Hindistan evliyĂ‚sından. Silsile-i aliyye denilen buyuklerden olup, seyyiddir. 1745 (H. 1158)'te Hindistan'ın Pencab şehrinde doğdu. 1824 (H. 1240) senesinde Delhi'de vefĂ‚t etti. Kabri ŞĂ‚hcihĂ‚n CĂ‚mii yakınındaki dergĂ‚hındadır. Binlerce seveni her zaman ziyĂ‚ret edip, feyz almaktadır.
Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin babası, Abdullatif Efendi Ă‚lim, sĂ‚lih, zĂ‚hid, dunyĂ‚ya rağbet etmeyen, yuksek haller sĂ‚hibi KĂ‚dirî yolunda bir zĂ‚t idi. Bu yolu Hızır'la goruşmuş olan hocası Şeyh NĂ‚sıruddîn Kadîrî'den aldı. Ayrıca Ceştiyye ve ŞettĂ‚riyye yollarından da feyz almıştı. Tasavvuf yolunda kemĂ‚le, olgunlaşmaya calışırdı. Haram yemekten son derece sakınır, kırlarda yetişen meyvelerle yetinir, nefsini terbiye etmek icin uğraşırdı. SahrĂ‚larda Allahu teĂ‚lĂ‚nın ism-i şerîfini anarak dolaşır, yarattıklarına bakar, O'nun buyukluğunu tefekkur edip duşunur, bir an olsun Rabbini unutmazdı.
Bir gun ruyĂ‚sında hazret-i Ali ona şoyle dedi:
"Ey Abdullatîf! Allahu teĂ‚lĂ‚ sana bir oğul ihsĂ‚n edecek, o ilerde buyuk bir zĂ‚t olacak. Ona bizim ismimizi koyarsın."
Seyyid AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretleri de annesine ruyĂ‚sında; "Yakında dunyĂ‚ya bir oğlun gelecek. Ona bizim ismimizi koyarsın." buyurdu. Resûlullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de evliyĂ‚dan bir zĂ‚t olan amcasına ruyĂ‚sında, doğacak cocuğa Abdullah isminin verilmesini emretti. Cocuk doğduğunda, ismini babası, Ali, annesi AbdulkĂ‚dir, amcası Abdullah koydu. Abdullah-ı Dehlevî altı yaşına gelince, hazret-i Ali'ye karşı sevgi ve edebinden kendisine Ali demeyip Ali'nin hizmetcisi mĂ‚nĂ‚sına Gulam Ali dedi ve bu isimle tanındı.
Abdullah-ı Dehlevî hazretleri Allah vergisi cok ustun bir zekĂ‚ya sĂ‚hipti. Kur'Ă‚n-ı kerîmi kısa zamanda ezberledi. Dînî ilimleri ve zamanının fen ilimlerini oğrendi. Delhi'de hocası şeyh NĂ‚sıruddîn'in hizmetinde bulunan babası, onun terbiyesinde yetişip, KĂ‚diriyye yoluna girmesi icin, oğlu Abdullah'ı Delhi'ye cağırdı. Abdullah-ı Dehlevî Delhi'ye vardığı gece Şeyh NĂ‚sıruddîn vefĂ‚t etti.Babası; "Oğlum! seni Şeyh NĂ‚sıruddîn'den KĂ‚diriyye yolunu alman icin cağırmıştım. Nasîb değilmiş. Artık, sana nereden irşĂ‚d kokusu gelirse, oraya git. Serbestsin." dedi.
O sırada Delhi'de Ceştiyye buyuklerinden, Şeyh Muhammed Zubeyr ve iki halîfesi, Şeyh ZiyĂ‚uddîn, Şeyh Abduladl, Şeyh Mîr Dered bin Şeyh NĂ‚sır, MevlĂ‚na Fahruddîn ve başkaları vardı. Yirmi iki yaşına kadar onların huzûrunda ve sohbetlerinde bulundu. Bu sırada gonlunden, yine Delhi'de bulunan Mazhar-ı CĂ‚n-ı CĂ‚nĂ‚n hazretlerinin dergĂ‚hına gitmek geldi. Mazhar-ı CĂ‚n-ı CĂ‚nĂ‚n hazretlerinin huzûruna varıp, kendisini talebeliğe kabûl buyurmasını istedi. O da:
"Sen zevkin ve şevkin olduğu yere git. Bizim yolumuz, tuzsuz taşı yalamak gibidir." buyurdu.
