Hindistan'ın buyuk velîlerinden. Seyyid olup, 1569 (H.977) senesinde Semerkand'da doğdu. Hindistan'a gelip, HĂ‚ce BĂ‚kî-billah hazretlerinin sohbeti ile şereflendi.

Hocasının vefĂ‚tına kadar Delhi'de hizmetinde bulundu. HĂ‚ce BĂ‚kî-billah'ın, vefĂ‚tında, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Delhi'yi teşrif etmişti. Merhamet buyurup, Seyyid Mîr Muhammed NumĂ‚n'ı Serhend'e goturdu. Mîr Muhammed, uzun seneler İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî'ye hizmet etti ve sohbetinde bulundu. Sonra talebe yetiştirmesi icin BurhĂ‚npûr'a gonderildi. 1650 (H.1060) senesinde Agra şehrinde vefĂ‚t etti.

Mîr-i Buzurk diye bilinen babası Mîr Şemseddîn BedahşĂ‚nî, asĂ‚leti, fazîleti, ilmi, takvĂ‚sı, huzûru ve safĂ‚sı ile Bedahşan ve MĂ‚verĂ‚unnehr'in meşhûrlarındandı. Tefsîr ve benzeri Arabî ilimlerde asrının bir tĂ‚nesiydi. Doğduğu ve kaldığı yer, Bedahşan beldelerinden olan Keşm beldesidir. Kabri KĂ‚bil'dedir.

Mîr Muhammed NumĂ‚n şoyle anlattı: "Azîz babam, dunyĂ‚ya gelen her oğlunun ismini Muhammed aleyhisselĂ‚m ismi ile birlikte olacak diye karar vermiş. Cocuklarına: Celaleddîn Muhammed, Sa'deddîn Muhammed ve ZiyĂ‚eddîn Muhammed gibi adlar vermiş. Bunlar benim kardeşlerimdi. Ben annemin karnında uc-dort aylık idim. Babam, İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe NumĂ‚n bin SĂ‚bit hazretlerini ruyĂ‚da gormuş ve; "Bir oğlun dunyĂ‚ya gelecek, ona benim ismimi, yĂ‚ni NumĂ‚n ismini ver." buyurmuş. Babam, bana Muhammed NumĂ‚n ismini koymuş. 1569 (H.977) da Semerkand'da dunyĂ‚ya gelmişim. Ben cocukken, bĂ‚zı garip hĂ‚ller beni kaplar, beni benden alır, kendimden gecer dunyĂ‚yı unuturdum. Buluğa erince, Belh şehrinde Emîr Abdullah Belhî Işkî'nin huzûrunda, işĂ‚ret ve mujdeleri ile ona talebe oldum ve tovbe ettim."

Mîr Muhammed NumĂ‚n bundan sonra Hindistan'a gitti. Dînimizin emirlerine uyma isteğinin cokluğundan vaktin velîlerinin hizmet ve sohbetlerinde bulundu.Herbirinden vazifeler aldı, meşgûl oldu. Şeyh Saîd Habeşî ile de musĂ‚feha ile şereflendi. Nerede bir derviş duysa, onun sohbetine gider, onu cĂ‚n ve gonulden sever, talebe olmayı arzu ederdi. NihĂ‚yet hazret-i HĂ‚ce Muhammed BĂ‚kî'nin sohbetleriyle şereflendi. O buyuk velî, Mîr Muhammed'e nihĂ‚yetsiz lutuflarda bulundu. Onu kendi silsile dizisine ve talebeleri arasına aldı. ŞĂ‚h-ı Nakşîbend hazretlerinin yoluna uygun zikr ve murĂ‚kabe ile şereflendirdi. Mîr Muhammed işini bırakıp, dunyĂ‚yı terk etti. Kalabalık Ă‚ilesini alıp, tam bir tevekkulle BĂ‚kî-billah'ın huzûruna geldi.

