Gumuşhaneli Ahmed ZiyÂeddin Hocamız, nisbestinden de belli olduğu gibi, Gumuşhane'dendir kendisi... Kucuk yaşta İstanbul'a gelmiş, tahsil-i ulûm eylemiş. Kendisini, Halid-i Bağdadi Efendimiz'in halifelerinden bir zat mÂnevî işaret uzerine İstanbul'a gelip irşad eylemiş. Ondan sonra Nakşi Tarikatı'nın oğrenimi ve oğretimi ile meşgul olmuş.

Amma, guzel olan taraf, yÂni benim şahsen belki boyle buyukleri olcmeğe hakkım ve haddim de olmaz ama, hayran olduğum taraf şu ki, bir cok kitapları var... Umumiyetle hadis ilmi uzerinde yazılmış eserleri var... YÂni bu eserlerini daha ziyade hadis uzerinde yazmış. Fıkıh uzerinde ve daha başka konularda da var. Boylece bu eserleriyle, son asrın en buyuk muhaddislerinden olmuş. HÂtimetul Muhaddisîn diye lakab kazananlardan birisi olmuş. Bunu bir Arap soyluyor. YÂni yazmış olduğu bir eserin başında, muhaddislerin hayatlarını yazarken, bizim hocamız, şeyhimiz Ahmed ZiyÂeddin-i Gumuşhanevî Hazretleri'ni de boyle bahis konusu etmiş.

GumuşhÂneli Hocamız da, -Allah bizleri buyuklerimizin şefaatlerine nail eylesin, yolundan ayırmasın- bize tarikat terbiyesi olmak uzere, bu RÂmûzul Ehadîs secme hadis mecmuasını hazırlamış, secmiş. Kendisi hadis alimi olmak dolayısıyla, ceşitli esrarlı şeyleri de bilmemiz icin bazı zayıf hadisleri de koymuş.

Bazıları hucum ediyorlar: "-RÂmûzul Ehàdîs'te zayıf hadisler var!" diyorlar.

Hocamız hadis alimi, biliyor ama, bizim mÂnevî bir takım esrara da Âşin olmamız icin işaretler var; bir takım rumuzlu, esrarlı şeyler var; bilelim diye onları da koymuş ve arkasından da yazmış olduğu şerhte, izahını zaten kendisi vermiş.

"Baştan sona bu hadis koleksiyonunu muntazam bir şekilde okursanız, okursa benim dervişlerim; şoyle şeriate bağlı bir derviş olur, bayağı bir hakikatli alim olur." diye bildirmiş. Allahu TeÂl Hazretleri bizi Peygamber Efendimiz'in yolunda daim eylesin...

Bir mujdeyi cok heves ederek dÂima, yÂni ona ereyim diye iki mujdeyi peşinde boyle yana yakıla Rabbimden istiyorum. Allah sizlere de, bizlere de nasib eylesin: "Ummetin fesada uğradığı zamanda, Peygamber Efendimiz'in sunnet-i seniyyesine sarılanlara yuz şehid sevabı verilecek!" diye bir hadis-i şerif var... Allah-u TeÂl Hazretleri kadirdir. Gercekten de zor. (1)

* * *

Gumuşhaneli Hocamız, Camiu’l-Usul isimli tarikat kitabımızda diyor ki: "Butun tarikatları inceledim. Butun tarikatlarda muşterek olan esas hizmet'tir." Yani, her tarikatın kendine gore ince farkları vardır ama, butun tarikatlarda ortak olan, muşterek olan nedir? Hizmet'tir. Yani, derviş hizmet edecek! Sevap kazanmak icin, Allah'ın rızasını kazanmak icin!

Yol, hizmet yoludur. Hizmet edeceksin kurda, kuşa, leyleğe, kediye, kuzuya, kopeğe, insana, insan-ı kamile. Her şeye hizmet edeceksin! Hizmet ederse, izzet bulur insan.

