Babası Hacı SuleymĂ‚n bin Abdi Kefevî aslen Cerkes'dir. Musluman olmadan once Tatarlar tarafından esir edildi. Karadeniz kıyısındaki İslĂ‚m beldelerinden Kırım Yarımadasındaki Kefe'ye goturuldu. Orada muslumanlardan Ă‚lim ve fazîlet sĂ‚hibi bir zĂ‚t onu satın alıp, İslĂ‚m dînini oğretti. SuleymĂ‚n Efendi uzun muddet bu Ă‚lim zĂ‚ta hizmet etti. Musluman Ă‚lim onu serbest bıraktı. Hurriyetine kavuşan Hacı SuleymĂ‚n Efendi, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kulu olduğunu unutmadı, O'na ibĂ‚det etmekle meşgûl oldu. HelĂ‚l kazanc elde edebilmek icin ticĂ‚rete atıldı. Allahu teĂ‚lĂ‚ ona bol mal ve zenginlik ihsĂ‚n etti. Mekke-i mukerremeye gidip hac vazîfesini yerine getiren SuleymĂ‚n Efendi, sevgili Peygamberimizin mubĂ‚rek kabr-i şerîflerini ziyĂ‚ret edip feyzlerine kavuştu. Hacı ismini de alarak memleketi olan Kefe'ye dondu.
Kefe'de bulunduğu sırada bir ruyĂ‚ gordu. RuyĂ‚sında Kefe şehrinin tam karşısında bulunan Sinop şehri Cennet gibi bir hal almıştı. Kendisi elinde yeşil buyuk bir sancak tutmuş, insanlar ve şehrin ileri gelenleri sancağın altında toplanmışlardı. Sonra halk ona tĂ‚bi olup Sinop'un Meydan kapısı diye anılan yerin doğu kapısından dışarı cıktılar. Bugunku Kefevî CĂ‚miinin yerine geldiklerinde, Hacı SuleymĂ‚n Efendi sancağı oraya dikti. İnsanlar o sancağın dibinde Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd ve senĂ‚da bulunup, tekbir getirdiler. Hayır duĂ‚da bulunup, şukrettiler.
Bu ruyĂ‚yı goren Hacı SuleymĂ‚n Efendi, seher vaktinde sevinc ve neşeyle kalktı. Sinop ahĂ‚lisinden o sırada Kefe'de oturmakta olan, şu anda kabri Sinop Kefevî CĂ‚miinin yakınında bulunan meşhûr SelĂ‚haddîn Hocaya gidip ruyĂ‚sını anlattı. SelĂ‚haddîn Hoca, yuksek nazar ve firĂ‚setiyle Hacı SuleymĂ‚n Efendiye; "Ey oğul! Senin şahsında bu ruyĂ‚nın gercekleşmesine izin yoktur. Ancak senin neslinden sĂ‚lih bir oğul dunyĂ‚ya gelecek, Ă‚lemde huner dolu hatırı sayılır bir kişi olup, senin sancağı diktiğin yerde bir eser binĂ‚ edecektir." diye ruyĂ‚sını tĂ‚bir etti. Bu ruyĂ‚dan sonra HacıSuleymĂ‚n Efendi'de Sinop'a karşı bir merak ve alĂ‚ka peydĂ‚ oldu. Resûlullah efendimizin sunnetine uyarak evlendi. Bu evlilikten 1520 (H.926) senesinde Mahmûd isminde bir oğlu dunyĂ‚ya geldi.
