İstanbul'da yetişen buyuk velîlerden. İsmi Hasan bin Recep bin Şehîd Muhammed, lakabı Unsî'dir. 1645 (H.1055) senesi Taşkopru'de doğdu. 1723 (H.1136) senesi İstanbul'da BĂ‚bıĂ‚li yakınında Salkım Soğud'de Aydınoğlu DergĂ‚hında vefĂ‚t etti. Ortulu taş turbede medfûndur.
Unsî Hasan Efendi once Bayramiyye yolu buyuklerinden olan babası Recep Efendiden okudu. İlim ve edeb uzere yetişti. Henuz yirmi yaşlarında iken Ayasofya CĂ‚miinde ders okutmaya başladı. Tefsîr-i BeydĂ‚vî ve Mesnevî okur, kendisine mahsus odasında ikĂ‚met eder, ilimle meşgûl olurdu. Halvetiyye yoluna girmesini Ă‚lim bir zĂ‚t olan hemşehrisi Ali Efendi şoyle anlatır: "Bir gun Uskudar'da bir hemşehrim ile karşılaştım. Bana; "EskiVĂ‚lide DergĂ‚hında hemşehrimiz Şeyh Karabaş Ali Efendi isminde bir zĂ‚t vardır." dedi ve onun fazîletlerini anlattı. LĂ‚kin ben onunla gidip goruşmedim. Sonra Unsî Hasan Efendinin medresedeki odasına vardım. Sık sık gelir onu ziyĂ‚ret ederdim. Bu sefer ona; "Ey Hasan Efendi! Uskudar'daKastamonu'dan bir zĂ‚t gelmiş, ilim ve irfĂ‚n sĂ‚hibi imiş. Nefsin isteklerini yapmayıp, istemediklerini yapan bir zĂ‚t olup, hal ve tasarruf sĂ‚hibi olduğunu oğrendim. İsmine Karabaş Ali Efendi diyorlar. Cok eserler yazmış. Gel ona gidip goruşelim." dedim. Hasan Efendi bu teklifimi kabûl etti. Uskudar'a gectik ve VĂ‚lideAtikDergĂ‚hına geldik. Orada AliEfendiyi ziyĂ‚ret icin iceri girdik. KarabaşAliEfendi bizi gorur gormez Unsî HasanEfendiye hitabla; "Hasan Efendi coktan beri senin yolunu gozlerdik. Cok şukur şimdi nasîb oldu." buyurdu ve yanındaki birine; "Osman Efendi sana dediğim bunlardır." deyip, Hasan Efendiye iltifĂ‚t etti. Osman Efendi sonra edeple dışarı cıktı. O zaman ben KarabaşAli Efendi ile bir mikdĂ‚r konuştum. Hasan Efendi sukût etti. Yarım saat kadar bir zaman gecti. Sonra oradan ayrılmak icin Hasan Efendiye; "Kalk gidelim. İkindi olacak." dedim. BerĂ‚berce kalktık. Şeyh Karabaş Ali Efendiden izin istedim. Hasan Efendi, Şeyhin mubĂ‚rek ellerini ve dizini optu. Onun hĂ‚lini değişmiş gordum. Sonra dışarı cıktık. Ona; "Hasan Efendi, şeyhin elini ve dizini optunuz. Senin hic kimseye boyle yaptığın yoktu." dedim. Hasan Efendi sustu ve durdu. Ben; "Buyrun gidelim." dedim. O zaman; "Siz buyurun gidin. Ben gitmeyeceğim. Burada kalacağım." dedi. Hayret ettim ve; "Burada nasıl kalırsınız? Senin medresede odan var. Kitapların ve eşyĂ‚ların var. Bunları nasıl fedĂ‚ edersin? Burada kalman olmaz. Gel gidelim. Sonra yine geliriz." dedim. O, buyuk bir kararlılıkla; "Medresedeki odam, butun kitaplarım, hepsi senin olsun." dedi ve anahtarını cıkarıp bana verdi. Sonra da; "Talebelerime soyle kendilerine başka hoca bulsunlar. Bundan sonra ben İstanbul yakasına gitmem. Meğer izin ola." dedi ve hakîkaten Uskudar'da hazret-i Şeyh Karabaş Ali Efendinin dergĂ‚hına gidip hizmetinde kaldı. Cok ısrar ettimse de cĂ‚re olmadı."
Unsî Hasan Efendi, hazret-i Şeyh Karabaş Ali Efendinin dergĂ‚hında mucĂ‚hede ile, nefse zor gelen ve nefsin istemediği şeyleri yapmakla meşgûl oldu. Şeyh Karabaş Ali Efendi onun bu husustaki gayretini gorunce; "Otuz iki bin kişi bizim elimizde tovbe edip yolumuza girdi. Altı yuz seksen beş halîfem, onde gelen talebem var. LĂ‚kin Hasan Efendi gibisi yok. O, Allahu teĂ‚lĂ‚yı bilir ve hakîkatlere Ă‚şinĂ‚dır." buyurdu.
Bir gun Şeyh Karabaş Ali Efendi, Hasan Efendiyi huzurlarına istedi. Birisi gidip haber verdi. Hasan Efendinin o esnĂ‚da başında siyah sarık vardı. O; "Hocamın huzûruna boyle girmek, yolumuz edebine uymaz." deyip başına beyaz sarık sarmak istedi. Fakat yenisini sarmak icin zaman yoktu.Hemen sarığının uzerine beyaz bir gomlek parcası sardı ve hocasının huzûruna koştu.Hocası gecikmesi sebebiyle ona; "Nicin gec geldin?" dedi. Hasan Efendi de; "Efendim biraz geciktim. Affediniz." dedi. O zaman Karabaş Ali Efendi; "Beriye gel." buyurdu. Hasan Efendi yaklaştığında, Karabaş Ali Efendi onun başındaki sarığın uzerine sardığı beyaz gomlek parcasını cozup alınca, siyah başlığı meydana cıktı. O zaman; "Ey Hasan! Bize karşı edebi gozetirsin. Bundan sonra yanımıza geleceğinde dilediğin şekilde ve zamanda gelebilirsin. Bu sana izindir." buyurdu. Talebeler icinde Hasan Efendiden başkasına bu izin verilmedi.
