Mehmed Emîn Efendi, ilim tahsîline memleketinde başlayıp, bir muddet ilim oğrendikten sonra, 1698 senesinde İstanbul'a geldi. ŞeyhulislĂ‚m MirzĂ‚zĂ‚de Muhammed Efendiden uzun muddet ders alıp, ilim oğrendi ve cok iyi yetişti. SonraMekke'de Ahmed Yekdest CuryĂ‚nî hazretlerinden tasavvuf ilmini oğrenip, tasavvufda talebe yetiştirebilecek duruma geldi. İkinci Hicaz seferinde hadîs Ă‚limlerinden Ahmed Nahlî'den hadîs ilmini oğrenip icĂ‚zet aldı. Ayrıca İstanbul'a ilk geldiğinde, ilim tahsili sırasında, hat yĂ‚ni yazı sanatını Yedikuleli hattat Abdullah Efendiden oğrendi. Değişik hat ceşitlerinde mahĂ‚ret sĂ‚hibiydi.
Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretleri, İstanbul'a ilk geldiğinde, birkac ay Pîrî Paşa Medresesinde ikĂ‚met etti. Bu sırada BaşrûznĂ‚meci (Gunluk gelir ve masrafların defterini tutan, ayniyĂ‚t kaydı amiri) Ali Efendi adında bir zĂ‚tın oğluna ders vermeye başladı. Ayrıca kendisine Reîs-ul-KuttĂ‚b (HĂ‚riciye vekili) makĂ‚mının yazı işlerinde kĂ‚tiplik vazifesi de verildi. Bu vazifede iken BaşrûznĂ‚meci Ali Efendi, kendi evinde bir yer ayırıp, kalması icin dĂ‚vet etti. Bunun uzerine RûznĂ‚meci Ali Efendinin evinde kalmaya başladı. Hem kaldığı bu evde, hem de ŞehzĂ‚de CĂ‚miinde talebelere ders vermeğe başladı. İstanbul'da bulunan meşhûr Ă‚ilelere mensûb kimseler de onun derslerine devĂ‚m etti. Ali İzzet Paşa ve Yeğen Muhammed Paşa bunlardandır. EtrĂ‚fında cok talebe toplandı. Ustun ve olgun hĂ‚llerini gorenler, ona; "Ârif-i Muhlisi" lakabını verdiler.
KĂ‚tiplik vazifesine ve talebelere ders vermeye bir muddet devĂ‚m ettikten sonra, BaşrûznĂ‚meci Ali Efendinin, 1702 senesinde vazifeli olarak Edirne'ye gonderilmesi uzerine, onunla birlikte Edirne'ye gitti. Orada ileri gelen bircok kimseyle goruşup sohbet etti. Edirne'de bulundukları sırada, ders vermekte olduğu BaşrûznĂ‚meci Ali Efendinin oğlu vefĂ‚t etti. Bunun uzerine ders vermekten vazgecerek, bulunduğu vazifeden de ayrılıp, hacca gitmeğe karar verdi. Karar verdiği gunun sabĂ‚hı, Edirne'deSarachĂ‚ne yakınındaki calıştığı dĂ‚iresine gitmek uzere evden cıkmıştı. Yolu meşhûr KĂ‚dirî şeyhi ve buyuk bir zĂ‚t olanKasabzĂ‚de Muhammed Efendinin dergĂ‚hına uğradı. Oraya yaklaşınca, Muhammed Efendinin oğlu AbdulkĂ‚dir Efendinin, dergĂ‚hın onunde beklediğini gordu. AbdulkĂ‚dir Efendi, yanına yaklaşıp; "Babam sizi dergĂ‚hta bekliyor, buyursun bir kahve icelim diyor." dedi. Bu dĂ‚vet uzerine KasabzĂ‚de Muhammed Efendinin yanına gidip elini optu. O da; "SafĂ‚ geldiniz Hacı Emîn Efendi." dedi ve elinden tutup odasına goturdu. Oturup sohbete başladıkları sırada, Mehmed Emîn Efendi; "Elhamdulillah bizi hacc-ı şerîf ile mujdelediniz." deyince, Muhammed Efendi; "Evet, siz bu gece hacca gitmeye niyet ettiniz biz de tebrik ettik." deyip sohbete başladı. Sohbet sırasında Mehmed Emîn Efendiye, fıtraten yuksek bir kĂ‚biliyete sĂ‚hib olduğunu ve cok buyuk nîmetlere kavuşacağını mujdeledi. Mekke'ye varınca, evliyĂ‚nın buyuklerinden İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin ucuncu oğlu Muhammed Ma'sûm FĂ‚rûkî hazretlerinin yetiştirdiği yedi bin buyuk evliyĂ‚dan biri olan Ahmed Yekdest CuryĂ‚nî'nin huzûruna gitmesini, kendisinin de selĂ‚mını ve hurmetlerini arzederek, onun talebesi olmasını tavsiye etti.
Mehmed Emîn Efendi, bu zĂ‚tın yanından ayrıldıktan sonra,BaşrûznĂ‚meci Ali Efendiye de gidip hacca gideceğini soyledi.Ali Efendi memnun olup, ona yolda harcaması icin bir miktar para verdi. Mehmed Emîn Efendi, bundan sonra birkac gun icinde butun dostlarıyla vedĂ‚laşıp, İstanbul'a gitmek uzere yola cıktı. İstanbul'a ulaşınca, hacıları goturecek gemiye bindi. On gunde KĂ‚hire'ye vardı. Oradan da bir kĂ‚file ile Mekke'ye hareket etti. Mehmed Emîn Efendinin, hayĂ‚tının onemli bir safhası, Mekke'ye bu ilk gidişi ile başladı. Cunku, orada madde ve mĂ‚nĂ‚ ilimlerinde yukselmiş, buyuk rehber ve zamĂ‚nının en kıymetli Ă‚limlerinden biri olan Ahmed Yekdest CuryĂ‚nî'yi tanıyıp, ona talebe oldu.Derslerine ve sohbetine uc yıl devĂ‚m edip, kemĂ‚le ulaştı. Bu hususta o zĂ‚ttan icĂ‚zet, diploma aldı.
