayÂlî Celebi adıyla meşhûrdur. 1485 (H.890) senesinde Tebriz'de doğdu. 1569 (H.977) senesinde Mısır'da vefÂt etti.

Doğduğu zaman babasının hocası Dede Omer Rûşenî hazretleri hayattaydı. Kucuk yaştayken kendisine gosterildiğinde, onun ileride velîlerden olacağını ve cok kimsenin kendisinden feyz alacağını firÂsetiyle mujdelemişti. Nitekim daha cocuk yaştayken başından gecen hÂdiseler Dede Omer Rûşenî hazretlerinin sozlerini doğruluyordu.

Tebriz'de Sultan Rustem devrinde tureyen eşkıyÂ, geceleri evleri yağma etmeye başladı. Bunlara kimse engel olamadı.

Tebrîz halkı İbrÂhim Gulşenî'ye gelip, bu belÂnın kalkması icin du istediler. İbrÂhim Gulşenî; "Onların zararı bize dokunmayınca, onlar bu işlerine devÂm ederler." diye cevap verdi. O zaman bir bey, başka bir yere gitmişti. Hanımı, mucevherlerinin hepsini bir sandığa koyup, İbrÂhim Gulşenî'ye emÂnet etti. Ayrıca başkaları da kıymetli eşyÂlarını emÂnet bıraktılar. Bunu duyan harÂmîler, mucevherleri almak icin İbrÂhim Gulşenî'nin evini bastılar. İbrÂhim Gulşenî'yi oldurmek icin kılıcla saldırdılar. Fakat kılıcları hic tesir etmedi. Sonra İbrÂhim Gulşenî, coluk-cocuğunu alıp dışarı cıktı. O zaman Ahmed HayÂlî cocuktu ve uyuyordu. Onu uyur olduğu hÂlde bıraktılar. Ahmed HayÂlî'ye acıyan hizmetcisi de orada kaldı. HarÂmîler, İbrÂhim Gulşenî'ye emÂnet edilen hicbir eşyÂyı yerinden kaldıramayınca, bu duruma şaşırıp kaldılar. Hizmetci onlara; "Kendiniz bu kadar denediniz. Ne efendimin ne de muslumanların emÂnetlerinden bir şey alamadınız. HÂl aklınız başınıza gelmedi mi?" deyince, ona saldırdılar. Bu gurultuye, uyumakta olan Emîr Ahmed HayÂlî uyandı. Evde olup biteni oğrenince; "Babam nerede?" diye bağırmaya başladı. O esnÂda İbrÂhim Gulşenî, hizmetcilerinden birine bir sopa verip; "Git onları dışarı cıkar." dedi. Hizmetci "Bismillah!" deyip eve girdi, verilen sopayla harÂmîlere vurmaya başladı. HarÂmîler korkuya kapılıp kacmaya başladılar. O sırada Ahmed HayÂlî'nin eline bir bıcak gecti. Kacan harÂmîlerin arkasından fırlatınca, birinin ayağını yaraladı. O harÂmînin bir ayakkabısı duşup, orada kaldı. Ertesi gun hÂdiseyi duyan emÂnet sÂhipleri, gelip eşyÂlarının durumunu sordular. EşyÂlarına hicbir şey olmadığını, hepsinin yerli yerinde durduğunu gorduler. Ama İbrÂhim Gulşenî'nin talebelerinin bÂzı eşyÂları calınmış diğerlerine bir şey olmamıştı. Talebelerin eşyÂlarının zarar gormesinin hikmetini İbrÂhim Gulşenî'ye sordular: "Yarın hepsi yakalanıp, birer uzuvlarının kesileceğine alÂmettir." diye cevap verdi. Ertesi gun harÂmîler, gercekten de yakalandılar. Kimi olduruldu. Kiminin ayağı, kiminin eli kesildi. Ama Ahmed HayÂlî, ayağını yaraladığı kişi icin; "Bu benim yaraladığım harÂmîdir. Bunu serbest bıraksınlar." dedi. O adamı, daha henuz kucuk olan Ahmed HayÂlî'ye bağışladılar. CezÂlandırılmaktan kurtulan harÂmî, hatÂsını anlayıp tovbe etti ve dervişlerden oldu.