Bir gun cihĂ‚n pĂ‚dişĂ‚hı Sultan Mehmed bin Sultan İbrĂ‚him Hanın cuhadarlarından KaraMehmed isminde birinin dizlerine sızı inip, koturum oldu. PĂ‚dişĂ‚h, hekim başısıSĂ‚lim Efendiye; "Şu cuhadarımız iyi olmalıdır." diye tenbih etti. SĂ‚lim Efendi bu ferman uzerine cuhadar efendiye ceşitli ilaclar tatbik etti ise de fayda vermedi. Saray hekimleri ve şehirdeki diğer tabibler ona faydalı ilac bulamadılar. PĂ‚dişĂ‚h bir gun cuhadarının yattığı odayı teşrif ettiler, hĂ‚lini sordular ve; "Mehmed nicesin, iyi olabilecek misin?" dedi. Cuhadar da; "PĂ‚dişĂ‚hım, bana verdikleri hicbir ilac fayda vermedi.CĂ‚re olarak sĂ‚lih bir kimsenin şifĂ‚lı duĂ‚sına muhtĂ‚cım." dedi.PĂ‚dişĂ‚h; "Şimdi boyle şifĂ‚lı nefes sĂ‚hibi ve ağzı duĂ‚lı kimdir?" dedi. O da; "PĂ‚dişĂ‚hım, Uskudar'da VĂ‚lide Atik CĂ‚miinde Şeyh Karabaş Ali Efendi mĂ‚lumunuzdur." dedi.
PĂ‚dişĂ‚h hemen hatırladı. ZîrĂ‚ onun vĂ‚zlarını dinlemişti. Hemen Haseki Ağaya emretti ve; "Hemen Uskudar'a var. Şeyh Karabaş Ali Efendiye selĂ‚m ve hurmetlerimi arzet. Eğer kendileri gelirler ise teşrif edip cuhadarımıza duĂ‚ etsinler. Yok, gelemeyip halîfesini, vekîlini gonderirlerse, onu saygı ve hurmetle getiriniz." dedi. Haseki Ağa derhal Uskudar'a gecti. Şeyh Karabaş Ali Efendinin huzûruna cıktı.PĂ‚dişĂ‚hın ricĂ‚sını bildirdi. Şeyh hazretleri, Hasan Efendiyi cağırttı, ona; "Hasan Efendi! Var şu hastayı bir gor ve ona duĂ‚ okuyuver." buyurdu. Hasan Efendi; "Peki efendim!" deyip Haseki Ağa ile birlikte saraya geldiler. HasanEfendi, cuhadarın odasına girdi. Hasta Kara Mehmed Ağa, HasanEfendiyi gorduğu an ağlamaya başladı. "Efendim sizlere hurmet icin ayağa kalkamadım. Af buyurun." dedi. Hasan Efendi ona teselli verip; "Sakın uzulme, gam cekme. İyi olursun. Hemen ayaklarını onume uzat!" dedi. O da bu yakınlıkla soyleneni yaptı. Hasan Efendi okuyup duĂ‚ etti veFĂ‚tiha dediler. Bir mikdĂ‚r daha teselli verip; "İnşĂ‚allah bir daha gelmemize hĂ‚cet kalmaz." buyurdu ve oradan ayrıldı. Hasan Efendi odanın kapısından cıktığında hemen hasta ayağa kalkıp gezinmeye başladı. Birkac gun sonra da pĂ‚dişĂ‚hın huzûrunda yurur oldu. Bunun uzerine PĂ‚dişĂ‚h Sultan Dorduncu Mehmed Han cok sevindi. "Varın haber verin. Şeyh Hasan Efendi, sarayda vĂ‚z eylesin." dedi. Haber iletildikte Hasan Efendi; "Hocamdan izin almadıkca imkĂ‚nı yok. Saraya bile onun izniyle gelmişiz." dedi. Bunun uzerine PĂ‚dişĂ‚h, Karabaş Ali Efendiden izin isteyince, o da, vĂ‚z etmesine izin verdi.
Hasan Efendi iki sene sarayda vĂ‚z etti. Sarayda kim varsa, Enderûn ağaları dĂ‚hil hepsi Hasan Efendinin talebesi oldular. Sonraları bunların da bircok talebe ve vekilleri oldu.
Hasan Efendi, hocası Ali Efendi hazretlerinden 1664 senesi icĂ‚zet, diploma alıp vekîli oldu. Hocası ona; "Sen İstanbul yakasına var. Her nerede dilersen orada ikĂ‚met et. Allahu teĂ‚lĂ‚nın kullarını irşĂ‚d eyle!" buyurdu. Ona duĂ‚lar etti.
Hasan Efendi hocasının bu emri uzerine İstanbul Yakasına gecip Ayasofya yakınındaki Acemağa CĂ‚miine geldi. Oraya yerleşti ve talebe yetiştirmeye başladı. Cok talebesi oldu. LĂ‚kin kimseye vekillik, icĂ‚zet vermezdi. Etraftan; "Şeyh Hasan Efendinin Ă‚şık talebeleri olduğu halde onlara nicin icĂ‚zet vermiyor." dediler. Herkes bu hĂ‚le şaşar, taaccup ederdi.
Bir gun Şeyh KarabaşAliEfendi hazretlerine; "Efendim! Unsî Hasan Efendi bir turlu talebelerine icĂ‚zet verip vekil yapmıyor. Halbuki buna hak kazanmış cok talebesi var. Eğer siz bir haber gonderirseniz icazet verir, vekil yapar." dediler. O zaman Karabaş Ali Efendi yanındaki asĂ‚dĂ‚r Osman Efendiye; "İstanbul'a var. Hasan Efendiye selĂ‚m soyle ve; "Yavru cıkarsın. Yavru cıkarsın de!" buyurdu. Osman Efendi İstanbul'a gelip Hasan Efendiyi buldu ve Karabaş Ali Efendinin selĂ‚mını soyledi. Sonra; "Yavru cıkarsın. Yavru cıkarsın." dediler." dedi. Hocasının selĂ‚mını alan Hasan Efendi; "Gezenler gibi mi? Gezenler gibi mi?" diye karşılık verdi. O zaman Osman Efendi vedĂ‚ edip Uskudar'a gecti. Karabaş Ali Efendiye onun bu sozlerini soyledi. Karabaş Ali Efendi hazretleri bunun uzerine tekrar duĂ‚ edip; "Unsî Hasan Efendi, butun icĂ‚zetli talebelerimin en ustunudur ve hepiniz ona muhtacsınız." buyurdu.
Şeyh Karabaş Ali Efendi 1685 senesinde deniz yoluyla hacca gitmek icin hazırlıklarını yaptığında butun talebelerini topladı ve; "Bizler hac etmeye niyetlendik. Sizler burada kalıyorsunuz. Olur ki bir daha goruşmeyiz. BĂ‚zılarınızın bir murşide, yol gostericiye ihtiyĂ‚cı vardır. Hepinizi Unsî HasanEfendiye havĂ‚le ettim. Danışacağınız bir şey olursa, Hasan Efendiye danışın. Biz yerimize onu bıraktık." buyurup duĂ‚ ettiler ve yola cıktılar. Bundan sonra butun talebeler Hasan Efendiye tĂ‚bi oldular.
