Hindistan ulem ve evliyÂsının buyuklerinden. İsmi, Muhammed bin AtÂ, lakabı Hamîduddîn’dir. NÂgûrî nisbet edildi. Aslen BuhÂrÂ’lıdır. Babası, Sultan Muizzuddîn zamÂnında Delhi’ye gelmiş ve uc yıl Nagur’da kÂdılık yapmıştır. Nagur şimdi Jawapur eyÂletinde kucuk bir kasabadır. Hamîduddîn, Şam ve BağdÂt’ta din ilimleri tahsîl etti. ŞihÂbuddîn Suhreverdî hazretlerinin sohbetleriyle şereflendi ve halîfesi olarak Hindistan’a gitti. Orada Ceştî buyuklerinden HÂce Kutbuddîn BahtiyÂr KÂkî’ye talebe oldu. Hem Suhreverdî, hem de Ceştî buyuklerinin yolunda ilerledi. Feriduddîn Genc-i Şeker hazretleriyle sohbet etti. Hindistan’ın ceşitli şehirlerinde kadılık yaptı. 1252 (H.650) yılında Dehli'de vefÂt etti. VefÂt tarihini 1269 (H.668) ve 1208 (H.605) diyen kaynaklar da vardır. Hocası Kutbuddîn BahtiyÂr KÂkî hazretlerinin ayak ucuna defnedildi.

Vaktini, Allahu teÂlÂnın kullarına O’nun dînini oğretmekle kıymetlendiren KÂdı Hamîduddîn NÂgûrî, insanlarla iyi gecinir, herkese iyilik ederdi. İnsanlara karşı cok merhametliydi. Onları Cehennem’de ebedî azap cekmekten kurtarmak icin durmadan calışırdı. Hakk’a olan aşkını dile getirdiği şiirleri dilden dile dolaşır, guzel eserleri her cemiyette okunur, istifÂde edilirdi.

ZamÂnın buyuklerinden ve Kutbuddîn BahtiyÂr KÂkî’nin ileri gelen halîfelerinden olan Feriduddîn Genc-i Şeker, huzûrunda kasîde okunmasını emir buyurdu. Kasîde okuyacak kimse bulunamadı. Talebelerinden Bedreddîn’e emredip, KÂdı Hamîduddîn NÂgûrî’nin gonderdiği mektupları getirmesini soyledi. Bedreddîn, mektup ve yazıları sakladığı cantayı getirip, onune koydu. Eline gelen ilk mektubu Ferîduddîn hazretlerine verdi. “Ayakta oku.” buyurunca, okumaya başladı. Mektupta şoyle diyordu: “Fakîr, hakîr, zaîf, nahîf Muhammed At ki, dervişlerin bendesi, baş ve gozuyle onların ayaklarının tozudur.” Şeyh bu kadar dinleyince, kendine bir hÂl ve zevk peyd oldu. Sonra bu mektupta bulunan şu rubÂiyi okuttu:

O akıl nerede ki, kemÂline erişsin,
O rûh nerededir ki, CelÂline yetişsin,
Farzedelim ki, yuzunden perdeyi kaldırmışsın,
O goz nerededir ki, CemÂline erişsin.

KÂdı Hamîduddîn hazretleri, zÂhir ve bÂtın ilimlerinde bircok talebe yetiştirdi. Kıymetli eserler yazdı. TavÂliuş-Şumûs adlı eserinde hakîkat sırlarını anlattı.

Tasavvuf ve hakîkatten nasîbi olan bir azîz, bu zaîf kula anlattı: Anadolu’daki hucrelerden birine girmiştim. Keskin goruşlu biri bana baktı ve hÂlimden bir şeyler anlayıp, beni bir yere goturdu. Huşû uzere duran bir dervişin yanına vardık. Yanımdaki kimse, bana donup; “Bu azîz, on iki senedir CelÂl’in muşÃ‚hadesindedir. DÂvet gelir diye ayakta hazır beklemektedir. Her seher vakti, Âniden “Hû” ismi, onun dilinden kulağımıza erişir. Hû ismini soyleyince, ağzından, yeni doğan guneş gibi bir nûr parlar.” dedi.

KÂdı Hamîduddîn bu eserinde ve diğerlerinde, vahdet ve tevhîd sırlarını, tasavvuf erbÂbının gonlundeki aşk ve muhabbet nehirlerinin sızıntı ve serpintilerini dile getirip, ortaya doktu. Ama ehli kalmadı ki anlasın, kaybeden yok ki, bulunca sevinsin.

Beyt:

Bilmeyenler tanıyamaz bileni.
O halde sozu kısa kesmeli.

__________________