Mîr Muhammed NumĂ‚n'ı, FîrûzĂ‚bĂ‚d CĂ‚miinin altında ikĂ‚met ettirmeyi duşunduler. Bu cĂ‚minin altında odalar vardı. Bu odalarda asırlarca kimse oturmamıştı. Rutûbetten nefes bile zor alınırdı. Hazret-i HĂ‚ce'nin emri uzerine, coluk-cocuğu ile oraya yerleştiler. Mîr Muhammed NumĂ‚n'ın hĂ‚ller sĂ‚hibi ve sĂ‚lihadan olan kız kardeşi orada oturmaktan hastalandı. Hazret-i HĂ‚ce'nin temiz anneleri, Mîr'i ziyĂ‚rete geldi. Oranın fenĂ‚ kokusundan bir saat orada oturamadı. Bu hĂ‚li goren anneleri, oğulları hazret-i HĂ‚ce'ye donup; "Ey oğlum, ustĂ‚dım ve gozumun nûru! Sizin bu sevenleriniz burada olmesinler!" dedi. Hazret-i HĂ‚ce; "Anneciğim, bunlar, bu gibi işler kalblerine ağır gelip, incinme duşuncesiyle buraya gelmediler. Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sını kazanmak icin geldiler. MĂ‚dem ki onların oradan cıkarılmasını istiyorsunuz. Oyle ise yeni eve taşıyalım." dedi. Sonradan Mîr Muhammed NumĂ‚n; "Velîlikte hangi makamlara kavuşmuş isem, hepsi de FîrûzĂ‚bĂ‚d CĂ‚miinin altında ihsĂ‚n edildi." buyurdu.

Mîr Muhammed NumĂ‚n buyurdu ki: "Birkac gun dînin emirlerine uygun olmayan, sekr hĂ‚lleri beni kapladı. Ne kadar uğraştıysam bu hĂ‚llerden kurtulamadım. NihĂ‚yet hazret-i HĂ‚ce BĂ‚kî-billah'a hĂ‚limi arz etmeyi duşundum. CĂ‚miye geldiğim zaman onlar da bana baktılar. Bu bakışlarının bereketi ile kalkmasını istediğim hĂ‚ller, benden tamĂ‚men kalktı."

Hazret-i HĂ‚ce'nin talebelerinden olan bir vĂ‚li, hocasına ricĂ‚ edip; "Duydum ki, dergĂ‚hınızdaki fakir talebelerden bir kısmı ac kalıyormuş. Emrederseniz her gun hepsinin ihtiyĂ‚cını ben goreyim." dedi. Hazret-i HĂ‚ce eshĂ‚bından bĂ‚zıları icin buna izin verdiler. Bu esnĂ‚da biri arz etti ki: "Mir Muhammed NumĂ‚n da cok fakir ve ailesi kalabalıktır." Hazret-i HĂ‚ce onun ihtiyĂ‚cının karşılanmasına rĂ‚zı olmadılar ve; "Bunlar bizim bedenimizin parcalarıdır." buyurdu. YĂ‚ni vucûdumuzun parcasını bu gibi işlere yaklaştırmayız. Mîr Muhammed NumĂ‚n buyurdu ki: "O gunlerde cok fakir ve parasız olduğum hĂ‚lde, bu lutuflarını duyunca kendimden gectim."

BĂ‚kî-billah hazretleri vefĂ‚t edinceye kadar, Mîr Muhammed NumĂ‚n'ı en guzel şekilde yetiştirip, olgunlaştırdı. VelĂ‚yette yuksek makamlara ulaştırdı. Sonra da en onde gelen talebelerinden İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerine havĂ‚le eyledi.Mîr Muhammed bunu şoyle anlattı: Hazret-i HĂ‚ce'nin vefĂ‚tlarından onceki gunlerde, bir gece uyumayıp hizmet eyledim. Bana baktılar. Bu bakışlarının tesiriyle bir hĂ‚le tutuldum. Her ne yaparsam; "AcabĂ‚ Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına uygun mudur, değil midir?" diye duşunceye dalardım. Oyle oldu ki, bir adım atsam; "AcabĂ‚ rızĂ‚sına uygun mu, değil mi?" derdim. Donduğum zaman da, şu duşuncelere gark olurdum ki; "Bu vakit onlara teslim ve rızĂ‚ vaktidir. Ve o kıymeti takdir olunmayan deryĂ‚dan, bu kalbi susamışın kalbine bir yudum su sunmak zamĂ‚nıdır."