HayĂ‚tında onemli bir donum noktası olan bu hocasıyla tanışmasını bizzat kendisi şoyle anlatır: "Mekke'ye varınca, ilk gun, KĂ‚be'yi tavĂ‚f ve ziyĂ‚retle gecti. Ertesi gun sabah namazını Harem-i şerîfde (KĂ‚be'nin yanında) kıldıktan sonra dışarı cıkacağım sırada, Harem-i şerîfin bir koşesinde otuza yakın kimsenin bir halka hĂ‚linde oturduklarını gordum. Nicin boyle halka olmuşlar acabĂ‚, ders icin hocalarını mı bekliyorlar diyerek yanlarına yaklaşıp oturdum. Hepsinin başlarını eğip edeble oturduklarını gordum. Ben de oturup başımı eğerek bekledim. Bir ara başımı kaldırıp baktığımda, halkanın ortasında duran bir zĂ‚tı karşımda gordum. Dikkatle bana bakıyordu. Bakışlarından ve heybetinden urperip başımı eğip gozlerimi yumdum. Bir muddet daha oyle durduktan sonra yine dikkatle bana baktığını gordum. Sonra o zĂ‚t ellerini kaldırıp duĂ‚ etti. DuĂ‚dan sonra FĂ‚tiha okundu ve herkes kalkıp dağılmağa başladı. Ben de kalkıp giderken o mubĂ‚rek zĂ‚t bana yaklaştı, yanıma gelip selĂ‚m verdi ve; "Hoş geldin Emîn Efendi." dedi. HĂ‚limi hatırımı sordu. Sonra beni yanına alıp, Harem-i şerîfin yakınında bulunan evine goturdu. İceri girip oturduktan biraz sonra hizmetcisi sofrayı kurdu. Sofrada sıcak bir ekmek ve fincan icinde icecek bir şey vardı. O mubĂ‚rek zĂ‚t ellerini ekmeğe uzatınca, bir elinin bileğinden kesik olduğunu gordum. Hemen Edirne'deki Şeyh Muhammed Efendinin tavsiyesi aklıma geldi ve bahsettiğinin bu mubĂ‚rek zĂ‚t olduğunu anladım. Fakat o anda selĂ‚mını soylemeyi unutmuşum. Yemekten sonra yolculuğumdan, gecip geldiğim yerlerden sorup cevap aldıktan sonra; "Edirne'de size emĂ‚net edilen şeyi unuttunuz" buyurdu. Hemen Edirne'deki Muhammed Efendinin selĂ‚mını hatırladım ve soyledim. O da muhabbet ve surûr icinde selĂ‚mı aldı. Artık beni talebeliğe kabûl edip, ders vermeye başladı ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın ismini zikretmemi soyledi. Sonra da şu beyti okudu:
Otuz kırk yıl gecince eylemiş tahkîk HĂ‚kĂ‚nî
Ki bir dem Hakkı zikretmek değer mulk-i SuleymĂ‚nı.
Bundan sonra dille anlatılmaz hĂ‚llere ve nîmetlere kavuştum. FĂ‚risî bildiğim icin, ekseriyetle FĂ‚risî kelimelerle konuşurdu. Benden iki sene once huzûruna gelen Tatar Ahmed Efendi adında bir zĂ‚t ona hizmet etmekteydi. Ben huzûruna kavuşunca, Tatar Ahmed Efendiyi Medîne'de bulunan ve orada insanlara rehberlik yapan talebesi Abdurrahîm BuhĂ‚rî'nin hizmetine gonderdi. Sonra benim İstanbul'a doneceğim sırada, Tatar Ahmed Efendiyi tekrar Mekke'ye cağırıp, icĂ‚zet verip, Anadolu'ya insanları irşĂ‚d icin gonderdi.
1702 senesi hac mevsiminden, 1705 senesi hac mevsimine kadar, uc sene, Ahmed Yekdest CuryĂ‚nî hazretlerinin hizmetinde, derslerinde ve sohbetlerinde bulundum. NihĂ‚yet 1705 senesinde hacıların donmesi sırasında, hocamın izni uzerine İstanbul'a dondum." (Bkz. Ahmed Yekdest CuryĂ‚nî

Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretleri, hocası Ahmed Yekdest hazretlerinin sohbetlerinde yetişip, tasavvufda yuksek derecelere ulaştıktan sonra İstanbul'a donunce, hocasının talebelerinden Muhammed Kumul Efendinin evine yerleşti ve İstanbul'da beş sene daha kaldı. Bu sırada Nakşibendî, KĂ‚dirî, ŞĂ‚zilî, ŞettĂ‚rî yollarında yetişmiş bulunuyordu. İstanbul'da kaldığı bu beş sene muddetince ŞehzĂ‚de CĂ‚miinde ve Sultan Mahmûd CĂ‚miinde talebelere ders verdi. Nakşibendiyye yolunun buyuklerinden Muhammed Kumul Efendi, MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚ce ZiyĂ‚uddîn, Halvetî buyuklerinden MevlĂ‚nĂ‚ Şeyh ÎsĂ‚-yı Mahvî ve Sunbuliyye meşhûrlarından Seyyid Nûreddîn Sunbulî ile sohbet etti. Sonra Muhammed Kumul Efendi ile once Habeş eyĂ‚letine sonra Kudus'e gitti. Oradan da Mekke ve Medîne'ye gitti. Bu esnĂ‚da hocası Ahmed-i Yekdest hazretleri vefĂ‚t etmiş ve dort sene gecmiş idi.
Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretleri altı sene suren bu seferi esnĂ‚sında, Kudus'te Ahmed Nahlî'den hadîs ilminde icĂ‚zet aldı. Medîne-i munevverede Abdurrahîm Buharî ve Beşîr Ağa ile sohbetlerde bulundu. Ayrıca Şeyh Ahmed el-BenĂ‚î DimyĂ‚tî'den, MevlĂ‚nĂ‚ Huseyin Alemî er-RufĂ‚î'den de hadîs rivĂ‚yeti icĂ‚zeti aldı. Remle şehrinde KutbulebdĂ‚l Şeyh CumĂ‚ hazretleri ile de sohbette bulundu. 1717 senesinde Hicaz'dan İstanbul'a dondu. İstanbul'a donunce, Muhammed Kumul Efendinin evinde uc sene daha ikĂ‚met etti. Bundan sonra Muhammed Kumul Efendinin vefĂ‚tı uzerine Filyokuşu'nda bir ev kirĂ‚ladı ve evlenip orada oturdu. İlim ve mĂ‚rifet yaymaya devĂ‚m etti. Bir ara Ebû Eyyûb-i EnsĂ‚rî hazretlerinin turbesinde turbedĂ‚rlık yaptı. Bu sırada Ă‚lim, fĂ‚dıl ve sĂ‚lih zĂ‚tlar onun sohbetine koştular. Bundan sonra da Peygamber efendimizin turbesinde, Ravda-i mutahherada hizmet etme vazifesi verildi. Bu vazifeye tĂ‚yin edilince, kavuştuğu nîmete şukrederek; "İki cihan sultĂ‚nının turbesinde bekci ve hizmetci oldun. O'nun yuksek kapısının supurgecisini, MevlĂ‚ mahrûm eylemez, zarara uğratmaz. CihĂ‚nın sultĂ‚nı olan Resûlullah'ın hizmetcisini kimse incitmez. Ey Emîn (sana mujdeler olsun)! Resûlullah efendimizin kapısında zĂ‚hiren ve bĂ‚tınen hizmetci olmakla şereflendin." mĂ‚nĂ‚sında da bir şiir soyledi.
Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretlerinin talebesi Seyyid YahyĂ‚ Efendiden naklen, talebesi Seyyid Hasîb Efendi anlatır: "Bursa'da bulunan Şeyh İsmĂ‚il Hakkı Bursevî hazretleri, vefĂ‚tına yakın bir zamanda, talebelerinden; İvaz Mehmed Paşayı, Yeğen Mehmed Paşayı ve el-HĂ‚c Ahmed Paşayı Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretlerine gonderip, tasavvufta yetiştirilmesini ricĂ‚ etmişti. Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretleri bu ricĂ‚yı kabûl edip, gonderdiği bu uc talebeyle ilgilendi. Bunlardan YeğenMehmed Paşa, ceşitli vazîfelerde bulunduktan sonra, 1737 senesinde Nemce (Avusturya) seferini yapmakla gorevlendirildi. Yeğen Mehmed Paşa bu sırada Sultan Birinci Mahmûd HĂ‚nın vezîr-i Ă‚zamı idi.
Yeğen Mehmed Paşa, İstanbul'dan hareket etmeden once, Aksaray civĂ‚rında oturmakta olan kızının evini MehmedEmîn TokĂ‚dî hazretlerine tahsis edip, oraya dĂ‚vet etti. Mehmed Emîn TokĂ‚dî de kabûl edip, orayı teşrif etti. Burada ikĂ‚met ettiği sırada Yeğen Mehmed Paşa sık sık ziyĂ‚retine gidip, sohbetinde bulunurdu. Huzûruna girerken pĂ‚dişĂ‚hın huzûruna girer gibi edeb ve hurmet gosterirdi. Mehmed Emîn Efendi, ona latîfe yollu takılırdı. Fakat o dĂ‚imĂ‚ edeb ve hurmetle huzûrunda dururdu. Yeğen Mehmed Paşa, cıkacağı Avusturya seferi ile ilgili yaptığı hazırlıkları anlatıp duĂ‚ istedi.Mehmed Emîn Efendi de, gozyaşı dokerek zafere kavuşması icin duĂ‚ etti.
Yeğen Mehmed Paşa, sefer devĂ‚m ettiği muddetce, Mehmed Emîn Efendinin, tahsis ettiği evde ikĂ‚met etmesini arzu ediyordu. Sefer icin ordunun hazırlanıp, DĂ‚vûd Paşa semtine hareket edeceği sırada, tekrar ziyĂ‚retine gelmişti. Mehmed Emîn Efendi, sefer başlayınca kendi evine doneceğini soyledi. Bunun uzerine Yeğen Mehmed Paşa pek ziyĂ‚de uzulup, tahsis ettiği bu evde kalmasını ve sefer boyunca duĂ‚ etmesini, boylece zafere kavuşacağını cok umid ettiğini soyledi. HattĂ‚, tahsis ettiği bu evden ayrıldıklarını duyduğu yerde, vazifesinden istifĂ‚ edip, seferden de vazgececeğini soyledi. Bunun uzerine Mehmed Emîn Efendi, Vezîr-i Ă‚zam Yeğen Mehmed Paşayı kucaklayıp bağrına bastı. Bir muddet boylece tuttu. Sonra ağlayarak zafer kazanmaları icin duĂ‚ etti. FĂ‚tiha-i şerîfe okudu. Bundan sonra biraz daha sohbet ettiler. Sohbet sırasında yeğen Mehmed Paşaya; "Bizi eve dĂ‚vet edip getirmeni sana kim tavsiye etti?" dedi. O da; "İşlerin cokluğu sebebiyle benim hatırıma boyle bir şey gelmemişti. Fakat DĂ‚russeĂ‚de ağası (İstanbul vĂ‚lisi) Beşîr Ağa birĂ‚deriniz hatırlattı." dedi. Yeğen Mehmed Paşa, cok sevdiği hocası Mehmed Emîn Efendinin duĂ‚sını alarak, Avusturya seferine cıkmak uzere evden ayrıldı.
Osmanlı ordusu, Vezîr-i Ă‚zam Yeğen Mehmed Paşa komutasında Avusturya seferine cıktıktan sonra, Mehmed Emîn Efendi, ordunun zafere ulaşması icin cok duĂ‚ etti. HattĂ‚ geceleri uyumayıp zafer icin duĂ‚ edip yalvardı. Bu hĂ‚l yirmi gunden fazla devĂ‚m etti. Bu sebeple tedĂ‚viye ihtiyĂ‚c duyacak derecede rahatsızlandı. Talebesi Seyyid YahyĂ‚ diyor ki: "Bir sabah huzûruna gittiğimde, hastalanmış gordum. Benden ilĂ‚c istedi, temin ettim. İlĂ‚cı kullandı. Sonra berĂ‚berce, talebelerinden KafesdĂ‚r AbdulbĂ‚kî Efendinin evine gittik. Bu talebesi, Mehmed Emîn Efendinin neşeli hĂ‚lini gorunce bana; "Hamdolsun İslĂ‚m askeri mansur ve muzaffer olmuştur. İnşĂ‚allah birkac gune kadar futûhĂ‚t haberi gelir!" dedi. Sonra dostlara ziyĂ‚fet ve sadakalar verdi. Dort gun sonra Tatarlar, Ada kalesinin İslĂ‚m ordusu tarafından fethedildiği haberini getirdiler. Bundan sonra, İslĂ‚m askeri İstanbul'a geldi. Herkes birbirinin gazĂ‚sını tebrik etti. Yeğen Mehmed Paşa, Mehmed Emîn Efendinin ziyĂ‚retine geldi, ağlayarak mubĂ‚rek ayaklarına kapandı. Her ikisi de bir muddet ağladılar. Paşa, Efendinin Ă‚detini bildiğinden, seferde olanları anlattı. Koynundan iki atlas kese altın cıkarıp, seferde iken fakirlere vermek uzere adadığını bildirdi ve fakirlere dağıtmalarını ricĂ‚ etti. Mehmed Emîn Efendi de onların bu adağını ovdu ve netîce verdiğini bildirdi. Kendilerinin halleri ve meşgûl olmaları dolayısı ile, bunu bizzat kendisinin dağıtmalarının daha cabuk ve kolay olacağını soyledi. "Haftada iki gun tebdîl-i kıyĂ‚fetle (kıyĂ‚fet değiştirerek) cık. Her cıktığında cebini doldur. Yedikule civĂ‚rından başla. Orada cok fakir evi vardır. Kapılarını cal. Kim cıkarsa saymadan eline ne gelirse ver. Ve boyle kapı calarak devĂ‚m et. İnşĂ‚allah iki haftada dağıtırsın. Şimdi biz versek, hĂ‚limizce vermemiz îcĂ‚b eder. Gec verilir. Cok versek halk alışır. Hep umarlar. Boyle hareket bize yakışmaz" buyurarak, keseleri zorla yine Paşaya verdi. Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretleri birkac gun sonra kendi evine dondu."
