Akıl ve zekÂları, muhakeme ve ustun kabiliyetleri dolayısıyla Araplar tarafın*dan “dÂhi” denilen dort zatın birisi de Mugîre bin Şu’be’dir.[1]Hz. Mugîre, buyuk meseleleri halletmekte son derece mahirdi. Bir dava ne kadar muşkil olursa ol*sun, onu cozmek icin mutlaka bir cıkar yol bulurdu. En dehşetli hadiseler karşı*sında dahi şaşkınlığa kapılmaz, soğukkanlı olarak bir hÂl caresi bulurdu. Bilhassa devletler arası munasebetlerde vakar ve sukûnet icinde hareket ederdi. Zaten onun dehası bu meziyetinden ileri geliyordu.
Mugîre bin Şu’be, pehlivan yapılı, heybetli bir zattı. Hicret’in 5. yılında Musluman oldu ve Medine’ye hicret etti.
Hicret’in 6. yılında, Peygamberimizle birlikte umre yapmak icin hareket eden 1400 kişilik sahabi kafilesinde Hz. Mugîre de vardı.
Muşrikler, Peygamberimizin kalabalık bir sahabe topluluğuyla KÂbe’ye gelmekte ol**duğunu oğrendiklerinde, “Muhammed ve beraberindekiler Mekke icine sokul*ma*ya*caktır!” diye kesin karar aldılar. Onların bu kararlarını haber alan Peygam*berimiz, Mekke’ye haber salarak, niyetinin sadece KÂbe’yi ziyaret etmek oldu*ğunu bildirdi. Muşrikler, Urve bin Mes’ud’u Peygamberimizle goruşmek uzere elci olarak gonderdiler. Mugîre bin Şu’be o sırada Re*sû*lul*lah’ın başında nobet tutuyordu. Peygamberimizin huzuruna cıkan Urve bin Mes’ud hem konuşuyor, hem de eliyle Re*sû*lul*lah’ın sakalını okşuyordu. Hz. Mugîre, muşrik birinin Pey*gamberimizin sakalına dokunmasına tahammul edemedi. Gerci Urve bin Mes’ud, Hz. Mugîre’nin amcasıydı, fakat babası bile olsa henuz muşrikti. Akrabalık bağına ehemmiyet vermedi, Re*sû*lul*lah’ın sakalını okşayan amcasına şoy*le dedi:
“Elin kesilip kolundan ayrılmadan, onu Re*sû*lul*lah’ın sakalından cek! Bir muşrik eli ona dokunamaz.”
Yeğeninden gelen bu ikaz uzerine carpılmışa donen Urve, Âniden elini cekiverdi.[2]
Mugîre bin Şu’be, Hudeybiye Anlaşması’ndan sonra, Mekke’nin Fethine, Tebuk Sa*vaşı’na ve diğer savaşlara iştirak etti. O, muşriklerin korkulu ruyasıydı. Karşısında direnen cıkmazdı. Allah icin kalkan kılıcının karşısında, muşrik dar*besinin akim kalması kacınılmazdı.
Hz. Mugîre, şirke ve putlara o kadar duşmandı ki, ondaki dağlar heybetindeki iman, putların varlığına tahammul edemiyordu. Allah’tan başka zavallı varlık*lara tapılmasına hic mi hic mana veremiyordu. Resûl-i Ekrem, gozde sahabisi Mugîre’nin bu celadetini bildiği icin, Benî Sakîf kabilesinin putlarını yerle bir etmek uzere Ebû SufyÂn bin Harb (r.a.) ile birlikte onu da gonderdi.[3]
Diğer taraftan, kaderin tecellisine bakın, daha once muşrik ordularının ku*mandanı olan Hz. Ebû SufyÂn, iman cennetine girdikten sonra kufre meydan okuyordu.
Hz. Mugîre, Peygamberimizin vefatına kadar hep onunla beraberdi. Re*sû*lul*lah’ın beka Âlemine irtihÂl ettiğini oğrendiğinde iyice sarsılmıştı. Fakat o da in*sandı, olumsuz değildi. Onun techiz ve tekfin işleriyle ilgilenmeyi cok arzu ediyordu. Ancak bu işleri gorme vazifesi Peygamberimizin yakınlarına veril*mişti. Bu itibarla, bu hizmeti Hz. Ali, Hz. Abbas ve Fadl bin Abbas (r.a.) yaptı. Peygamberimizin mubarek naaşı kabre indirilirken, Mugîre bin Şu’be de kabrin başında bekliyordu. Fakat bir fırsatını bulup, Peygamberimizin vucuduna do*kunmak istiyordu. Bu meselede dehası kendisine yardımcı oldu: Fark ettirme*den yuzuğunu kabre attı, arkasından Hz. Ali’ye yuzuğunu duşurduğunu soyle*di! Hz. Ali de inip almasına izin verdi. Kabre inen Mugîre yuzuğunu alırken, eliyle Peygamberimizin mubarek ayaklarını meshetti. Boylece Re*sû*lul*lah’ın mubarek cesedine son olarak elini suren sahabi oldu.[4]
Hz. Ebû Bekir’in halifeliği sırasında irtidat eden YemÂme halkının yola geti*rilmesi icin hazırlanan orduda Hz. Mugîre de vardı. Bu orduda buyuk başarılar gosterdi.
