Muhyiddîn İskilibî, Ă‚lim ve velî bir zĂ‚t olup, Molla Ali Kuşcu ve MollaAli Tûsî'den ilim oğrendi. Sonra da Şeyh Muslihuddîn'in derslerine devĂ‚m etti. Sonra Şeyh İbrĂ‚him Kayserî'nin sohbetlerinde bulundu. İlim ve edeb oğrendi. İcĂ‚zet, diploma aldı. Hocasının emriyle halkı irşĂ‚da, hak ve hakîkatı anlatmaya başladı. Omru insanları hak yola dĂ‚vet ve guzel ahlĂ‚kı oğretmekle gecti.
Muhyiddîn-i İskilibî hacca giderken, Amasya'da ŞehzĂ‚de BĂ‚yezîd ile goruştu. Bu goruşmede ona; "Hacdan donuşte sizi pĂ‚dişĂ‚hlık tahtına oturmuş buluruz." buyurdu ve oyle oldu. Muhyiddîn-i İskilibî, ilmi ve Ă‚limleri cok seven, pĂ‚dişĂ‚hın takdîr ettiği bir buyuk zĂ‚t idi. PĂ‚dişĂ‚hla aralarında kuvvetli bir muhabbet bağı vardı. Bu sebeple kendisine "HunkĂ‚r Şeyhi" denildi ve bu lakabla meşhûr oldu. Sultan BĂ‚yezîd HĂ‚n, onun icin, İstanbul'un en guzel yerinde cok guzel bir dergĂ‚h yaptırdı ve nice binĂ‚ ve malı buraya vakfeyledi. Onunla sohbet etmekten cok hoşlandığından, zaman zaman saraya dĂ‚vet eder, guzel ahlĂ‚kından ve tatlı sozlerinden cok faydalanırdı.
Muhyiddîn-i İskilibî'nin dergĂ‚hı, gelenlerle dolup taşar, ilim ve edeb sĂ‚hiplerinin yeri olurdu. Vezîrler, beyler, kadıaskerler ziyĂ‚retinde kusûr etmez, gelen herkes kapısında ilim ve edeb oğrenme imkĂ‚nını bulurdu. Bu alĂ‚ka karşısında, Muhyiddîn-i İskilibî'nin davranışlarında hicbir değişiklik olmaz, insanların medhetmesi veya zemmedip kotulemesi, hĂ‚lini değiştirmezdi. DunyĂ‚nın gelip gecici mal ve mevkiine onem vermezdi. Her hĂ‚liyle doğruluğu halkın gonlunde yer etmişti. Guzel ahlĂ‚kı ve davranışları ile insanlara ornek oldu.
Muhyiddîn-i İskilibî, birkac ilimde ustun derecede idi. Âlimler onun yanında konuşmaktan cekinirlerdi.
TaşkopruzĂ‚de şoyle anlattı: "Birgun Muhyiddîn-i İskilibî, babama zor bir mesele sorup, îzĂ‚h etmesini istedi. Babam bu mesele ile ilgili bir kitap yazıp, huzûruna goturup arz etti. Muhyiddîn-i İskilibî esere şoyle bir nazar etti ve; "ZamĂ‚nımız Ă‚limlerinden kimse bu meseleyi boyle guzel araştırıp îzĂ‚h edemez." buyurdu."
Muhyiddîn-i İskilibî'nin en buyuk fazîleti; on ucuncu Osmanlı ŞeyhulislĂ‚mı Ebussu'ûd Efendi gibi, insanlara ve cinnîlere fetvĂ‚ veren bir oğul yetiştirmiş olmasıdır.
Muhyiddîn-i İskilibî'nin bir tanıdığının oğlu suc işledi ve yakalanıp hapsedildi. Babası gelip, Muhyiddîn-i İskilibî'ye durumu arz etti ve ilgili yerlere başvurarak kurtarılmasını istedi. O zaman Muhyiddîn-i İskilibî; "Ben bu hususu onlardan daha buyuk bir makama arz edeceğim." buyurarak duĂ‚ etti. CezĂ‚sını tesbit icin, ertesi gun genci mahkemeye cıkarttılar. DĂ‚vĂ‚cılar aleyhte konuşacak yerde, o genci affettiklerini soyleyip, ustelik de medh ettiler. Bunun uzerine o genc serbest bırakıldı.
