Hadîs-i şerîf Âlimlerinin en buyuklerinden ve velîlerden. İsmi Muhammed bin İsmÂil bin İbrÂhim bin Mugîre el-Ca'fî kunyesi Ebû Abdullah'dır. 810 (H.194) senesi Şevval ayının yirmi yedinci Cum gunu BuhÂra'da doğdu ve BuhÂrî nisbesiyle şohret buldu. Hadîs-i şerîf ilminde en yuksek dereceye yukseldi. Kur'Ân-ı kerîmden sonra İslÂm dîninin en kıymetli kitabı olan BuhÂrî-yi Şerîf adıyla meşhur hadîs kitabını yazdı. 870 (H.256) senesi Ramazan bayramı gecesi Semerkant'ın bir kasabası olan Hartenk'de vefÂt etti. CenÂze namazı bayram namazından sonra kılınıp defnedildi.

Babası secilmiş kimselerden ve hadîs rivÂyet ehlinden idi. EvliyÂnın buyuklerinden Abdullah ibni MubÂrek ile sohbet etmiş ilim ve feyz almıştı. DuÂsı kabûl olanlardandı. Hatt bircok defÂ; "Y Rabbî! Benim duÂlarımı isteklerimi kabûl etme, bir kısmını Âhirete ayır karşılığını orada goreyim." derdi. Annesi de duÂsı kabûl olanlardan sÂlih bir hanımdı. BuhÂrî, kucuk iken babası vefÂt etti. Onu annesi yetiştirdi. Annesi BuhÂrî ile kardeşini yetiştirme konusunda oldukca titiz davrandı. Babalarından mirÂs kalan serveti, onların tahsîli ve terbiyesi icin harcadı. BuhÂrî'nin kucuk yaşta bir hastalıktan dolayı gozleri gormez olmuştu. Annesi tedÂvî ettirmeye calıştı ise de, oğlunun korluğu devÂm etti. Cocuğunun gormesi icin, uzun zaman du etti. Bir gece ruyÂsında İbrÂhim aleyhisselÂmı gorup, du istedi. İbrÂhim aleyhisselÂm ona; "Uzulme, Allahu teÂl oğlunun gozlerini geri verecek." diye mujdeledi. Sabah olunca BuhÂrî'nin gozleri tekrar gormeye başladı.

BuhÂrî kucuk yaşta iken, BuhÂra'daki Âlimlerden ilim oğrenmeye başladı. KÂbiliyet ve zekÂsının ustunluğu ile dikkati cekiyordu. İlk tahsil yıllarında, hadîs ilmini oğrenmeye ilgi duymaya başladı. Kendisine hadîs ilmini oğrenmeye nasıl başladığı sorulduğunda; "Bu ilmi oğrenmeye kÂtipler arasında kÂtiplik yaparak başladım. On yaşına kadar boyle devÂm ettim." cevÂbını vermiştir. On yaşından îtibÂren gonlune hadîs ezberleme arzusu ilhÂm edilince, hadîs Âlimlerinin derslerine devÂm etmeye başladı. Henuz on beş yaşına girmeden, ezberinde yetmiş bin hadîs-i şerîf vardı. Bu garip hÂdiseyi duyanlar, hakîkaten bu kadar hadîs-i şerîfi ezberledin mi?" diye sorduklarında, onlara; "Evet! Hatt yetmiş binden daha fazladır. Ayrıca bu hadîslerin kim tarafından rivÂyet edildiğini, rÂvîlerin doğum ve olum tÂrihlerini de biliyorum." dedi.

Bu ilimde o kadar yukselmişti ki, hocaları ile karşılıklı ilmî munÂzaralarda bulunurlardı. Nitekim hocası DÂhilî, bÂzı hadîs rivÂyetindeki eksikliklerini onun yardımıyla tamamladı. ZekÂsının keskinliği ve hÂfızasının kuvveti ile etrÂfındakilerin hayret ve takdirini kazandı. On altı yaşına gelince, Abdullah ibni MubÂrek ve Veki' bin CerrÂh'ın yazdıkları hadîs kitaplarını ezberledi. Bu yaşta, buyuk din Âlimlerinin yazılarını okuyup anlardı.

