Son devir Turkistan velîlerinden. İsmi Âbid Nazar olup oturduğu yerin isminden dolayı "Halîfe-i Kızılayak" diye şohret bulmuştur.

1877 (H.1294) yılında şu anda Rusya'nın Turkmenistan Cumhûriyeti icinde bulunup o zaman BuhĂ‚ra Emirliğine bağlı olan Kerki şehrinin Kızılayak koyunde dunyĂ‚ya geldi. İlk tahsîlini Ă‚lim bir zĂ‚t olan babasının da yardımıyla burada tamamladı. Sonra, kucuk yaşına rağmen, tahsîlini devĂ‚m ettirmek icin BuhĂ‚ra'ya gitti. Burada bircok Ă‚limden ceşitli dallarda ders alarak, talebelikte en yuksek dereceye ulaştı. Kendi anlattığına gore BuhĂ‚ra'daki tahsîlini daha cok zamĂ‚nın buyuk Ă‚limlerinden Ebu'l-Fazl-ı Sîret'in yanında yapmıştır. BuhĂ‚ra'da tahsîlini tamamladıktan sonra kendisine Emir tarafından BuhĂ‚ra KĂ‚dılığı teklif edildi. Ancak, kabul etmeyip memleketine dondu. Bu teklif ısrarla devĂ‚m edince de bir muddet evini, hattĂ‚ memleketini terk etmek mecburiyetinde kaldı.

Daha sonra tasavvufa yonelerek zamĂ‚nın meşhûr Ă‚riflerinden olup aynı zamanda amcası olan Halîfe Hudaynazar'dan feyz ve icĂ‚zet aldı. Hocası ona icĂ‚zet verdikten sonra, kendisine gelenlere; "Artık Âbid'e gidin. Bende olanlar, bendi kaldırılmış bir ırmak gibi oraya aktı, gitti." buyururdu. Fakat o yine de hocası vefĂ‚t edinceye kadar talebe kabûl etmedi. Tasavvufta silsilesi HĂ‚ce Muhammed Saîd Mucedidî'ye ulaşır.

Bir muddet sonra hocası Hudaynazar ile hacca gitti. O zamĂ‚nın şartlarında yolculuk cok uzun ve sıkıntılı gecti. Hudaynazar hazretleri zĂ‚ten yaşlı olduğundan hastalandı ve yuruyemez hĂ‚le geldi. Sedye ile yol alıyordu. Âbid Nazar hocasının her hizmetine canla başla sarılıyordu. Hocası da devamlı duĂ‚ ve niyazda bulunur ve; "Âbid'im inşĂ‚allah dolacak ve taşacaksın." derdi.

NihĂ‚yet Mekke ve oradanMedîne'ye vardıklarında Hudaynazar hazretleri vefĂ‚t etti. Hocasını Cennetu'l-BĂ‚kî'de defnettikten sonra yanındakiler ona talebe olmak isteyerek kendilerini kabûl etmesi icin ricĂ‚da bulundular. Fakat o, bir turlu kendini buna lĂ‚yık gormuyordu. Cok ısrar edilince bir gece muhlet istedi. Ertesi gun musbet veya menfî kararını acıklayacaktı. Halîfe-i Kızılayak o geceyi Peygamber efendimizin kabr-i şerîfleri yanında murĂ‚kabe ile gecirdi. Ertesi gun cok neşeli bir şekilde talebe kabûl edeceğini bildirdi ve Mescid-i Nebevî'nin mubĂ‚rek mihrĂ‚bında oturarak musĂ‚feha ile ilk talebesini kabûl etti. Hac sonrası memleketine dondu.

