İslam guneşinin ilk doğduğu yıllardı… Bu nur bazılarının gozunu kamaştırıyor, bazılarını da kendisine cezbediyordu. İslam nurunun etrafında hÂlelenen yıldız*lar gunden gune artıyordu, dunya ve ahiret bahtiyarlığına koşuyorlardı.
İlk Muslumanların safına girecek olan Ammar bin YÂsir bir gun Erkam’ın evinin onunde Suheyb bin Sinan’ı gordu. “Burada ne arıyorsun, ey Suheyb?” dedi. Suheyb de Ammar’a, “Sen nicin geldin buraya?” diye sorunca, Ammar, “Ben Muhammed’in huzuruna girip sohbetini dinlemek istiyorum.” dedi. Su*heyb de “Ben de bunun icin gelmiştim.” O anda aynı fikirde birleşen Ammar ile Suheyb, Peygamberimizin huzuruna girdiler.
Saatlerce Peygamberimizin nurlu sohbetini dinleyen bu iki bahtiyar, karanlık basıncaya kadar orada kaldılar. Peygamberimizin teklifi uzerine hemencecik ısındıkları İslam safına girdiler.
Kendilerinde bir hafiflik hissediyorlardı. Sevincten ucuyorlardı. Ama cileli, zahmetli bir davete icabetle, işkence ve ıstırabı baştan kabul etmişlerdi. Cunku Suheyb, İslam’a girdiğinde Muslumanların sayısı 30’u henuz gecmişti.[1]İlk saffı teşkil ediyorlardı. Bunun icin muşriklerin hedefi olmuşlardı.
Hz. Suheyb, Hz. Abdullah bin Cud’Ân’ın azatlı kolesiydi. Bunun icin yalnız*dı, guclu bir kabilesi ve cevresi yoktu. Muslumanları yıldırmak ise muşriklerin tek vazifesiydi. Hele bir de sahipsiz birinin İslam’a girişini duyunca, zulum da*marları daha da kabarıyordu.
İşte Suheyb bin Sinan da, İslam davası uğrunda muşriklerin zulmune uğrayan Muslumanlardan birisiydi. Hz. Ammar ile Suheyb’e eşi gorulmemiş zulumler tatbik ediyorlardı. Cıplak olarak zırh giydirip cehennemî guneşin kavurucu azabına terk ediyorlardı.
Bir defasında Mekke carşısında Suheyb, Ammar ve Habbab birlikte giderler*ken muşriklerle karşılaştılar. İman kalesinin bu yuksek burclarını bir arada go*ren muşrikler, “İşte Muhammed’in beraber olduğu kişiler!” diyerek ağıza alın*madık hakaretler yaptılar. Cunku onları yıldırmak icin ellerindeki butun işken*ce usullerini kullanıyorlardı. Ancak onlar muşriklerin karşısında susmadılar. Suheyb şoyle haykırdı:
“Evet, biz Allah’ın Peygamberi Muhammed’le beraberiz. Onunla oturup kal*kı*yo*ruz. Biz Allah’ın Peygamberine iman ettik, siz inanmadınız. Biz onu tasdik ettik, siz yalanladınız. Unutmayın! Biz Musluman olduğumuz icin değersiz de*ğiliz, siz de muşrik olduğunuz icin asla ustun değilsiniz.”
Hz. Suheyb’in bu kahramanca cevabına tahammul edemeyen muşrikler, “Al*lah’ın ara*mızdan nimet ve rahmetine erdirdiği kimseler bunlar ha!”[2]diyerek Su*heyb’in uzeri*ne saldırdılar. Hırslarını, kinlerini onu doverek alıyorlardı. Konuş*masına fırsat vermiyorlardı. Suheyb’i oyle dovmuşlerdi ki, zavallı ne soylediği*ni bilemez hÂle gelmişti…[3]
Ama Suheyb butun bu işkencelere mukavemet ediyordu. Yapılan eziyetler onun icin hak yolda sebat icin bir teşvik kamcısı oluyordu. İmanı kat kat artıyor*du. Usanmak bıkmak bilmeyen bir azimle nurlu davayı omuzunda taşıma gay*reti icindeydi.