Onun icin hizmet edeceğiz. Faydalı olmanın yolunu arayacağız. Ceşme mi yapabiliriz? Kopru mu yapabiliriz? Camuru mu yok edebiliriz? Yemek mi yedirebiliriz? Hastaya mı yardım edebiliriz? Yetime, yoksula, dula mı bakabiliriz? Etrafımızı boyle projektor gibi tarayacağız. Hizmet edeceğimiz yeri arayacağız, hizmet etmeye calışacağız. Neden? Hizmet eden izzet buluyor, Allah'ın rızası oyle kazanılıyor; onun icin... (2)

* * *

Bizim Gumuşhaneli Hocamız ne yapmıştır Nakşibendiliğin Halidiyye kolunda? Tabii onlar bir şey yapmak iddiasıyla ortaya cıkmıyorlar, ustadlarını aynen takib etmek arzusuyla hareket ediyorlar. Ama kendiliğinden ortaya cıkan bir enterasan durum var. O enterasan durum şudur ki, tasavvufî bir camiada, o ustadımız -cennet mekÂn, rahmetullahi aleyh- bir hadis kolleksiyonunu ders kitabı olarak ortaya koymuştur. Bu, tasavvuf tarihinde cok muhim ve onemli bir hadisedir. Ve Gumuşhaneli Hocamız buyurmuştur ki:

"-Bizim şu hadis kolleksiyonumuzu dikkatle okursanız, kısa zamanda muhakkik bir alim olursunuz!"

Aynı sozu başka kimselerden bazı kimseler hatırlayacaktır. MeselÂ, Said-i Nursî merhum diyor ki: "RisÂle-i Nurları okursanız, kısa zamanda bir muhakkik alim olursunuz."

RisÂle-i Nur okumakla hadis-i şerif okumak arasında muazzam fark vardır muhterem kardeşlerim!..

Bizim yolumuzun, muslumanın yolunun şeriatin cizgisinden kaymaması icin emniyet, hadis-i şeriftedir. Hadis-i şerife sarılmadığınız zaman, şeriatin cizgisinde devam edemezsiniz, kayarsınız. Cunku şeriatin cizgisi kıl kadar incedir, kılıc kadar keskindir. Ona ancak hadis-i şerife sarılarak, hadis-i şerif yolunda yuruyerek, takv yolunu yol edinerek, ihlÂs ile hareket ederek ulaşabilirsiniz.

Onun icin bizim yolumuz -Allah'a hamd u senÂlar olsun ki, bize bu yolu nasib etmiş MevlÂmız- butun yollardan daha ileridir. Bunu şahsî bir ovunc veya bir reklam ve bir propaganda sozu olarak soylemiyorum; Allah'a hamd u senÂlar olsun diye, bir tahdis-i nîmet sadedinde soyluyorum.

Biz tasavvufa karşı, dine karşı, millî kulturumuze karşı, tarihimize karşı, her turlu ileri geri, abuk sabuk, duşmanca sozlerin soylendiği bir ortamda yaşadık. Her turlu zehirli şerbeti bize sundular. Biz o şerbetlerin tadlarını tattık ama, yutmadık. Dilimiz o tadları biliyor. Biz butun bu ceşitli yollar arasında bu yolu benimsemişsek, elhamdu lillÂh bu buyuk bir nimettir. (3)

* * *

Şimdi bizim buyuk hocamız Gumuşhanevî Ahmed ZiyÂuddin Efendi Hazretleri; Nakşî, Kadirî, Suhreverdî, Kubrevî, Ceştî tarikatini bunyesinde toplamış Halidiyye kolunun meşhur bir şahsiyeti. Batılıların ve Arapların yazdığı kaynak kitaplarda da ismi olan şahıs. Tekkeye ders kitabı olarak bir hadis kolleksiyonu hazırlamış; RÂmûz el-EhÂdîs isimli, onu koymuş. Diyor ki:

"Bu hadis kitabını okuyun!.. Bunu okuduğunuz, hazmettiğiniz zaman iyi bir musluman olursunuz; bayağı da bir alim olursunuz."