Hattat Muhammed RĂ‚sim Efendi anlatır; "CennetmekĂ‚n Ucuncu Ahmed HĂ‚nın vefĂ‚tından sonra, şoyle bir ruyĂ‚ gordum. Geniş bir sahrada orduyu humĂ‚yûn kurulmuştu. Bir tepe uzerinde de sultanlara mahsûs bir cadır, cadırın etrafında ise buyuk bir kalabalık vardı. Kalabalıktan bir kişiye yaklaşıp; "Bu ordunun kumandanı kimdir?" diye sordum. O da; "Âhir zaman Peygamberi Muhammed aleyhisselĂ‚mdır." dedi. Cehennem'e goturulecek bĂ‚zı kimseler bu buyuk cadıra goturuluyor, buradan şefĂ‚at edilirse Cehennem'den kurtuluyordu. Yine birisine; "Peygamber efendimiz nerede bulunuyor?" diye sorduğumda; "Tepedeki buyuk cadırda" dedi.Hemen cadırın yanına koştum. Cadırın kapısına vardığımda, Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretlerini cadırın kapısında gordum. ŞefĂ‚at istiyenleri cadırın icine goturup, getiriyordu. Cok şaşırdım. Biz bu zĂ‚tı anlayamamışız diye cok uzuldum. O anda elleri bağlı birini cadırın kapısına doğru getirdiklerini gordum. "Bu kimdir?" diye sorduğumda, Sultan Ahmed'dir dediler. Sonra cadıra yaklaşıp, MehmedEmîn TokĂ‚dî hazretlerine teslim ettiler. O da onune duşup cadırın icine girdiler. İceride Peygamber efendimiz kendisine iltifĂ‚t buyurdu. Cadırdan cıktıklarında Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretleri; "ŞefĂ‚at buyurulup affolundun, mujde olsun!" diye bağırdı. Dışarda sultanlara mahsus suslu bir at duruyordu. Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretleri, sultĂ‚nı tĂ‚zim ve hurmetle cadırdan cıkarıp, bekleyen suslu ata bindirdi. Etraftakilerin tebrikleri arasında, suratle oradan uzaklaştı.
Bu ruyĂ‚yı gordukten sonra ertesi gun talebelere hat dersi veriyordum. MehmedEmîn Efendi bĂ‚zı gunler teşrif ederdi. O gun de dershĂ‚nemizi teşrif etti. Hemen karşılayıp elini optum. Bu sırada bana; "HocaEfendi, akşamki seyrĂ‚na ne dersin?" buyurdu. O gece gorduğum ruyĂ‚yı hatırlayıp ağlayarak ellerine kapandım. Mehmed Emîn Efendi de ağladı. Sonra şukredip bana; "Ben hayatta iken bu gibi ilĂ‚hî sırları yayarak, bizim hĂ‚limizi teşhir etmene rızĂ‚ gostermem. VefĂ‚tımdan sonra anlatmanda bir mahzûr yoktur." buyurdu. VefĂ‚tına kadar bunu kimseye anlatmadım. VefĂ‚tından sonra guzel vasıflarını ve ustunluğunu yĂ‚d etmek bakımından yeri geldikce nakleder oldum."
Seyyid YahyĂ‚ Efendi şoyle anlatmıştır: "SultanBĂ‚yezîd HĂ‚n CĂ‚mi-i şerîfi avlusunda, oyma ustalarından KefelizĂ‚de İbrĂ‚him Halebî adında bir zĂ‚tın dukkanında, ilim-irfĂ‚n sĂ‚hibi, kıymetli zĂ‚tlar toplanıp sohbet ederlerdi. Arasıra Mehmed Emîn Efendi de oğle namazından sonra o dukkanı teşrif eder, dostları ile cok kıymetli sohbeti olurdu. Bir gun yine boyle hoş bir sohbet sırasında medhedilen iyi vasıflı bir kĂ‚dı (hĂ‚kim) o dukkana geldi. KĂ‚dıasker, bu kĂ‚dıya, bir meseleden dolayı dargın olduğu icin, bir makĂ‚ma tĂ‚yin edilmesi gerektiği hĂ‚lde ona; "Ben kĂ‚dıasker olduğum muddetce, sana kadılık vazifesi vermem!" diyerek yemin ettiğini ağlayarak anlattı. Dukkanda bulunanlar bu hĂ‚diseye cok uzuldu. Mehmed Emîn Efendi, yarım saat kadar başını eğip, gozleri kapalı bir vaziyette murĂ‚kabeye daldı. Sonra hakîkati goren gozlerini acıp, yardım talebi icin gelen kĂ‚dıya verilmek uzere, dukkan sĂ‚hibi olan oyma ustası KefelizĂ‚de İbrĂ‚him Halebî'ye bir duĂ‚ tĂ‚rif edip yazmasını soyledi. O da yazdı. Bunu alıp mağdur kĂ‚dıya verdi. Uzerinde taşımasını soyledi. Sonra; "Doğruca kĂ‚dıasker efendiye git!" buyurup, kĂ‚dıyı gonderdi. İki-uc saat sonra kadı, sevincle o dukkana tekrar geldi. Mehmed Emîn Efendiye buyuk bir hurmetle memnûniyetle durumunu arzetti. Kendisine ne yaptığı sorulunca; "KĂ‚dıaskerin makĂ‚mına girdim. Beni gorunce birdenbire değişiverdi. FeryĂ‚d ederek; "KĂ‚tibi cağırın." dedi. KĂ‚tip gelince; "Aman bir bak! Bu kĂ‚dı efendinin tĂ‚yin edilmesi icin munĂ‚sib bir yer var mı?" dedi. KĂ‚tip, kayıtları kontrol ettikten sonra; "Bir yer var ama şimdilik dolu." dedi. KĂ‚dıasker, kĂ‚tibe; "Olsun, hemen tĂ‚yin edelim, benim şu anda cektiğim sıkıntıyı ve tutulduğum ağırlığı bilmezsin!" dedi. Boylece tĂ‚yinim derhal yapıldı." diye anlattı. Mehmed Emîn Efendi yazdırıp verdiği duĂ‚yı o kĂ‚dıdan geri alıp, KefelizĂ‚de İbrĂ‚him Halebî'ye vererek silmesini soyledi. O da alıp sildi. KefelizĂ‚de İbrĂ‚him Halebî şoyle demiştir: "Ben bu hĂ‚diseden sonraMehmed Emîn Efendinin tĂ‚rif ettiği duĂ‚yı tekrar yazmak icin belki bin defĂ‚ denedim. Bir turlu yazamadım. Sonunda o hĂ‚disenin Mehmed Emîn Efendinin kerĂ‚metlerinden olduğunu anladım.