O zaman bilhassa hadîs ilmini oğrenmek icin, meşhûr hadîs Âlimlerinin bulunduğu ilim merkezlerine gitmek, ilim oğrenmek icin onemli bir şart idi. Bu sebeple İmÂm-ı BuhÂrî de on altı yaşından îtibÂren, ilim oğrenmek icin seyÂhatlere cıktı. Pekcok ilim merkezine yaptığı seyÂhatleri kırk yaşına kadar devÂm etti.

Kendisi anlatır: "On altı yaşında iken Abdullah ibni MubÂrek'in ve Veki' bin CerrÂh'ın kitaplarını ezberledim. Fıkıh ilminde muctehidlerin, bildirdiklerini oğrendim. Sonra annem ve kardeşim Ahmed'le birlikte hacca gittik. Hac farizasını yaptıktan sonra, annemle kardeşim BuhÂra'ya dondu. Ben Mekke'de kalıp, hadîs-i şerîf toplamaya başladım. On sekiz yaşına girdiğimde, SahÂbe ve TÂbiînin fetvÂlarını topladım. Bu arada Medîne'ye gittim. Resûlullah efendimizin kabr-i şerîfi başında, geceleri ay ışığında TÂrih-ul-Kebîr adlı eseri yazdım. Bu kitapta yazdığım ve ismi gecen her zÂtın, bende bir kıssası vardı. Kitabı uzatmamak icin bunları yazmadım." İmÂm-ı BuhÂrî Mekke'de bulunduğu sırada Abdullah bin Zubeyr el-Hamidî'den ŞÃ‚fiî fıkhını oğrendi. Ayrıca TÂrih-i Kebîr'ini yazarken istifÂde ettiği SahÂbe ve TÂbiînin rivÂyet ve fetvÂlarını da bu sırada oğrendi.

BuhÂrî'nin gittiği ilim merkezleri; Mekke, Medîne, BağdÂt, Basra, Kûfe, Mısır, NişÃ‚bûr, Belh, Merv, Askalan, Dımeşk, Hums, Rey, Kayseriyye ve diğer yerlerdir. Gittiği yerlerde, zamÂnın meşhûr hadîs Âlimleriyle goruşup, onlardan hadîs-i şerîf dinledi. İşittiği hadîs-i şerîfleri yazdı ve ezberledi. O kadar kuvvetli zekÂsı ve hÂfızası vardı ki, hadîs-i şerîfi bir kere işitince veya okuyunca hemen ezberliyordu. Haşid bin İsmÂil şoyle anlatır: "BuhÂrî, işittiklerini kucuk yaşına rağmen yazmıyordu, ama ezberliyordu. Basra'da bizimle berÂber hadîs Âlimlerini dolaşırdı, biz yazardık, fakat o yazmazdı. Biz ona yazmamasının sebebini sorar dururduk. Aradan on altı gun gecmişti ki bize; "Yazdıklarınızı getirip gosterin bakalım." dedi. Ona yazdıklarımızı getirdik. O da bize, on beş binden fazla hadîs-i şerîfin hepsini ezberden okuyuverdi. Sonra şoyle dedi: "Goruyorsunuz ki boşuna gelip, gunlerimi heder etmemişim!" O zaman hadîs ilminde hic kimsenin onu gecemeyeceğini anladık."

SuleymÂn bin MucÂhid şoyle anlatır: "Bir gun SuleymÂn bin SelÂm Bikendî'nin yanına gitmiştim. Yanına varır varmaz: "Biraz once gelseydin, yetmiş bin hadîs-i şerîf ezberlemiş olan bir cocuk gorecektin." dedi. Bu soz uzerine cok merak edip dışarı cıktım. Bir cocukla karşılaştım. Bahsedilen cocuk budur diye duşunerek; "Yetmiş bin hadîs-i şerîfi ezberleyen sen misin?" dedim. "Evet efendim, daha da fazlasını ve SahÂbeden, TÂbiînden olup da, rivÂyet ettiği hadîs-i şerîf ezberlediğim rÂvilerin, doğum ve vefÂt tÂrihlerini, yaşadıkları yerleri biliyorum..." dedi.