YÂni, tasavvuf ama nereye dayalı?.. Hadis-i şerife dayalı... Nereye dayalı?.. Kur'an-ı Kerim'e dayalı... Boyle olunca tasavvuf, ana cizgide, cadde-i kubrÂda yurumuş olur. Yanlış yollara, cıkmaz sokaklara sapmamış olur. Patikalara, camurlu yerlere girmemiş olur. İlk safiyetini, ilk cıkış zamanındaki guzelliğini korumuş olur. (4)

* * *

Gumuşhaneli Hocamız hadis alimi, ciddî alim... Gece uyku uyumazmış. DÂim ilimle, irfanla, irşadla meşgul olurmuş. Kitap yazmış, tasavvuf konulu... Ne diyor?.. "En yuksek makam, aşk makamıdır." diyor.

Nereden geliyor bu benzerlik?.. Cunku, Ahmed-i Yesevî AbdulhÂlik-ı GucdevÂnî Hazretleri'nden, Nakşî Tarikatı'nın HÂcegÂniyye kokunden feyz almış. Hacı BektÂş-ı Velî de, Ahmed-i Yesevî'den feyz almış. Bizim Gumuşhaneli Hocamız da, yine Nakşibendî Tarikatı'nın İmÂm-ı RabbÂnî kolundan, Muceddidiyye kolundan feyz alarak aynı noktaya cıkıyor. (5)

* * *

Gumuşhaneli Ahmed ZiyÂeddin Efendimiz, şu bizim hadislerini okuduğumuz zÂt, RÂmûzul EhÂdîs'i tertib eden şahıs... Onun bir menkıbesi.

Yeni ekspres yola cıktık İstanbul'dan, "Otomobilimizin benzini az, ilk benzinciye uğrayalım!" dedi arkadaşlar. İlk benzinciye uğradık. Benzinci tanıdık, musluman bir insan...

"-YÂhu, biz seni cok seviyoruz, sen kimsin, nerelisin? Hatırlat bir daha..." dedi:

"-Ben Maraşlıyım."

"-E, seni cok seviyoruz, neden?.."

"-Cunku, ben de Nakşî Tarikatındanım." dedi.

Biz Nakşî'yiz ya, kardeşlik damarı cekiyor yÂni...

"-E, nasıl Nakşî oldun?"

"-Hocam, bizim aslımız seyyid, Peygamber Efendimiz'in soyundanız biz... Benim Dedem Muhammed Vehbi Medine'de iken, -Arap yÂni, seyyid, Peygamber Efendimiz'in soyundan- ruya gormuş. Ruyasında bir şahıs demiş ki:

"-Ben filÂncayım, İstanbul'a benim yanıma gel!" demiş.

O da:

"-Baş ustune..." demiş.

Uyanmış ruyadan, ertesi gun hazırlığını yapmış yola cıkmış. İstanbula gelmiş. Medine'den İstanbul'a geliyor bir ruya uzerine... İnmiş vasıtadan; nereye gidecek, kimi bulacak bilmiyor. Eminonu'nde giderken, omuzuna birisi vurmuş. O tarafa donmuş.

"-Sen Medine'den Muhammed Vehbi misin?.."

"-Evet..." demiş, şaşırmış.

"-Duş peşime, takıl peşime!.." demiş.

O onde, bu arkada gitmişler. Nereye?.. Şimdiki vilÂyet binasının olduğu yerin karşısındaki bir binaya... Bir şahsın karşısına cıkartmışlar bunu,

"-Op bakalım elini!" demişler.

Bakmış, ruyada "Gel bakalım İstanbula!.." diyen şahıs, yÂni Gumuşhaneli Ahmed ZiyÂeddin Efendimiz Hazretleri... Medine'deyken cağırmış ruyada, o da kalkmış, gelmiş.

"-Gir bakalım halvete!" demiş.