Bu cileli ve ıstıraplı gunler sona ermeye başlamıştı. Peygamberimiz hicretle emro*lunmuş, Medine’ye gitmek icin yola cıkmıştı. Muslumanlar, tek tek o nuru takip ediyorlardı. Onsuz gecen zamanı olu, sohbetinden mahrum kaldıkları an*ları boş sayıyorlardı. Suheyb bin Sinan da hicrete karar vermişti. Bir nebze de olsa Mekkelilerin eza ve cefasından kurtulmuş olacaktı. Fakat bir turlu fırsatını bulamıyordu. Nihayet Hz. Ali’nin hicret ettiğini gorunce, hazırlığını yapıp Me*dine yolunu tuttu.
Hz. Suheyb’in hicret ettiğini duyan muşriklerden bazıları peşine duştuler. Ona mÂni olmak istediler. Nihayet yetiştiler. Mekke’den ayrılmasına musaade etmeyeceklerini belirterek şoyle dediler:
“Sen Mekke’ye bir kole olarak geldin. Fakirdin. Bizim sayemizde zengin ol*dun. Burada kazandığın serveti beraberinde goturmek istiyorsun. Buna razı ola*mayız, seni bırakmayız!”
Muşriklerin bu tehdidine ehemmiyet vermeyen kahraman Suheyb, bineğin*den aşağı indi, torbasından okları cıkardı. Karşısından dikilen Mekkelilere, “Benim cok isabetli ok attığımı hepiniz bilirsiniz. Bu okların hepsi*ni uzerinize yağdırırım! Oklarım biterse kılıcımla mudafaada bulunurum. Kılı*cım elimde, oklarım cantamda bulundukca hicbirinizi yanıma yaklaştırmam!” diye meydan okudu.
Bu cesurca hitabe karşısında duşmanların dili tutulmuştu. Soyleyecek bir şeyleri yoktu. Cunku bu İslam fedaisinin kendilerine kolay kolay teslim olma*yacağını iyi biliyorlardı. Fakat Mekkeliler onu bırakmak niyetinde değildiler. Suheyb şu teklifte bulundu:
“Sizin gozunuz Mekke’deki servetimdedir. İlan ediyorum, ne kadar malım varsa hepsi sizin olsun. İstemiyorum. Cekilin yolumdan!”
Bu teklif, muşriklerin arayıp da bulamadığı bir şeydi. Suheyb beraberinde go*tur*duğu mallarını da verince, muşrikler bayram ettiler. Suheyb dini, imanı uğ*runda malından, servetinden vazgecmişti. Âlemlere rahmet olarak gonderilen Peygamber’e kavuşmayı her şeye tercih ediyordu.
Suheyb bin Sinan, Rebiulevvel ayının icinde Kuba’da Peygamberimizle mu*şerref oldu. Fakat cok yorulmuş, bitap duşmuştu. Mekke’den cıkarken yanında getirdiklerini de muşrikler gasbedince ac susuz bir hÂlde, tahammul edilmez ıstıraplar icinde yolculuk etmişti. Oyle ki, ayağa kalkacak mecali kalmamıştı. Fa*kat Sevgili Peygamberimize kavuşması bir anda butun yorgunluğunu dindir*di.
Hz. Ebû Bekir’le Hz. Omer, Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) yanındaydılar. Onlerin*de taze yapraklı, salkım salkım hurmalar bulunuyordu. Suheyb’in yolda gozu ağ*rımış, karnı da cok acıkmıştı. Hz. Suheyb kendisine ikram edilen hurmaları he*men yemeye başladı. Bunu goren Hz. Omer, Re*sû*lul*lah’a, “YÂ Re*sû*lal*lah, Suheyb’e bakın. Gozu ağrıdığı hÂlde yaş hurmayı yiyor!” dedi. Peygamberimiz, “Ey Suheyb, gozun ağrıdığı hÂlde yaş hurmayı nicin yiyor*sun?” buyurdu. Peygamberimizin bu ikazı karşısında Suheyb, “YÂ Re*sû*lal*lah, ben hurmaları gozumun ağrımayan kısmıyla yiyorum!” dedi. Bu latif cevap uzerine Peygam*berimiz tebessum buyurdular.[4]
Bu konuşmalardan sonra Suheyb bin Sinan, Mekke’den cıktığı sırada karşı*laştığı hadiseyi Peygamberimize anlattı: “YÂ Re*sû*lal*lah, siz Mekke’den cıktığınız sırada muşrikler beni yakalayıp ezi*yet ettiler. Ben de servetimi vererek kendimi ve ailemi satın aldım!”