Hazret-i HĂ‚ce, hazret-i İmĂ‚m'a (yĂ‚ni İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerine) talebe yetiştirme icĂ‚zeti verdikleri ve butun eshĂ‚bını onlara ısmarladıkları zaman, her talebesini ayrı ayrı cağırıp vedĂ‚ etti. Sonra hazret-i İmĂ‚m'ın huzûruna gonderdi. Hazret-i İmĂ‚m'ı, talebelerin terbiyesine vekil eylediler. Talebelerine de, onların huzûrunda bizi tĂ‚zim etmeyiniz, hattĂ‚ bize teveccuh eylemeyiniz." buyurdu. Bana da; "Ahmed-i FĂ‚rûk'a hizmeti kendi saĂ‚detin, kurtuluşun bil, her emrini yerine getir." buyurdu. UstĂ‚dımın buyukluğunu duşunup, bu sozleri bana ağır geldi ve; "Kalbimin aynası, ancak sizin yuksek kalbinizin parlak nûruna karşı duruyor. Onlar ne kadar buyuk olsa da bu boyledir." diye arz ettim. Kızarak buyurdular ki: "MeyĂ‚n Şeyh Ahmed, bizim gibi binlerce yıldızı orten, gostermeyen bir guneştir. Gecmiş evliyĂ‚nın en buyuklerindendir." Bundan sonra inanarak, isteyerek ve severek hazret-i İmĂ‚m'ın hizmetine ve huzûruna kavuşmayı arzu eyledim.

Hazret-i HĂ‚ce vefĂ‚t edince, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî tĂ‚ziye icin Delhi'yi şereflendirdiler. Mîr Muhammed NumĂ‚n, kalbinin kırıklığını, garipliğini, miskinliğini, nasîbsizliğini, istidĂ‚tsızlığını ve hazret-i HĂ‚ce'nin, kendisini İmĂ‚m'a havĂ‚le ettiğini hatırlatan bir mektup yazdı. Mektupta; "Merhametinize kavuşmak icin, Peygamberlerin efendisinin hĂ‚nedĂ‚nına mensûb olmaktan başka vesîlem yoktur. Peygamberlerin efendisinin sadakası olarak bana acıyın." diye arz etti. Hazret-i İmĂ‚m bu mektubu okuyunca, kalbine bir incelik geldi. Buyurdu ki: "Mîr, umidsiz olmasın. İnşĂ‚allahu teĂ‚lĂ‚ daha iyi olacak". Yine buyurdu: "HĂ‚ce'nin eshĂ‚bı arasında, Mîr'in bize husûsî bir bağlılığı vardır." İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretleri Serhend'e giderken, Mîr'i de yardım ve terbiyelerine alıp, yanlarında goturduler.

Mîr Muhammed NumĂ‚n, senelerce hazret-i İmĂ‚m'ın sohbetinde bulundu. Bir defĂ‚sında İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hasta oldu. İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretleri; "Eğer olursem, emĂ‚neti ehli olan birine bırakmak lĂ‚zım." diye duşunduler. O zaman bu ağır yuku yuklenebilecek, buyuk oğulları HĂ‚ce Muhammed SĂ‚dık ve hazret-i Mîr Muhammed NumĂ‚n'dan başkası bulunmadığından, bu emĂ‚neti onlara ısmarlamak istedi. Bunun icin de bĂ‚zı makamları, bu iki azîzin istidĂ‚dlarına gore, onların kalblerine akıttılar. Sonra oğullarının ve sevdiklerinin yalvarmaları ile Allahu teĂ‚lĂ‚ya yaptığı duĂ‚nın hemen akabinde sıhhate kavuştular.