Cocukluğu doğum yeri olan Kefe'de gecen Mahmûd Kefevî, zamĂ‚nının usûlune gore kucuk yaşta ilim tahsîline yoneldi. Temel dînî bilgileri oğrendikten sonra tasavvufa karşı alĂ‚ka duydu. KĂ‚diriyye yolu mensuplarından buyuk Ă‚lim ve velî Takıyyuddîn Ebû Bekir Kefevî'den ilim oğrendi ve sohbetlerinde bulundu. Yirmi uc yaşına geldiği zaman 1542 (H.949) senesinde hocası ile birlikte İstanbul'a geldi. KĂ‚nûnî Sultan SuleymĂ‚n Han zamĂ‚nına rastlayan bu gelişinde, ilmini ilerletmek icin bĂ‚zı Ă‚limlerin ilim meclisine devĂ‚m etti. İlk olarak Kaplıca Muderrisi KĂ‚dızĂ‚de Efendinin, sonra Sahn-ı SemĂ‚n (FĂ‚tih) muderrisiAbdurrahmĂ‚n Efendinin derslerinde bulundu. AbdurrahmĂ‚n Efendi Halep kĂ‚dılığına tĂ‚yin edilince, Anadolu kazaskeri MĂ‚lûl Emir Efendinin ders halkasına devĂ‚m etti. 1552 (H.959) senesinde mulĂ‚zım, muderris yardımcısı olarak vazîfe yapmaya başladı. MĂ‚lûl Emir Efendi diye meşhûr olan fazîletli Seyyid AbdulkĂ‚dir Efendinin hizmetinde bulunduğu sırada zĂ‚hirî ilimlerde yuksek bir Ă‚lim ve tasavvuf yolunda fazîlet sĂ‚hibi bir kimse oldu. 1554 (H.961) senesinde yirmi akce yevmiye ile İstanbul Molla GurĂ‚nî Medresesine muderris tĂ‚yin edildi.
Muderris olarak vazîfe yaptığı sırada babası HacıSuleymĂ‚n Efendi onu Kefe'de gorduğu ruyĂ‚nın etkisiyle, Sinop şehrinin ileri gelenlerinden Hacı Ali isminde bir tuccarın HĂ‚lisa adındaki kızıyla evlendirdi. Mahmûd Kefevî bu sırada bir yaz mevsiminde humma hastalığına tutuldu. Doktorların tavsiye ettiği ilaclar ve tedĂ‚vîler netîcesinde hastalığı iyileşmedi. Doktorlar onun hava değişiminden başka cĂ‚resi olmadığına karar verdiler. Mahmûd Kefevî; "Bunda bir hayır ve hikmet vardır, kĂ‚dılık yolunu tercih edip bu şehirden gitmeliyim. Muderrislikte ilerlemek herhalde nasîbimde yoktur, memleket gezmek bir murşid-i kĂ‚mile kavuşmaya vesîle olabilir." diye kĂ‚dılık yolunu tercih etti. ŞeyhulislĂ‚m CivizĂ‚de Efendi, Zekeriyya Efendi, Kazasker Abdulganî Efendi, BehĂ‚addînzĂ‚de Efendi ve Sultan MurĂ‚d'ın hocalarından MevlĂ‚nĂ‚ SĂ‚deddîn Efendi onun İstanbul'dan ayrılmasını istemediler. Ayrı ayrı nasîhat edip; "Sen bizim icimizde en seckin ve hepimizden ustun iken gel bu guzel yolu terk etme." dediler. Fakat cĂ‚re olmadı. Onlara; "Sizin şerefiniz benim şerefimdir. DunyĂ‚da sıhhat ve Ă‚fiyet, Ă‚hirette izzet ve saĂ‚det icinde olunuz. Hem benim başka bir duşuncem vardır." deyip, Rumeli sancak kĂ‚dılığı ile o taraflara gitti. Nice zaman kĂ‚dılık hizmetinde bulundu. Pravadi, Akkirman veKefe gibi yerlerde kĂ‚dılık yapıp muslumanların muşkul meselelerini halletti. Memleketi olan Kefe'ye kĂ‚dılık ve mufettiş-i emvĂ‚l vazîfesiyle birkac defĂ‚ gitti. Gittiği yerlerdeki velîlerin sohbetlerinde bulundu. Sonra babasının gorduğu ruyĂ‚nın tesiri ve sevk etmesiyle Sinop tarafına gelmek istedi. 