Kendisi şoyle anlatır: "Hadîs oğrenmek icin iki def Mısır'a ve Şam'a, dort def Basra'ya gittim. Hicaz'da altı sene kaldım. Hadîs Âlimleri ile birlikte BağdÂt ve Kûfe şehirlerine kac def gittiğimi sayamam." İmÂm-ı BuhÂrî, bu seyÂhatlerinde binden fazla Âlimden hadîs ve diğer ilimleri oğrenmiş ve nakletmiştir. Hocalarından bir kısmı şu zÂtlardır:

BuhÂra'da; Muhammed bin SelÂm el-Bikendî, Abdullah bin Muhammed el-Musnedî, Muhammed bin Yûsuf el-Bikendî, İbrÂhim bin el-Eş'as. Mekke'de; Abdullah bin Zubeyr el-Hamidî el-Mekrî, Ebû SÂbit Muhammed bin Abdullah, Ahmed bin Muhammed el-EzrÂkî. Medîne'de; Abdulazîz el-Uveysî, Mutarrıf bin Abdullah. VÂsıt'ta; Amr bin Muhammed bin Avn. BağdÂt'ta; Şureyc bin en-Nu'mÂn, Muhammed bin Îs et-Tabbaî, Ali bin Mensûr. Basra'da; Ebû Âsım en-Nebil eş-ŞeybÂnî, Bedel bin el-Minber, Muhammed bin Abdullah el-EnsÂrî, Omer bin Âsım el-KilÂbî, AbdurrahmÂn bin Muhammed bin HammÂd, Abdullah bin GedÂnî. Kûfe'de; Ebû Nuaym el-Fazl bin Dukayn, Talak bin Ganem, Hasan bin Atiyye, Abdullah bin MûsÂ, HÂlid bin Muhalled, Hallad bin YahyÂ, Ferve bin Ebi'l Magraî. Mısır'da; Saîd bin Ebî Meryem, Abdullah bin SÂlih-il-KÂtip, Saîd bin Tuleyd, Amr bin Rebi' bin TÂrık. Şam'da; Ebû Mesher, Ebû Nasr-il-FerÂdisî. Rey'de; İbrÂhim bin Mûs el-HÂfız. Merv'de; Ali bin el-Hasan bin Şekik, Abdan bin Osman el-Mervezî, MuÂz bin Esed, Sadaka bin el-Fazl. NişÃ‚bûr'da; Yahy bin YahyÂ, Bişr bin el-Hakem, Muhammed bin Yahy ez-Zuhlî. Kayseriyye'de; Muhammed bin Yûsuf el-FeryÂbî. Hums'ta; Ebu'l-Mugîre, Ahmed bin HÂlidî Vehbî, Ebu'l-YemÂn, Yahy el-Vehazî, Ali bin Ayas. Askalan'da; Âdem bin Ebî Ayas. Ayrıca Ali bin el-Medînî, Ahmed bin Hanbel, Yahy bin Maîn, İsmÂil bin İdris el-Medînî İshÂk bin RÂheveyh, SuleymÂn bin Harb, Ebû Gassan en-Nehbî, Ubeydullah bin Mûs el-Absî, Abdullah bin Muhammed el-Musnedî, Abdulkuddus bin el-HaccÂc ve başkaları.

BuhÂrî hazretleri, hadîs-i şerîflerin rÂvilerini cok inceler, dînin emirlerine uymayan, edeplerini gozetmeyen, ahlÂkında kusur bulunan kimselerin rivÂyet ettiği hadîs-i şerîfleri almazdı. Hadîs-i şerîfin metnini ezberlediği gibi, o hadîs-i şerîfi rivÂyet eden zÂtların kunyesini, doğum-olum tÂrihlerini, ahlÂkını, yaşayışını, kimden rivÂyette bulunduğunu, o rÂviden başka kimlerin hadîs-i şerîf aldığını hep oğrenir, ezberlerdi. Bir kimse hadîs rivÂyetinde ve rÂvilerin senedinde hatÂya duşse, hemen İmÂm-ı BuhÂrî hazretlerini bulur, doğrusunu ondan oğrenirdi.

BuhÂrî'den hadîs-i şerîf işitip, rivÂyet edenlerin sayısı doksan binden fazladır. Gittiği yerlerde, etrÂfı hadîs-i şerîf almak ve oğrenmek isteyenlerle dolup taşardı. NişÃ‚bûr'a gittiğinde kendisini dort bin kişi karşılamıştı.

Hadîs ilminde cok yuksek bir dereceye yukselen BuhÂrî, uc yuz binden fazla hadîs-i şerîfi senetleriyle birlikte ezberledi. Bu sebeple kendisine Hadîs imÂmı adı verildi ve İmÂm-ı BuhÂrî adıyla meşhur oldu.