YÂni erbaîne, kırk gunluk eğitime girmiş. Ondan sonra icÂzet almış. Sonra Gumuşhaneli Hazretleri, onu Maraş'a irşada gondermiş. Bu bizimle konuşan şahıs onun torunu, sevmemiz ondan; muhabbet, bağlılık ordan geliyor. (6)

* * *

Eskiden murşidler, bir muride ders vermeden onun kabiliyetlerine ve sÂiresine bakarlarmış; olmazsa, başka dergÂha gonderirlermiş. Bizim Hocamız'dan gorduğumuz, merhametinin cokluğundan, herkesi kabul etmekti. Ama GumuşhÂneli Hocamız'dan gorulen; benim dedem GumuşhÂneli Hocamız'a amcamla beraber gelmiş, dedeme vermiş, amcama vermemiş. Aynı koyden iki kardeş geliyor, birisine veriyor, birisine vermiyor. Boyle şeyler olabilir. (7)

* * *

Buyuk dedem Molla Abdullah, oğlu dedem Molla Mehmed'i diğer iki kardeşiyle beraber İstanbul'a getirmiş ve Fatih medreselerine yerleştirmiş ve herhalde o zamanlarda Gumuşhanevî Hazretleri'ne intisab eylemiş. Gumuşhanevî Hazretleri o buyuk dedemi cok severmiş, hatt bir kere "Sen benim oğlum ol!" diye teklif ve iltifat eylemiş. (8)

* * *

Cevşen, bir ceşit duadır. Cevşen-i Kebir denilen dua, bizim Gumuşhaneli Hocamız'ın Mecmuatul-AhzÂb'ında vardır. Said-i Nursî rahmetli, cok sevmiş bu duayı ve ordan almıştır. RisÂle-i Nur talebesi kardeşlerimiz okurlar. Guzel bir duadır. (9)

* * *

Gumuşhaneli Hocamız, sacları dokulse aldırmazmış da, sakalından bir kıl dokulse toplarmış. Onu muhafaza eder ve gomermiş. Neden?.. "Sakalı ibadet diye bıraktım. İbadetten olan bir şeyin ayaklar altında kalmasına razı olmam!" dermiş. İnceliğe bak!.. Sacı insan ibadet diye uzatmıyor, normal olarak uzayabiliyor. Ama sakal ibadet olarak bırakıldığından, kılı yere duştuğu zaman alırmış. Buyuk insanların inceliklerine bak!.. (10)

* * *

RÂmûzul EhÂdîs'i yazan Gumuşhaneli Hocamız da, bazı hadisler icin: "Bu hadis takibata uğramıştır hadis alimleri tarafından..." diye belirtmiştir. Bazı tabirler var, hadis alimlerinin "LÂ şey', mevdu' vs." dedikleri şeyler var... Onları almış GumuşhÂneli Hocamız... GumuşhÂneli Hocamız mevzu hadisi bilmez bir insan değil...

Ama şundan kaynaklanıyor... Mekke-i Mukerreme'de bir alimle konuşmuştum. Cok zarif bir insan, buyuk bir alim, Peygamber Efendimiz'in de sulÂlesinden... Ben boyle biraz actım da meseleyi; kısaca dedi ki:

"-Mutasavvıflar husn-u zanla bakmış rivayetlere, hadis alimleri de kaşlarını catarak, keskin nazarla bakmışlar. Biraz boyle sert davranmışlar." dedi.

Mesele biraz ordan kaynaklanıyor. Bir de Hocamız, bir mevzu hadisi yazsa bile, "Bu hadis mevzudur." diyor arkasından... Altında da o mÂnÂyı te'yid eden birkac hadis-i şerif getirerek: "Bak buna bazı alimler mevzu demiş ama, esas itibariyle bunun bir mÂnÂsı vardır; o mÂnÂyı bilmenizi istiyorum!" demiş oluyor. Bir murşid olarak, o konunun bilinmesini istiyor.

Biliyorsunuz, mevzu hadis bile olsa, soz guzel olabilir, tatlı olabilir. Onun icin Suyûtî mevzu hadislerle ilgili kitabına: "El-LeÂlî el-Mesnûat: Yapma İnciler" diyor.