Abdullah Dehlevî ise; "Zaten benim mûradım, isteğim de buyurduğunuzdur." dedi. Mazhar-ı CĂ‚n-ı CĂ‚nĂ‚n hazretleri; "MubĂ‚rek olsun."buyurup talebeliğe kabûl etti. Onu Nakşibendiyye yolunun, Muceddidiyye koluna gore yetiştirip, bu yolun esaslarını ve edeblerini oğretti. Abdullah-ı Dehlevî on beş sene onun sohbetiyle şereflendi. EvliyĂ‚lıkta yuksek derecelere kavuşunca, mutlak icĂ‚zet, diploma alıp, halîfesi oldu.
İlk zamanlarda, "Nakşîbendiyye yoluna girmemden Gavs-ul-a'zam Seyyid AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretleri rĂ‚zı olurlar mı?" diye tereddutler gecirmişti. Bir gun ruyĂ‚sında gordu ki, Seyyid AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretleri bir makĂ‚ma gelip oturdu. O makĂ‚mın tam karşısına da ŞĂ‚h-ı Nakşibend Muhammed BehĂ‚eddîn hazretleri teşrif etti. ŞĂ‚h-ı Nakşibend'in yanına gitmek istedi. Bu sırada Gavs-ul-a'zam; "Maksat, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına kavuşmaktır. Sıkılmayın, gidin." buyurdu.
Elinde malı, mulku kalmadığı icin başlangıcda gecim zorlukları ile karşılaşan Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, dĂ‚imĂ‚ tevekkul uzere oldu. Eski bir hasırı yatak, bir tuğla parcasını yastık edindi. Bu şekilde, on beş sene kanĂ‚at koşesinde oturdu. Bir defĂ‚sında o kadar cĂ‚resiz kalıp, bitkin duştu ki, "Artık bulunduğum bu hucre benim mezĂ‚rım olacaktır." diye duşunmeye başladı. NihĂ‚yet Allahu teĂ‚lĂ‚nın yardımı yetişti. Tanımadığı birisi, bir mikdĂ‚r para bırakıp gitti. O gunden sonra devamlı Allahu teĂ‚lĂ‚nın bu şekilde yardımına kavuştu.
Hocasının vefĂ‚tından sonra yerine gecip, talebe yetiştirmeye başladı. Uzak yakın her yerden, DiyĂ‚r-ı Rum, Şam, Irak, Hicaz, Horasan ve MĂ‚verĂ‚unnehr'den pek cok talebe, ilim ve feyz almak, sohbeti ile şereflenmek icin yarışırcasına yanına koştu. MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî, Şeyh Ahmed-i Kurdî, Seyyid İsmĂ‚il Medenî gibi bĂ‚zıları Resûlullah efendimizden aldığı mĂ‚nevî emirle geldi. Bazısı, sĂ‚dĂ‚tın, bu yolun buyuklerinin mĂ‚nevî işĂ‚reti ile koşup teslim oldu. Şeyh Muhammed Can bunlardandı. BĂ‚zısı ise,Abdullah-ı Dehlevî hazretlerini ruyĂ‚da gorup geldi.
DergĂ‚hında iki yuz kişi civarında talebe vardı ve onların ihtiyaclarını temin ederdi. Bununla berĂ‚ber, dĂ‚imĂ‚ mutevĂ‚zî ve gonlu kırık bulunurdu. Bir gun bir kopeği gorup; "YĂ‚ Rabbî! Ben kimim ki, seninle, sevdiklerim arasında vĂ‚sıta olayım. Bu yarattığın hurmetine bana merhamet eyle!" buyurdu.
Peygamber efendimizin sunnet-i seniyesine uygun yaşamaya cok gayret ederdi. Az uyur, teheccud, gece namazına kalktığında uyuyanları da kaldırırdı. Sonra murĂ‚kabeye oturur, peşinden Kur'Ă‚n-ı kerîm okurdu. Kur'Ă‚n-ı kerîmden her gun on cuz okurdu. Sabah namazını kıldıktan sonra talebeleriyle beraber işrak vaktine kadar zikir, Allahu teĂ‚lĂ‚yı anmak ve murĂ‚kabe, nefs muhĂ‚sebesi ile meşgul olurdu. Sonra hadîs ve tefsîr derslerine başlarlar bu hal zevĂ‚l vaktine kadar surerdi. Sonra yemek yenirdi. Zenginlerden birisi, lezzetli bir yemek gonderse yemez, talebelerinin de yemesini istemez, komşularına hediye gonderirdi. Birisi para gonderse, şupheli bir durumu yoksa, İmĂ‚m-ı a'zam hazretlerinin ictihadına gore bir sene dolmadan mal nisaba ulaştığında zekĂ‚t vermek cĂ‚iz olduğundan once onun zekĂ‚tını verirdi. Cunku bir kuruş zekĂ‚t vermenin binlerce lira sadaka vermekten kat kat ustun olduğunu bilirdi. Sonra kalan paranın bir kısmı ile helva ve başka şeyler yaptırır dervişlere dağıtır, bir kısmı ile dergĂ‚hın borclarını oder, birazını da yanına gelen ihtiyac sĂ‚hiplerine verirdi. Oğleye yakın sunnet-i şerîfeye uymak icin bir muddet kaylûle yapar, uyur, kalkıp bir mikdĂ‚r yemek yiyip dînî kitablar okumak, bĂ‚zı mevzular uzerinde yazılan yazıları gozden gecirmek ve yazılması lĂ‚zım olanları yazmakla uğraşırdı. Oğle namazını kılıp, ikindiye kadar, hadîs ve tefsîr dersi verirdi. İkindiyi kıldıktan sonra, hadîs-i şerîf, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin MektûbĂ‚t-ı İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, AvĂ‚rif-ul-MeĂ‚rif veRisĂ‚le-i Kuşeyrî'yi okur, sonra guneş batıncaya kadar talebeleriyle zikir ve murĂ‚kabe ile meşgul olurdu. Akşam namazından sonra, mĂ‚nevî teveccuhleri ile talebelerinden ileri gelenlerinin ilerlemelerini sağlardı. Yatsıyı kıldıktan sonra geceyi zikr ve murĂ‚kabe ile ihyĂ‚ ederdi. Uyku bastırdığında seccĂ‚desi uzerinde sağ yanı uzere yatardı. Bazan otururken uyuyakalırdı. HayĂ‚sının cokluğundan ayağını uzattığı gorulmezdi.
