1- Hz. Ali (a.s) Adaletten Soz Ediyor

Hz. Ali (a.s) Beyt’ul- Malı bolerken fark koymaksızın onu halk arasında eşit olarak boluyordu. Hz. Ali’nin bu tutumu bazı kimseleri rahatsız etmişti, bundan dolayı bir cokları da Muaviye’nin yanında yer almışlardı.
Hz. Ali’nin dostlarından bazıları Hazretin huzuruna varıp şoyle dediler: Eğer siyasetci kimseleri iş başına getirir ve onları başkalarına tercih etmiş olursunsa, işlerin ilerlemesi icin daha uygun olur.

Hz. Ali (a.s) onların bu onerisinden sinirlenip şoyle buyurdular: “Acaba hukumetim altındaki insanlara zulmederek bu vesileyle kendi cevremde dostlar toplamamı mı bana oneriyorsunuz ? Allah’a ant olsun ki yer ve gok var olduğu muddetce bu işi yapmayacağım. Eğer mal kendimin olsaydı onu eşit olarak bolerdim, nerede kaldı ki mal Allah’ın malıdır !”

Daha sonra şoyle buyurdular: “Eğer bir kimse, iyi bir işi yerinde yapmazsa, bir kac gun gonlu karanlık kimselerin yanında ovulebilir, onların kalbinde sevgi oluşturabilir. Fakat kotu bir hadiseyle karşılaşınca ve onların yardımına muhtac olduğu zaman dunya mALİ ve makamı icin sana sevgi duyan kimseler, seni en fazla kınayan ve sana karşı en kotu dostlardan olurlar.” [1]

2- Yabis Vadisinde Ne Gecti?

Ebu Besir diyor ki, Hz. Sadık (a.s)’a; “Adiyat suresindeki gecen Yabis (Kumsal col) Vadisinin macerası ve Hicri 8. Yılda (o mekanda) İslam ordusunun kahramanlıklarıyla ilgili olay nedir? dediğimde İmam Sadık (a.s) şoyle buyurdular: “Yabis colunun halkı on iki bin suvari nizam idi, olum anına kadar Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Ali (a.s)’a karşı savaşacaklarına dair ahdedip el ele verdiler. Cebrail onların bu antlaşmasını Resulullah’a haber verdi. Resullullah (s.a.a) de Ebu bekri, daha sonra Omer’i bir orduyla onlara doğru gonderdi. Bunlar bir netice elde etmeksizin geri donuyorlar.

Peygamber (s.a.a) bu kez Hz. Ali’yi, muhacir ve ensardan oluşan dort bin kişiyle Yabis Vadisine doğru gonderiyor. Hz. Ali (a.s), ordusuyla birlikte Yabis Vadisi’ne doğru hareket etti. İslam ordusunun Hz. Ali’nin komutasında onlara doğru yuruduğu duşmana bildirildi. Duşman silahcılarından iki yuz kişi savaş alanına doğru koştular. Hz. Ali (a.s) da bir grup ashabıyla birlikte onlara doğru yurudu. Duşmana ulaştıklarında onların tarafından; “Siz kimsiniz, nereden gelmişsiniz, ne yapmak istiyorsunuz ?” diye soruyorlar.

Hz. Ali (a.s) onların cevabında şoyle buyurdu: “Ben Resulullah’ın amcasının oğlu, Onun kardeşi ve elcisi Ebu Talip oğlu Ali’yim, sizi, Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine iman etmenizi davet ediyorum, eğer iman ederseniz yorar ve zararda Muslumanlarla ortak olursunuz.”
Onlar Hz. Ali’nin sozune karşılık şoyle dediler: “Senin sozunu işittik, savaşa hazır ol ve bil ki, biz seni ve ashabını oldureceğiz! Bizim vaadimiz yarın sabahtır.”

Hz. Ali (a.s) da onlara cevaben şoyle buyurdu: “Yazıklar olsun size, beni ordunuzun cok olmasıyla mı tehdit ediyorsunuz? Bilin ki, biz Allah’tan, meleklerden ve Muslumanlardan sizin aleyhinize yardım alacağız. Yuce Allah’ın gucunden başka bir guc ve kudret yoktur.”

Duşman kendi yerine donup mevzisini pekinleştirdi. Hz. Ali (a.s) da ordusuna donup savaşa hazırlanmaya koyuldu. Hz. Ali (a.s) Muslumanlara, gece vakti bineklerinin cihazlarını hazırlamalarını, kuşanmalarını ve sabah erken duşmana saldırmak icin hazır bir vaziyette olmalarını emretti.