Halîfe-i Kızılayak, Bolşevik İhtilĂ‚li sırasında Kalişof hĂ‚disesinden îtibĂ‚ren Ruslara karşı cok gazĂ‚ ve cihĂ‚dlarda bulundu. BuhĂ‚rĂ‚ Emirliği Rusların eline gectikten sonra da cihĂ‚dı bırakmadı. Ancak silĂ‚h ve gıdĂ‚ yetersizliğinden Afganistan'a hicret etmek mecburiyetinde kaldı. Buyuk bir kalabalıkla Afganistan'a gecen Halîfe-i Kızılayak, bundan sonra devamlı cihĂ‚d hareketini destekledi. Habîbullah Han zamĂ‚nında RusyaAfgan sefîri bulunan GulĂ‚m Nebi Han, Rusların yardımıyla Pettekeser mevkîi uzerinden Belh şehrine saldırdı. Burayı işgĂ‚l ederek ayrı bir devlet gibi davranmaya başladı. Bunun uzerine Halîfe-i Kızılayak, Ruslara karşı cok iyi savaş tecrubesine sĂ‚hib bulunan Turk mucĂ‚hidlerini bizzĂ‚t kardeşi Âlim Han ile Belh'e gonderdi. Buyuk mucĂ‚deleler netîcesinde Belh işgĂ‚lden kurtuldu ve Âlim Han gecici bir sure icin Belh'i idĂ‚re etti. Her şey normale dondukten sonra Belh'i hukûmete teslîm ederek geri dondu.

Halîfe Kızılayak, Afganistan'a gectikten sonra ilk once Andhoy kazĂ‚sının Altıbolek koyunde oturmuşsa da bĂ‚zı hĂ‚diseler sebebiyle CuzcĂ‚n vilĂ‚yetine yakın bir yere yerleşti. Buraya eski koylerinin ismi olanKızılayak adı verildi. Bundan sonra Kızılayak'ta bir cĂ‚mi, medrese ve hĂ‚negĂ‚h inşĂ‚ edildi.Burası her taraftan gelen talebelerle dolup taşmaya başladı. HĂ‚negĂ‚h, cemiyetin her tabakasından fakir, zengin, Ă‚lim, fĂ‚zıl, devlet adamı ve her turlu insanın uğrak yeri hĂ‚line geldi. Bu hĂ‚li goren ve daha once Afganistan'da oturmakta olan bĂ‚zı Ă‚limler ilk once bu durumu yadırgadılarsa da dergĂ‚ha geldikten ve Halîfe-i Kızılayak'ı gordukten sonra tam bir teslîmiyetle geri donduler. KĂ‚bil'de oturan ve İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin torunlarından olup Ă‚lim bir zĂ‚t olan hazret-i ŞûrbĂ‚zĂ‚r da Kızılayak'a teşrif etmiş ve Halîfe-i Kızılayak'ın sohbetlerinde bulunmuştur.

Halîfe Âbid Nazar, Afganistan'a gectikten sonra, sırasıyla Afganistan Emîri olan EmĂ‚nullah Han, NĂ‚dir ŞĂ‚h ve ZĂ‚hir ŞĂ‚h ile gerek şahsen, gerek mektupla irtibĂ‚tlar kurmuş ve hepsinden saygı gormuştur. İnşĂ‚ ettiği medrese ve hankĂ‚h icin devlet tarafından vakıf olmak uzere arĂ‚zi tahsis edilmiş ve pekcok maddî yardımlar yapılmıştır.

MĂ‚nevî yonu pek kuvvetli olmayan EmĂ‚nullah Han, bir keresinde Belh'e gelerek bir toplantı duzenlemişti. Bu toplantıya Halîfe-i Kızılayak'ı da dĂ‚vet etti. Fakat toplantı oncesi oradaki devlet erkĂ‚nına Halîfe-i Kızılayak iceri girdiğinde ayağa kalkmamaları husûsunda sıkı sıkıya tenbihte bulundu. Halîfe-i Kızılayak, yanında hazret-i ŞurbĂ‚zĂ‚r olduğu halde Belh'e gelerek toplantı yerine gitti. Onun teşrifini goren EmĂ‚nullah hemen ayağa kalkarak saygıyla karşıladı. EmĂ‚nullah ayağa kalkınca diğer devlet erkĂ‚nı da ayağa kalkmak mecburiyetinde kaldılar. Daha sonra bu durum kendisinden sorulduğunda EmĂ‚nullah şoyle cevap vermiştir: "Halîfe-i Kızılayak'ı gorduğum vakit her iki yanında buyuk birer arslan vardı. Korkumdan ve kendimde olmadan birden ayağa kalkıverdim."