Bundan sonra Mîr Muhammed NûmĂ‚n'a olan yardımları ve onu ilerletme vesîleleri her gun arttı. DĂ‚imĂ‚ husûsî lutuf ve ihsĂ‚nlarda bulunup, onun hĂ‚llerini yukseklere cıkardı. 1609 (H.1018) yıllarında hilĂ‚fet verdiler. Dînin yayılması icin BurhĂ‚npûr'a gonderdiler. İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin bizzat el yazıları ile yazdıkları hilĂ‚fetnĂ‚meleri şudur:

"Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd ederim. Resûlune ve O'nun keremli ehl-i beytine ve EshĂ‚bına salĂ‚tu selĂ‚m ederim. Velîlerin yolunda ilerleyip, Ă‚rif-i billah olan sĂ‚lih ve olgun kardeşim Seyyid Mîr Muhammed NumĂ‚n (Allahu teĂ‚lĂ‚ onu ve bizi dĂ‚imĂ‚ rızĂ‚sında bulundursun) bu fakîrin vĂ‚sıtası ile, Nakşibendiyye buyuklerinin yoluna girdi ve yukseldi. Talebeye faydalı olacak hĂ‚le gelince, bu yolun tĂ‚limi, oğretilmesi icin kendisine icĂ‚zet izin verdim. İcĂ‚zetin şartı; dînin emirlerine uymak, yasaklarından kacınmak, buyuklerimizin yolunda gitmekte sabır ve sebĂ‚t etmektir. Allahu teĂ‚lĂ‚nın yolunda gidenlere ve Peygamber efendimize uyanlara selĂ‚m olsun."

Mîr Muhammed NumĂ‚n hazretleri iki defĂ‚ BurhĂ‚npûr'a gittiler. Bu şehirde, ilim ve soz sĂ‚hibi Muhammed Fadl ve Şeyh ÎsĂ‚ gibi buyukler vardı. Mîr'in calışmaları netice vermeyip, Nakşibendî yolu bu beldede revac bulmadı. Hazret-i İmĂ‚m'ın huzûruna geldi ve hakîkatı anlattı.Hazret-i İmĂ‚m, ucuncu defĂ‚ aynı şehirde insanlara dînimizin emir ve yasaklarını tebliğ etmelerini emredip, "Bu son şekil, inşĂ‚allah, eskilere benzemez." buyurdular.

Hazret-i Mîr emre uyarak tekrar BurhĂ‚npûr'a gitti. Bu defa buyuk kabûl gordu. Sohbetine giden fakîr olsun, zengin olsun, gĂ‚fil veya huzur sĂ‚hibi olsun, sohbet ve tasarrufunun tesirinden kendinden gecerdi. HattĂ‚ bunların o hĂ‚llerini gorenler aynı hĂ‚le duşerdi. Bu buyuk velînin sohbetlerinin tesirleri o hĂ‚le ve dereceye ulaştı. HattĂ‚ o şehirdeki buyuk Ă‚limlerin talebelerinden coğu gelip, talebeleri arasına girdi. Coğu fĂ‚sıklar, Allahu teĂ‚lĂ‚nın emir ve yasaklarına uyan tam bir mumin oldu. Cok ayıklar, muhabbet şarĂ‚bı ile kendinden gectiler.

Mîr Muhammed NumĂ‚n, hazret-i İmĂ‚m'ın eshĂ‚bı arasında, İmĂ‚m'a aşk ve muhabbet ile bağlananların en onde geleniydi. Bu yuzden Hindistan'daki şohret ve hizmeti guneş gibi acıktır. Kendisine bağlananlar o kadar cok oldu ki, bazı duşmanlar vaktin sultĂ‚nına; "Sizin saltanatınız, hudud şehriniz BurhĂ‚npûr'da sona erer. Cunku orada hazret-i Mîr dedikleri bir derviş vardır ve yuz bin Ozbek talebesi suvari hĂ‚lde emrindedir. Sultan tesir altında kalıp, hazret-i Mîr'i BurhĂ‚npûr'dan cağırdı ve; "Size nicin hazret-i Mîr diyorlar" dedi. O da; "Ben seyyidim. Seyyide Mîr derler. Hazret demelerinden rĂ‚zı değilim, emrediniz demesinler." buyurdu. "Yuz bin murîdin varmış!" dedi. Hazret-i Mîr, tebessum etti. Sultan, orada olanlara; "Bakın, ben onunla konuşuyorum, o ise guluyor. Bu dervişin boburlenmesini anlıyorsunuz değil mi?" dedi. Mîr'i seven ve hurmet eden MehĂ‚betHan oradaydı. SultĂ‚nın sozune katılmış gorunerek; "Onun ustĂ‚dı, memleketleri halîfelerine taksim etmiştir. Bunu BurhĂ‚npûr'a verdi. Bunun oradaki makam ve mertebesi o derecededir ki, bizim ve sizin gibilerin orada varlığı hissedilmez." dedi. Sultan, MehĂ‚bet Hanın da bu dervişe duşman olduğunu sanıp; "Onu sana bıraktım." dedi. MehĂ‚betHan, Mîr Muhammed NumĂ‚n hazretlerini kendi evine goturdu, yakınlık ve muhabbet gosterdi. Ceşitli ziyĂ‚fetler ikrĂ‚m eyledi. Soz sĂ‚hibi kimseler ve diğerleri, karınca ve cekirgeler gibi hazret-i Mîr'in ziyĂ‚retine geldiler.Cok adaklar yapıp, yerine getirdiler. Sultan bunu işitince, MehĂ‚bet Hana kızdı. O da; "PĂ‚dişĂ‚hım, bu derviş beş vakit namaz kılar, başka hicbir şey yapmaz." diye arz etti. PĂ‚dişĂ‚h, Mîr'in BurhĂ‚npûr'da kalmayıp başşehir EkberĂ‚bĂ‚d'da bulunmayı kabûl ederse onu bırakalım dedi. Mîr hazretleri kabûl etti ve EkberĂ‚bĂ‚d'da oturmaya rĂ‚zı oldu. Orada tĂ‚liblere ders vermeye başladı.

