Anadolu'da yetişen buyuk velîlerden. İsmi Mustafa'dır. Endulus'ten İzmir'e goc eden bir Âilenin cocuğu olarak doğdu. Doğum tÂrihi belli değildir. Babası ticÂretle uğraşırdı. SÂkıb Dede doğmadan once, annesi Halime HÂtun ruyÂsında mubÂrek bir zÂt gordu. O zÂt; "Allahu teÂl sana uc beş gun icinde bir oğul verecektir. Gozunu ac onun kıymetini bil. O bizim yuksek oğlumuz olacaktır. Sana da duny ve Âhirette faydası cok olacaktır." dedi. Annesinin bu ruyÂsından birkac gun sonra SÂkıb Dede doğdu.

SÂkıb Dede yurumeye başladığı sırada babası ticÂret icin Mısır'a gitmişti. Aradan birkac sene gectiği halde kendisinden hic haber alınamadı. Bu yuzden gecim sıkıntısı cekiyorlardı. Annesinin, bir gun akşam yemeği hazırlamaya calışırken, ağladığını ve mahzûn olduğunu goren SÂkıb Dede, yemek yemeyip uzgun olarak bir koşede oturdu. Bu sırada kapı calındı ve bir zÂt pekcok erzak ve ceşit ceşit hediyelerle birlikte mektup getirdi. Mektupta babası yakın zamanda doneceğini bildiriyordu.

Yedi sekiz yaşlarına geldiğinde hocaya gitmeye başladı. Calışkanlığı ve zekîliği ile kısa zamanda Kur'Ân-ı kerîmi ve başlangıc ilimlerini oğrendi. Daha sonra tahsîline devÂm etmek icin İstanbul'a gitti. FÂtih CÂmii Medreselerinde meşhûr Âlimlerden ders aldı. Sonra KopruluzÂde Mustafa Efendinin derslerine devÂm etti. Bu arada hocası ile birlikte kuffÂr uzerine yapılan bir sefere katıldı. Cehrin Kalesi muhÂsara edildi. MuhÂsaranın başlamasından uc ay gecmesine rağmen bir netîce alınamadı. Zaman zaman asker arasında, Sultan SuleymÂn'ın KÂnunnÂmesinde; "Yenicerilerin uc aydan fazla muhÂsara uzerinde kalmayacağının" yazılı olduğu konuşulmaya başlandı. Bu sırada bir ikindi vakti sefer kumandanının cadırına bir derviş geldi. Komutan ona cok hurmet etti. Sohbetin sonunda derviş; "Bu gece mÂn Âleminde MevlÂn CelÂleddîn Rûmî hazretlerinin butun halîfeleri talebeleri ile gelip kalenin hizÂsında murÂkabe hÂli uzere oturduklarını gordum. İnşÃ‚allahu teÂl yarın ikindi vakti kalenin alınma ihtimÂli vardır." dedi ve askerin kaleye gireceği yeri gosterip, oradan ayrıldı. Komutan bu haber uzerine rahatladı. Bu hÂdiseyi goren SÂkıb Dede'de bambaşka haller oldu. Sevdiği ve guvendiği Fevzi Efendiye durumunu arz edip, MevlÂn CelÂleddîn-i Rûmî'nin ahvÂlini anlatmasını istedi. O da bildiği kadar anlattı. O gune kadar tasavvuf ehlinin sohbetlerine katılmamış olan SÂkıb Dede'de tasavvufa karşı bir sevgi ve meyl hÂsıl oldu. Gece ruyÂsında şunları gordu: Cehrin Kalesinin semÂsında bir kubbe vardı. Burada evliy zÂtlar gomuluydu. O kubbeden MevlÂn CelÂleddîn-i Rûmî cıkıp, koltuğunda bulunan kopcayı SÂkıb Dede'ye eliyle işÃ‚ret etti. SÂkıb Dede; "Peki efendim." deyip suratle yanına vardı. Elini opup, emirlerini, ne buyuracaklarını beklediği sırada o zÂt; "Ey genc! Ben seni kabûl ettim." dedikten sonra mevlevî elbisesi giydirdi ve; "Senin dunyevî bir işin yok." buyurdu. Ertesi gun ruyÂsını Fevzi Efendiye anlattı. O da ruyÂsını tÂbir etti ve bundan sonra mevlevî olduğunu soyledi.