Turkistan'da Enver Paşanın olumunden sonra onun yardımcısı durumunda olan İbrĂ‚him Lakay Afganistan'a gecerek butun askerleri ile birkac gun Kızılayak'ta kaldı. İbrĂ‚him Lakay, Halîfe-i Kızılayak'la yalnız olarak yaptığı goruşmede kendisine bir isteğini iletti. Elinde bulunan kuvvetiyle KĂ‚bil hukûmetini basarak iktidĂ‚rı eline alacaktı. Bunun icin sĂ‚dece izin ve duĂ‚ istiyordu.

Ancak Halîfe-i Kızılayak, bu isteği kabul etmedi. "Bunun icin musluman kanı dokulmesine rĂ‚zı olmayız. Ayrıca bize iyilik edene kotuluk etmeyiz." buyurdu. Bunun uzerine İbrĂ‚him Lakay Belh'e doğru yurudu. Kunduz vilĂ‚yeti civĂ‚rında biraz savaştıktan sonra isteyen kumandanlarını Afganistan'da bırakarak kendisi Rusya'ya gecti.

ZĂ‚hir ŞĂ‚h zamĂ‚nında bir ara Halîfe-i Kızılayak'ın gozleri gormez olmuş ve tedĂ‚vî icin KĂ‚bîl'e gitmişti. Yol boyunca halk onu gruplar hĂ‚linde karşılıyor ve bir kerecik bile olsa, musĂ‚feha edebilmek icin can atıyordu.

KĂ‚bil'e vardıklarında, onu bizzat ZĂ‚hir ŞĂ‚h karşıladı. ZĂ‚hir ŞĂ‚h Halîfe-i Kızılayak'ı gorduğu anda hemen ayağa fırlayarak ellerine sarıldı ve; "Ben sizi daha once de gormuştum." diyerek şunları anlattı: Daha Şah olmamıştım. Babam sağdı. Bir gun av icin Dere-i Acer denilen yere gittim. Heyecanla av peşinde koşarken atımla birlikte oradaki bir kuyuya yuvarlandım. O anda; "Yetiş ya pîr." şeklinde haykırmıştım. Hemen goğsumden kavrayan bir el beni kenĂ‚ra koymuştu. İşte o vakit karşımda sizi gordum. "Korkma yavrum." diye beni sĂ‚kinleştirdikten sonra nereye gittiğinizi anlayamamıştım.

ZĂ‚hir ŞĂ‚h, bundan sonra Halîfe-i Kızılayak'a daha cok hurmet gosterdi ve onu mĂ‚nevî baba kabûl etti. Ayrıca ozel olarak Turkiye'den getirtilen bir doktorun başarılı tedĂ‚visi netîcesinde Halîfe-i Kızılayak'ın gozleri sağlığına kavuştu.

Afganistan'ın siyĂ‚sî istikrĂ‚rı husûsunda pekcok musbet tesirleri gorulen Halîfe-i Kızılayak'ın varlığı muslumanların sulh ve selĂ‚met icerisinde yaşaması husûsunda da buyuk bir nîmetti.

Bolşevik ihtilĂ‚linden sonra Afganistan'a gecen Turk muhĂ‚cirleri ile bĂ‚zı Peştun kabîleleri arasında munĂ‚zaralar ortaya cıkmıştı. HattĂ‚ ufak capta catışmalar da gorulmuştu. Bu hĂ‚diseler devĂ‚m ederken Peştunların kabîle reisi butun adamlarını toplayarak bu durumu goruşmek uzere Kızılayak'a hareket etti.

Bunu duyan Halîfe-i Kızılayak, kırk elli kadar kişiyi silĂ‚hlı olarak yolun iki kenarına yerleştirdi. Adamlarıyla kızgın bir şekilde gelmekte olan han, Kızılayak'a on beş km kadar yaklaştığında urpermeye ve endişeye kapılmaya başladı. Yaklaştıkca ezilip buzuldu ve Ă‚detĂ‚ kuculdu. Han, nihĂ‚yet dergĂ‚h kapısına geldiğinde mecalsiz bir halde edeple iceri girdi. Ozurler beyĂ‚n ederek butun anlaşmazlıklara son vermek uzere huzurdan ayrıldı.