Kur'Ă‚n-ı kerîmi okumakdan ve dinlemekten cok hoşlanır şevk hĂ‚linin gĂ‚lib olduğu zamanlar dinleyince kendinden gecer ve; "Daha okumayınız, dayanamıyorum." buyururdu. MevlĂ‚nĂ‚ CelĂ‚leddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'sini de cok okutup, dinlerdi. Bu esnĂ‚da vecd hĂ‚li hĂ‚sıl olur, coşar, ilĂ‚hî muhabbete gark olurdu. Fakat başkalarının yaptığı gibi dînin emir ve yasaklarına uymayan halleri gorulmezdi. Her hĂ‚li dine uygun olurdu.
Emr-i mĂ‚ruf ve nehy-i an'il-munker yapar, insanlara Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerini hatırlatır, yasaklarından sakınmalarını emrederdi. Bir kerre Şimşîr BahĂ‚dır Han papazlara mahsus bir şeyi giyerek huzuruna geldi. Onu o hĂ‚lde gorunce darılıp bu vaziyette yanında oturmamasını istedi. Bahadır Han, bu kadarına musĂ‚de etmezseniz, bir daha yanınıza gelmem dedi. "Allahu teĂ‚lĂ‚ sizin bir daha boyle buraya gelmenizi nasîb etmesin." buyurdu. Huzûrundan kızarak ayrılan Bahadır Hanın ici rahat etmeyip, uzerindeki o şeyi cıkarıp, huzuruna gelerek affını istedi ve talebesi oldu.
DunyĂ‚ya ve dunyĂ‚lığa rağbet etmezdi. ZamĂ‚nın pĂ‚dişĂ‚hı defalarca dergĂ‚hın ihtiyaclarını karşılayacak bir yardımda bulunmayı teklif ettiği halde, kabûl etmedi. VĂ‚lî Emir Han da dergĂ‚hın ihtiyacları icin yardım teklif ettiğinde talebelerinden Raûf Ahmed'e; "Hediye gonderen Emîr Hana şu beyti cevap olarak yazınız.
Biz fakr-u kanĂ‚ati şeref biliriz,
Emîr Hana soyleyin mukadderdir rızkımız.
Ve biz, Allahu teĂ‚lĂ‚nın meĂ‚len; "SemĂ‚da ise, rızkınız ve vĂ‚d olunduğunuz Cennet vardır."(ZĂ‚riyĂ‚t sûresi: 22) Ă‚yet-i kerîmesine guveniriz.
Bir sıkıntısı olduğunda din buyuklerinin yardımına kavuşurdu. Şoyle anlatır.
Bir defasında karnım ağrımıştı. İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin rûhĂ‚niyetinden yardım istedim. O anda kendisini gordum. Yanıma teşrîf edip, rahatsızlığımı giderdiler.
Peygamber efendimizi son derece seven Abdullah-ı Dehlevî, O'nun şerefli ismini duyduğunda, kendinden gececek gibi olurdu. Bir kere hizmetcisi ona; "Resûlullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem manzûru yĂ‚ni nazar buyurdukları bir zĂ‚tsın." demişti. Bu sozden duyduğu mĂ‚nevî hazla birden yuzlerinin rengi değişti ve hizmetcinin alnından opup; "Ben kim oluyorum ki, Resûlullah efendimizin manzûru olayım." deyip tevĂ‚zu gosterdiler.