Hz. Omer zamanında fetihler bir hayli coğaldı. İran’ın fethi icin Sa’d bin Ebî Vak*kas (r.a.) komutasında bir orduya kaydoldu. İslam ordusu Kadisiye tarafla*rına yuklen*diğinde, İran başkumandanı Rustem, Hz. Sa’d’dan, goruşup konuşmak icin kendisine bir elci gondermesini istedi. Hz. Sa’d da Hz. Mugîre başkan*lığında bir heyet gonderdi.
İranlıların ordugÂh cadırında tam bir tantana vardı. Yerlere halı doşemişler, cevreyi suslemişler, herkese ipekli-suslu elbiseler giydirmişlerdi. Neleri var neleri yoksa ortaya dokmuşlerdi. Guya bununla Musluman heyetinin cesaretini kıracaklardı… Mugîre bin Şu’be, İranlıların bu debdebesine aldırış etmeden ilerliyordu. Sırtındaki elbise gayet sade ve basitti. O kadar şatafatı gormezden geli*yor, hic aldırmıyordu. Hatt ilerlerken de onlara gozdağı vermek icin, gectiği yerin halılarını elindeki mızrakla delerek geciyordu. Nihayet Rustem’in yanına kadar vararak bitişiğine oturdu. Saray mensupları buna cok kızdılar: Bir elci, bir ordu kumandanının yanına nasıl olur da oturabilirdi?! Oradan kaldırmak istedi*lerse de Rustem mÂni oldu. Yanından kaldırmadı. İranlılar, Rus*tem’e taparcası*na hurmetkÂr davranıyorlardı. Bunun uzerine Mugîre bin Şu’be şoyle dedi:
“Sizin akıllı bir millet olduğunuzu duyardık, hÂlbuki sizden daha akılsız bir millet gor**medim! Biz Muslumanlar birbirimize kulluk yapmıyoruz. Aramızda hicbir fark yok**tur. Hepimiz eşit haklara sahibiz. Ben, sizin de birbirinizin kulu olmadığınızı zanne***diyordum. Bugun artık anladım ki, sizin mulkunuz devam etmeyecek ve sonunda mağ**lup duşeceksiniz! Cunku boyle adaletsiz bir temele dayanan bir millet yaşayamaz.”[5]
Hz. Mugîre’nin bu konuşması uzerine Rustem, “Siz bize komşusunuz. Şimdi*ye kadar size iyilik ediyor, herhangi bir zulum ve haksızlık yapmıyorduk. Mem*leketinize do*nun, size kapılarımız her zaman acıktır. İstediğiniz anda yurdumu*za gelip ticaret yapabilirsiniz.” dedi.
Hz. Mugîre, onun bu teklifi karşısında, dunya icin gelmediklerini, CenÂb-ı Hakk’ın ismini yaymak icin yola cıktıklarını soyledi. Bu dinde sebat ettikleri muddetce CenÂb-ı Hakk’ın kendilerini galip kılacağını, duşmanlarını ise zillete duşureceğini guzel bir şekilde izah etti. Rustem’in İslamiyet hakkında bilgi iste*mesi uzerine ona, İslamiyet’i şu cumlelerle anlattı:
“Bu dinin baş direği, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in (a.s.m.) Allah’ın Resûl’u olup, getirdiği butun haberlerin gercek ve doğru oldu*ğuna şehadet getirmektir. Bu dinin bir gayesi de, insanları insanlara ibadet et*mekten Allah’a ibadet etmeye cevirmektir. Bu dine gore insanların hepsi kar*deştir.”[6]
Mugîre bin Şu’be ile Rustem arasında cereyan eden bu konuşmadan bir netice elde edilemedi. Mugîre tekrar ordugÂha dondu. Hz. Sa’d ertesi gun Ribî bin Âmr’ı (r.a.) gonderdi. Ucuncu gun İranlılar, başka bir elcinin gonderilmesini is*tediler. Hz. Sa’d yine Mugîre’yi vazifelendirdi. Rustem, Hz. Mugîre’ye, Arapla*rın cok kotu bir kavim olduğunu, birbirleriyle dahi gecinemediklerini, bundan once kendileriyle uğraşmaya tenezzul bile etmediklerini soyledi, “Şayet aclık sebebiyle buraya geldiyseniz bol miktarda yiyecek verelim, size bircok ikram*da bulunalım!” hezeyanında bulundu.