Boylece felĂ‚kete sebeb olabilecek bir mesele kendiliğinden halledilmişti. Daha sonra yakın adamları reise, kendisinde gorulen değişikliği suĂ‚l ettiklerinde; "Yolun iki kenarında bir ordu bekleşiyordu." diye bahsetmiştir.

Halîfe-i Kızılayak, gerek sozleriyle, gerek ameliyle Ehl-i sunnet îtikĂ‚dı ve İslĂ‚m ahkĂ‚mına tam uymuş ve onu yaymak icin uğraşmıştır. Uzun omrunu cihĂ‚dlarla suslemiştir. Kendisine gosterilen saygılara mukĂ‚bil onda kesinlikle bir kibir ve gurur hĂ‚li gorulmezdi. Her hĂ‚liyle cok mutevĂ‚zi idi.

Herkese iyi davranırdı. Kendisine kotu davrananlara karşı da yumuşak ve merhametli idi. Cocuklar dĂ‚hil herkese selĂ‚m verirdi. Kimse kendisinden once ona selĂ‚m veremezdi. Bircok defĂ‚ daha once selĂ‚m vermek niyetiyle huzûruna cıkanlar bunu başaramamış, hep selĂ‚m almak mecbûriyetinde kalmışlardır.

Kimseyi incitmemeye cok dikkat ederdi. "Cocukluğumda sapanla bir serce vurmuştum. Bunu her hatırlayışımda korkudan kalbim titriyor." buyururdu. En kucuk mustahaba bile ehemmiyetle riĂ‚yet ederdi. Hep kıble tarafına donerek otururdu. HelĂ‚l ve temiz yemeye cok dikkat ederdi. Seyyitleri cok sever ve onlara hurmet gosterirdi. Her hareketi Resûlullah'a tam tĂ‚bi olduğunu gosteriyordu.

Şohretin cok zararlı olduğunu soyler, Peygamber efendimizin bu konudaki "Şohret Ă‚fettir." hadîsine istinĂ‚den; "Koşandan yuruyen, yuruyenden duran, durandan oturan, oturandan da yatan daha iyi, daha rahattır." buyururdu.

Afganistan halkını bir hicretin beklediğini ve bunda once davrananların kurtulacağını, sona kalanların ise cok telef olacağını soylerdi. Rusya ile cok sıkı irtibĂ‚t kurulacağına hattĂ‚ iki yurdun bir olacağına işĂ‚ret ederdi. "İslĂ‚mı yaşamak avuc icinde koz (ateş) tutmaktan daha zor olacaktır." buyururdu.

Cocukları cok severdi. BĂ‚zan torunlarını onune alıp, hem sever hem de hıckırarak ağlardı. Oyle ki goz yaşları sakalının ucundan damlardı. Sebebi sorulduğunda da; "Onların doğduklarına seviniyorum, ama gorecekleri gunler icin ağlıyorum." buyururdu.

DunyĂ‚ malına tamah edenlere; "Altın alma, duĂ‚ al. DuĂ‚ altından daha kıymetlidir." buyururdu. Hic kahkaha ile gulmezdi. Kahkaha atanları gorduğunde; "Sıratı gecmeden nasıl gulebiliyorsunuz, şaşıyorum. Musluman sıratı gectikten sonra guler." derdi. Birisi halk arasındaki Ă‚dete dayanarak; "Gece tırnak kesmede mahzur var mıdır?" diye sorunca; "Pislik, gorulduğu anda yok edilir." buyurdu.

Halîfe-i Kızılayak cĂ‚mide vĂ‚z etmezdi. Fakat ikindi namazından sonra akşam namazına kadar Sûfî Allahyar hazretlerinin Farsca manzûm olarak yazdığı bir fıkıh kitabı olan Mesleku'l-Muttakıyn'ı okur ve acıklardı. Kitap, senede iki defĂ‚ bitirilirdi. Boylece herkesin bilmesi gereken fıkıh bilgileri musĂ‚it bir zamanda cemĂ‚ata anlatılmış olurdu. Diğer vakitlerde ise sohbet dergĂ‚hta olurdu. Bu sohbet sırasında daha cok, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin MektûbĂ‚t'ı okunurdu.