Unsî Hasan Efendi,Acemağa CĂ‚miinde senelerce hak yolun bilgilerini anlattı. Orada riyĂ‚zetle, nefsin isteklerini yapmamakla ve mucĂ‚hede ile, nefse zor gelen şeyleri yapmakla meşgûl oldu. Cok az yer, bĂ‚zan gunlerce ağzına bir şey koymazdı. Halbuki ahbapları ve cok zengin talebeleri vardı. Hic birinden bir şey istemezdi. Bir ara namazı ayakta kılamaz hĂ‚le gelmişlerdi. O zaman raftaki kuru birkac lokma ekmek parcasını yiyerek aclığını giderdiler ve ibĂ‚detine devĂ‚m ettiler.
Cetin nefis mucĂ‚delelerinden gectikten sonra, Allahu teĂ‚lĂ‚ ona cok ihsanlarda bulundu. Kendisine; "Nefsinle nasıl mucĂ‚dele ettin?" denildikte, o; "Omrum nefsimle uğraşmak, onu terbiye etmeye calışmakla gecti. Uzun zaman aclık cektim. Yirmi yaşımdan beri yanım uzerine yatmadım. Ayaklarımı uzatmadım. Daha başka cektiğim riyĂ‚zetlerimi size anlatsam inanmazsınız. Sizler ise; "Rahatta olalım Hakk'ı bulalım." dersiniz." buyurdu.
Unsî Hasan Efendi, zamĂ‚nında İstanbul'da bulunan evliyĂ‚nın onde gelenlerinden idi. Her hĂ‚liyle İslĂ‚miyetin emirlerine uyardı. Tasavvuftaki yolları Halvetî olup, Kastamonu evliyĂ‚sının buyuklerinden Şeyh ŞĂ‚bĂ‚n-ı Velî hazretlerine uzanmakta idi. Omrunu murşidi, hocası Karabaş Ali Efendinin yolunu ve edebini gozetmekle gecirdi. Cok kerĂ‚metleri ve guzel halleri goruldu. Tasarrufu kuvvetli olup, talebelerinin ve başkalarının hallerine vĂ‚kıf, niyetlerini bilirdi.
Unsî Hasan Efendinin zamĂ‚nında bir takım din cĂ‚hilleri tureyip, tasavvufu ve mĂ‚nevî halleri inkĂ‚r ettiler. Oyle oldu ki, mescidlere gelenlere mĂ‚ni olmaya, mescidleri kapatmaya calışırlardı. Acemağa CĂ‚mii etrĂ‚fındaki bĂ‚zı azgın kimselerUnsî Hasan Efendiye de zarar vermek istediler. Unsî Hasan Efendi onlarla goruşmek istemedi. Onlar Şeyh Unsî Hasan Efendiyi Acemağa CĂ‚miinden uzaklaştırmayı kararlaştırdılar. HattĂ‚ oldurmeye kasdettiler. Aralarında Hasan Efendinin bir kısım gĂ‚fil talebeleri de vardı. Bir gun Hasan Efendinin karşısına cıkıp kufre sebep olan sozlerle onu rahatsız ettiler. Hasan Efendi gelenlere Kur'Ă‚n-ı kerîmden bĂ‚zı Ă‚yet-i kerîmeler okuyup nasîhat etti. LĂ‚kin onlar taşkınlıklarında ısrar ettiler. O zamanHasan Efendi; "Sizler bizleri ve yolumuzu inkĂ‚r edersiniz. Hak yolda giden sĂ‚lih kimselere zarar verirsiniz. HattĂ‚ bizi oldurmek istersiniz. Biz de size bu fırsatı vermeyiz." buyurdu. O dakika oraya gelmiş bulunan azgınlar birer ikişer duşup can verdiler. Nasıl oldukleri anlaşılamadı. Kısa zamanda her biri bir sebepten olup gitti.
Bir gun birisi yere duşup can vermek uzere iken Şeyh Hasan Efendinin onde gelen sĂ‚dık talebelerinden KebĂ‚bî Ahmed Dede gelip durumu HasanEfendiye haber verdi ve yardım etmesini istedi. Unsî Hasan Efendi ona; "Var sen işinle meşgûl ol!" buyurdular. O zamanAhmed Dedeyi bir hal kapladı ve titremeye başladı. Sonradan bu hĂ‚li soruldukta; "Az kalsın oluyordum." dedi. Daha sonra Unsî Hasan Efendi; "Allahu teĂ‚lĂ‚ya şukurler olsun ki, bu cĂ‚mi ve etrĂ‚fı inkĂ‚rcılar gurûhundan temizlendi." buyurdu.
Bir gun kuşluk vaktinde, AcemağaCĂ‚mii yanından elinde cocuğu olan bir kadın geciyordu. O sırada cocuk, cĂ‚minin penceresinden iceri baktı hemen ağlamaya, bağırmaya başladı ve anasına sarıldı. Anası sebebini sorunca; "CĂ‚mide postun uzerinde bir arslan var yatıyor ve şimdi kalkacak." dedi. Kadıncağız da pencereden iceri baktı, hakîkaten postun uzerinde bir arslan oturuyordu. Onu boyle gorunce korkup titremeye, kekelemeye başladı. Civardaki talebelerden bĂ‚zısı da oraya gelip bu hĂ‚li gordu ve kacışmaya başladı. Birkacı doğruca Hasan Efendinin onde gelen talebelerinden Pîr Osman Efendiye gidip durumu anlattı. Osman Efendi onları odalarına gonderip korkmamalarını soyledi. Bir saat kadar sonra gidip baktıklarında, arslan yerinde yoktu. Osman Efendi; "Bunu kimseye anlatmayın. ZîrĂ‚ izin yoktur." dediyse de, Şeyh Hasan Efendinin bu kerĂ‚meti herkes tarafından duyuldu. Sebebi Osman Efendiden soruldukta; "Şeyh Unsî Hasan Efendi celĂ‚llenip, bir şeye canı sıkılınca, bir arslan peydĂ‚ oluverir." diye cevap verdi.Hakîkaten butun azgın ve taşkın kimseler bu heybetli arslanı gormekle odleri catlayıp olmuşlerdi.