Sabah şafağı soktuğunde Ali (a.s) ordusuyla birlikte namaz kılıp duşmana saldırdılar. Duşman oyle gafil avlandı ki, Muslumanların onlara nereden saldırdığını anlayamadı. İslam ordusunun geride kalanı henuz yetişmemişken onlardan coğu oldurulup neticede bir cokları da esir alındı ve malları ise Muslumanların eline gecti. Cebrail-i Emin, Hz. Ali ve İslam ordusunun muzaffer olduğunu Hz. Peygambere haber verdi. Resulullah (s.a.a) minbere cıkıp Allah’a hamt ettikten sonra Muslumanların duşmana galip olduğunu ve İslam ordusundan sadece iki kişinin şahadete eriştiğini halka duyurdu.

Daha sonra Peygamber (s.a.a) ve ashabı Medine’den cıkıp Hz. Ali’yi istikbal etmeğe koştular. Medine’nin bir fersahlığında Hz. Ali’nin ordusuyla karşılaşıp onlara hoş geldiniz dediler. Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’i gorunce bineğinden aşağı indi, Peygamber (s.a.a) de bineğinden aşağı inip Hz. Ali’nin alnından optu. İslam ordusunun istikbaline gelen Muslumanlar da Hz. Peygamber gibi Hz. Ali’yi kutlayıp bu fethi tebrik ettiler, duşmandan elde edilen bolca ganimeti ve esirleri gorerek daha cok sevindiler.

Bu esnada Cebrail-i Emin gok yuzune inerek ve bu zaferden dolayı “ÂdiyÂt” suresini Resulullah’a getirdi: “Soluk soluğa koşan atlara ant olsun, (tırnaklarıyla) ateş cakıp sacanlara, sabah vakti baskın yapanlara, derken orada tozu dumana katanlara, bununla bir (duşman) topluluğun orta yerine kadar dalanlara...”

Peygamber (s.a.a)’in gozlerinden sevinc yaşları boşandı, işte burada o meşhur sozu Hz. Ali’ye buyurdular: “Eğer ummetimden bir grubun, Hıristiyanların Hz. İsa hakkında dedikleri soz gibi senin hakkında soylemesinden korkmasaydım, senin hakkında oyle bir soz soylerdim ki, her nereden gecseydin ayağının altındaki toprağı goturur onunla teberruk ederlerdi!”[2]

3- Resulullah’dan Duymamışsam Dilsiz Olayım!

Ebu Muslim şoyle diyor: Bir gun ben, Hasan-ı Basri ve Enes bin Malik birlikte Ummu Seleme’nin ( Peygamberin zevcesi) evine gittik. Enes evin kapısı onunde oturarak iceri girmedi. Ama benle Hasan-ı Basri iceriye gectik. Hasan-ı Basri Ummu Seleme’ye selam verdi, o da de selamın cevabını verdi.
Daha sonra Ummu Seleme; Evladım sen kimsin? diye sordu.
Hasan-ı Basri- Ben Hasan-ı Basri’yim.
Ummu Seleme- Ne icin gelmişsin?

Hasan-ı Basri- Resulullah (s.a.a)’in Ali bin Ebu Talib hakkındaki hadisini bana soylemen icin gelmişim.
Ummu Seleme- Allah’a ant olsun ki, bu iki kulağımla Peygamber’den duyduğum bir hadisi sana soyleyeceğim; eğer yalan soylemiş olursam sağır olayım! Bu iki gozumle gordum, gormemiş isem kor olayım! Kalbim onu almıştır, eğer buna tanıklık etmese Allah onu muhurlesin! Eğer Resulullah (s.a.a)’den duymamış ise dilsiz olayım. Resulullah (s.a.a) Ali bin Ebu Talib’e şoyle buyurdular:

“Ya Ali! Kim kıyamet gunu Allah’ın huzurunda hazır olduğu gun senin velayetini inkar ederse, muşrik ve puta tapanların safında yer almış olacaktır.”

Hasan-ı Basri bu hadisi duyunca şoyle dedi: “AllÂh-u Ekber, tanıklık ediyorum ki, gercekten Ali bin Ebu Talib benim ve butun muminlerin mevlasıdır.”

Ummu Seleme’nin evinden dışarı cıktığımızda, Enes bin Malik, Hasan-ı Basri’ye; Neden tekbir getirdin?diye sordu. O da sebebini ona acıkladı. Bunun uzerine Peygamber’in hizmetcisi Enes bin Malik şoyle dedi: “Bu Hadisi, Resulullah (s.a.a) uc, dort defa buyurmuştur.”[3]

4- Hz. Ali ve Bet’ul- Mal

Zazan şoyle naklediyor: Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti doneminde Beyt’ul Mal’a ait bir cok mallar Kufe’ye geliyordu. Hz. Ali (a.s)’ın hizmetcisi Kanber, Beyt’ul-Mal’dan bir kac altın ve gumuş kap İmam (a.s)’ın huzuruna getirip şoyle dedi:

“Butun ganimetleri taksim ettin, ama onlardan kendin icin hicbir şey goturmedin! Bundan dolayı ben bu kabaları senin icin zahire ettim.”
İmam Ali (a.s) bu sozu ondan duyunca kılıcını cekip şoyle buyurdu: “Vay haline! Evime ateş getirmek mi istiyorsun!”