Yine o anlatır; "Mehmed Emîn Efendinin her ay on beş kuruşluk geliri vardı. Bunu alıp her ay huzûruna getirirdim. Koynunda bezden bir kese vardı. Keseyi cıkarmadan ağzını acar, ben de parayı icine kordum. Bundan başka o keseye hic para konmadığı hĂ‚lde her ay o keseden iki-uc yuz kuruştan fazla para sarfeder, fakirlere saymadan sadaka dağıtırdı. Ben buna defĂ‚larca şĂ‚hid olmuştum. HattĂ‚ bir gun kese eskidi değiştirelim buyurup, keseyi cıkarıp bana verdi. İcinde yedi-sekiz kuruş kadar para vardı. Bunları yeni bir keseye koyup verdim. Eski kesenin icine de beş kuruş koyup bana verdi. Ay başına on beş-yirmi gun vardı. O ayda koynundaki keseden yuz elli kuruş para sarfolundu. Ben buna hayret ederdim. Arkadaşlarımızdan da coğu bunu bildikleri hĂ‚lde, aslĂ‚ kendisine soramazdık ve ifşĂ‚ etmezdik..."
Mehmed Emîn Efendi, hĂ‚l ve şĂ‚nlarını halktan son derece gizler, talebelerini de bu tarzda yetiştirirdi. Omrunun sonlarında arkadaşları merhum Tatar Ahmed Efendi, 1743 senesinde vefĂ‚t edince, fetvĂ‚ makĂ‚mında bulunan eski şeyhulislĂ‚m Seyyid Mustafa Efendi, Tatar Ahmed Efendiden boşalan dergĂ‚ha, Mehmed Emîn Efendiyi tĂ‚yin ettirdiler. BerĂ‚t-ı şerîfi de, kendi mektupcuları HamzazĂ‚de Abdullah Efendi ile gonderdiler. Bunun uzerine Mehmed Emîn Efendi, buyuk bir kırgınlık ile doğru şeyhulislĂ‚m efendinin huzûruna gidip; "SultĂ‚nım, mĂ‚lûmunuz ben meşîhat erbĂ‚bından değilim. İnĂ‚yet buyurun, şeyhlere Ă‚it alĂ‚metlerden ne nişĂ‚nım varsa, mustehak olmadığım hĂ‚lde tevcih etmişlerdir. Boşalan bir medrese varsa beni oraya muderris tĂ‚yin etmeyi ihsĂ‚n buyurunuz." gibi ozur beyĂ‚n ederek, o dergĂ‚ha gitmek istemedi ise de, şeyhulislĂ‚m; "Emîn Efendi kardeşim, biz sizi biliriz ve pîrdaşımızsınız. Omurlerimiz sonuna yaklaştı, hĂ‚linizi gizliyorsunuz. Mızrak cuvala sığmaz, gizlenme konağını geceli otuz yıl oldu. Fayda yoktur, tevcih (tĂ‚yin) pĂ‚dişĂ‚hındır. Kabûl etmemiz lĂ‚zım. Kabûl etmemek, ulu'l-emre itĂ‚at etmemek demek olur." deyince; "Efendim; evimde oturmak şartıyla kabûl ederim. Boylece musĂ‚ade buyurulur ise emir sizindir." diye berĂ‚tı kabûl etti. Sonra ağlayarak şeyhulislĂ‚mla vedĂ‚laştı. Gercekten tekkeye taşınmayıp evlerinde kaldılar.
Mehmed Emîn Efendi, Resûlullah efendimizin mihmĂ‚ndĂ‚rı Ebû Eyyûb el-EnsĂ‚rî hazretlerinin turbesinde turbedĂ‚r olarak vazife almıştı. Fakat ziyĂ‚retcilerin hallerini beğenmeyip, birkac ay sonra bu vazifeden ayrıldı.
Bir defĂ‚ KĂ‚be'de Rukn-i YemĂ‚nî'de yaslanmışken, bir kerre Mısır'da ve bir kerre deİstanbul'da FĂ‚tihCĂ‚mii civĂ‚rında Hızır aleyhisselĂ‚m ile goruşmuştur. Yuzuğunde "Emîn-i sırr-ı Hak Ă‚rif Muhammed" yazılıydı.
Sultan Birinci Mahmûd Hanın İran uzerine ordu gonderdiği sırada, Mehmed Emin TokĂ‚dî hazretleri bir sabah vakti talebelerinden İshakzĂ‚de YahyĂ‚ Efendinin evine gitti. MubĂ‚rek gozleri Ă‚detĂ‚ kan canağına donmuştu. "Benim icin bir oda ayırınız!" dedi. Sonra kendisi icin ayrılan odaya girip, orada tefekkure, murĂ‚kabeye başladı. O gun ikindi namazı vaktinde abdest ve namaz icin dışarı cıktı. Talebesi; "Bir mikdĂ‚r yemek yeseniz munĂ‚sib olurdu efendim." deyince; "Yok YahyĂ‚ Efendi. Ben senden yemek isteyecek vakti bilirim." buyurup, tekrar odasına girdi. Ertesi gun ikindi vaktine doğru neşeli bir halde dışarı cıkıp; "Elhamdulillah! Allahu teĂ‚lĂ‚ duĂ‚larımı kabûl buyurdu. Şu anda Mahmûd Han zafere ulaştı. Sultan Mahmûd'dan cok ikrĂ‚m gordum. Şimdi de ona duĂ‚ ederek zafere ulaşmasına vesîle olduk. Boylece hakkını odedik. Bu gunu bu saati bir yere yazınız." buyurdu.
Daha sonra Sultan Mahmûd'un zafere ulaştığı haberi geldi. Tam Mehmed Emin TokĂ‚dî hazretlerinin zafere ulaştığını mujdelediği gun ve saate rastlıyordu.