Bir zaman HasanUnsî Efendiyi sevmeyen birisi gelip, devlet adamlarından Mustafa Paşaya onun aleyhinde sozler soyledi.CezĂ‚landırılmasını istedi. Paşa bu sozler uzerine; "Peki onu nefy edelim. Bir yere surelim." dedi. O gece Paşa yatmak icin başını yastığa koydu. LĂ‚kin yastığı alevli bir ateş sardı. Paşa birden bire geriye cekilip ayak ucunda durdu ve korkuyla bakmaya başladı. Etrafına seslendi. Ev halkı koşup geldi. "Ne oldu?" dediklerinde; "Başımı yastığa koyunca, yastığı bir ateş kapladı. Ondan korktum!" cevĂ‚bını verdi. Bunun uzerine evdekiler; "Paşa hazretleri ateş falan yok. Okuyun da yatın." dediler. O da; "Okumadan yattığım yoktur. MutlakĂ‚ okur, oyle yatarım." dedi. Paşa tekrar yatağa girip başını yastığa koyduğunda yine aynı ateşli alevi gordu. Hemen sıcrayıp; "Sondurun, sondurun!" diye bağırmaya başladı. Gelenler yine bir şeyler gormediklerini soylediler. Netîcede bu hal sabaha kadar surdu. Sabahleyin Paşa, yakınlarına bu hĂ‚li anlattı. Hic kimse bir mĂ‚nĂ‚ veremedi. Sonradan sevdiklerinden birisi; "İzin verirseniz ve darılmazsanız bunu size acıklarım." dedi. Paşa da; "Darılmam soyle!" deyince, o; "Efendim! Siz ya birine zulum ve haksızlık yapmışsınız veya haksızlık yapacaksınız! Oyle bir niyetiniz olmalı. ZîrĂ‚ boyle ateş gormek, ancak Allahu teĂ‚lĂ‚ tarafından bir îkĂ‚zdır, uyarmadır, tenbihtir. Sizlere bundan sakınmak lĂ‚zımdır." dedi. Bunu işiten paşa şaşırdı ve; "Ben kimseye haksızlık etmedim. LĂ‚kin, Acemağa CĂ‚miindeHasan Efendi isminde bir zĂ‚t varmış, uygunsuz haller ve işleri yaparmış. Bana onu zemmedip kotulediler. Ben de onu nefyetmeyi, uzaklaştırmayı niyet etmiştim." dedi. O kimse bunu duyunca; "Efendim! Sakın oyle bir işe kalkışmayın." dedi. Orada Hasan Efendinin talebelerinden birisi vardı. Bunu duyunca Paşaya Hasan Efendinin ustunluklerini, guzel hallerini, dunyĂ‚ya duşkun olmadığını anlattı ve hakkında soylenen şeylerin iftirĂ‚ olduğunu belirtti. Paşa bunun uzerine niyetinden vaz gecip ona ikrĂ‚m ve iyilik yapmak, duĂ‚sını almak istedi ve; "Hakîkaten gece gorduğum ateş, ona olan haksızlık niyetimin sebebi idi." dedi ve şuphesi kalmadığını belirtti. Sonra Unsî Hasan Efendiye birkac kese altın gonderdi ve duĂ‚ istedi. Ayrıca; "Ona lĂ‚yık bir dergĂ‚hı da hizmetine vereceğim." diye haber gonderdi.
1683 senesi İstanbul'da Alay Koşku yakınında Karakoy mahallesinde Saclı Emir DergĂ‚hı, diğer bir adı ile Aydın Dede DergĂ‚hı boşaldı. Mustafa Paşa derhal buranın Şeyh Unsî Hasan Efendiye verilmesini emrettiler. BerĂ‚tını, izin belgesini ona gonderdiler. BerĂ‚t onlerine konunca, Hasan Efendi; "Paşa oğlumuzun selĂ‚mını aldık. Biz dahi selĂ‚mlar ederiz. Bu cĂ‚mide yirmi senedir Rabbimizi zikrederiz. Burası dahi dergĂ‚htır. Orasını hakkı olan birine versinler." buyurdu. BerĂ‚tı da, getiren kişiye iĂ‚de edip kabûl etmedi.Daha sonraları binbir ricĂ‚ ve minnetle, Unsî Efendi mecbur kalıp Saclı Emir DergĂ‚hına gecmeyi kabûl etti. Mustafa Paşa da onun bu kabûlunden cok memnun oldu.
Şeyh Unsî Efendinin bircok kerĂ‚metleri goruldu. SĂ‚dık talebelerini cok sever, sıkıntılı anlarında onların imdatlarına, yardımlarına koşardı.
Sevdiklerinden Mehmed Ağa, resmî bir gorevle Rumeli taraflarına gonderilmişti. Bir gun MehmedAğanın haydutlar tarafından katledildiği haberi geldi. DergĂ‚htaki talebeler bu durumu Unsî Hasan Efendiye bildirdiler. Hasan Efendi tebessum edip; "Onun aslı yoktur." buyurdu. Hakîkaten aradan bir zaman gectikten sonra, Mehmed Ağa ansızın cıkageldi. DergĂ‚htakiler ona; "Sizin olum haberinizi aldık. Bunu hocamıza haber verdik, lĂ‚kin o; "Aslı yoktur. O olmedi, yaşıyor." diye cevap verdi." dediler. Bunun uzerine Mehmed Ağa sukût edip onlara bir şey soylemedi. Daha sonra Unsî Efendinin huzûruna cıktı. Unsî Efendi onu gorur gormez; "Mehmed Dedeyi gordun mu?" dedi. Oradakiler bir şey anlamadılar ve iclerinden Şeyh hazretleri ile onun arasında boyle konuşmalar olur dediler. Sonra diğer bir kısmı MehmedAğadan "Hocamız sana Dedeyi gordun mu? diye buyurdu, bu nedir?" diye sorduklarında, şoyle anlattı: "Onu şimdi soylemek uygundur. ZîrĂ‚ hocamızın bir kerĂ‚meti ve himmeti, yardımı ortaya cıkmış olur." dedi ve anlatmaya başladı:
"Rumeli'deki vazîfemi tamamladıktan sonra bir kervanla geri donuyordum. Yol uzerinde bir ormana girdik. Fakat orada baskına uğradık. Haydutlar kervandaki insanların hepsini oldurduler ve malları yağma ettiler. Sıra bana geldi. O sırada cok korktum. Hocam Unsî Hasan Efendiyi hatırıma getirdim. Birden onu karşımda hazır gordum. Bana bakıp; "Gel." buyurdu. Ben de ardınca gittim. Haydutlar bizi gormediler. Bir dağ uzerine cıktı, ben de cıktım. Sonra bana; "Bu dağın ilerisine git." diye işĂ‚ret buyurdu ve kayboldu.Ben işĂ‚ret edilen tarafa giderek duz bir yere ulaştım. Orada bir takım insanlar vardı, beni gorunce hemen yanıma koştular ve hĂ‚limden sordular. Ben arkamdaki dağın otesinde haydutlar olduğunu ve kervanı soyup kervandakileri katlettikleri haberini verdim. Bunun uzerine onlar; "Biz de işittik. Ne zaman oldu." dediklerinde; "Az once." dedim. Bunun uzerine onlar; "Bu dağın ilerisinde ormanlık yer yoktur. Haydutlar da buralarda bulunmaz." dediler. Ayrıca bana geldiğim yeri sordular. Ben soyleyince; "Senin soylediğin yer buralara cok uzaktır." dediler. O zaman ben, şeyhim Unsî Efendinin kerĂ‚metiyle kurtulduğumu, buralara kadar getirilerek selĂ‚mete erdiğimi anladım. İstanbul'a gelip huzûruna cıktığımda; "Mehmed Dedeyi gordun mu?" dediği hakîkatte kendisi idi."