Suheyb’i dinleyen Peygamberimiz ona mujdeyi verdi: “Ey Ebû Yahya, sen bu alış verişten kÂrlı cıktın, ziyan etmedin.”
Bu konuşmaların uzerine şu Âyet-i kerime nazil oldu:
“İnsanlardan Allah’ın rızasını kazanmak icin canını seve seve feda edenler var. Allah ise kullarına karşı cok şefkatlidir.”[5]
Hz. Suheyb bundan sonra Sa’d bin Heyseme’nin misafiri oldu. Burada sahabilerin bekÂr olanları kalıyordu. Akabinde de Sevgili Peygamberimiz, Suheyb bin Sinan ile HÂris bin Samme arasında kardeşlik akdi yaptı.
“İlk Muslumanlar dorttur: Ben Arap milletinin ilk Musluman’ıyım. Suheyb bin Sinan Rumların ilk Musluman’ı, SelmÂn-ı FÂrisî Farsların ilk Musluman’ı, BilÂl de Habeşlilerin ilk Musluman’ıdır.”
Peygamberimiz bu mubarek sozleriyle, Suheyb bin Sinan’ın Muslumanlar arasında ayrı bir yeri olduğunu belirtiyordu.
Hz. Suheyb’in asıl doğduğu yer Musul havalisinde Dicle kenarına yakın bir yerdir. Babası ve amcası kisra tarafından Ubulle hÂkimliğine tayin olunmuş ve orada bulunmuşlardı. Bilahare Rumlar bu havaliye hucum edip Ubulle’yi zaptetmişler, orada buldukları her şeyi ele gecirip yağmalamışlardı. Bu sırada esir duşenler arasında kucuk bir cocuk olan Suheyb bin Sinan da vardı. Sonra Benî Kelb kabilesinin eline gecmiş, oradan da Abdullah bin Cud’Ân’a kole olarak sa*tılmıştı. Daha sonra da aynı kişi tarafından azat edilmiştir.[6]
Suheyb, İslam’ın ilk devrelerinde imanını acıklayan yedi kişiden dorduncusuy*du. Bunlar Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir, BilÂl-i Habeşi, Suheyb bin Sinan, Habbab, Am*mar bin YÂsir ve Sumeyye (Ammar’ın annesi) idi.
Hz. Omer, Hz. Suheyb’i cok severdi. Ona her zaman lutuf ve ikramda bulu*nurdu. Hz. Omer bir mecusi tarafından yaralandığında şûra ehlini topladı, onla*ra, iclerinden birisini halife secmelerini tavsiye etti. Bu sırada Hz. Suheyb’i de davet ederek, yeni halifenin secilişine kadar imameti ona verdi. Hz. Suheyb bu muhim vazifeyi uzerine aldı, cemaate namaz kıldırdı. Hz. Omer’in dÂr-ı bekaya irtihÂlinde ise onun cenaze namazını kıldırdı. Suheyb bin Sinan’ın hilafeti sade*ce uc gun surdu. Bundan sonra Hz. Osman halife secildi.
Sahabiler arasında temiz mizacı, fazilet ve olgunluğu, hazırcevaplığı ve tatlı latifeleri, nezih ve zarif sohbetleriyle temayuz eden Suheyb bin Sinan, yabancı*lara merhameti ve misafirperverliğiyle tanınmıştı.
Hz. Omer bin gun Suheyb’e sordu: “YÂ Suheyb, sen cok yemek yediriyorsun. Malını israf ediyor sayılmaz mısın?”
Suheyb şu cevabı verdi:
“Benim fazla yemek yedirmem Resûl-i Ekrem’den işittiğim şu hadisten sonra artmıştır: ‘Sizin en hayırlınız, yemek yediren ve selam verendir.’ İşte, fazla ikramda bulunmam bunun icindir.”
Hicret’in 38. yılında vefat eden Hz. Suheyb 73 yaşındaydı. Cennetu’l-Baki’ye defnolundu.

______________________________________
[1]TabakÂt, 3: 227.
[2]En’am Sûresi, 53.
[3]İsÂbe, 2: 195.
[4]Usdu’l-Gàbe, 3: 31.
[5]Bakara Sûresi, 107.
[6]Usdu’l-Gàbe, 3: 31.,


KAYNAK
__________________