Sultan BĂ‚yezîd hamamında tellaklık yapan bir Arnavud, bĂ‚zı tohmetler sebebiyle terbiye edilmesi icin Ağa kapısında bulunuyordu. Bu Arnavud, Mehmed Emîn Efendiye duşman olup, suikast yapmak icin gece gunduz tĂ‚kib ediyordu. Yine bir gun bu maksatla pazarda dolaşırken, Mehmed Emîn Efendiye bir koşe başında rastladı. Arkasından yavaş yavaş yaklaşıp benden haberi yoktur diyerek, belindeki kocaman bir bıcağı eline alıp arkadan vurmak icin kaldırdı. Bu sırada Mehmed Emîn Efendi; "VurmaArnavud!" dedi. Kendisini hic gormediği ve arkaya donmediği halde boyle soylemesi Arnavud'u şaşkına cevirdi ve Arnavud titremeye başladı. Olduğu yerde dona kaldı. Biraz gittikten sonra toparlanıp beni nasıl olsa gormedi diyerek tekrar peşinden tĂ‚kib edip, yaklaştı. Elindeki bıcağı arkadan vurmak icin kaldırdı. Yine; "Dur Arnavud!" deyip onu uyarınca, korkup vurmaktan vazgecti. Mehmed Emîn Efendi hic arkasına bakmadan yoluna devĂ‚m etti. Ancak Arnavud vazgecmeyip ucuncu defĂ‚ peşinden yaklaştı. "Ne olacak vurma dese de dinlemeyip vururum." dedi. Yine bıcağı kaldırıp vurmak istedi. Bu sırada Mehmed Emîn Efendi hic arkasına donmeden işin farkına varıp; "Arnavud elin oylece kalsın!" dedi. Bunun uzerine Arnavud'un eli başı ustunde havada dona kaldı. Hic kıpırdatamıyordu. Kolunu oynatamadığını goren Arnavud, korkuya ve dehşete kapılıp; "Aman efendim! Affeyleyin." diyerek feryĂ‚da başladı. Bunun uzerine MehmedEmîn Efendi; "Bak bre habîs, nedir bu senin ettiğin! Bizi gormez mi zannedersin? Bak şimdi ne hĂ‚le duştun?" dedi. Arnavud; "Aman efendim! Bir daha boyle işler yapmayayım." deyince; "Koy bıcağını beline." dedi. Arnavud bıcağı beline koyup Mehmed Emîn Efendinin ayaklarına kapandı. Bundan sonra gunahlarına tovbe edip, Mehmed Emîn Efendinin sohbetlerine devĂ‚m etti. Zamanla makbul talebelerinden oldu.
Seyyid YahyĂ‚ Efendi şoyle anlatır: "Babam yeniceriler ocağına mensûb olduğundan, Mora yarımadasının fethi tĂ‚rihi olan 1715'te kapıkulu talebelerine katıldım. Sonra da İslĂ‚m askerinin Belgrad'dan donuşunde İstanbul'da kĂ‚tiplik vazifesi yapmama izin vermeleri uzerine, sabah hocam Mehmed Emîn Efendinin huzûrundan ayrılıp, Ağakapısı'na gidip, ikindiden sonra donuyordum. Bu hĂ‚l uzere devĂ‚m etmekteyken, 1745 senesi Recep ayında hocam Mehmed Emîn Efendinin goğsunde kucuk bir sivilce cıkıp, rahatsızlanmasına sebep oldu. Bunun uzerine bizim evi teşrîf edip, bir hafta muddetle dostlarımızla kaldı. Goğsunde cıkan sivilceye bĂ‚zı merhemler surerek tedĂ‚vi etmeye calıştık. Fakat gun gectikce ağırlaştı. Sonra kendi evlerine donduğunde, bir sivilce de omuzlarında cıktı. Tabibleri getirip gosterdiğimizde, o sivilcenin şirpence olduğu anlaşıldı. İhtimamla, dikkatle tedĂ‚vi etmeye başladık. Aradan kırk elli gun gecti. Fakat bir turlu iyileşme alĂ‚meti goremedik. NihĂ‚yet bu hĂ‚lde iken vefĂ‚t etti.
VefĂ‚tını işiten buyuk zĂ‚tlar toplandı. Mehmed Emîn Efendinin talebesi olanBaklalıCĂ‚mii imĂ‚mı el-HĂ‚c Muhammed Efendi o gece bir ruyĂ‚ gordu. Mehmed Emîn Efendi, ona ruyĂ‚sında; "Yarın gel, benim cenĂ‚zemi yıka!" buyurduğundan, sabahleyin hocalarının evine gelip durumu gordu ve ruyĂ‚sını anlattı. HimmetzĂ‚de merhûm Abdussamed Efendinin dĂ‚mĂ‚dı Ordu şeyhi Abdulhalîm Efendi, cenĂ‚zesini yıkamak icin gelmişti. Baklalı CĂ‚mii imĂ‚mı Muhammed Efendi bu vazifenin kendisine verildiğini soyleyince, Abdulhalîm Efendi gasl işini bırakıp su dokme hizmetini yaptı. Abdulhalîm Efendi ile, el-HĂ‚c Muhammed Efendi cenĂ‚zesini yıkayıp kefenlediler. Sonra FĂ‚tih Sultan Mehmed HĂ‚n CĂ‚miinde cenĂ‚ze namazı kılınıp, evinin yakınında Pîrî Paşa Medresesi onundeki kabristana defnedildi.
Mehmed Emîn Efendi, İstanbul'a ilk geldiğinde bir ay Pîrî Paşa Medresesinde kalmıştı ve orayı sevmişti. Ne zaman bu medresenin onundeki mezĂ‚rlığın yanından gecse durup, orada medfûn bulunanların rûhuna FĂ‚tiha-i şerîfe okurdu. Yanındakilere de; "Burada her zaman boyle duĂ‚ ediniz." derdi. VefĂ‚t edince kendisi de oraya defnedildi.
Mehmed Emîn Efendinin alnı acık ve nûrlu, kaşları yay gibi ve araları acık, gozleri iri, parlak ve elĂ‚ idi. Burnu duzgun ve doğru, yanakları ne etli ne de zayıftı. Bıyıkları ile kaşları aynıydı. Sakalı yuvarlak ve beyazdı. Uzuvları duzgun, yuruyuşu Resûlullah efendimizin sunnetine uygundu. Konuşması tatlı ve tesirli, sesi gur olup, DĂ‚vûdî idi. Şefkati cok, yetişmiş ve yetiştiren buyuk bir murşid-i kĂ‚mildi. Son derece mutevĂ‚zi davranır ve hĂ‚llerini dĂ‚imĂ‚ gizlerdi. Talebeleri ile yakından ilgilenir, muşkillerini cozup, tesellî ve ferahlık verirdi. Meclisinde herkesin anlayışına gore konuşur, her ilmin, her fennin hakîkat ve inceliklerinden de bahsederdi. Kıymetli tefsir kitaplarından soz acınca, kitaba bakmadan ibĂ‚reyi aynen okurdu. BuhĂ‚rî ve Muslim kitaplarındaki hadîs-i şerîfleri de boylece ezberden okurdu.