Bir başka talebesi anlatır: "Ben hamama gittiğimde iyice yıkandıktan sonra bir tas icindeki suya okuyup sonra başımdan aşağı dokmeyi Ă‚det edinmiştim. Bu hĂ‚limi kimseye soylemedim. Bir gun bir ruyĂ‚mı tĂ‚bir icin Unsî Hasan Efendinin huzûruna gittim. RuyĂ‚mı tĂ‚bir ettiler, sonra da; "Hamamdaki bu Ă‚deti terk et. ZîrĂ‚ suya okur, sonra onu orada başına dokersin. Bu uygun değildir. ZîrĂ‚ okunmuş sudur. Aşağılara yayılması gunahtır. Onu bir daha yapma. Yıkan ve cık." buyurdular. O zaman ben; "Efendim! Bu hĂ‚li kimse bilmezdi, size kim soyledi?" diye sordum. O zaman Hasan Efendi hazretleri; "Bir gonul ki, cenĂ‚b-ı Hakk'ın hazînesi oldu. İşte o gonul haktan haber verir. O gonlun gormediği ve bilmediği olmaz. Onun gibi bizden yine bize bir soyleyici vardır. O haber verir." buyurdu. Ben de o Ă‚detimi bir daha yapmadım.
Unsî Hasan Efendi hallerini gizler, kerĂ‚metlerini acıklamak istemezdi. Ayrıca bir başkasının da acıklamasını arzu etmezdi.
1711 senesinde KethudĂ‚ Osman Efendi, bir seferde ihmĂ‚li gorulduğunden, Sultan Ucuncu Ahmed Han tarafından Kavak Kalesine hapsedilmişti. OsmanAğa adamlarından birisiyle Unsî Hasan Efendiye iki yuz altın gonderdi ve; "SelĂ‚m ve hurmetlerimi soyleyiniz. MubĂ‚rek ellerinden operim. Bizim işimizin sonu nereye varır." diye bir haber gonderdi. Osman Efendinin adamı gelip altınlarıUnsî Hasan Efendinin onune koydu ve haberini arzetti. Bunun uzerine Unsî Hasan Efendi; "Biz bu sizin dediğiniz işin erbĂ‚bı değiliz. Sen bu altınları yine sĂ‚hibine ver." deyip geri gonderdi. O kişi ısrar ettiğinde; "Sen bu altınları geri gotur. Osman Ağa da Ă‚hiret tedĂ‚riki icin fakirlere dağıtsın." buyurdu. Hakîkaten cok gecmeden Osman Ağa îdĂ‚m edildi.
Corlulu Ali Paşanın muhurdĂ‚rı Kırîmî Abdullah Ağa, Unsî Efendiyi cok severdi. DergĂ‚hın tĂ‚mirinde cok hizmeti gecti. Unsî Efendiye sık sık gelir sohbetini dinlerdi. Bir gun onun da bulunduğu bir mecliste Unsî Efendi ona hitĂ‚b ederek; "Dinle Abdullah Efendi! Tarîkat, Allahu teĂ‚lĂ‚nın bildirdiği yol ve Peygamber efendimizin izidir. Bir kimse İslĂ‚miyete uymayan bir şey yapsa, ona devĂ‚m etse, ona hakkı tanımak ve temiz bir vicdan nasîb olmaz. TĂ‚ ki bu şeyi yapmayı terk edene kadar. Kişinin murĂ‚dı sĂ‚dece Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sı olmalıdır. Başkası olursa ona dunyĂ‚ belĂ‚ları ulaşır. Bundan tovbe etmelidir." buyurdu. Meclis dağıldıktan sonra oradakiler AbdullahAğadan bu sozlerin sebebini sordular. O da; "Bilmem. Unsî Efendi boyle soyleyiverdi." dedi. Bir zaman sonraAbdullahAğa yakalanıp, zindana atıldı. Cok sıkıntılar cekti. Sebebini bir turlu anlayamamıştı. Bir gun celladlar ona; "Sucun yokmuş, serbestsin gidebilirsin." dediler. Abdullah Ağa zindandan kurtuldu. Evine gitmeden doğruca Unsî Efendiye gelip ellerini optu, hĂ‚lini arzetti. Sonra dışarı cıktı. Oradakiler, hĂ‚lini ve Unsî Efendinin anlattıklarını sordular. O da; "Unsî hazretlerine talebe olduğumda kimyĂ‚ ilmine, sarraflığa merak salmıştım. Sonradan beni hapsettiler. Cok eziyet cektim. Hapiste bir gece ruyĂ‚mda Unsî hazretlerini gordum. Bana heybetli bir şekilde; "KimyĂ‚, sarraflık arzusunu gonlunden cıkar. Yoksa katledileceksin." buyurdular. Hemen o saat dunyĂ‚ arzusunu gonlumden cıkardım. Tovbe ettim. Sabahleyin celladlara ferman gelip beni serbest bıraktılar. Ben de gelip bu hĂ‚limi Unsî Hasan Efendiye arzettim. Bana tebessum ederek; "Eğer tovbe etmeseydin katledilecektin." buyurdular. Kurtuluşum onun kerĂ‚metiyle oldu." dedi.
Unsî Hasan Efendi sohbetleriyle cok talebe yetiştirdi. İslĂ‚miyetin emirlerine uymakta cok titiz davranırdı. Sevdikleriyle sohbet ederken ezan okunsa hemen; "Şimdi sizinle once namazı kılalım. Sonra sohbetimize devĂ‚m ederiz." derdi. BerĂ‚berce namaz kılıp, ardından sohbete devĂ‚m ederlerdi. İkindinin ve yatsının sunnetlerini terk ettirmezlerdi. Oğle ve yatsının son sunnetlerinin dorder rekat kılınmasını tenbih ederlerdi. Teheccudu terketmez, talebelerinden biri kalkmasa onu îkĂ‚z ederlerdi. DergĂ‚hında teheccude kalkmadık talebe kalmazdı. Nefsiyle mucĂ‚delede onde giden talebelerini kıymetli tutardı. DergĂ‚hta Derviş Mustafa adında biri vardı. Sesi cok guzeldi. Bir yaz gecesi uc gece sabah namazına kalkamadı.Unsî Efendi talebelerine; "Mustafa'ya soyleyin sabah namazına gelsin." diye tenbih ettiler. O yine namaza gelmedi. Bunun uzerine Unsî Efendi onu dergĂ‚htan cıkardılar. Talebelerden biri sonradan; "Efendim, Derviş Mustafa'ya ne olaydı izin verilse de dergĂ‚ha gelse. ZîrĂ‚ dergĂ‚ha boyle biri lĂ‚zım." deyiverdi. O zaman Şeyh Unsî Hasan Efendi hazretleri; "O uc gundur sabah namazına gelmedi. Biz ona tenbih ettik. LĂ‚kin o bu tenbihimizi dinlemedi. Bu hal yarın hepinize sirĂ‚yet eder, bulaşır. Kendi nefsinin rahatını Allahu teĂ‚lĂ‚nın emri uzerine tercih eden kimse bizim dergĂ‚hımıza yakışmaz. Gelmesin." buyurdular. Bundan sonra Derviş Mustafa dergĂ‚ha alınmadı.