Ramazan aylarında dort gecelik bir hatim duzenlenirdi. Bu hatime ulkenin her tarafından binlerce insan gelirdi. Ceşitli yerlerden gelen Ă‚limler burada buluşurlardı. Ayrı ayrı yerlerde toplanırlar, konuşup tartışırlar, sorulara cevap verirlerdi.

Hatim tertîbi şoyle olurdu: İkişer rekat kılınan terĂ‚vih namazında okunacak zamm-ı sûre icin Kur'Ă‚n-ı kerîm baştan îtibĂ‚ren okunmaya başlanırdı. Bu işi hĂ‚fızlardan kurulu bir ekip yapardı. HĂ‚fızlar ve cemĂ‚at tesbihlerden sonra beş on dakika cay icip dinlenirlerdi. Boylece sahur zamĂ‚nına kadar devĂ‚m eden terĂ‚vih namazında birkac cuz okunurdu. NihĂ‚yet dorduncu gecenin sonunda Kur'Ă‚n-ı kerîm hatmedilmiş olurdu. Hatîm, bayram havasında gecerdi.

Gelen Ă‚limler iftar ve sahur yemeklerini hankĂ‚hın avlusundaki sofada Halîfe-i Kızılayak'la birlikte yerlerdi. Buradaki sohbet o kadar tatlı, oylesine bir kudsiyet icinde gecerdi ki, orada bulunanlar kendilerini başka bir Ă‚lemde zannederler, iclerinde ulvî bir zevk ve ozlem kalırdı.

Yine mevlid kandilleri ayrı bir guzellikte ihyĂ‚ edilirdi. O gun de her yerden insanlar akın akın gelirlerdi. Herkes toplandıktan sonra Halîfe-i Kızılayak'ın odasında ve kendisinin oturduğu yerde başının uzerinde yuksekte bir yerde duvara yapışık duran ozel sandukada bulunan Sakal-ı şerîf ile ŞĂ‚h-ı Nakşibend hazretlerine Ă‚it hırka-i şerîf başlar uzerinde getirilirdi. EmĂ‚netler, ozel olarak yapılmış ve baş hizĂ‚sında bulunan mevkiine konulurdu. Ortuler edeple ve salevĂ‚t-ı şerîfe okunarak acılırdı. Sonra belli bir tertîb icerisinde nĂ‚tlar okunur, Kur'Ă‚n-ı kerîm kırĂ‚at edilir ve konuşmalar yapılırdı. En sonunda Hırka-i şerîf oraya gelenlerin arasında dolaştırılır, edep ve ihlĂ‚sla opup koklanırdı. Daha sonra şerbet ikrĂ‚m edilir, duĂ‚ ile meclise son verilirdi. Kandile, vĂ‚li ve kĂ‚dı gibi bĂ‚zı devlet adamları da katılırdı.

Halîfe-i Kızılayak dergĂ‚hında her akşam buyuk kazanlarda yemek pişirilerek halka dağıtılırdı. Fakir Ă‚ileler evlerine buradan yemek gotururlerdi. Ayrıca her Perşembe gunduzleri devĂ‚mlı yemek pişer ve dağıtılırdı. Ağır muhĂ‚ceret şartlarında zayıf duşen Ă‚ileler icin burası bir umid kapısı idi. Ayrıca fakirler her zaman gelerek ceşitli ihtiyaclarını buradan giderirlerdi. Bundan başka her gun pekcok misĂ‚fir ağırlanırdı. Yemek aynı olcude pişmesine rağmen her zaman kĂ‚fi gelirdi.

Halîfe-i Kızılayak, hayĂ‚tının sonlarında felcli olarak uc sene hasta yattı. Sağlığında olduğu gibi, hastalık zamĂ‚nında da hep şukreder ve; "Beterinden koru yĂ‚ Rabbî!" diye yalvarırdı.