1575 (H. 983) senesinde kĂ‚dılık vazîfesiyle Sinop'a geldi.Bu vazîfesi sırasında insanların muşkullerini cozmeye uğraştı. Ayrıca Âdem aleyhisselĂ‚mdan beri yaşamış olan meşhûr zĂ‚tların hayatlarını anlatan kıymetli bir eser te'lif etti. Bir muddet sonra Sinop kĂ‚dılığından ayrıldı.Kendini ilmî araştırmalara ve ibĂ‚dete verdi.Babasının ruyĂ‚da sancak diktiği yeri sĂ‚hibinden satın aldı. Orada bir cĂ‚mi-i şerîf ve etrĂ‚fında odalar yaptırdı.Yaptırdığı bu cĂ‚mide insanlara vĂ‚z ve nasîhat etmek sûretiyle İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlattı. Nefsin isteklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına kavuşmaya calıştı. İşrak, kuşluk namazından sonra istekli olanlara tefsîr ve hadîs dersleri okuttu. Onun bu fedĂ‚karlık halleri, İstanbul'da bulunan buyuk İslĂ‚m Ă‚limleri tarafından işitildi. Bu Ă‚limler, Mahmûd Kefevî'ye gecimini temin edecek bir maaş gereklidir diyerek, Sinop'ta bulunan Sultan AlĂ‚eddîn'in yaptırdığı medresede fetvĂ‚ ve ders vermesi icin pĂ‚dişĂ‚htan izin cıkarıp gonderdiler. Mahmûd Kefevî hazretleri bunu kabûl etmek istemediyse de; "Bu da bir hizmet ve ibĂ‚dettir." deyip kabûl etti. Gunun belli saatlerinde AlĂ‚eddîn Medresesinde fetvĂ‚ vermeye başladı. Bu sırada aslenSinoplu olup orada yerleşmiş bulunan Halvetiyye yolu ileri gelenlerinden Ă‚lim ve fazîlet sĂ‚hibi zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî ilimlerde yuksek derece sĂ‚hibi MirzĂ‚ Şeyh diye meşhûr olan Mahmûd bin Pîr Ali hazretlerine bîat etti. Boylece Halvetiyye yolu mensuplarından oldu.Tasavvuf yolunda ilerleyip yuksek bir velî oldu.
Bir gece Mahmûd Kefevî hazretleri, ruyĂ‚ ile mĂ‚nĂ‚ Ă‚leminde Resûlullah efendimizin huzûr-ı şerîflerine girdi.Mecliste hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Omer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali ile EshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan bĂ‚zıları da hazır bulunuyorlardı. Edebe riĂ‚yet ederek onlara selĂ‚m verdi. Her zaman kıldığı namazın tĂ‚dil-i erkĂ‚nını efendimize arz etmek icin onlerinde kıbleye karşı namaza başladı. Hazret-i Ali, Mahmûd Kefevî'nin bu davranışına karşı cıkıp boyle yuksek bir meclise katılmayıp, nĂ‚file namaz kılmak edebi terketmek değil midir? diye dokunaklı soz soyledi. Peygamber efendimiz hazret-i Ali'ye hitĂ‚ben; "YĂ‚ Ali! Sen ona îtirĂ‚z etme. Onun maksadı namazın tĂ‚dil-i erkĂ‚nını hakkıyla edĂ‚ edip edemediğini ve kusurunun olup olmadığını bize gostermektir." buyurdular. Mahmûd Kefevî, Peygamber efendimizin huzûrunda iki rekat namaz kıldı. TĂ‚dil-i erkanla kıldığı diğer namazları da Peygamber efendimizin husn-i kabûlune mazhĂ‚r oldu.
Mahmûd Kefevî hazretleri omrunun sonuna doğru bir gece ruyĂ‚sında Resûlullah efendimizin mubĂ‚rek cemĂ‚liyle muşerref oldu. Tam bir edep ve tevĂ‚zû ile onlerine eğilip; "YĂ‚ Resûlallah! Size olan iştiyĂ‚kım, sevgi ve muhabbetim, haddinden fazla oldu. AcabĂ‚ yakın zamanda bu berbat dunyĂ‚dan ve bu zahmet cekilen yerlerden kurtulup, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle yuce hizmetinize kavuşmam nasîb olacak mı? Yoksa daha bu dunyĂ‚ evinde nice zaman kalıp omrum hasretle mi gececek?" diye sordu. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de; "Bu husus beş bilinmeyen husustan biridir. Allahu teĂ‚lĂ‚ onları kimseye bildirmedi. Senin omrun benim omrum gibi." diyerek kinĂ‚ye ile cevap verdiler.