ŞÃ‚h İsmÂil ve cevresinde toplanan capulcular, Akkoyunlu Devletinin merkezi olan Tebrîz'i işgÂl etmeden once, İbrÂhim Gulşenî hazretleri bir ruy gordu. RuyÂsında gozlerini kan burumuş, işi-gucu insanlara zulmetmek olan ŞÃ‚h İsmÂil ve capulcularının, Tebrîz'i işgÂl ederek, her evi talan edip, yakıp-yıktıklarını gordu. Bu ruyÂdan sonra yakınlarına durumu anlattı. "Bu bel gelmeden buradan gidelim." dedi. Talebeleri ve yakınları ile yola cıktılar. Bu sırada oğlu Emîr Ahmed HayÂlî kucuk bir cocuktu. Babası; "EvlÂdım, korkuyor musun?" dedi. Ahmed HayÂlî; "MÂdem ki sizinle berÂberim; hicbir şeyden korku ve endişe etmem." dedi. İbrÂhim Gulşenî hazretleri; "Bizden ayrı olduğun zamanda da Allahu teÂl seni korkudan muhÂfaza etsin. Arkana bakma, İhlÂs sûresini okumaya devÂm et." dedi. Bundan sonrasını Emîr Ahmed HayÂlî şoyle anlatır: "Ondan sonra kalbim rahatladı. Artık hic korku ve endişem kalmadı. İhlÂs sûresini her okuyuşumda, kalbimde yeni bir nûr meydana gelirdi. Boyle hep berÂber giderken, acık bir arÂziye geldik. Ben, babamın atının terkisinde idim. Babam benimle meşgûl olurken cok yoruluyordu. Ona bir hayli sıkıntı vermiştim. Kalbimden; "Keşke babamın yanında olmasaydım da rahat etseydi." diye gecirdim. Ben bu duşuncede iken, babam bana donup; "Ahmed, istersen birkac gun bizden ayrıl. Sakın ha namazlarını terk etmeyesin. Su bulamazsan, yoldan biraz iceri git, su ve yiyecek bulursun. Duşmandan kurtulur, sonra bana ulaşırsın." deyip, beni attan indirdi. Kendisi atını koşturup gitti. Gece karanlığında, buyuk bir sahrÂnın ortasında tek başıma kalakaldım. KÂh ayrılık uzuntusu, kÂh ne tarafa gideceğimi bilememenin şaşkınlığı icinde bocaladım. Bir muddet gittikten sonra, bir ateş gordum. Ateşin yanına yaklaşınca, bir koyun en son evinin ateşi olduğunu farkettim. Ev sÂhibine seslendim. Dışarı cıkıp beni iceri aldı. Kim olduğumu sordular. Kendimi tanıttım. Orada bulunanlar, babamı tanıdıklarını soylediler. Bana cok hurmet ve iltifÂtta bulundular. Sonradan onları ben de hatırladım. Onlar Tebrîz'e babamı ziyÂrete gelmişler; sut, kaymak gibi hediyeler getirmişlerdi. Babam da onlara hediyeler vermiş; "Siz garîbsiniz, ama oğlum Ahmed de sizin garîbinizdir." demişti. O zaman kimse bu sozden bir şey anlamamıştı. Bu hÂlin babamın bir kerÂmeti olduğunu soyleyip, benim icin ne yapacaklarını şaşırdılar. Ben de, annemin Tebriz'den ayrılmadan once, kuşağımın icine koyduğu, altın ve mucevherlerden birini cıkarıp ev sÂhibine verdim. Diğerleri bunu gorunce, aralarında fısıldaşmaya, bana ters ters bakmaya başladılar. Hepsini para hırsı kapladı. Beni tutup elbisemi soydular. Eski bir elbise giydirdiler. Kuşağımdan cıkan otuz kadar altın ve mucevherimin hepsini aldılar. Bana zarar verebileceklerinden korktum. Akşam olunca evden cıktım. Babamın gittiği tarafa doğru koşarak