Unsî Hasan Efendi başkalarının kendisine îtibĂ‚r etmelerinden cok cekinir, şohretten kacardı.
Tameşvar Kalesinde Selim Dede isminde hĂ‚l sahibi, duĂ‚sı makbul velî bir zĂ‚t vardı. Adı, şohreti her yere yayılmış, duyulmuştu. Osmanlı Devletinde kĂ‚fir kralları arasında kerĂ‚metleri, olağan ustu halleri konuşulurdu.
Tameşvarlı Selim Dede'yi bilmeyen yoktu. Bir zaman Selîm Dede hazretleri İstanbul'a geldi. Halk onu gormek icin birbirine girdi. Buyuk bir kalabalık oldu. Bu sırada Selim Dede dervişlerinden birine; "Sen Şeyh Unsî Hasan Efendiye var. Bizden selĂ‚m soyle. Huzûr-ı şerîflerine varıp mubĂ‚rek cemĂ‚lini gormek ve sohbetleriyle şereflenmek murĂ‚dımızdır. ZiyĂ‚ret etmemize izinleri olur mu?" diye emredip gonderdi. O da Unsî Hasan Efendiye Selim Dede'nin arzusunu bildirdi. O zaman Hasan Efendi; "Selim Dede Efendiye selĂ‚mlar ederiz. Hal ve hatırlarını sorarız. Lutf edip kerem buyurup teşrif etmesinler. ZîrĂ‚ onlara izzet ve ikrĂ‚m etmekte kusur ederiz. Eğer nasîb olursa başka bir zaman başka bir yerde goruşuruz. Kerem buyursunlar. Sakın incinmesinler." diye o dervişi Selim Dede'ye gonderdi. Bu haber Selim Dede'ye gidince, tekrar Hasan Efendi hazretlerine selĂ‚m gonderip; "Ozur buyurdukları candan makbûlumuzdur." dedi. Bu sıralarda Selim Dede'nin yanında bulunan sevdikleri; "Efendim! Sizinle goruşelim diye herkes kırılıyor. Sizi gormeye can atıyorlar. AcabĂ‚ Şeyh Unsî Hasan Efendi nicin sizinle goruşmek istemezler." dediler. Selim Dede; "Bizimle goruşmek istememeleri bizi sevmemekten değildir. Onların murĂ‚d-ı şerîflerini biliriz. O buyuk bir zĂ‚ttır. İnzivĂ‚ uzere yalnız bir yerde ibĂ‚detle meşgûldur. Onun yaptıkları bizim elimizden gelmez. Biz gunahkĂ‚r sayılırız." diye cevap verdi ve ağladı. Dervişler bu işe bir mĂ‚nĂ‚ veremeyip hayrette kaldılar. Aradan bir zaman gectikten sonra dervişlerden birisi Unsî Hasan Efendiden bu goruşmemenin sırrını sordu. Hasan Efendi hazretleri; "Selim Dede velî bir zĂ‚ttır. Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgili kullarındandır. Onun gibisi az bulunur. Eğer Selim Dede ve sevdikleri buraya gelseydi, Selim Dede, Hasan Efendinin ayağına varmış diye butun herkes bize îtibĂ‚r eder, şan şohret sĂ‚hibi olurduk. Neûzu billah, şohret Ă‚fettir. Şohretten kacmak lĂ‚zım gelir. Bu ihtiyar hĂ‚limizde nereye gidebiliriz. Selîm Dede olgun, zevk ve vicdan sĂ‚hibi bir zĂ‚ttır. Nicin goruşmek istemediğimi bilir." buyurdu.
Unsî Hasan Efendi dĂ‚imĂ‚ ibĂ‚detle meşgûl olur, inzivĂ‚ hĂ‚li yaşar, devlet adamlarıyla goruşmek istemezdi. 1711 senesi VezîriĂ‚zam olan Baltacı Mehmed Paşa bir muddet sonra Moskova seferine tĂ‚yin edilmişti. Sefere cıkmazdan once duĂ‚ icin nice kere Şeyh Unsî Efendiyi dĂ‚vet etti. Unsî Efendi ozurler bildirip, dĂ‚vetine gitmedi. Vezir Mehmed Paşa; "O halde biz onun yanına gideriz. Gece kapısı acık olsun." diye haber gonderdi. O gece tebdîl-i kıyĂ‚fet edip yatsıdan sonra dergĂ‚ha geldi. Vezir tevĂ‚zu gosterip Unsî HasanEfendinin ellerinden optu. Huzûrunda edeb ile oturdu. Sonra da; "Efendim! Benim babam da Halvetî tarîkatının onde gelen buyuklerindendir. Bana duĂ‚ ediniz. Kerem ve himmet ediniz. Omrumde sefer nedir, asker idĂ‚resi ve sevki nedir bilmem. Sizin duĂ‚ ve yardımlarınıza muhtĂ‚cım. Yoksa ben bu işin ehli ve erbĂ‚bı değilim. Bu işin hakkından dahi gelemem." dedi. Bunun uzerine Unsî Hasan Efendi ona; "Moskof kĂ‚firlerinin mağlub olacağını, aman dileyeceğini, hor ve hakîr olacağını, sulh isteyeceğini, başından sonuna olacak şeyleri acıkca bildirdi. Baltacı Mehmed Paşa uc saat kadar orada kalıp, sonra edeb ile ayrıldı. Ertesi gun evde bulunan hanımlar, Hasan Efendinin vezîriĂ‚zama olan sozlerini etrĂ‚fa soylediler. Hakîkaten bir zaman sonra dedikleri meydana cıktı.