Hz. Mugîre, Rustem’in bu sozlerini buyuk bir sukûnetle dinledi. O sozunu ta*mam*la*yınca da konuşmasına şoyle başladı:
“Biz İslamiyet’ten once oyle bir hÂlde idik ki, bizim durumumuzdan daha ko*tusu yoktu. Ac bir topluluktuk. Dinimiz ise, birbirimizi oldurmek, birbirimize haksızlık ve zulum yapmaktı. Hatt kimimiz, ciğerparesi olan kızını, sofrada kendisine ortak olmaması icin diri diri ve kendi eliyle toprağa gomuyordu! Fakat CenÂb-ı Hak, soyu sopu bizce bilinen, aramızda doğup buyuyen ve icimizde en asil bir aileye mensup olan birini peygamber olarak gonderdi. Bu zat, pey*gamberlikten once de iyi bir ahlak orneğiydi. Peygamber bizi bir dine davet etti. O bize doğruyu soyledi, biz onu yalanladık; o kuvvetlendi, biz azaldık! Bize ne*yi haber verdiyse doğru cıktı. Neticede CenÂb-ı Hak bizim kalbimizi yumuşattı da, onu doğruladık ve ona tabi olduk. Biz yiyecek icin gelmiş değiliz. Biz dini*mize duşmanlık yapanlarla savaşmaya geldik!”[7]
Hz. Mugîre bunları soyledikten sonra Rustem’in onune uc şart surdu: “Ya Musluman olursunuz, ya boyun eğerek cizye verirsiniz ya da kılıca sarı*lırsınız!”
Bu teklif karşısında Rustem, ofkesinden yerinde duramayacak hÂle geldi, kıpkırmızı kesildi. İnci ve yakut ile suslenmiş tahtından doğrularak, “Guneşe yemin ederim ki, daha guneş doğmadan sizin ordularınızı imha edece*ğim!” dedi. Onun bu derece hiddetlenmesine karşılık hic sukûnetini bozmayan Hz. Mugîre şu karşılığı verdi:
“O zaman bizden olen birisi cennete gider, sizden oldurduklerimiz ise ce*henneme girer! Bizden sağ kalanlar da sizin topraklarınızı fetheder…”[8]
İslam ordugÂhına donen Hz. Mugîre’yi ordu kumandanı Sa’d bin Ebî Vakkas, ordunun sol kanadına kumandan tayin etti. Bu savaş İran saltanatının cokuşuyle neticelendi.
İran’ın fethinden sonra Hz. Omer, Mugîre bin Şu’be’yi Basra valiliğine tayin etti. Mugîre idarecilik hizmetini de cok guzel bir şekilde ifa etti.
Hz. Mugîre, hadis sahasında da onde gelen sahabilerdendi. Peygamberimiz*den 133 hadis rivayet etmiştir. Rivayet ettiği hadisler BuhÂrî, Musned ve di*ğer hadis kitaplarında yer alır. Bu hadislerden birisi şu mealdedir:
“Peygamber Efendimiz, ayakları şişinceye kadar namazda dururdu. Kendisi*ne, ‘YÂ Re*sû*lal*lah! CenÂb-ı Hak, senin gecmiş ve gelecek gunahlarını bağışla*mamış mıdır?’ de*nildi. Resûl-i Ekrem şu cevabı verdi: ‘Allah’a şukredici bir kul da mı olmayayım?…’”[9]
Bir diğer hadis de şu mealdedir:
“CenÂb-ı Hak kadar kullarını seven hic kimse yoktur; bunun icindir ki, insanları uyaran ve mujdeleyen peygamberler gondermiştir. CenÂb-ı Hak kadar kul*larını oven kimse de yoktur; bunun icindir ki onlara cenneti vaat buyurmuş*tur.”[10]
Mugîre bin Şû’be, Hz. MuÂviye’nin halifeliği zamanında Kûfe valisiyken vefat etmiştir.
Allah ondan razı olsun!
_________________________________
[1]TabakÂt, 2: 351.
[2]Sîre, 3: 327, Fethu’r-RabbÂnî, 21: 98.
[3]HayÂtu’s-SahÂbe, 3: 224.
[4]TabakÂt, 2: 300-301.
[5]Taberî, 2: 108-109; HayÂtu’s-SahÂbe, 3: 507-509.
[6]HayÂtu’s-SahÂbe, 1: 155.
[7]age., 1; 280.
[8]Taberî, 2: 110.
[9]Musned, 4: 251.
[10]age., 248.
KAYNAK
__________________
Mugîre bin Şû’be (r.a.)
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●41 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Mugîre bin Şû’be (r.a.)