İmÂm-ı BuhÂrî'den hadîs-i şerîf rivÂyet eden hadîs Âlimlerinden bir kısmı şu zÂtlardır:

Ebû Îs et-Tirmizî, İbn-i Ebî DÂvûd, Muhammed bin Nasru'l Mervezî, Muslim bin HaccÂc, SÂlih bin Muhammed, İbrÂhim bin İshÂk el-Harbî, Ebû Bekir bin Huzeyme, Ebû Zur'a, Ebû Kays Muhammed bin Cum'a bin Saîd, En-NesÂî, Muhammed bin Ahmed ed-DulÂbî, Ebû HÂtim ibni EbiddunyÂ, El-Fazl bin AbbÂs er-RÂzî, Ebû Kureyş Muhammed bin Cum'a-el-KuhistÂnî, Muhammed Yûsuf el-Firebrî ve diğerleri.

İmÂm-ı BuhÂrî Âlimler arasında; muslumanların imÂmı, hadîslerin dayanağı, dînin koruyucusu ve başka lakablarla anıldı.

İbn-i Huzeyme onun hakkında; "Bu gok kubbenin altında Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini İmÂm-ı BuhÂrî'den daha iyi bilen, onu daha fazla ezberlemiş kimseye rastlamadım."

YÂkûb bin İbrÂhim DevrÂkî; "İmÂm-ı BuhÂrî, bu ummetin fakîhidir." dedi.

Bağdatlılar onun hakkında şiir olarak:

Aralarında kaldığın muddetce
Muslumanlar hayır icindedir
Kaybedildiğin zaman
Senden sonra artık hayır yoktur.

diye soylediler.

İmÂm-ı BuhÂrî, gerek akranlarının, gerekse hocalarının sonsuz iltifatlarına kavuşmuştur. Ahmed ibni Hanbel, Horasan'ın, onun gibi birisini yetiştirmediğini soyledi. Ali İbnu'l-Medînî de; "İmÂm-ı BuhÂrî, kendisi gibi birisini gormemiştir." demiştir. Ahmed ibni Hamdun anlatır: "İmÂm-ı Muslim, İmÂm-ı BuhÂrî'ye geldi, ilimdeki ustunluğunu gorerek alnından optu, sonra; "MusÂade et de, ayaklarını da opeyim, ey ustÂdların ustÂdı, muhaddislerin efendisi, hadîs tabîbi!" dedi. Bundan sonra İmÂm-ı Muslim, bir hadîs hakkında suÂl sordu ve cevÂbını aldıktan sonra; "Sana, yalnız hased edenler duşman olur. ŞehÂdet ederim ki, dunyÂda senin bir eşin daha yoktur." dedi.

İmÂm-ı BuhÂrî'nin ibÂdetteki huşû ve ihlÂsı, cok fazla idi. Bir def namaz kılarken arılar kendisini tam on yedi def soktuğu halde namazını bozmadı. Cunku onların soktuğunu duymuyordu.

İmÂm-ı BuhÂrî'ye babasından cok mal, para kalmıştı. Herkese iyilik ederdi. Cok comerd idi. Muruvvet, başkalarına iyilik yapan; verÂ, haram ve şuphelilerden sakınan ve ihtiyat sÂhibi idi. Fakirlere cok sadaka verir, talebelerinin ihtiyaclarını kendisi karşılardı. Kendisi cok az yer, gunde iki-uc bÂdem ile iktif ederdi. Dort sene hic yemek yemeyip, sÂdece ekmek ile idÂre etti. Bir zaman hastalandı. Doktorlar; "Bu hastalık, sÂdece kuru ekmek yemekden meydana gelmiştir." dediler. Bundan sonra bir bardak su ve ekmek ile idÂre etti. Babası; "Malıma, bir dirhem haram ve şupheli malın karıştığını bilmiyorum." dediği icin, helÂl mal olarak bildiği, yalnız babasının malından yerdi.

İmÂm-ı BuhÂrî hazretleri, bayram gunleri hÂric butun yılını orucla gecirirdi. Şuphelilerden dÂim kacardı. Gıybetten cok korkardı. Sebebi soruldukta; "İsterim ki Rabbime kavuştuğumda hic gıybet etmemiş olayım ve boyle bir şey icin kimse beni aramasın." dedi. Gecenin ilk saatlerinde biraz uyur, sonra kalkar ilim ve ibÂdetle meşgûl olurdu. Uc gunde bir hatim ederdi. Sonra duÂsını yapıp; "Her hatim sonunda yapılan du makbûldur." buyururdu. RamazÂn-ı şerîf gecelerinde arkadaşlarına namaz kıldırır, her kıldırdığında Kur'Ân-ı kerîmin ucte birini okurdu.