Yakın talebeleri anlatırlar; "MubĂ‚rek hocamızın odasından zaman zaman cok guzel kokular duyardık. O zaman, Resûlullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile buyuk Ă‚lim ve evliyĂ‚nın rûhlarının ziyĂ‚rete geldiklerini anlardık. Hocamız, Peygamber efendimizin sunnet-i şerîflerine o kadar bağlıydı. Bir gun bize; "Biz muhabbet şerbetini icenlerdeniz. Bizim muhabbetimizin artmasına sebep; kalblerimize ceşit ceşit zevk bahşeden hadîs-i şerîfler ve salevĂ‚t-ı şerîfelerdir." buyurdu.
Giyiminde Resûlullah efendimize uyar, O'nun gibi sert ve kalın elbise giyerdi. Birisi kıymetli bir elbise getirse onu satar, parasıyla birkac elbise alır, fakirlere sadaka olarak dağıtırdı. "Birkac kişinin giyinmesi bir kişinin giyinmesinden daha iyidir." buyururdu.
Buyurdular ki:
RuyĂ‚da Peygamber efendimize sallallahu aleyhi ve sellem sual edip; "YĂ‚ Resûlallah; "RuyĂ‚da, beni goren gercekten beni gormuştur." sizin hadîsiniz midir? dedim. "Evet." buyurdu. Devamlı tesbih, subhĂ‚nellah ve tahmîd, elhamdulillah okuyup, mubĂ‚rek rûhuna hediye ederdim. Bir defĂ‚ okuyamadım. RuyĂ‚da Resûlullah'ı, Tirmizî'nin ŞemĂ‚il'inde anlatılan şekilde gordum. Geldiler ve; "Okumadın!" buyurdular.
Bir defĂ‚ Cehennem ateşi korkusu beni kapladı. RuyĂ‚da Resûl-i ekremi sallallahu aleyhi ve sellem gordum. Geldi ve; "Bizi seven, Cehennem'e girmeyecek." buyurdu.
Hicbir kerĂ‚met ve hĂ‚rika, Allahu teĂ‚lĂ‚yı sevmek ve peygamberlerin efendisine sallallahu aleyhi ve sellem tĂ‚bi olmak gibi olamaz. Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinde bu iki haslet ziyadesi ile var idi.
Talebelerinin gonullerine tasarruf eder, Hakk'ın feyz ve bereketlerini onların kalblerine akıtırdı. Bu buyuk iş, onda cok gorulduğunden binlerce talebenin kalbi devamlı Allahu teĂ‚lĂ‚yı anar hĂ‚le getirdi. Yuzlercesini cezbelere ve ilĂ‚hî feyzlere kavuşturdu. Coklarını yuksek makam ve hĂ‚llere eriştirdi. Bununla berĂ‚ber kerĂ‚metleri, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ve ilĂ‚hî ilhĂ‚m ile gaybdan haber vermeleri olurdu.
Abdullah-ı Dehlevî'nin talebelerinden iki tanesi bir yolculuktan hocalarına donuyordu. Yolda kendi aralarında konuşurlarken; "Hocamızın yuksek huzurlarına kavuştuğumuzda, bize ikrĂ‚m olarak ne istiyelim?" dediler. Biri; "Bana bir seccĂ‚de vermesini isterim." oburu; "Bana bir takke vermesini arzu ederim." diye konuştu. Huzurlarına varınca, Abdullah-ı Dehlevî herkese, arzu ettiği şeyi ikrĂ‚m etti.
KAYNAKLAR
1) Mu'cem-ul-Muellifîn; cild 6, s. 77
2) EsmĂ‚-ul-Muellifîn; c.1, s. 190
3) MakĂ‚mĂ‚t-ı Mazhariyye; s. 159.
4) HadÂik-ul-Verdiyye; s. 209
5) İrgĂ‚m-ul-Merîd; s. 70
6) Âdab; s. 10.
7) Behcet-us-Seniyye; s.8
8) Hadîkat-ul-EvliyĂ‚; s. 122
9) ReşehĂ‚t Zeyli; s.72.
10) Tam İlmihĂ‚l SeĂ‚det-i Ebediyye; s. 431, 1081.
11) RehberAnsiklopedisi; c.1, s.18
12) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s. 282.
13) Nuzhet-ul-HavĂ‚tır; c.7, s.306.
14) Sefînet-ul-Evliya (Huseyin VassĂ‚f); c.2, s. 28.
15) Persian Literature; c.2, s. 1034.
16) Hazînet-ul-AsfiyĂ‚; c.1, s. 703.
__________________
ABDULLAH-I DEHLEVÎ [İslam Tim]
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●46 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- ABDULLAH-I DEHLEVÎ [İslam Tim]