Nihayet BuhĂ‚rĂ‚'daki Gogeldaş Medresesini kerĂ‚met ile inşĂ‚ ettiği soylenen buyuk velî hazret-i Îşan'ın torunlarından olan hanımı vefĂ‚t edince, Halîfe-i Kızılayak; "Artık gitme zamĂ‚nımız geldi." buyurdu. Hakîkaten hanımının vefĂ‚tından bir gun sonra kendisi de Hakk'ın rahmetine kavuştu. VefĂ‚tına yakın, Allah ism-i şerîfini devamlı tekrarlamaya başladı. Bu sırada birkac kez bayıldı. Her zaman gizliliği dustûr edinmiş olmasına rağmen, son anlarında kendisini gorulmedik bir muhabbet ve iştiyak hĂ‚li kapladı. Dili kımıldamamasına rağmen goğus kafesinden cıkan Allah lafz-ı şerîfi bitişik odalardan acık şekilde duyuluyordu. NihĂ‚yet 1955 (H.1375) yılı ŞĂ‚ban ayında Hakk'ın rahmetine kavuştu.

VefĂ‚t ettiği gun mevsim yaz olmasına rağmen hava simsiyah bulutlarla kapandı ve gun boyu ince bir yağmur yağdı.

VefĂ‚tı uzerine pekcok insan Kızılayak'a geldi. Araba ve binek hayvanlarına yer bulunmaz oldu. Sokaklar, araba zincirleri ile kilitlendi. CenĂ‚ze namazı safları sokaklara taştı. CenĂ‚ze namazına katılmak icin ağaclara cıkanlar bile goruldu. CenĂ‚ze namazına ZĂ‚hir Şah vekĂ‚leten yardımcılarından birini gonderdi. Namaz, Mevlevî Abdulvudûd'un imĂ‚metinde edĂ‚ edildi. Kabri, Kızılayak'ta cĂ‚mi bitişiğinde ve medresenin avlusundadır. Turbesine kendi isteği ile kubbe yapılmadı, ustu acık bırakıldı. Turbenin ustunde kendisinin gazĂ‚larda yanında taşıdığı bayrak gondere dikilmiş ve ustunde beyaz bir alem dalgalanmaktadır.

VefĂ‚tından sonra ikinci oğlu SirĂ‚cuddîn'e MevlĂ‚nĂ‚ Seyyid Âbid tarafından icĂ‚zet verilmiş, ancak bu oğulları cok gecmeden zehirlenerek şehîd edilmiştir. Onun kabri de babasının kabri yanındadır. Daha sonra buyuk mahdumları Hamid, icĂ‚zet almışsa da birkac sene sonra o da vefĂ‚t etmiştir. Son olarak Siracuddîn'in oğlu Nûreddîn'e BuhĂ‚ra'da Halîfe-i Kızılayak'la berĂ‚ber medresede okuyan ve yine Halîfe-i Kızılayak'ın emri ile Belh'e yerleşen MevlĂ‚nĂ‚ Berat tarafından icĂ‚zet verilmiştir.

Bundan sonra medrese yine eski guzelliğine kavuşmaya ve Ă‚limlerin uğrak yeri olmaya başlamıştı. Ayrıca bu zamanda cĂ‚mi ve medrese CuzcĂ‚n vĂ‚lisi Dr. Muhammed Sıddîk ve sonraki vĂ‚li M.Kerîm Furûten'in katkılarıyla yeniden tesis edilmiştir. Yine eskisi gibi hatim ve merĂ‚simler tertiblenmeye başlanmıştı. Fakat, DĂ‚vûd ihtilĂ‚li ile bunlara son verildi. NihĂ‚yet 1978'de Afganistan, komunist ihtilĂ‚lle calkalandı. Bir sene sonraHalîfe Nûreddîn de komunist yoneticiler tarafından şehîd edildi.

Halîfe-i Kızılayak'ın Turkce ve Farsca olarak bastırdığı Farz-ı Ayn adında bir risĂ‚lesi vardır. RisĂ‚le herkesin bilmesi gereken îtikĂ‚t bilgileri ile bĂ‚zı zarûrî vecîbeleri ihtivĂ‚ etmektedir.

Halîfe-i Kızılayak hazretlerinin sağlığında da, vefĂ‚tından sonra da pekcok kerĂ‚metleri gorulmuş olup bunlardan birkacı şu şekildedir:

Halîfe-i Kızılayak doğduğu vakit etrĂ‚fa guzel bir koku yayılmıştı. Bunu ilk farkeden komşuları; "Yeni cocuk doğmuş evden bez kokusu gelmesi gerekirken, nedense cicek kokusu geliyor." diye soylenirlerdi.