İmÂm-ı BuhÂrî BağdÂt'a geldiğinde, buradaki hadîs Âlimlerinden coğu toplanıp, İmÂm-ı BuhÂrî'yi imtihÂn etmek istediler. Yuz tÂne hadîs-i şerîfin metin (Peygamber efendimizin mubÂrek sozleri) ve sened (bir hadîs-i şerîfi nakleden zÂtların isim silsilesi) kısımlarının yerlerini değiştirdiler. Bu şekilde değiştirdikleri hadîs-i şerîflerden, bir kişiye on hadîs-i şerîf vererek, on kişiyi İmÂm-ı BuhÂrî'ye gonderdiler. Bu kimseler, İmÂm-ı BuhÂrî'nin bulunduğu meclise gelip, herbirisi yanlarında bulunan hadîs-i şerîfleri okuyup; "Bu hadîs-i şerîfi biliyor musunuz?" diye sordular. İmÂm-ı BuhÂrî "Bu soylediğiniz şekilde bir hadîs-i şerîf bilmiyorum." dedi. On kişi, onar hadîs-i şerîfi okuyup bitirdikleri zaman, İmÂm-ı BuhÂrî birinci kimseye donup; "Senin okuduğun birinci hadîs-i şerîfin metni boyle, isnÂdı da şoyledir diyerek, onların okudukları sıra ile birden yuze kadar hadîs-i şerîfleri, sened ve metinlerini doğru olarak okudu. Bunun uzerine oradakilerin hepsi, Muhammed BuhÂrî'nin hÂfızasının kuvvetliliğini, hadîs ilmindeki yuksekliğini anlayıp kabûl ettiler.

Ebû Bekir Medînî şoyle anlatır: "Bir gun NişÃ‚bûr'da İshÂk bin RÂheveyh'in yanında idik. İmÂm-ı BuhÂrî de vardı. İshak bin RÂheveyh bir hadîs-i şerîf okudu. Bu hadîs-i şerîfi At KeyhÂrÂnî yazıp, rivÂyet etmişti. İshÂk bin RÂheveyh, İmÂm-ı BuhÂrî'ye donup; "KeyhÂran neresidir?" dedi. İmÂm-ı BuhÂrî de; "Yemen'de bir koydur. Hazret-i MuÂviye bin Ebî SufyÂn, EshÂb-ı kirÂmdan birini oraya gondermişti. At KeyhÂrÂn ondan iki hadîs-i şerîf işitmişti." dedi. Bunun uzerine İshak bin RÂheveyh; "Ey Ebû Abdullah (BuhÂr&#238, sanki sen aralarında yaşamış gibi bildin." dedi.

Yûsuf bin Mûs şoyle anlatır: "Basra CÂmiinde idim. Birisi, ey ilim ehli, Muhammed bin İsmÂil BuhÂrî Basra'yı teşrif etmiştir. İlminden istifÂde etmek isteyenler gelsin, diye bağırdı. Gidip baktık ki, genc bir zÂt direk arkasında namaz kılıyordu. Namazını bitirdikten sonra, buyuk bir kalabalık etrÂfını sardı. Oturup, kendilerine hadîs-i şerîf yazdırmasını istediler. O da bu isteklerini kabûl edip, onlara soyleyip, yazdırdı. Sonra, onun geldiğini bağırarak ilÂn eden kimse tekrar bağırıp, yarın da falan yerde hadîs-i şerîf iml ettirip, yazdıracak dedi. Ertesi gun fıkıh Âlimleri, hadîs Âlimleri ve diğer Âlimler, İmÂm-ı BuhÂrî'nin yanına geldiler. EtrÂfında toplananlar bin kişi kadardı. Ondan hadîs-i şerîf yazmak icin bekliyorlardı. İmÂm-ı BuhÂrî yazdırmaya başlamadan once bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında; "Ey Basra ehli!Ben genc birisiyim. Benden hadîs-i şerîf işitmek istediniz. Size herkesin istifÂde etmesi icin, Basra Âlimlerinden rivÂyet ettiğim hadîs-i şerîfleri yazdıracağım." dedi. Oradakiler bu sozleri hayretle dinlediler. İmÂm-ı BuhÂrî bu sozlerinden sonra etrÂfını saran buyuk kalabalığa hadîs-i şerîf yazdırmaya başladı. Sizin Basra şehrinden olan Abdullah bin OsmÂn bin Hable bin Ebî Revad'dan naklediyorum. O da Şu'be'den, o da Mansûr'dan ve diğer rÂvilerden, onlar da SÂlim bin Ebî Ca'd'dan, bu da Enes bin MÂlik'in şoyle dediğini nakletmiştir: Bir koylu, Peygamber efendimize gelip; "Y Resûlallah, insan kavmini sever." dedi. Bunun uzerine Resûlullah efendimiz; "Kişi sevdiği ile berÂberdir." buyurdu. Bundan sonra İmÂm-ı BuhÂrî şoyle devÂm etti: "Bu hadîs-i şerîf, sizde bu rivÂyet yoluyla yok, siz bunu Mansûr'un, SÂlim'den rivÂyeti ile biliyorsunuz." dedi. Sonra yazdırmaya devÂm ederek yazdırdığı her hadîs-i şerîf icin; "Siz bunu şu rÂvilerin rivÂyetiyle biliyorsunuz." diyerek hem kendi rivÂyet ettiği rÂvi zincirini saydı, hem de Basralıların, aynı hadîs icin bildikleri rivÂyet zincirini soyledi..."