Mîr Muhammed şoyle anlatır: Yine bir gun Resûlullah efendimizi ruyĂ‚da gordum. Hazret-i Ebû Bekr de yanındaydı. Buyurdular ki: "Ey Ebû Bekr! Oğlum Muhammed NumĂ‚n'a de ki; "Şeyh Ahmed'in makbûlu benim makbûlumdur. Şeyh Ahmed'in merdûdu (reddettiği) benim de merdûdumdur. Benim merdûdum da Allahu teĂ‚lĂ‚nın merdûdudur." Bu mujdeyi işitince, son derece sevinip; "Elhamdulillah ki, ben hazret-i İmĂ‚m'ın makbûluyum. O hĂ‚lde Allahu teĂ‚lĂ‚nın da makbûlu oluyorum." diye icimden gecirdiğimde, Resûlullah efendimiz hazret-i Sıddîk-ı ekber'e buyurdular ki; "Oğlum Muhammed NumĂ‚n'a de ki; Onun makbûlu olan, Şeyh Ahmed'in de makbûludur, benim de, Allahu teĂ‚lĂ‚nın da makbûludur. Onun merdûdu, Şeyh Ahmed'in, benim ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın merdûdumuzdur."

Yine bir gun ruyĂ‚da, pĂ‚dişĂ‚hların culûs veya tebrik gunlerinde yaptıkları gibi, bir meydana buyuk bir cadır kurulduğunu gordum. Butun insanların yaşadığı memleketler o cadırın altında kalıyordu. DunyĂ‚daki pĂ‚dişĂ‚hlar, hĂ‚kimler, memleketin idĂ‚resini yuruten Ă‚mirler ve devlet erkĂ‚nı hep orada bulunuyorlardı. Koyler, şehirler, carşılar, yollar, olum, hayat, fakirlik, zenginlik, efendilik, hizmetcilik hep orada... Butun o erkĂ‚n, iş yapmak icin, cadırın tepesindeki deliğe bakıyorlar ve ardından ikinci bakışları dunyĂ‚ya ve dunyĂ‚dakilere oluyordu. İş yapanlardan herbirine oradan bir iş buyuruluyordu. Hatırımdan, "Ben de yukarı bakayım, orada ne vardır ki, butun bu erkĂ‚n oradan emir alıp, iş yapıyorlar." diye gecti. Başımı kaldırınca, cadırın orta direğinin en ust noktasında bir pencere olduğunu ve hazret-i İmĂ‚m orada oturup, mubĂ‚rek yuzunu o pencereye koyarak, işaret ettiğini gordum. Butun dunyĂ‚daki devlet erkĂ‚nı, yapacakları işleri onun o işaretlerinden anlıyor, birbirine uyan ve uymayan işleri, hep o bir işĂ‚retten cıkarıp yapıyorlardı.