gittim. Onlar da peşimden cıktılar. Adımı soyleyip cağırdılar. Hangi tarafa gittiğimi bilemeyip geri donduler. Bu sırada onume beyaz bir kuzu cıktı. Onun peşine duştum. Kuzuyu goremediğim zaman, hemen meleyerek yerini haber verirdi. Kalbim cok rahattı. Sabaha kadar boyle gittim. Bir ceşmeye vardım. Abdest alıp namazımı kıldım. Kuzu beni bekledi. Ona su verdim. Yine onume duştu. Bir sahrÂdan gectik. Oğleye doğru bir ormanlığa vardım. Su bulup namazımı kıldım. Kuzu ile berÂber ben de ot yedim. İkindi vaktine kadar yine yola devÂm ettik. İkindi namazını da kılıp tekrar yola koyulduk. Yolda giderken, iki tÂze ekmekle, bir peksimet buldum. Fakat sÂhibini bilmediğim icin almak istemedim. Kuzu yanıma geldi. Peksimeti verdim, yemedi. Ekmeği uzattım yedi. Ben de peksimeti yedim. SÂhibi gelirse ucret olarak kulÂhımı veririm diye duşundum. Akşam namazını kılıp, yoluma devÂm ettim. Birara kuzu yanıma geldi. AcÂib sesler cıkararak bana surtundu. Ben de onu okşadım, yuzunden gozunden optum. Tuyu cok yumuşak idi. Yatsı vakti oldu. Kuzu yolun bir kenarında durdu. Başı ile işÃ‚ret edip gitti. Bunun Allahu teÂlÂnın bir lutfu, ihsÂnı olduğunu anladım. Gozumden kayboldu. İşÃ‚ret ettiği yone gittim. Fakat kalbime asl korku gelmedi. Gece yarısı uc kimse onden gidiyordu. Onları gorunce şuphelendim. Arkalarından yavaş yavaş gidip dinledim. Biri benim hocam Muslihuddîn Efendi idi. Yanlarına varıp selÂm verdim. Sesimden tanıdılar. Fakat elbiselerim değişik olunca şaşırdılar. HÂlimi sordular. Kuzudan başkasını anlattım. Yatsı namazı kılacaktık, su bulamadık. Babamın sozu aklıma geldi. Dağın arkasına donersek su buluruz dedim. Bir muddet gittik. Bir ceşmeye rastladık. Orada ateş yanıyordu. Abdest aldık. Ateşte biraz ısındık. Ekmek parcaları bulduk. Yedik. CemÂatle namazı kıldık. Biraz uyuduk, yine yola cıktık. Biraz gittikten sonra, otuz kadar suvÂri yolumuzu kesti. İclerinden birisi ileri gelip hÂlimizi sordu. Hocam Muslihuddîn; "Yolcuyuz. KaraAhmed'e gidiyoruz. KÂfilemiz onden gitti; onlara yetişmek icin acele gitmemiz lÂzım." dedi. O kimse hocamı sesinden tanıdı. "İbrÂhim Gulşenî'nin oğlunu gordunuz mu? Cunku, onu bana emÂnet etmişti." dedi. Hocam da onu tanıdı. Beni gosterip; "İşte budur." dedi. Atından inip benimle musÂfeha etti. Bana atını verdi. Kendisi başka ata bindi. Hocam yaya yuruyordu. Ben; "Hocam yaya yururken ata binmem." dedim. Bir at da hocama verdiler. Bana bir mikdÂr harclık ve bir de mendil verdi. "Eğer yolda size taarruz eden olursa, bu mendili gosterin, bu mendili bize Mirza Hasan verdi deyin, kimse size bir şey yapamaz." dedi. Yolumuza devÂm ettik. Babamın kÂfilesine yetiştik. Babamın kÂfilesini yolda rÂfızî eşkıyÂları cevirmişler. Babamı sormuşlar, fakat gorememişler. Onlar yollarına devÂm ederken, biz de yetiştik. BerÂberce DiyÂr-ı Bekr'e ulaştık."