İmÂm-ı BuhÂrî bu ilmî ustunluğu ile cok kıymetli eserler yazdı. Bunlardan bÂzıları şoyledir: 1) CÂmi-us-Sahîh: En buyuk ve en meşhur eseridir. Sahîh-i BuhÂrî ismiyle tanındı. Hadîs-i şerîfleri toplayan en kıymetli kitabıdır. İmÂm-ı BuhÂrî hazretleri bu eserine Sahîh denilmesinin sebebini şoyle anlatır: "RuyÂda Peygamber efendimizi gordum. Karşılarında oturuyordum ve elimde bulunan yelpazeyi sallayıp, mubÂrek vucûdunu serinletiyor, mubÂrek yuzune yaklaşmak istiyen sinekleri uzaklaştırıyordum. Buyuk zÂtlar bu ruyÂmı; "Sen, Peygamberimiz aleyhisselÂmın hadîs-i şerîflerini, O'nun sozu imiş gibi uydurulan yalanlardan ayırırsın." şeklinde acıkladılar. Bundan sonra, cok uğraşarak, sahîh hadîsleri topladım ve bu şekilde meydana gelen eserin ismi Sahîh oldu."

İmÂm-ı BuhÂrî hazretleri bu eserini Mescid-i HarÂm'da yazdı. Her bir hadîs-i şerîfi yazmadan once istihÂreye, işin hayırlı olup olmayacağını anlamak icin abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra doğru ruy gormek ile hakîkatı oğrenmek uzere uykuya yattı. İmÂm-ı BuhÂrî zemzem suyu ile gusledip KÂbe'de, MakÂm-ı İbrahîmin gerisinde iki rekat namaz kılıp, koyduğu sağlam usullere gore sahîh olduğu kesin belli olan hadîs-i şerîfleri yazdı. Bu kitabı musveddeden temize cekme işini de, Medîne-i munevverede Peygamber efendimizin kabr-i şerîfi ile minberi arasında "Ravda-i Mutahhera"da yaptı. Bu eserini nasıl yazdığını kendisi şoyle anlatır: "CÂmi-us-Sahîh kitabını, altı yuz bin hadîs-i şerîf arasından sectim. Her hadîs-i şerîfi kitaba koymadan once gusledip, iki rekat namaz kılıp, istihÂreye yattım. Ondan sonra hadîs-i şerîfi kitaba koydum. Bunları yapmadan hicbir hadîsi yazmadım. Bunu on altı yılda tamamladım. Bu kitapta sahîh hadîsleri bildirdim. Bununla berÂber almadığım, yÂni bu kitapta olmayan hadîsler bunlardan cok fazladır."

İmÂm-ı BuhÂrî hazretlerinin yazdığı bu hadîs-i şerîf kitÂbı İslÂm Âleminde buyuk hurmet ve itibÂr gordu.