Mahmûd Kefevî hazretleri, Peygamber efendimizin buyurduğu gibi, altmış uc yaşına geldiği zaman 1581 (H.989) senesi RamazĂ‚n-ı şerîf ayının ucunde Pazar gecesi vefĂ‚t etti. Sevenleri tarafından techiz edilip, kefenlendikten sonra yaptırdığı Kefevî CĂ‚miinin avlusunda mihrĂ‚bın onunde defnedildi. Osmanlı Muellifleri adlı eserde Mahmûd Kefevî'nin İstanbul'da vefĂ‚t ettiği bildirilmişse de bunun başka birisi olması gerekir.
Mahmûd Kefevî hazretlerinin kabrinin bugunku Kefevî CĂ‚miinin mihrabının kıble tarafında sol koşesine on adım kadar uzaklıkta olması, cĂ‚minin daha sonraki devirlerde tĂ‚mir gorduğunu ve daha kucuk olculerde yeniden inşĂ‚ edilmiş olabileceğini gostermektedir.
Mahmûd Kefevî hazretlerinin Arapca ve Turkce şiirlerinden başka risĂ‚leleri, bĂ‚zı eserlere tĂ‚lîkĂ‚tı vardır. Ayrıca Âdem aleyhisselĂ‚mdan Peygamber efendimize kadar gelen bĂ‚zı peygamberlerin hayatlarını, EshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan bĂ‚zılarının hayat ve menkîbelerini, İmĂ‚m-ı Âzam'dan kendi zamĂ‚nına kadar gelen Hanefî mezhebi muctehid ve Ă‚limlerinin tabaka ve mertebelerini topladığı KetĂ‚ibu A'lĂ‚mi'l-AhyĂ‚r min FukahĂ‚i Mezhebi'n-Nu'mĂ‚n-il-MuhtĂ‚r adlı Arapca eseri yazmıştır. 809 civĂ‚rında buyuk zĂ‚t hakkında kıymetli bilgiler bulunan bu eserin muhtelif yazma nushaları SuleymĂ‚niye KutuphĂ‚nesinde mevcuttur. Eser basılmamıştır.
FIKIH ÂLİMLERİNE UY
Mahmûd Kefevî hazretleri gerek Sinop'ta bulunduğu sırada, gerekse daha onceki zamanlarda cok defĂ‚ sevgili Peygamberimizi ruyĂ‚sında gorup, muşkullerini O'na sorardı. Bir defĂ‚sında İstanbul'da iken ruyĂ‚sında kendisini Resûlullah efendimizin husûsî meclisinde gordu. Tam bir edep ve tevĂ‚zû icinde mubĂ‚rek dizlerini opup, her iki yanına yuzunu surdu. Kırıklık ve mahcûbiyetle; "YĂ‚ Resûlallah! Bir kimse namazda şuphe edip, kac rekat kıldığını bilemezse, fakihler ve muctehidler fetvĂ‚ verdiler ki: "Zann-ı gĂ‚lib uzere devĂ‚m etsin, onu bozup tekrar baştan kılmasın." dediler. Bu hal bana cok Ă‚rız oluyor. Şupheyi kaldırmak icin bozup tekrar kılmak bana tenbellik verip zor gelmiyor. Oyle olduğunda ben o namazı bozup tekrar kılmak isterim. FermĂ‚n-ı Ă‚liniz nedir?" diye sordu. Bunun uzerinePeygamber efendimiz; "Onu tekrar etme. FukahĂ‚nın ictihĂ‚dına gore zann-ı gĂ‚libin uzerine devĂ‚m edip kıl." buyurdular.
1) ŞakĂ‚yık-i Nû'mĂ‚niyye Zeyli (AtĂ‚î

2) Osmanlı Muellifleri; c.2, s.19
3) Zuhru'l-Ârifîn; varak, 308-311
__________________