SÂkıb Dede'yi sefer donuşunde Farsca oğrenmek husûsunda buyuk bir merak sardı. Bunun icin Bursa'ya gitti. Kısa zamanda Farscayı oğrendi. Ustelik bu dili Bursa'nın ileri gelenlerine oğretmeye başladı. Daha sonra Uşak uzerinden Manisa, Isparta havÂlilerinde hem ders vererek hem de vÂz u nasîhatlerde bulunarak Konya'ya gitti. Konya'da cÂmilerde vÂz u nasîhatta bulundu. Yaşının cok genc olmasına rağmen guzel vÂzları ile Konyalıların dikkatini cekti.

Daha sonra Elmalılı Halil Efendinin sohbetlerine devÂm etti. Tasavvufa dÂir kıymetli eserler okudu. Halil Efendiden icÂzet aldıktan sonra İstanbul'a dondu. FÂtih CÂmiinde dersiÂm olup, altı ay kadar ders verdi. Bu arada rahatsızlandı. Kaplıca tedÂvisi gormek icin Bolu'ya gitti. Bolu'da kaldığı muddet zarfında halka vÂz u nasîhatta bulundu. İşlerini bitirince tekrar İstanbul'a dondu. Tasavvuf yolunda kendisini terbiye edecek bir zÂt arıyordu. Kendisine Edirne Mevlevî DergÂhında ders veren SiyÂhî Dede'yi tavsiye ettiler. Edirne'ye gidip bir muddet onun terbiyesi altında bulundu. Ondan tasavvufta icÂzet aldı. Sonra oradan ayrılıp Galata DergÂhında Şeyh Gavsî Dede'nin hizmetinde bulundu. Mevlevî tarîkatının ÂdÂbını oğrendikten sonra, matematik oğrenmek icin Mısır'a gitti.

SÂkıb Dede Mısır seyÂhati sırasında uğradığı mevlevî dergÂhlarındaki, gelip gecmiş zÂtların hayatlarını toplayıp meşhûr Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyye isimli eserini yazdı. Geri donuşunde Kutahya MevlevîhÂnesi şeyhliğine tÂyin edildi. Uzun sure burada hizmet ettikten sonra 1735 (H. 1148) senesinde vefÂt etti ve dergÂhın bahcesine defnedildi.

SÂkıb Dede, her kimden gelirse gelsin ez ve cefÂlara karşı şikÂyette bulunmaz, onlarla guzel ve tatlı bir şekilde konuşarak, dost olmayanları da dost yapardı. Başına gelen her turlu sıkıntıları şukr ile karşılardı. Aleyhinde olanların bir kısmı onun bu halleri karşısında tovbe edip, ona talebe oldu. Diğerleri ise bir musîbete dûcÂr oldular. Bir Cum gunu İbrÂhim Efendi isimli bir zÂt Aksu'ya giderken, yolu SÂkıb Dede'nin dergÂhının yanından gecti. DergÂha girip; "Bana bir fırsat verseler butun dedelerin ayaklarını kırardım." dedi. Ayrılıp giderken, dergÂha yakın bir yerde duştu ve ayağı kırıldı. Omrunun sonuna kadar bu derdi cekti.

SÂkıb Dede'nin ayrıca şiirlerinin toplandığı bir DîvÂn'ı vardır. Samîmi ve bir coşku hÂlinin terennumu niteliği taşıyan şiirlerinde lirik bir hava hÂkimdir.

1) Osmanlı Muellifleri; c.1, s.179
2) ŞakÂyık-ı Nu'mÂniyye Zeyli (Fındıklı İsmet Efendi); s.406
3) Tezkire (SafÂyi, SuleymÂniye KutuphÂnesi Esad Efendi Kısmı, No:2549); s.51a
4) ÂdÂb-ı Zuref (Millet KutuphÂnesi Ali Emîri TÂrih 762); s.53b
5) Hatimet-ul-Eş'ar; s.38
6) Tufeyli MenÂkıb-ı KibÂr-ı Mevlevî fî MenÂkıb-ı Şeyh SÂkıb MÂnevî, Universite KutuphÂnesi, T.Y. 2509

__________________