Afganistan'a hicret etmelerinden once bu hususta işĂ‚ret sayılabilecek bir kerĂ‚met zĂ‚hir olmuştu. Halîfe-i Kızılayak'ın hucresinin yanında bulunan yeşil bir ağacın, govdesindeki bir gozden on-on beş dakika gibi kısa aralıklarla su akmıştı. Cok tatlı olan bu sudan her akışında bir ibrik doldurulabiliyordu. Bunu gorenler ağaca "ağlayan dut" demişlerdi.

Talebelerinden biri icilmesi uygun olmayan maraşotuna (nas) muptelĂ‚ olmuştu. Bu talebe bir gun memleketinden Kızılayak'a geldi. DergĂ‚ha gelirken de "nas" bulunan kutusunu kimsenin goremeyeceği bir yere gizlice gomdu. Evine doneceği vakit diğer talebelerle birlikte kendisini yolcu eden Halîfe-i Kızılayak bu şahsa donerek; "Bıraktığınız yoldaşınızı unutmayın." diyerek tembihledi. Hocasının bu sozunden cok utanan talebe, tovbe etti ve bir daha o ottan icmedi.

Bir gun dergĂ‚hın avlusunda bulunan kuyu temizlenmekteydi. Fakat kuyuya giren şahıs dibe vardığında kuyu catırdayarak, orta yerinden taşlar harekete başladı. Yukarıdakiler, Halîfe-i Kızılayak'ın rûhĂ‚niyetini hatırlayarak kuyuya inen şahsa; "Ne yaptıysan tovbe et." diye bağırdılar. Onun tovbe etmesinden sonra kuyunun taşları geriledi ve catırdama durdu. Sonra onun boy abdesti almadan kuyuya girdiği anlaşıldı. Kuyunun ortası, hĂ‚lĂ‚ hafifce iceri girmiş vaziyettedir.

Seyyid bir zĂ‚t şoyle anlattı: "Bir gun Halîfe-i Kızılayak'ın turbesinde oturuyordum. Bir ara turbe şiddetli bir şekilde sallandı. Kabir sanki birden acılıp kapandı. Bu hĂ‚diseden cok muteessir olmuştum. Gucum kuvvetim kesilmiş olarak bir muddet oturduktan sonra dışarı cıktım. Hep bu hĂ‚diseyi duşunuyordum. Fakat bu hĂ‚lim uzun surmedi. Cunku Halîfe-i Kızılayak'ın Belh tarafına seyĂ‚hate cıkan oğlu SirĂ‚cuddîn o gun zehir verilerek şehîd edilmiş ve o gunun akşamı nĂ‚şı Kızılayak'a getirilmişti."

Hırsızın biri Halîfe-i Kızılayak'ın carşıdaki dukkanına girmişti. EşyĂ‚ları topladıktan sonra tam pencereden dışarı cıkmaya calışırken, pencere birden daralmaya başladı ve hırsız sıkışıp kaldı. Cok uğraşmasına rağmen bir turlu kurtulamadı. NihĂ‚yet Halîfe-i Kızılayak'ın ismini anarak yalvardı. O anda pencere genişledi ve acıldı. Hırsız malları bırakarak cıktı ve hemen o sabah huzûra geldi ve yaptığını îtirĂ‚f ederek pişmanlığını bildirdi, şeyhin talebelerinden oldu.