Unsî Hasan Efendinin kerĂ‚metleri pekcoktu. Halvetî dervişlerinden Omer Efendi anlatır: "Bir tanıdığımızın evlĂ‚dı hastalanmıştı. Tabibler bir cĂ‚re bulamadılar. Netîcede onu alıp Unsî Efendinin dergĂ‚hına goturduk. Unsî Hasan Efendi cocuğa nazar edip, duĂ‚ etti. O dakikada cocukta hastalıktan eser kalmadı. Sevincle evimize donduk. LĂ‚kin annem evde başka kadınları guldurmek eğlendirmek icin; "Şeyh Efendi şoyle duĂ‚ etti. Şoyle ufledi." diye bĂ‚zı şeyler soyledi. Herkes buna guldu. LĂ‚kin akşam annem rahatsızlandı.Sebebini anlayamadık. Daha sonra annem bize; "EvlĂ‚dım. Ben şoyle şoyle yaparak eğlenmiştim. Şeyh Unsî Efendiyi bu gece karşımda heybetli bir şekilde gordum. Bana; "Ben sizin eğlenceniz miyim?" diyerek azarladı. FeryĂ‚d edemedim. Kendimden gectim." dedi. Sonra daUnsî Efendiye gidip orada tovbesini bildirmek istedi. Daha bir şey soylemedenUnsî Efendi; "Hanım bir daha bizleri dile almayınız, alay etmeyiniz!" buyurdu ve annemi affetti. Sonra bana; "ZinhĂ‚r, sakın kimseyle eğlenmeyiniz. Bu kişi kĂ‚fir bile olsa. ZîrĂ‚ bu işin sonu pişmanlıktır." diye nasihat buyurdular."
Dervişler, Şeyh Unsî Hasan Efendinin bircok kerĂ‚metlerini bilirler, lĂ‚kin soylemezlerdi. VefĂ‚tlarından sonra ona Ă‚id olan guzel hallerini ve kerĂ‚metlerini anlatmışlar, soylemişlerdir.
Hoca Paşa mahallesinde hizmetci bir kadın vardı. Ucret ile komşuların bĂ‚zı işlerini gorurdu. Bir gun bir komşu kadın buna hasta cocuğunu getirip; "Sen bu mĂ‚sumu Şeyh Unsî Efendiye gotur. DuĂ‚ eylesin. Ayrıca şu paraları da hediye olarak ona verirsin." dedi. Hizmetci kadın hasta cocuğu alıp Şeyh Unsî Efendiye goturdu ve duĂ‚ etmelerini istedi. Paraları da iki altını eksik olarak onun onune koydu ve; "Bunu cocuğun annesi gonderdi." dedi. O zaman Unsî Efendi cocuğa duĂ‚ etti. Cocuk iyileşti.Sonra hizmetci kadına; "Sakladığın iki altını da koy!" buyurdu. Kadın inkĂ‚r edince; "Bilmez miyim. İki altın sağ cebindedir. Beni yalancı cıkarmak mı istersin?" buyurdu. O zaman kadıncağız titremeye başladı ve cebindeki paraları cıkarıp onune koydu. Unsî Efendi; "Bunu fakirlik sebebiyle yaptın. LĂ‚kin bir daha yalan soyleme. Bir kimseyi imtihan etme. Fakirliğe sabret. Allahu teĂ‚lĂ‚ insanın dunyĂ‚lığını coğaltsın." buyurdu ve hizmetci kadına kırk altın ihsĂ‚n etti. O iki altını da ayrıca verdi.
Unsî Hasan Efendi hazretleri vefĂ‚tına yakın talebelerini toplayıp onlarla helallaştı ve bir takım nasîhatlerde bulundu. "Sizler yolumuza aykırı hareket eder, İslĂ‚miyetin emirlerinin dışına cıkar, haram ve mekruhlara meylederseniz, Ă‚hiret gununde iki elim yakanızdadır. Bu Halvetiyye yolu cumlemizeAllahu teĂ‚lĂ‚nın bir emĂ‚netidir. Bunu koruyun. Bu sebeple peygamberler ve evliyĂ‚ sizlerden hoşnud olur." buyurdular. Techiz ve tekfinleri icin gerekli siparişleri verip aldırdılar. Sonra yerine vekil bıraktığı MehmedEfendi, Kur'Ă‚n-ı kerîm okurken vefĂ‚t ettiler. Talebelerinden Seyyid Mustafa Efendi gasledip yıkadı. Arkasından hemen yetmiş bin kelime-i tevhîd okunup mubĂ‚rek rûhuna gonderildi. Ayasofya CĂ‚miindeKara Mustafa PaşaDergĂ‚hı şeyhi olan Şeyh Seyyid Nûreddîn Efendi namazını kıldırdı. CenĂ‚zesinde Ă‚limler, sĂ‚lihler hazır olmuşlardı.
Hasan Unsî Efendinin talebelerinden bĂ‚zıları şunlardır: Hacı İbrĂ‚him Efendi, Tatar Selim Efendi, Kastamonulu Mustafa Efendi, Abdullah Kefevî, Uskudarlı Ahmed Efendi, Giritli Ahmed Efendi, Cekmeceli Mahmûd Hilmi.
Hasan Unsî Efendinin, Arabca, Farsca veTurkce ile yazılmış bir dîvĂ‚nı vardır. Bu dîvĂ‚n, İbnu'l-Emîn Mahmûd Bey tarafından muhĂ‚faza edilmiştir. VĂ‚z ve nasîhatları ile konuşmaları; KelĂ‚m-ı Azîz ismindeki kitapta toplanmıştır. Yine Arabca, Farsca ve Turkce ile nazm ve nesir olarak buyurdukları sozlerinden bir kısmı, Sırr-ı EhĂ‚diyyet isimli bir eserde toplanmıştır.