Daha sonra İmam (a.s) o kapları parca-parca etti ve şehrin yoneticilerini cağırtıp halkın arasında adaletle bolmeleri icin o bolunmuş kapları onlara verdi.[4]

5- Hz. Ali ve Oksuzler

Bir gun Hz. Ali (a.s), su kırbasını omzuna alıp giden bir kadını gordu. Ona acıdığından ileri gidip su kırbasını alıp onun evine goturdu. Sonra durumunun nasıl olduğunu sordu. Kadın şoyle dedi: “Ali bin Ebi Talib, eşimi memuriyete gonderdi, o da o memuriyette olduruldu, şimdi bir kac yetim cocuk bana kalmıştır, onları gecindirmeye de gucum yoktur. İhtiyactan dolayı halka hizmet etmek mecburiyetindeyim.

Hz. Ali (a.s) bu sozleri dinledikten sonra evine dondu ve o geceyi sabaha kadar rahatsız bir şekilde gecirdi. Sabahleyin, ici yiyecekle dolu olan bir sepet goturup o kadının evine doğru hareket etti. Yolun yarısında bazıları Hz. Ali (a.s)’a; Sepeti verin biz goturelim diyorlardı. Ama Hz. Ali (a.s) onlara cevaben; “Kıyamet gunu benim amellerimi kim omuzlanacaktır? diye buyuruyordu.

Nihayet o kadının evine yetişti, kapıyı caldı. Kadın - Kim o ?
Hz. Ali - “Dun sana yardım edip su kırbasını evinize getiren kimseyim, cocuklarına yiyecek getirmişim, kapıyı ac!”
Kadın kapıyı acıp şoyle dedi:

- Allah senden razı olsun, benimle Ali bin Ebu Talib arasında Allah hukmetsin.

Hz. Ali (a.s) iceri girip kadına şoyle dedi:
- “Ekmek mi yapıyorsun yoksa cocukları mı saklıyorsun?”

Kadın- Ben ekmeği daha guzel yaparım, sen cocukları sakla!
Kadın unu hamur yaptı, Hz. Ali (a.s) da kendisiyle birlikte getirdiği eti kebap yapıp hurmayla cocukların ağzına bırakıyordu. Sevgi ve şefkatle babacasına lokmayı cocukların ağzına bırakırken her defasında; “Evlatlarım! Eğer Ali sizin hakkınızda kusur etmişse onu helal edin” buyuruyordu. Hamur hazır olunca Hz. Ali (a.s) tandırı yakıp yuzunu onun ateşine yaklaştırarak şoyle diyordu: “Ey Ali! Ateşin tadını (yakıcılığını) tat! İşte bu, oksuz cocuk ve dul kadınların durumundan habersiz olan kimsenin cezasıdır.”

Komşunun hanımı tesadufen Hz. Ali’yi gorup tanıdı, işte bundan dolayı aceleyle ev sahibi kadının yanına gidip şoyle dedi: “Yazıklar olsun sana! Bu şahıs, Muslumanların onderi ve bu ulkenin yoneticisi Ali bin Ebu Taliptir.”

Kadıncağız dediği sozlerden utanc duyduğu halde aceleyle Hazreti Ali’nin yanına gelip; “Ey Emir’el-Muminin! Senden utanc duyuyorum, beni affet” dedi. Hz. Ali (a.s) da cevaben; “Senin ve cocuklarının hakkında kusur yaptığımdan dolayı ben senden utanc duyuyorum!” buyurdular.[5]

6- Omer Hz. Ali’den Bahsediyor

Ebu Vail şoyle diyor: Bir gun Omer bin Hattap bana; “Yakına gel de Ali’nin şecaat ve yiğitliğini sana anlatayım dedi.” Yanına yaklaşınca şoyle dedi:

“Uhud savaşında kacmamak icin Peygamberle ahitleşmiştik; bizden kacan sapık, bizden olen ise şehit ve Peygamber de onun ailesinin sorumlusu ve himayecisi olacaktı. Savaş zamanı aniden, her biri yuz savaşcıya bedel olan yuz şecaatli komutan grup grup bize saldırdılar; oyle ki artık biz savaş gucunu kaybettik, perişan bir vaziyette savaş alanından kactık. Bu sırada Ali’yi gordum, guclu bir aslan gibi yerden biraz kum goturup yuzumuze serpti ve şoyle dedi:

“Yuzunuz cirkin ve kara olsun! Nereye kacıyorsunuz?”
Biz bu sozlerle savaş meydanına donmedik, bu defa bize saldırdı, elindeki kılıctan kan damlıyordu, şoyle feryat etti: “Siz biat edip biatinizi bozdunuz. Allah’a ant olsun ki, sizler oldurulmeye kafirlerden daha layıksınız.”