Ebû Muhammed Mûsenî, Kur'Ân-ı kerîmi ve Sahîh-i BuhÂrî'yi tÂzim ve hurmet icin, baştan sona kadar altın suyu ile yazdı. Allahu teÂlÂnın kitÂbına ve Resûlullah efendimizin sunnetine olan hurmet ve bağlılığının cokluğu sebebi ile, yapmayı goze aldığı bu cok zor ve ağır calışma netîcesinde, dokuz cildlik bir eser meydana geldi.

Bir kimse, BuhÂrî-yi Şerîf'i hangi niyetle baştan sona kadar okuyup hatmederse, maksadı en guzel şekilde hÂsıl olur. TÂûn hastalığı zamanlarında bir evde okunsa, Allahu teÂl o evde bulunanları tÂûndan muhÂfaza eder.

Sozleri dinde sened olan cok yuksek Âlimlerden bir coğu, dert ve belÂlardan, hastalık ve sıkıntılardan kurtulmak ve bir cok şeylere kavuşmak icin, BuhÂrî-yi Şerîf'i okuyup vesîle etmişlerdir. Boylece maksadlarını da elde etmiş ve onu kendileri icin ilÂc kabûl etmişlerdir. Hadîs Âlimlerinden bir zÂt şoyle anlatır: "Karşılaştığımız muşkul hÂllerde, kendim ve başkalarının sıkıntıdan kurtulmamıza vesîle olması icin, yuz yirmi def kadar BuhÂrî-yi Şerîf okudum. Her defÂsında hangi niyet ile okumuş isem, maksadım hÂsıl oldu. Bu kitap hangi evde bulunursa, evi yanmaktan, hangi gemide bulunursa, o gemiyi batmaktan Allahu teÂl korur."

2) TÂrih-i Kebîr, 3) TÂrih-i-Evsat, 4) TÂrih-is-Sagîr, 5) KitÂb-ud-DuafÂ- is-Sagîr, 6) El-Edeb-ul Mufred, 7) Birr-ul-VÂlideyn, 8) Tefsîr-ul-Kebîr, 9) KitÂb-ul-Hibe, 10) KitÂb-ul-Mebsût, 11) KitÂb-ul-FevÂid, 12) EsmÂ-us- SahÂbe ve diğerleridir.

İmÂm-ı BuhÂrî omrunun son yıllarında, NişÃ‚bûr'a donduğunde, ilimdeki ustunluğunu bilenler etrafında toplanmıştı. İlim meclisine devÂm edenlerin cokluğu ve gorduğu îtibar, bÂzı kimselerin kıskanmasına ve iyi olmayan tutum icine girmelerine yol actı. Bundan dolayı NişÃ‚bûr'dan ayrılıp, BuhÂra'ya gitti. BuhÂra'ya varınca vÂli HÂlid bin Ahmed, İmÂm-ı BuhÂrî'ye haber gonderip, eserlerini alıp, yanına gelmesini, onları bizzat kendisinden dinlemek istediğini bildirdi. Ayrıca kendi cocukları icin husûsî hadîs-i şerîf dersi vermesini istedi. Bunun uzerine İmÂm-ı BuhÂrî; "Ben ilmi, emîrin kapısına goturup zelîl etmem. Eğer ilmi istiyorsan, mescidde, yÂhut evimdeki ilim meclisinde hazır bulun. Bu sozumu kabûl etmezsen, beni kursude ders vermekten men et de Allah katında mÂzur olayım. Halbuki ben, Peygamber efendimizin; "Her kime bir ilimden sorulur, o da onu gizlerse, kıyÂmet gunu ateşten bir gem vurulur." hadîs-i şerîfi gereğince, ilmi gizleyemem." dedi. Cocukları icin husûsi ders vermesini istemesine karşı da:

"Ben, bir kısım kimseleri hadîs-i şerîf dersinden men edip, birkac kişiye ders veremem." dedi. Bunun uzerine vÂli, İmÂm'ın BuhÂrÂ'dan cıkması emrini verdi. İmÂm-ı BuhÂrî, vÂliyi Allahu teÂlÂya havÂle edip, BuhÂra'dan cıktı. Aradan bir ay gecmeden bu vÂli gorevinden alındı. Bir merkebe bindirilip, şehri dolaştırıldı ve "Kotu işler yapanın sonu işte budur." diye bağırılması emri geldi. VÂlinin sozlerine uyarak, İmÂm-ı BuhÂrî'ye ceşitli ez ve cefÂlarda bulunan kimselerin de her birine, insanların ders ve ibret alacakları ceşitli belÂlar isÂbet etti.