Şeyh Mustafa anlatır: "Yedi yaşında iken şiddetli bir hastalığa tutuldum. Herkes olecek zannetti. Muhyiddîn-i İskilibî o gunlerde Edirne'yi teşrîf etmişlerdi. Babam beni alıp onun meclisine goturdu. Elinden optum ve huzûrunda durdum. Babama beni sordu. Babam da; "Oğlum Mustafa'dır. Şiddetli ve amansız bir hastalığa tutuldu. DuĂ‚larınızı almaya geldik." dedi. O zaman Muhyiddîn-i İskilibî; "Şimdi oğlunu al carşıya gotur. Ona koyun yununden yapılmış bir elbise al ve giydir. İnşĂ‚allahu teĂ‚lĂ‚ bir şeyi kalmaz." buyurdu. Babam da beni alıp carşıya goturdu ve onun buyurduğu şeyleri alıp giydirdi. O gunden îtibĂ‚ren bende o hastalıktan eser kalmadı."
EhîzĂ‚de şoyle anlatır: "Bir gun Hakîm Celebi ile bir yerde sohbet ederken, soz Muhyiddîn-i İskilibî'den acıldı. Hakîm Celebi bana, Muhyiddîn-i İskilibî hakkında ne duşunduğumu sordu. Ben de hakkında guzel îtikĂ‚d ve husn-i zan sĂ‚hibi olduğumu, fakat ondan bana intikĂ‚l eden bir bilgi, bir hĂ‚tıra bulunmadığını bildirdim. O zaman bana dedi ki: "Şunu iyi bil ki, o zĂ‚t Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgili kullarından biridir. Şimdi bu belde de onun temiz rûhuyla tasarruf altındadır. Gonul ehli, onun mĂ‚nevî ustunluklerinden cok istifĂ‚de etmektedir. Aramızda gecen bir hĂ‚dise ile, onun mĂ‚nevî hĂ‚llerinden birini haber vereyim:
Bir gun sabah namazından sonra mihrĂ‚bda idim. Talebe ve cemĂ‚at, okumak ile meşgûldu. O anda Muhyiddîn-i İskilibî mescidin kapısından iceri girdi. Elinde, BayrĂ‚miyye yolunun buyuklerine mahsus bir elbise vardı. Onu gorunce, hurmetle ayağa kalktım. Gelip selĂ‚m verdi. Ben de selĂ‚mına cevap verdim. Buyurdu ki: "Elimdeki bu elbiseyi size giydirmek icin, Efendimiz Muhammed aleyhisselĂ‚m gonderdi." Emre uyup hazırlandım ve elbiseyi bana giydirdi. Onu giyer giymez, bende anlatılması imkĂ‚nsız mĂ‚nevî hĂ‚ller ve ustunlukler meydana geldi. Sonra da; "Bu guzel mertebeye kavuşmanızdan dolayı tebrik ederim. MubĂ‚rek olsun." buyurdu. Mescidden dışarı cıktı ve kayboldu. Elbise sırtımda kaldı. Ben, oradakilerin bu hadiseyi gorduklerini zannettim. İyice dikkat edince, bu hĂ‚diseden kimsenin haberdĂ‚r olmadığını ve sĂ‚dece ikimizin arasında cereyĂ‚n ettiğini anladım. HattĂ‚, Muhyiddîn-i İskilibî icin ayağa kalkışımı bile gormemişlerdi. Bu elbiseyi, parcalara ayrılıncaya kadar giydim ve hĂ‚tıra olarak evde sakladım."