Ali’nin gozlerine baktım, sanki iki zeytin meşalesi gibi ateş ondan sacıyordu veya kanla dolu iki kÂse gibi idi. Bize saldırdığı takdirde hepimizi oldureceğine yakin ettim. Bundan dolayı ben herkesten daha once ona doğru koşup şoyle dedim: “Ey Ebe’l Hasan! Allah aşkına! Allah aşkına! Araplar savaşta bazen kacıyor, bazen de saldırıyorlar ve yeni saldırı kacmanın hasarını telafi ediyor.”

Bu sozum uzerine guya kendisini kontrol etti, yuzunu bizden cevirdi. O zamandan şimdiye kadar, Ali’nin o gunku heybetinden kalbime işleyen vahşeti asla unutmamışım![6]

7- Hz. Ali’nin Hz. Fatime’yi İstemesi

Zahhak bin Mezahim, Hz. Ali’den onun şoyle buyurduğunu naklediyor: Ashaptan bazıları benim yanıma gelerek şoyle dediler: Peygamber (s.a.a)’in huzuruna varıp Fatime hakkında O’nunla konuşsan ne olur?...

Ben Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gittim, beni gorduklerinde gulumseyip şoyle buyurdular: “Ya Ebe’l Hasan! Ne icin gelmişsin? Ne istiyorsun?”
Ben akrabalığımızdan, ilk musluman olmamdan ve onun yanındaki cihatlarımdan soz ettim.


Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: “Doğru soyledin, soylediğinden bile daha ustunsun.”

Bunun uzerine: “Ya Resulullah! Fatime’nin bana eş olmasını kabul ediyor musunuz?” diye arz etim.

Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: “Ya Ali ! Senden once de Fatime’yi istemeğe geldiler, mevzuyu Fatime’ye soylediğimde razı olmamak eseri yuzunden okunuyordu. Şimdi sen burada bekle, ben tekrar doneceğim.”
Resulullah (s.a.a) Fatime’nin yanına gittiğinde, Fatime (babasını gorunce) hemen yerinden kalkıp Hazretin abasını omzundan almış, ayakkabısını cıkarmış, ayaklarını yıkaması icin su getirmiş ve ayaklarını yıkadıktan sonra gecip kendi yerinde oturmuştur.

Sonra Resulullah (s.a.a) ona şoyle buyurmuş: “Ali bin Ebu Talib oyle bir kimsedir ki, sen onun akrabalık, fazilet ve islamiyetinden iyice haberdarsın, ben de Allah’dan istemiştim ki, Allah katında en iyi ve sevimli birisiyle seni evlendirsin, şimdi o seni istemek icin gelmiştir.”
Bu esnada Fatime susmuş ve yuzunu geri cevirmemiştir. Resulullah (s.a.a) Fatime’nin yuzunden herhangi bir rahatsızlık (razı olmamak eseri) hissetmediğini gorunce yerinden kalkıp: “Allah-u Ekber ! Fatime’nin susması onun razı olduğunun nişanesidir.” buyurdular.
Sonra Cebrail Resulullah’ın yanına gelip şoyle dedi: “Ey Muhammed! Fatime’yi Ali’yle nikahla! Allah Teala, Fatime’yi Ali icin, Ali’yi de Fatime icin beğenmiştir.”

İşte boylece Peygamber (s.a.a) Fatime’yi benimle evlendirdi. Sonra Resulullah (s.a.a) benim yanıma gelip elimi tutarak şoyle buyurdular: “Allah’ın adıyla kalk ve şoyle de: “Ala bereketin vema şaallah’u, la havle illa billahi tevekkeltu aleyhi”
(Bereket uzere, Allah’ın isteği uzerine, gucler ancak Allah iledir, Allah’a tevekkul ettim.) Sonra beni Fatime’nin yanına goturup şoyle dediler: “Allah’ım! Bu ikisi, yaratıklarının benim yanımda en sevimli olanlarıdırlar, onları sev, evlatlarını cok bereketli et, kendi tarafından onlara bir muhafız kıl, ben onların her ikisini ve evlatlarını kovulmuş şeytanın şerrinden sana emanet ediyorum.”

__________________