Yine bir gun sabah namazından sonra cĂ‚mide oturmuş murĂ‚kabe ile meşgûl oluyorduk. Hocam ile karşı karşıya oturmuştuk. Bir ara başımı meşgûliyetimden kaldırdım. Hazret-i İmĂ‚m'ın yerinde Resûlullah efendimizin oturduğunu gordum. Uzerimi bir heybet kapladı. Hemen başımı onume eğdim. Bir muddet sonra, tekrar başımı kaldırdım. Hazret-i İmĂ‚mın da Server-i kĂ‚inĂ‚tın yanında oturduğunu gordum. Tekrar murĂ‚kabe icin başımı eğdim. Bir an sonra yine başımı kaldırdım. Gordum ki, Resûlullah efendimizin yerinde hazret-i İmĂ‚m, hazret-i İmĂ‚m'ın yerinde de, Resûlullah efendimiz oturuyor. Tekrar murĂ‚kabeye koyuldum. Bir zaman sonra başımı kaldırınca, iki yerde de Resûlullah efendimizi gordum. Biraz sonra ikisini de hazret-i İmĂ‚m buldum. Sonra da hazret-i İmĂ‚mın yalnız oturduğunu gordum. Bu gorduklerim baş gozu ile olmuştur, ruyĂ‚ ve vaka hĂ‚li değildir.

Hazret-i İmĂ‚m'ın MektûbĂ‚t isimli uc cild, de?er bicilmez eserinde, Mîr Muhammed NumĂ‚n hazretlerine yazİlmİŞ mektuplar vardİr. Bunlardan bazıları şoyledir:

"...UstĂ‚dım HĂ‚ce Muhammed BĂ‚kî-billah'tan işittim. Buyurdu ki, Şeyh Muhyiddîn-i Arabî yazıyor ki: "KerĂ‚met ve hĂ‚rikaları cok gorulen evliyĂ‚, son nefeslerinde, bunları gosterdiklerine pişmĂ‚n olmuştur. Keşke hic kerĂ‚metimiz gorulmeseydi demişlerdir." EvliyĂ‚nın ustunluğu, hĂ‚rikaların gorulmesi ile olculseydi, bunların gorunmesine pişmĂ‚n olmak yersiz olurdu.

SuĂ‚l: Vilayette, hĂ‚rika gorunmesi şart olmayınca, hakîki velî ile, yalancı şeyhler birbirinden nasıl ayrılır?

Cevap: Bu dunyĂ‚da evliyĂ‚nın belli olması lĂ‚zım değildir. Doğru ile yalancının karışması lĂ‚zımdır. Bu dunyĂ‚da hak ile bĂ‚tılın, doğru ile yanlışın karışması lĂ‚zımdır. Velînin, kendi vilĂ‚yetini bilmesi de şart değildir. Kendi vilĂ‚yetini bilmeyen evliyĂ‚ cok idi. Bunları, başkaları nasıl tanıyabilir? Tanımalarına luzum da yoktur. Evet, peygamberlerin (aleyhimusselĂ‚m) hĂ‚rikalar gostermesi lĂ‚zımdır. Boylece, nebî, nebî olmayandan ayrılır. Cunku, nebînin peygamberliğini tanımak herkese lĂ‚zımdır. EvliyĂ‚, insanları, kendi peygamberinin dînine cağırdığı icin, peygamberinin mûcizeleri kendilerine yetişir.EvliyĂ‚, eğer dinden başka bir şeye cağırmış olsaydı, o zaman, hĂ‚rikalar gostermesi elbette lĂ‚zım olurdu. Dîne cağırdığı icin hĂ‚rika gostermesi hic lĂ‚zım değildir. Din Ă‚limleri, herkesi, kitaplarda yazılan emirleri yapmaya cağırıyor. EvliyĂ‚, hem buna cağırıyor, hem de dînin bĂ‚tınına dĂ‚vet ediyor. Once, dîne cağırıyor. SonraAllahu teĂ‚lĂ‚nın ismini zikretmeyi gosteriyor. Her zaman, aralıksız zikr-i ilĂ‚hi ile olmayı ehemmiyetle istiyorlar. Boylece vucûdu zikr kaplayıp, kalbde Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka bir şey bulundurulmaz. Her şey oyle unutulur ki, insan kendini ne kadar zorlasa, Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka bir şey hatırlayamaz. Bu iki turlu dĂ‚vet icin, evliyĂ‚nın hĂ‚rikalar gostermesine nicin luzum olsun? İrşĂ‚d etmek, bu iki dĂ‚veti yapmak demektir.