Neyse, o kardeşimiz tenkid etmiş. Hadis alimleri biraz boyle fazla sert oluyorlar, tenkid ediyorlar. Etsin ama, tenkidin de ilmî ÂdÂbı vardır. Ulemanın ihtilÂfı vardır. Cağların değişmesi ile, yeni gelen insanların oğrendiği bazı bilgiler dolayısıyla, eskileri tenkidi vardır. Cok samîmî bir İslÂm alimi GazÂlî'nin bazı fikirlerine katılmayabilir. Cok samîmî bir zÂt, Muhiddîn ibn-i Arabî Hazretleri'ne iştirak etmeyebilir. İmÂm-ı RabbÂnî şu kanÂattedir de Muhiddîn ibn-i Arabî Hazretleri şu kanÂattedir... vs. Bu ayrı mesele, bunlar olabilir.

Ama ben tekkemizde ders kitabının bir hadis kitabı olmasını cok buyuk bir şey olarak goruyorum, cok guzel bir işaret olarak goruyorum. Kardeşlerime soylerken, "RiyÂzus-Salihîn'i okuyun, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın neşrettiği sahih bir hadis kitabıdır. toplantılarınızda onları okuyun!" diye soyluyorum. (11)

* * *

HÂlid-i BağdÂdî Hazretleri'nin halifelerinden, Trablusşam muftusu olan Ahmed ibn-i Suleyman el-ArvÂdî Hazretleri, tek bir şahıs icin, GumuşhÂnevî Ahmed ZiyÂeddin Efendimiz icin İstanbul'a gelmiş, kendisini bulmuş ve "Sırf seni irşad etmek icin buraya vazifeli olarak gelmiş bulunuyorum!" diye onu halvete alıp, tasavvufun ÂdÂbını, erkÂnını, ahlÂkını, esrÂrını oğretmiş.

Boylece Hindistan'dan bizzat HÂlid-i BağdÂdî Hazretleri'nin gidip, Nakşî Tarikatı'nı kaynağından, Muceddidiye şûbesinden, yÂni Ahmed el-FÂrûkî es-Serhindî'nin mensub olduğu Muceddiye şûbesinden cok mukemmel bir tarzda, hocası Abdullah-i Dehlevî Hazretleri'nin tam rızasını alarak Bağdat'a getirdikten ve yerleştirdikten sonra ve butun Ortadoğu'ya yaydıktan sonra, boylece GumuşhÂneli Hazretleri'yle İstanbul'a gecmiş oluyor Nakşî Tarikatı...

Bendeniz dort sene once Guneydoğu Anadolu'da gezdim. Urfa, Mardin, Diyarbakır, Batman, Bitlis, Siirt, Tatvan gibi yerleri gezdim. Cok net olarak hatırıma geldi ve soyledim, hÂl cok kesin olarak, net olarak aynı kanaatteyim: Guneydoğu Anadolu'nun ismi bence Nakşibendistan olsa, Nakşibendiler diyarı olsa revÂ... Cunku her tepede bana bir Nakşî şeyhinin turbesini gosterdiler. Her yerde Nakşî-HÂlidî şubesinin mensuplarını gordum.

Allah makamını Âl eylesin, HÂlid-i BağdÂdî Efendimiz bizzat kendisi Urfa'ya da gelmiş. Hatt torunu Urfa Ulu Camisi'nin kabristanında, hazîresinde medfundur. Torunu orda vefat etmiş. O diyarları bizzat gezmiş. Halifeleri vasıtasıyla tarikatı oralara yaymış ve mukemmel bir şekilde yerleştirdikten sonra, İstanbul'a boylece aşılanmış oluyor Nakşî Tarikatı...

Nakşî Tarikatı'na Anadolu 15. Yuzyıl'dan, Molla İlÂhî'den beri bilir. Fakat bu yeni bir şevk getirmiştir.