SENİ KÂDI ZANNETTİM
Talebeleri icinde Sıdkî Abdullah isminde iyi ve guzel hal sĂ‚hibi bir derviş vardı. Bir gun sohbette Unsî Efendi dergĂ‚hın kapısına bakıp; "Şu gelen kĂ‚dıyı kim tanıyor ve bu kime geliyor." dedi. Talebeler gelenin Sıdkî Abdullah Efendi olduğunu gorduler ve; "Efendim bu Sıdkî Efendidir." dediler. O zaman Unsî Hasan Efendi; "KĂ‚dı sandım." buyurdular. Talebeler buna bir mĂ‚nĂ‚ veremeyip, birbirlerine baktılar ve iclerinden; "Bir hikmeti vardır. EvliyĂ‚ boş soz soylemez." diye gecirdiler. SonraAbdullah Efendi iceri girip Unsî Efendinin elini optu ve oturdu. Unsî Efendi ona bakıp; "Abdullah, kĂ‚dılık talebinde misin?" buyurdu. O da; "HĂ‚şĂ‚ efendim. Oyle bir niyetim yoktur. Aklımdan da gecmez. Estağfirullah, Allahu teĂ‚lĂ‚ya sığınırım efendim." dedi. Unsî Efendi, "Seni kĂ‚dı zannettim. Ama bu, soz tutmamaktan oldu." dedi. Sohbetten sonra herkes dışarı cıktı. Birbirlerine; "Abdullah Efendinin acaba ne kusuru oldu?" dediler. Sonra da soz tutmamaktan Allahu teĂ‚lĂ‚ya sığındılar. Aradan bir zaman gecti. Bir gun AbdullahEfendi ile talebe arkadaşı SĂ‚atî Ahmed Ağa, Unsî Efendiden icĂ‚zet, diploma istediler. Unsî Efendi bunlara; "Size izin verip birer memlekete gondermek mumkundur. LĂ‚kin hevĂ‚ ve arzulardan gecmek lĂ‚zımdır. Nefsin hevĂ‚sına, isteklerine tĂ‚bi olmaktan sakınmak gerektir. MĂ‚dem ki arzu ve istek gĂ‚liptir, ona Hakk'ın sırrı acılmaz. HevĂ‚cının huzûru, hevĂ‚ ve arzusuyladır. Basîret uzere olmak lĂ‚zımdır." buyurdu. Aradan birkac ay gecti. Unsî Efendi hazretleri bu ikisine diploma verdiler ve Abdullah Efendiyi Kefe'ye, SĂ‚atî Ahmed Ağayı da Sinop'a irşĂ‚d ve hizmete gondermek istediler. O zaman Ahmed Ağa vĂ‚lidesini bahĂ‚ne edip Sinop'a gitmedi. Daha bircok ozurler ileri surdu. Boğazda yakın bir yere gitmek istedi. Bu isteği kabûl edilmedi. Abdullah Efendi ise, evini barkını, mallarını neyi varsa satıp deniz yoluylaKefe'ye gitti. Orada buyuk îtibĂ‚r ve hurmet gordu. Pekcok kimse hizmetinde bulundu. Butun ihtiyacları karşılandı. Rahat etti. Zengin oldu. Bir zaman sonra nefsine uyup yerine birisini bırakıp coluğu cocuğu ile birlikte İstanbul'a dondu. Bir gun onu Unsî Efendinin talebelerinden birisi FĂ‚tih CĂ‚miinde gorup; "İzinsiz niye dondunuz?" dedi. O da; "Tatarlarla gecinemeyip yerime birisini bıraktım. Sonra donmemin ne mahzuru var." diye cevap verdi. Bu haber Unsî Hasan Efendiye de ulaştı. Unsî Efendi hicbir şey soylemediler. Bir ara Abdullah Efendi, Şeyh Unsî Hasan Efendiye geldi. Elini opup oturdu. Hasan Efendi ona heybetle nazar edip; "Niye geldinAbdullahEfendi?" buyurdu. O da bir takım ozur ve bahĂ‚neler uydurdu. Hasan Efendi bunları kabûl etmediler. İltifat etmeyince, uzuntu ile oradan ayrıldı. Abdullah Efendinin İstanbul'da cok tanıdığı vardı. Bu sĂ‚yede kĂ‚dı oldu ve vazîfeye başladı. VefĂ‚tına kadar kĂ‚dı olarak kaldı.
Abdullah Efendi anlatır: "Ben kendime ettim. Bu belĂ‚ bana nefsimi terk edemememin netîcesi olarak geldi. Hasan Efendi bana onceleri; "Seni kĂ‚dı zannettim." buyurmuştu. Sonra bana; "KĂ‚dılık talebinde misin?" buyurmuştu. Şimdi bu hĂ‚lime ağlarım. Benim bu hallere duşeceğimi onceden anlamıştı." dedi.
DERVİŞİN GONLU CATAL OLMAMALI
Yaycı Mustafa Dede isminde birisi, Şeyh Unsî Hasan Efendinin sohbetlerine gelir giderdi.Nerede bir şeyh gorse gider onunla goruşur, ona hizmet eder, ona meyl ve sevgi beslerdi. Bir gun onu Unsî Efendiye medhettiler. O ise, onun bu hĂ‚lini beğenmezdi. Yaycı Mustafa Efendi, bircok kimse peşinde koşmuş ama teslim olmamıştı. Bir gun Unsî Efendi sohbetinde; "Dervişin gonlu catal olmamalıdır. ZîrĂ‚ gonulde ikilik, şirktir. Dervişin hocasına sevgisi sağlam olmalı. Şoyle ki: Butun Ă‚lem şeyh ve murşid dolsa, Allahu teĂ‚lĂ‚nın feyzi bana ancak hocamdan gelir demelidir. O kişi mahrum kalmaz. LĂ‚kin onun şeyhim dediği İslĂ‚miyete tam mĂ‚nĂ‚sıyla uymalıdır. Yoksa nefs ve şeytana tĂ‚bi şeyh sûretindeki kimseler şeyh olamazlar." buyurdu. Sohbetini dinleyenler bu sozlerin nicin, neden soylendiğini once anlayamadılar. Yine bir gun Unsî hazretleri; "Yaycı bu senin zannettiğin şey Ă‚detullaha aykırıdır, olmaz. İmkĂ‚nı dahi yoktur. Boyle bir murşide kavuşamazsın. İstifĂ‚den hic olmaz. Sonra pişmanlığın faydası yoktur. BektĂ‚şî sûretinde, hevĂ‚ ve arzulara tĂ‚bi, dilinin dîne aykırı sozlerini fazîlet zannedersin. Peygamber efendimizin beğenmediği kimseler icinde olmaktan sakınmak lĂ‚zımdır." buyurdular. Oteden beri Unsî Hasan Efendinin soylediği sozlerin kimin icin olduğu anlaşılmış oldu. Daha sonra durumu oğrenenler, Yaycı Mustafa'dan tovbe etmesini ve bir buyuğe tĂ‚bi olmasını soylediler. Yaycı bu soylenenlere sukût etti. Oradakiler; "Yaycıda maya yok!" dediler.
Bir zaman sonra Yaycı Mustafa birisiyle Unsî Efendinin huzûruna geldi. Bir ara getirdiği kişi abdest almak istedi.Yaycı hemen kalkıp ona hizmette bulundu. Bunun uzerine onun kim olduğu kendisinden soruldukta, hal sĂ‚hibi biri olduğunu bildirdi. O zaman Unsî Efendi ona; "Yaycı senin gonlunde bunun sevgisi var. Bize olan sevgi dışarı cıkmış. Senin arzun kimde ise onun hizmetine koş!" buyurdu. Yaycı Mustafa uzgun bir şekilde oradan ayrıldı. Bir daha gorunmedi.Unsî Hasan Efendinin vefĂ‚tlarından dort sene gectikten sonra Yaycı Mustafa'nın bozuk yollara duştuğu, yuzundeki nûrun gittiği, haşĂ‚ Kur'Ă‚n-ı kerîme nazîre yazmaya bile cur'et ettiği goruldu, sonu da helĂ‚k oldu.
1) MenĂ‚kıb-ı Unsî Hasan Efendi, Millet KutuphĂ‚nesi, Ali Emîrî Kısmı, Şeriyye No: 1081, SuleymĂ‚niyeKutuphĂ‚nesi Hacı Mahmûd Kısmı, No: 4607, 4718
2) Sefînet-ul-EvliyĂ‚; c.4, s.22
3) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.253
4) Osmanlı Muellifleri; c.1, s.28
KAYNAK
__________________
Unsi Hasan Efendi
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●47 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Unsi Hasan Efendi