İbĂ‚det ve tĂ‚atlarını son derece gizlemeğe calışır, giyinişinde, kıyĂ‚fetinde husûsî bir elbise veya kıyĂ‚fet giymeyip, bu hususta halkın giydiklerini tercih ederdi.
Kendisinden nasihat isteyenlere dĂ‚imĂ‚; "Once şunu iyi bilmelidir: Muminlere once lĂ‚zım olan, Ehl-i sunnet ve cemĂ‚at Ă‚limlerinin bildirdikleri şekilde îtikĂ‚d etmektir. Cunku doğru îtikĂ‚d, herkes icin temeldir. Temel olmayınca binĂ‚ olmaz. Doğru îtikad her şeyden once geldiği icin, once onu soyluyoruz. Ehl-i sunnet ve cemĂ‚at; EshĂ‚b-ı kirĂ‚m, TĂ‚biîn ve Tebe-i tĂ‚biîn efendilerimiz, muctehid imĂ‚mlar ve kıyĂ‚mete kadar onlara tam olarak tĂ‚bi olanlardır." buyurdu.Her sene vasiyetini yazmak Ă‚deti idi. Vasiyeti şoyledir:
Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd, kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan şefĂ‚atcımız Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme, Ă‚line (akrabĂ‚larına), EshĂ‚bına (arkadaşlarına), butun nebî ve resûllere salĂ‚t, hayır duĂ‚lar olsun. Allahu teĂ‚lĂ‚dan gunahlarımın affını ve beni bağışlamasını dilerim. Allah'ım! Beni bağışla. Âmentu billahi ve melĂ‚iketihi ve kutubihi ve rusûlihi velyevmilĂ‚hiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minellahi teĂ‚lĂ‚ ve'lba'su ba'delmevt Eşhedu enlĂ‚ ilĂ‚he illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve resûluh (Allahu teĂ‚lĂ‚ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, Ă‚hiret gunune, kadere, hayr ve şerrin Allahu teĂ‚lĂ‚dan olduğuna, oldukten sonra dirilmeye, inandım. Ben şehĂ‚det ederim ki, Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka ilĂ‚h yoktur. Muhammed aleyhisselĂ‚m O'nun kulu ve resûludur.) Bu şehĂ‚det (îmĂ‚n) uzere yaşarız, bunun uzerine oluruz ve bunun uzerine diriliriz, inşĂ‚allah. Allahu teĂ‚lĂ‚dan Rab olarak, İslĂ‚miyetten din olarak, Muhammed aleyhisselĂ‚mdan Peygamber olarak, Kur'Ă‚n-ı kerîmden imam olarak, KĂ‚be'den kıble olarak, namaz, oruc, hac, zekĂ‚t ve Kelime-i şehĂ‚detten farîza (farz, emir, vazife) olarak, muminlerden kardeş olarak, Ebû Bekr-i Sıddîk, Omer-ul-FĂ‚rûk, OsmĂ‚n-ı Zinnûreyn ve Ali MurtezĂ‚'dan imĂ‚mlar rehberler olarak rĂ‚zı oldum. (Onları bu şekilde beğendim ve kabûl ettim). RıdvĂ‚nullahi teĂ‚lĂ‚ aleyhim ecmaîn.
Allahu teĂ‚lĂ‚ gunahlarımızın şefĂ‚atcısı Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme, O'nun temiz Ă‚line ve eshĂ‚bına, butun nebîlere ve resûllere (peygamberlere), onların Ă‚l (akrabĂ‚) ve eshĂ‚bına (arkadaşlarına) salĂ‚t, hayır duĂ‚lar olsun. Allahu teĂ‚lĂ‚, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin butun eshĂ‚bından, dort muctehid imĂ‚mdan, şehîdlerden, sĂ‚lihlerden, evliyĂ‚dan, takvĂ‚ sĂ‚hiplerinden, zikredenlerden, buyuklerimizden ve butun bu yolda bulunanlardan rĂ‚zı olsun.
Bu hakîr, gunahkĂ‚r, aslen Tokat'ta doğdum. Elli seneye yakın İstanbul'da yerleşmiş bulunmaktayım. ÎtikĂ‚dda mezhebim, Ehl-i sunnet vel cemĂ‚at olan Ebû Mansur MĂ‚turidî'nin mezhebidir. Amelde mezhebim, İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin mezhebidir. Meşhûr, bilinen ismim Muhammed Emîn, kunyem Ebu'l-Mansûr, Ebu'l-Eman'dır. Babam Tokat sĂ‚kinlerinden Hasan bin Omer'dir. Sevdiklerime ve dostlarıma vasiyetim şudur: Bu kusurlu kulu hatırlarından cıkarmayıp, Kur'Ă‚n-ı kerîm okuyup, rûhuma hediyeden, hayır duĂ‚dan unutmayalar. Malımın en temizinden, helĂ‚linden yuz kuruşu techîz ve tekfinime ve yirmi iki kuruş iskatıma sarf edeler.

VĂ‚rislerime, ehlime (Ă‚ileme) vasiyetim şudur: Dostların sozlerine rĂ‚zı olup, mahkemeye gitmeyeler. Birbirine rızĂ‚ gosterip, mucĂ‚dele ve muhĂ‚sama itmeyeler (cekişmeyeler). Herkes biliyor ki, dunyĂ‚ fĂ‚ni, Ă‚hiret bĂ‚kîdir. Allahu teĂ‚lĂ‚yı zikre, anıp, hatırlamaya cok gayret edip, calışalar. Cunku, butun saĂ‚detlerin başı budur. Herkese gonul hoşluğu ile kıyĂ‚mete kadar hakkımı helĂ‚l ettim. Kimsede hakkım yoktur. Muruvvet ve insanlık, kerem, comertlik, asĂ‚let ve yardım odur ki, tanıyan ve tanımayan dostlar ve başkaları dahi Ă‚hiret hakkını helĂ‚l ve hayır duĂ‚dan unutmayıp, hayır ile iyilikle şehĂ‚det edeler. VesselĂ‚m.
Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretlerinin; Arapca, Turkce ve Farsca eserleri vardır. Eserlerinden bir kısmı şunlardır: 1) İrşĂ‚d-us-SĂ‚likîn, 2) RisĂ‚let-ul-EtvĂ‚r, 3) Şerh-ı Kasîde-i AskalĂ‚nî, 4) Tuhfet-ut-TullĂ‚b, 5) HulĂ‚sa-ı Tarîkat, 6) RisĂ‚le-i Rûhiyye, 7) SıyĂ‚net-i DervîşĂ‚n fî Bahsi DeverĂ‚n-ı SûfiyyĂ‚n, 8) SuĂ‚l-CevĂ‚b, 9) MetĂ‚li' ul-MeserrĂ‚t Tercumesi, 10) İbn-i Hacer AskalĂ‚nî'nin, SavĂ‚'ik-ı Muhrika adlı eserinin tercumesi. 11) İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretlerinin RisĂ‚le-i EmĂ‚net Tercumesi, 12) RisĂ‚le-i Sulûk, 13) MevlĂ‚nĂ‚ CelĂ‚leddîn-i Rûmî hazretlerinin; "Ân hayĂ‚lĂ‚tî ki dĂ‚m-ı evliyĂ‚est" mısra'ı ile başlayan beytini de şerh etmiş, acıklamıştır.
SOZ GERİ DONMEZ
Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretlerinin İstanbul'da insanları irşĂ‚d ile meşgûl olduğu ve insanlara Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerini ve yasaklarını oğretip saĂ‚dete ermeleri icin rehberlik yaptığı sıralarda İstanbul'da Antepli ismiyle meşhur bir vĂ‚z hocası vardı. Bu kimse cok inatcı olup, Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretlerinin buyukluğune, evliyĂ‚ ve murşid-i kĂ‚mil olduğuna inanmaz ve konuştuğu meclislerde uygunsuz sozler soylerdi. Bir gun bu hoca, Unkapanı'nda bir ceşmede yuzunu yıkıyordu. Mehmed Emîn TokĂ‚dî hazretleri de oradan geciyordu. Antepli vĂ‚izin yakınlarından biri; "İşte bu gelen, TokĂ‚dî Emîn Efendidir!" diyerek gosterdi. Antebli vĂ‚iz alaylı bir tavırla ona baktı ve birşeyler soyledi. Mehmed Emîn Efendi yanlarına gelip selĂ‚m verdi. Bu sırada Antebli hoca başını kaldırıp; "Bak Şeyh Efendi, benim gozlerim ağrıyor. Bana bir nefes eyle de gozlerimin ağrısı gecsin." diyerek alay etti. Bunun uzerine Mehmed Emîn Efendi; "Kor ol!" dedi ve oradan gecip gitti. Antepli hocanın gozleri yavaş yavaş kapanmaya başladı. Mehmed Emîn Efendinin talebelerinden bĂ‚zıları Antepli hocanın yanına yaklaşıp; "Sen hocamıza karşı edepsizlik yaparak alay ettin! O da sana nefes etti. Sen artık kor olursun bunu bilesin." dediler. Antepli hoca yaptığı edepsizliğin farkına varıp Mehmed Emîn Efendinin evini oğrenip huzûruna gitti. Ayaklarına kapanıp; "Aman efendim kusurumu affedin." diye yalvardı. Bu yalvarması uzerine; "Hayır soz geri donmez! Sonra yerine gozumuzun birini vermek gerekir." buyurdu. Antepli hoca bu sozleri işitince, o kadar cok yalvarıp ozur diledi ki, Mehmed Emîn Efendi; "Hoş! Şimdi hic olmazsa bĂ‚ri bir nebzecik." dedi. Bundan sonra Antepli hoca on altı ay devamlı goz ağrısı cekti. Daha sonra Mehmed Emîn Efendinin duĂ‚sı ile goz ağrısından kurtuldu. Bu hĂ‚diseden sonra ona son derece bağlı ve hurmetli, edepli oldu. HattĂ‚ meclislerde, toplantılarda ve vĂ‚zlarından sonra; "Tokatlı Mehmed Emîn Efendimiz cennetliktir. Onun ayağının tozu toprağı olayım." der, boylece ona olan inancını ve sevgisini dile getirirdi.
ASIL MAKSAD
Mehmed Emîn Efendi, talebelerinden birine yazdığı bir mektupta şoyle buyurdu:
"Bu Ă‚leme nicin gelindiğini, asıl maksadın Allahu teĂ‚lĂ‚ya kulluk olduğunu bilmelidir. Can bedende iken mĂ‚rifetullahı isteyip, dunyĂ‚ ve Ă‚hiret seĂ‚detine mazhar olmalıdır.
DunyĂ‚ dostu, mal dostu, guzellik dostu ve diğer şeylerin dostu coktur. Allah dostu, İksir-i Ă‚zam (her derde devĂ‚) gibi nĂ‚dir bulunan cok kıymetli bir şeydir.
Bir nefesde iki nîmet vardır. Bunun icin her nefese iki şukur lĂ‚zımdır. Yirmi dort saatte, her saate bin nefes ve her nefese iki şukur olmak uzere kırk sekiz bin şukur olur. Bir insan butun işlerini bıraksa, şukur şukur diyerek Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd ve şukretse yine şukrun hakkını edĂ‚ edemez. MĂ‚lûm oldu ki, Allahu teĂ‚lĂ‚ya şukrun binde birini edĂ‚ edemez."
1) Tam İlmihĂ‚l SeĂ‚det-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1155
2) Sefînet-ul-EvliyĂ‚; c.2, s.39
3) Tuhfe-i HattĂ‚tîn; s.9, 10, 11, 400
4) Osmanlı Muellifleri; c.1, s.36
5) Hadîkat-ul-CevĂ‚mi; c.1, s.46, 137
6) RisĂ‚le-i Sulûk (Mehmed Emîn TokĂ‚dî

7) Tezkire-i SÂlim; s.97
8) Tezkire-i Şu'arĂ‚y-ı Âmid; s.98
9) RisĂ‚le (Mehmed Emîn TokĂ‚dî

10) RisĂ‚le, Mehmed EminTokĂ‚dî'nin MenĂ‚kıbı (Seyyid YahyĂ‚ Efendi)
11) MenĂ‚kıb-ı MehmedEminTokĂ‚dî, Millet KutuphĂ‚nesi, Ali Emîri Şer'iyye Kısmı, No: 1018, v.23
12) Universite KutuphÂnesi T.Y., No: 2294
13) RehberAnsiklopedisi; c.16, s.298
14) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.65
__________________