Gumuşhaneli Ahmed ZiyÂuddin Efendi Hazretleri, 1311 hicrî [1893 milÂdî] yılında vefat eden bir buyuk muhaddistir. Terceme-i hal kitaplarına, biyografi kitaplarına buyuk bir fakih ve muhaddis olarak gecmiştir. Ulûm-u şer'iyyede cok sağlam bilgilere sahip bir kimse... Tabii, tarikatın, tasavvufun şeriata tam, sağlam bir şekilde bağlı insanlar tarafından oğrenilmesi ve oğretilmesi son derece onemli bir olaydır.

İşte o koldan GumuşhÂnevî Hazretleri calışmasına devam etmiştir ve 114 kadar halife yetiştirmiştir kendisi... Uc sene de Mısır'da kalmıştır. Halifelerini Anadolu'nun her yerine, Kafkasya'ya, Mısır'a ve Ortadoğu'ya yaymıştır. Boylece onun calışmalarıyla, Nakşî Tarikatı son derece buyuk bir gelişme gostermiştir. Harblerde Devlet-i Aliyye'nin korunmasında, bu sufi alimlerin cihada da iştirakleriyle cok buyuk hizmetler meydana gelmiştir.

Ahmed ZiyÂuddin Efendi Hazretleri'nden sonra GumuşhÂnevî kolu devam etmiştir. Hocamız Mehmed ZÂhid Kotku Hazretleri, onlardan Omer ZiyÂeddin ed-DağistÂnî Hazretleri'nden, İstanbul'da asker iken tarikata girip el almıştır.

Sanıyorum Omer ZiyÂeddin Hazretleri'ni de bu konularla ilgilenen herkes tanıyabilir. Cunku, kendisi hem Kur'an-ı Kerim hafızı, hem de BuhÂrî-yi Şerif hafızı idi. BuhÂrî-yi Şerif'i ezbere bilen mustesn insanlardandır. Altı saatte Kur'an-ı Kerim'i başından sonuna hatmettiği rivayet edilir. (12)

* * *

Gumuşhaneli Hocamız diyor ki: "Bizi seven, bizim kitaplarımızı okuyan bizdendir." Bu bir gonul bağıdır, esas itibariyle boyledir. Fakat aynı zamanda, Peygamber Efendimiz'e bağlılık gibi bir bağlılık olduğu icin, biraz daha yakın bir tanışma halinde olması temenni edilir. Gelemiyorsa, birisiyle haber gonderir; vekÂleten konuşur, ders veririz. Boylece ozel olarak, belirli olarak irtibat kurmak faydalıdır. (13)

* * *

Suleymaniye'de, cennetmekÂn Kanûnî Sultan Suleyman'ın turbesinin yakınında Hocamız'ın kabri... Turbesinin girişinde, sol tarafta GumuşhÂneli Ahmed ZiyÂeddin Efendimiz'in muhterem valide hanımla beraber kabirleri var. Oradan biraz daha ileri gidince de sıra sıra Gumuşhaneli DergÂhı'nın şeyhlerinin kabirleri var. (14)

* * *

Tarihî cevreyi korumak, mefÂhirimizi korumak... Ne yaptık meselÂ, gittik GumuşhÂne'de bir GumuşhÂneli toplantısı yaptık, iki gun surdu. Vali geldi, belediye başkanı geldi, profesorler geldi, herkes geldi. GumuşhÂneliler dediler ki:

"-YÂhu, bizim boyle dunyanın tanıdığı, dunya capında yetiştirilmiş bir alimimiz varmış da, sizden oğrendik; Allah sizden razı olsun!" dediler.

Bilmiyorlar GumuşhÂneli Ahmed ZiyÂuddin Efendimiz'i... Padişahlar elini opmuş, hurmet etmiş. Mısır'da talebeleri var, Endonezya'da talebesi var... Herkes tanıyor, seviyor, biliyor, hurmet ediyor. Bizimki bilmiyor, Gumuşhaneli bilmiyor. "Ben GumuşhÂne'denim, GumuşhÂneli Ahmed ZiyÂuddin Efendi gibi insanlar yetişmiş yerdenim!" demesi lÂzım. Bilmiyor, bir şeyden haberi yok. (15)
__________________