ŞÃ‚h İsmÂil'in adamları DiyÂr-ı Bekr'de de rahat vermeyince, İbrÂhim Gulşenî ve oğlu Ahmed HayÂlî Mısır'a gittiler. Mısır Memlûklu sultÂnı ve halkından cok hurmet ve iltifÂt gorduler. Sultan Kansugavri, İbrÂhim Gulşenî hazretleri icin bir medrese yaptırdı. Senelerce orada insanlar, o mubÂrek zÂtın ilim ve irfÂnından istifÂde edip, feyzleriyle hayat buldular. Yavuz Sultan Selîm Han Mısır'a gelince, İbrÂhim Gulşenî ile goruştu. Birbirlerine cok iltifÂt ettiler.

İbrÂhim Gulşenî hazretleri 1533 tÂrihinde tÂundan vefÂt etti. Kırk icÂzetli talebesi ile dort halîfesi vardı. Bunlardan biri de oğlu Ahmed HayÂlî'dir. Diğer meşhur halîfeleri; Hasan Zarîfî, Anadolu Hisarında Durmuş Dede Tekkesinde medfûndur. SÂdık Ali Efendi, Diyarbakır'da Rûm Kapısının yakınında medfûndur. Âşık Mûs Efendi ise, Edirne'de medfûndur.

İbrÂhim Gulşenî hazretlerinin vefÂtından sonra oğlu Ahmed HayÂlî babasının yerine gecti. Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek icin yedi gun kendi hÂlinde yalnız kaldı ve Allahu teÂlÂnın zikri ile meşgul oldu. Halvetten cıktıktan sonra irşÃ‚d, doğru yolu tebliğ makÂmına oturdu. Babasının talebelerini ve sevenlerini, birlik ve berÂber olmaya, bolunup parcalanmamaya dÂvet etti. Babasının halîfelerinden ve dervişlerinden hepsi gelip, kendisine bağlılıklarını bildirdiler. Uc gun gecince, yine pekcok kimse gelip, Ahmed HayÂlî'ye bağlılıklarını arzettiler. Ancak tek tuk bÂzı kimseler Ahmed HayÂlî'ye bağlanmamıştı. Bunlardan Nahîfî Halîfe şoyle anlatır:

"İbrÂhim Gulşenî vefÂt edince, oğlu Ahmed HayÂlî'ye bağlanma husûsunda karar verememiştim. Hatt kendi kendime; "Bir buyuğun elinde tovbe etmek ve ona bağlanmak yeter. İbrÂhim Gulşenî'den sonra bir başkasına bağlanmam lÂzım gelmez." dedim. Bir gun ruyÂmda hocam Gulşenî'yi gordum. Beyaz elbiseler giymiş ve beyaz sarık sarmıştı. HÂtırımdan; "İbrÂhim Gulşenî hayÂtında iken siyah giyinir ve siyah sarık sarardı. Acab şimdi neden boyle beyazlar giydi?" diye gecti. HÂtırımdan gecenleri anlayıp şoyle buyurdu: "O zaman o şekilde siyah giymemizin sebebi, bugun beyaz giymek icindir." MubÂrek ellerini opmek istedim. Yuzlerini cevirip; "Git, Emîr Ahmed HayÂlî'nin elini op. Bundan sonra tasarruf onundur, talebelerin yetişmesi ona havÂle edilmiştir. Senin de ondan feyz alman lÂzımdır." buyurdular. Tekrar baktım, o beyazlar giyinmiş olarak gorduğum zÂt, Emîr Ahmed HayÂlî oldu. Yanına varıp, kendisine bağlılığımı bildirdim. O anda uyandım. Ona talebe olmaya niyet ettim. Sabahleyin kalkıp yanına gittim ve beni talebe olarak kabûl etmesini ric ettim. Talebeliğe kabûl edip, gece gorduğum ruyÂyı keşfettiler. Kulağıma; "Babamdan işÃ‚ret almayınca bize gelmedin." buyurdular. Buna benzer hÂller bircok kişinin başından gecti."