İmÂm-ı BuhÂrî hazretlerinin BuhÂra'dan cıkış haberi uzerine, Semerkantlılar kendisini dÂvet ettiler. Giderken yolda Semerkantlı bir topluluğun kendisini isteyip, bir kısmının istemediği haberini alınca, Hartenk'de akrabÂlarının yanında kaldı. İnsanların bu hÂlinden kalbi daraldı ve canı sıkıldı. Teheccud namazından sonra ellerini acıp, "Y Rabbî! Yeryuzu bu genişlikle bana dar oldu. Beni tarafına al!" diye du etti. O ay, orada hastalandı ve Ramazan bayramı gecesi vefÂt etti.

AbdulvÂhid bin Âdem TevÂvisî şoyle anlatır:

"Peygamber efendimizi ruyÂmda gordum. EshÂb-ı kirÂmdan bÂzıları ile berÂber bir yerde durdular. Yanlarına gelip selÂm verdim. SelÂmımı aldılar. Daha sonra burada durmalarının hikmetini sordum. "Muhammed bin İsmÂil BuhÂrî'yi bekliyorum." buyurdular. Birkac gun sonra İmÂm-ı BuhÂrî hazretlerinin vefÂt ettiğini oğrendim. HesÂb ettim. Peygamber efendimizi gorduğum zaman vefÂt etmişti."

İmÂm-ı BuhÂrî vefÂt ettikten sonra, elbisesi soyuluncaya kadar garip bir şekilde terledi. Olumunden once; "Beni uc parca beyaz bez ile kefenleyiniz." diye vasiyet etmişti. CenÂzesi yıkanıp kefenlendi ve cenÂze namazından sonra defnedildi. VefÂt ettiğinde 62 yaşında idi. VefÂtından birkac gun sonra, mezarından guzel bir koku cıkmaya başladı ve gunlerce devÂm etti. Mezarına doğru bilezik gibi bir ışık hÂlesi indi. Gorenler hayret ettiler, hucûm edip toprağından goturmeye başladılar. Oyle ki, kabir acılacak duruma geldi. Her ne kadar mezarı korumak icin bekci tutulmuşsa da, halkın hucûmu onlenemedi. O zaman mezarın cevresine ağactan bir engel yaptılar. Boylece gelenler o engelden gecip kabre yanaşamadılar.

Rec bin Mûrcî, İmÂm-ı BuhÂrî hakkında; "O, Allahu teÂlÂnın buyukluğunu gosteren delillerden biri idi." dedi.

Necm bin Fadl anlatır: "RuyÂmda Peygamber efendimizi gordum. İmÂm-ı BuhÂrî hazretleri arkasında idi. Resûlullah efendimiz bir adım hareket etse o da bir adım atıyor ve ayağını Resûlullah efendimizin kaldırdığı yere koyuyor, onun izi uzerinde gidiyordu.

NE GUZEL RUYÂ GORMUŞSUN!

Nasr bin Hasan es-Semerkandî anlatır: "1071 senesi yağmursuzluk yuzunden Semerkant'ta buyuk bir kıtlık oldu. Halk bir kac def yağmur duÂsına cıktıysa da yağmadı. O civarda yaşayan sÂlih bir zÂt, Semerkant kÂdısına gelerek; "Bir ruy gordum size arz edeyim mi?" dedi. KÂdı "Anlat dinleyelim." dedi. Adam; "Gordum ki sen onden, halk arkandan Semerkant'tan cıkıyorsunuz ve İmÂm-ı BuhÂrî hazretlerinin mezarı başında du ediyorsunuz." dedi ve olur ki cenÂb-ı Hak bu sebepten bize yağmur gonderir." diye de ilÂve etti. Buna karşılık kÂdı; "Ne guzel ruy gormuşsun." dedi. Daha sonra KÂdı efendi onden halk arkadan Hartenk'e doğru yola cıktılar. İmÂm-ı BuhÂrî hazretlerinin kabrine gelince gonulden du ettiler. Kimisi gozyaşları doktu ve onun hurmetine Allahu teÂlÂdan rahmet dilediler. DuÂdan az zaman sonra yağmur yağmaya başladı. Oyle yağmur yağdı ki yedi gun Hartenk'te beklemek zorunda kaldılar. Semerkant'a gidemediler.
__________________