Şeyh AlĂ‚uddîn, tasavvuf yoluna girişini şoyle anlatır: "Sultan İkinci BĂ‚yezîd HĂ‚nın ordusunda bir nefer idim. Ordu, bir zaman kuffĂ‚r uzerine sefer etti. Donuşte yolda şiddetli bir soğuk ve yağmur başladı. Bu esnĂ‚da ben civar bir koyde misĂ‚fir olmak istedim. Koyluler beni kabûl etmediler. Gece karanlığında yola koyuldum. Yağmur, gokten bardaktan dokulurcesine yağıyordu. Her taraftan seller akıyordu.VĂ‚di, deniz gibi oldu. Ben, Allahu teĂ‚lĂ‚ya tevekkul ederek ilerledim. Yol uzerinde bir nehirle karşılaştım. Akan sellerle nehir daha da kabarmış, kopruyu de ortmuştu. Sulara girip, onumdeki tehlikeden gĂ‚fil olarak, gece karanlığında ilerledim. Sular, atımın ayaklarını ortmeye başlamıştı. O esnĂ‚da beni boğulma korkusu kapladı. Geri donmek istedim. Yolu bulamadım. Olumle burun buruna geldim. Olumu duşunerek, tovbe ve istigfĂ‚ra başladım. O esnĂ‚da yuksek bir ses duydum. O tarafa dondum. NûrĂ‚nî yuzlu bir zĂ‚tla karşılaştım. SelĂ‚m verdi ve; "Demek yolda kaldınız ve tehlike ile karşı karşıyasınız." buyurdu. Ben de; "Evet efendim." dedim. Onume gecip; "İzimi tĂ‚kib et ve korkma!" buyurdu. Ben de izini tĂ‚kib ettim. Kopruyu gectik. Sular, hayvanların boyuna kadar yukselmişti. O zĂ‚t, eliyle kenarı işĂ‚ret etti ve; "Bu yonu tĂ‚kib et, inşĂ‚allahu teĂ‚lĂ‚ kurtulursun." buyurdu. O esnĂ‚da bir şimşek caktı, gozlerim kamaştı. Baktığımda bana refĂ‚kat eden zĂ‚tı goremedim. TĂ‚rif ettiği cihete gittim. Tehlikeden kurtuldum. Kurtuluşuma sebeb olan zĂ‚tı cok merak ettim. Ama hicbir şey oğrenemedim. Bir muddet sonra Edirne'de NizĂ‚miyye askerlerinin bir mahalledeki ziyĂ‚fette toplandıklarını gordum. Toplanmalarının sebebini sorduğumda; "Buraya, Allahu teĂ‚lĂ‚nın velî kullarından Muhyiddîn-i İskilibî adında, "HunkĂ‚r Şeyhi" diye meşhûr bir zĂ‚t gelecek, onu gormek ve sohbetinden istifĂ‚de icin toplanıyoruz." dediler. Ben de onlara katıldım. Yemekten sonra sohbet meclisi kuruldu. O zĂ‚ta meclisin hazır olduğunu bildirmek icin gittiler. Bir de ne goreyim, gelen beni o korkunc gecede tehlikeden kurtaran zĂ‚ttı! Sohbetin sonuna kadar bekledim. NihĂ‚yet meclis dağıldı. DerhĂ‚l o zĂ‚tın yanına gidip ayaklarına kapandım ve optum. O; "Sen kimsin?" diye sordu. Ben de; "Efendim, falan yerde, karanlık gecede helĂ‚k olmaktan kurtardığınız kişiyim." dedim. Başımdan gecenleri, nefes nefese, sonuna kadar anlattım. O zĂ‚tın cehresi değişti ve anlattıklarımı tasdîk etmedi ve; "HayĂ‚l gormeyesin?" buyurdu. Ben de; "Efendim, adım gibi biliyorum, hĂ‚dise aynen boyle oldu." dedim. Bana yaklaştı ve; "Yavrum, dediğin doğrudur. Sakın bu hĂ‚diseyi ifşĂ‚ edip, acığa vurma" buyurdu ve ayrıldı.Bundan sonra, bende ilim ve edeb oğrenme arzusu coğaldı ve tasavvuf yoluna girdim. Muhyiddîn-i İskilibî'nin talebelerinden olmakla şereflendim."
MUBÂREK OLSUN
Şeyh Hacı Celebi şoyle anlatır: Kardeşim MueyyedzĂ‚de kadıaskerlik vazifesinden ayrıldığı sırada, berĂ‚berce Muhyiddîn-i İskilibî hazretlerine vardık. Vazifeden alınmanın uzuntusu, kardeşimin yuzunden belli oluyordu.Bu sırada Muhyiddîn-i İskilibî, onun icin guzel bir minder doşetip, uzerine de pek suslu bir yastık koydurdu. Buyurdu ki: "Kadıasker iken niceyse, oylece bu minderde otursun ve yastığa da ona gore oylece yaslansın." Kardeşim de bu emri tutup, kadıasker iken nasıl oturuyorsa, oylece oturdu. O zaman Muhyiddîn-i İskilibî; "Vazifeniz mubĂ‚rek olsun." buyurdu. On beş gun gecmeden Yavuz SultanSelîm HĂ‚nın fermĂ‚nı gelerek, tekrar kadıaskerliğe getirildiği ve hemen Edirne'ye gelmesi bildirildi. MueyyedzĂ‚de, sevinc ve neşe icinde Edirne'ye gidip, aklından bile gecmeyen ihsĂ‚nlarla karşılaştı.
1) CÂmiu KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.2, s.245
2) TÂc-ut-TevÂrih; c.2, s.576
3) ŞakĂ‚yik-ı Nu'mĂ‚niyye Tercumesi (Mecdî Efendi); s.349
4) ŞakĂ‚yik-ı Nu'mĂ‚niyye Zeyli (AtĂ‚î

5) Sefînet-ul-EvliyĂ‚; c.2, s.277
6) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.264
__________________