Emîr Ahmed HayÂli, 1542 senesinde hacca gitti. Hac ibÂdetini yerine getirip, Peygamber efendimizi ziyÂret etti. 1556 senesinde Kudus, Şam ve Haleb yoluyla İstanbul'a geldi. Burada altı ay kaldıktan sonra, tekrar Mısır'a dondu.

Emîr Ahmed, cok guzel ve tesirli konuşur, ince mÂnÂları ifÂde eden şiirler soylerdi. Şiirlerinin bulunduğu bir dîvÂnı vardır. (Millet Ktp. Ali Emîrî Kit. Manzum eserler, Nr. 133; Suleymaniye Ktp. Reşid Efendi Kit. No. 134; Hacı Mahmud Efendi Kit. No. 3451; FÂtih Kit. Nr. 3823.)

YA SOZ DİNLERSİN VEYA...

Ahmed HayÂlî'nin talebesi ve dÂmÂdı olan Muhyî Gulşenî anlatır: "1553 senesinde, Mısır'da nÂib, kÂdı vekîli idim. Orada Ahmed HayÂlî'nin elinde tovbe edip ona talebe olduktan sonra, vazîfemden vazgectim. Mahkemeye gidip, durumu anlattım. UstÂdım olan Mısır kÂdısı AbdulbÂkî Efendi, Ahmed HayÂlî'nin yanına geldi. Ahmed HayÂlî'ye; "Muhyî benim oğlumdur. Sizin kulunuz oldu. Sizden, mahkemeyi terk etmeyip nÂiblik vazîfesinde kalmasını ric ederim. Muhyî, sizinle zÂhirî irtibÂtımızdır. MÂnevî durumumuzu siz bilirsiniz" dedi. Bunun uzerine hocam bana; "Yarın mahkemeye git." diye emretti. Ben; "Artık dervişlik mertebesine ulaştım. Başka işlerle uğraşmak istemiyorum, affediniz." dedim. Kızgın bir şekilde; "Sen bir de derviş olmuşsun. Ya soz dinlersin veya bildiğin şekilde hareket edersin. Sen soz dinle!" dedi. Bana acÂib bir korku geldi. Titremeye başladım. Elimde olmadan; "Emir, SultÂnımındır" dedim. "Emir, Allahu teÂlÂnındır. Bir mazlumu, isterse zımmî, muslumanların idÂresinde yaşayan kÂfir, isterse musluman olsun, serbest bırak. İkisinin de kurtulmasına sebeb olursun." buyurdu.

Hocam Ahmed HayÂlî'nin emrine uyarak, vazîfeli olduğum mahkemeye gittim. Biraz sonra bir hıristiyan geldi. Kendisine makam ve mevki sÂhibi bir muslumanın haksızlık yaptığını, bir başka hıristiyanla benzerliklerinden istifÂde ile, onun bin altın borcunu kendisinden almak istediğini soyleyip şikÂyetci oldu. Adam gonderip borclu ve alacaklıyı getirtti. Yapılan soruşturma ve tahkîk netîcesinde, hıristiyanın haksızlığa uğradığı anlaşıldı ve bu yolda hukum verildi. Musluman, sucunun ortaya cıkması ile mahcûb olup utandı. Tovbe etti. DÂvÂcı olan hıristiyan ile borc almış olan hıristiyan, tecellî eden İslÂm adÂletine hayran kaldılar ve ikisi de Kelime-i şehÂdet getirerek musluman oldular. Boylece hocam Ahmed HayÂlî'nin kerÂmeti ortaya cıktı. Soz dinlememin bereketiyle, bir muslumanın tovbe etmesine, iki hıristiyanın da musluman olmasına vesîle oldum."

1) ŞakÂyik-ı Nu'mÂniyye Zeyli (AtÂî s.201, 202
2) Terceme-i HÂli İbrÂhim Gulşenî (İstanbul-1289); s.23
3) MenÂkıb-ı İbrÂhim Gulşenî; s.72, 246, 247, 443, 469, 471, 494, 498, 504, 535
4) Osmanlı Muellifleri; c.1, s.65
5) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.37
__________________