HĂ‚rikanın, kerĂ‚metin burada hic yeri yoktur. Şunu da soyleyelim ki, uyanık bir talebe, tasavvuf yolunda ilerlerken, ustĂ‚dının nice hĂ‚rikalarını, kerĂ‚metlerini hisseder. O bilinmez yolda, her an, onun mededine baş vurup, hep yardımına kavuşur. Evet, başkaları icin hĂ‚rikalar gostermesi lĂ‚zım değildir. Fakat, talebesine her an kerĂ‚met gostermekte, hĂ‚rikalar, ust uste gelmektedir. Talebesi, ustĂ‚dının hĂ‚rikalarını hissetmez olur mu ki, olu olan kalbine hayat vermektedir. Onu, muşĂ‚hedelere keşiflere kavuşturmaktadır. CĂ‚hiller, oluyu diriltip, mezĂ‚rdan cıkarmayı, buyuk kerĂ‚met sanır. Buyukler ise, olu kalpleri diriltmeye, hasta rûhları tedĂ‚vî etmeye ehemmiyet verir. Sofiyye-i Ă‚liyyenin buyuklerinden, HĂ‚ceMuhammedPĂ‚risĂ‚: "İnsanların coğu oluleri dirilteni buyuk bildiğinden, Allahu teĂ‚lĂ‚ya yakın olanlar, bunu yapmak istemeyip olu rûhları diriltmişler, talebenin olu kalplerini diriltmeye calışmışlardır. Doğrusu da, kalpleri, rûhları diriltmek yanında, oluleri diriltmenin hic kıymeti yoktur. HattĂ‚ abes, yĂ‚ni faydasız şeyle vakit oldurmek olur. Cunku, oluyu diriltmek ona birkac gunluk omur kazandırır. Kalplerin diriltilmesi ise sonsuz hayĂ‚ta kavuşturur. Allahu teĂ‚lĂ‚ya yakın olanların vucûdları kerĂ‚mettir. İnsanları Allahu teĂ‚lĂ‚ya dĂ‚vet etmeleri, Hak teĂ‚lĂ‚nın rahmetlerinden bir rahmettir. Olu kalpleri diriltmesi, hĂ‚rikaların en buyuğudur. İnsanların selĂ‚meti, onların varlığı iledir. Mahlûkların en kıymetlisi onlardır. Allahu teĂ‚lĂ‚, onlar ile rahmet yağdırıyor. Onlar sebebi ile rızk gonderiyor. Onların sozleri devĂ‚dır. Acıyarak bir bakışları şifĂ‚dır. Onlar, celîs-i ilĂ‚hîdir, Allahu teĂ‚lĂ‚ ile berĂ‚ber olandır. Allahu teĂ‚lĂ‚nın lutufları, ihsĂ‚nları, onların bulunduğu yerden eksik olmaz. Yanlarında bulunanlar kotu olmaz. Onları tanıyanlar mahrûm kalmaz." buyuruyor.

O buyukleri, yalancılardan ayıran farkların en acığı; her sozlerinin, hareketlerinin dîne uygun olması, yanlarında bulunanların kalplerinde,Allahu teĂ‚lĂ‚nın korkusu ve sevgisi hĂ‚sıl olmasıdır ve başka şeylerden soğumalarıdır. EvliyĂ‚ ile munĂ‚sebeti olanlarda, bu alĂ‚metler gorulur. MunĂ‚sebetleri olmayanlar, zĂ‚ten herşeyden mahrûmdur.

KAYNAKLAR

1) HadarÂt-ul-Kuds; s.299

2) Zubdet-ul-MakÂmÂt; s.326

3) Tam İlmihĂ‚l SeĂ‚det-i Ebediyye; (49. baskı) s.1120

4) MektûbĂ‚t-ı İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, 2. cild, 92. ve 3. cild, 15. mektup

5) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.45
__________________