1978 yılında komunistler Afganistan'da ihtilĂ‚l yapmış, buna karşı cihĂ‚dın alevlenmesi netîcesinde Rusları cağırmışlardı. Fakat catışmalar hızlanarak devĂ‚m etmişti. İşte bu savaşlar sırasında Kızılayak'ın bĂ‚zı yerleri komunist devlet askerleri tarafından bombalanmıştı. Bir keresinde iki zırhlı helikopter Halîfe-i Kızılayak'ın hucre ve hĂ‚negĂ‚hının avlusuna birkac roket fırlattıktan sonra cĂ‚mi bitişiğinde ve medresenin icinde bulunan havuza bir bomba attılar. Bu bombadan cĂ‚mi bir hayli hasar gordu. Helikopterler bundan sonra da cĂ‚minin diğer tarafındaki Halîfe-i Kızılayak'ın turbesine yoneldiler. Fakat turbeye tam yaklaştıkları an helikopterlerin biri bir anda alevler icinde kaldı ve koyun hemen dışına kadar gittikten sonra yere cakıldı. Helikopterin icindekiler zor kurtarıldılar. Halbuki orada ne ucaksavar ne de mucĂ‚hid birlikleri vardı. O zaman birkac asker hĂ‚negĂ‚ha gelerek hucrede bulunan bĂ‚zı kıymetli kitapları almışlar ve yerine komunizm muhtevĂ‚lı kitaplar bırakıp gitmişlerdi. Ayrıca daha once Ruslara karşı kullanılan ve orada durmakta olan birkac eski silĂ‚hı da goturmuşlerdi.

Bu olayın uzerinden cok zaman gecmemişti ki, hĂ‚negĂ‚ha girenler bir bir delirdiler. Durmadan kendi ellerini ayaklarını dişliyorlardı. Hic bir şekilde de tedĂ‚vî edilemediler. NihĂ‚yet durumu anlayan bĂ‚zıları tarafından bu kişiler Halîfe-i Kızılayak'ın dergĂ‚hına getirildiler. Goturulen silĂ‚hlar yerlerine bırakıldı. Boylece tovbe ettikten sonra deliler iyileşebildi.

Diğer taraftan komunistler helikopterlerin ucaksavarla vurulduğunu iddiĂ‚ etmelerine rağmen, pilotlar bunu reddetmiş ve şoyle anlatmışlardır: "Tam turbeyi vurmak uzereydik. Turbe kapısından uzun boylu nohudî elbiseli sarıklı biri cıktı. Avucunun ici ateş doluydu. Elindeki ateşi bize doğru fırlattı. Helikoptere gelen ateş bir anda her tarafımızı kaplayıverdi."

BU YOLDA EDEB GEREK

Bir gun zengin biri, kendisiyle ilgili bir anlaşmazlıktan dolayı, diğer şahıslarla birlikte Halîfe-i Kızılayak'ın huzûruna cıktı. Fakat o, huzurda da edepsiz hareketlerde bulunarak taşkınlık yapmaya devĂ‚m etti. Cıkacakları sıra yanındakiler boyle gitmemesini ve Halîfe-i Kızılayak'ın duĂ‚sını alarak cıkmasını kendisine soyledilerse de, gururundan bunu kabûl etmedi ve oylece cıkmak uzere ayağa kalktı. Halîfe-i Kızılayak tam o sırada başını kaldırarak ona bir nazar etti. O andan îtibĂ‚ren zengin kişinin hĂ‚li kotuleşmeye başladı. Evine gittiğinde yakınları doktor getirmek istedilerse de artık buna gerek olmadığını soyleyerek; "DergĂ‚hın kapısından cıkarken Halîfe-i Kızılayak'ın bana baktığı anda icimden bir şeylerin gectiğini hissettim. Artık son hazırlıkları yapın." dedi. Hakîkaten cok gecmeden vefĂ‚t etti.

KUSURUNU AFFET

Bir gun Halîfe-i Kızılayak, birkac talebesiyle birlikte bir mezarlığın yanından geciyordu. Bir ara yeni gomulmuş bir mezarın başında durdu. Sonra mezarın kime Ă‚it olduğunu sorup oğrendi ve mezar sĂ‚hibinin evine gitmek istediğini soyledi. Mezar bir gun once gomulmuş bir gence Ă‚itti. Hep birlikte gencin evine gittiler. Gencin babası cıkıp onları karşıladı. Halîfe-i Kızılayak ondan, olen oğlunun yerine kendisini evlat kabûl etmesini istedi. Herkes bu istek karşısında şaşırmış durumdaydı. Halîfe-i Kızılayak; "Eğer istediğimi kabûl ettiysen beni istediğin gibi azarla, hattĂ‚ dov. Fakat dun olen oğlunun kusurunu affet. Cunku onun azaptan kurtulması buna bağlıdır." dedi. Bunu duyan baba oğlunu affetti ve gonlu hoş bir şekilde onları uğurladı.
__________________