Hindistan'da yaşayan evliyÂnın buyuklerinden. İsmi AbdulvehhÂb'dır. BuhÂrî nisbetiyle bilinir. Seyyid CelÂl BuhÂrî'nin torunlarındandır. Seyyid CelÂl'in, Seyyid Ahmed ve Seyyid Mahmûd adında iki oğlu vardı. AbdulvehhÂb-ı BuhÂrî, Seyyid Ahmed'in oğullarındandır. Doğum yeri ve tÂrihi bilinmemektedir. 1525 (H. 932)'de Delhi'de vefÂt etti. Kabri, ŞÃ‚h Abdullah'ın kabri yanındadır. Hindistan'daki Multan'da, Seyyid Sadreddîn BuhÂrî'den naklî ilimleri ve tasavvuf ilmini tahsil edip, yuksek derecelere kavuştu. Multan'da bulunduğu zamanlarda, hocası ve eniştesi Seyyid Sadreddîn BuhÂrî'den şu sozleri duydu:

"DunyÂda iki buyuk nîmet vardır. Bunlar, butun nîmetlerden ustundur, lÂkin insanlar bu iki nîmetin kıymetini bilmiyorlar. Onlara kavuşmaktan gÂfil bulunuyorlar. Birincisi; iki cihÂnın efendisi Muhammed aleyhisselÂmın mubÂrek vucûdunun, Medîne-i munevverede bulunmasıdır. İkincisi ise; Kur'Ân-ı kerîmdir. Hak teÂlÂ, onunla soyluyor ve insanlar bundan gÂfillerdir."

O, bu sozleri duyunca, hocasının huzûrundan kalkıp, Medîne-i munevvereye gitmek icin izin istedi ve Resûlullah efendimizi ziyÂret yolunu tuttu. Bu saÂdetle şereflenip, tekrar memleketine dondu. Sultan İskender Lodî zamÂnında Delhi'ye geldi. Sultan onun buyukluğunu anlayıp, aşırı derecede iltifÂt gosterdi. Ona talebe oldu. TÂzim ve hurmet etti. Sultan'ın sevgisi, onu araması ve ona olan muhabbeti, MevlÂn CelÂleddîn-i Rûmî'nin Şemseddîn-i Tebrîzî ile olan muhabbeti gibiydi.

Delhi'den ikinci def Haremeyn'i ziyÂret etmek uzere ayrıldı. ZiyÂretle şereflendikten sonra, tekrar memleketine dondu.

İlim ve amel sÂhibi olan AbdulvehhÂb-ı BuhÂrî hazretleri, hÂl ve muhabbet ehlinden idi. Tasavvufun yuksek derecelerine kavuşmuştu. Bir tefsîri vardır. Kur'Ân-ı kerîmin tamÂmına yakınını, Resûlullah efendimizin medhi ve zikri ile tefsîr etmiştir. Orada ilÂhî aşkın inceliklerinden ve muhabbetullah sırlarından cok şeyleri acıklamıştır.

Tefsîrinin bir yerinde; "Ey îmÂn edenler; namazlarınızda rukû ve secde edin. Rabbinize ibÂdet edin ve hayır yapın." meÂlindeki HÂc sûresi 77. Âyet-i kerîmesini tefsîr ederken buyurmuştur ki:

"En buyuk hayır ve iyilik; soz, işler ve davranışlarda Resûlullah'a sallallahu aleyhi ve sellem uymaktır. Resûlullah'a tam tÂbi olmak icin, kÂmil bir zÂtın, yetişmiş ve yetiştirebilen bir rehberin sohbetinde bulunmak lÂzımdır. Oyleleri vardır ki, Allah adamlarından biri ile bir sohbette, mÂrifet ve saÂdete kavuşur. Kalbinde Allah sevgisi artar ve o zÂtın kalbinden kendi kalbine feyz akar. Bu bir sohbet, onun omrunu arttırıcı olur. O zÂta olan muhabbeti, Allah ve Resûlune olan muhabbetini arttırır.

HÂllerin kalpten kalbe gecişinin hikmetine gelince; Allahu teÂlÂ, Muhammed aleyhisselÂmı ulfet, rahmet ve keremle yarattı. Onu kendi ahlÂkıyla ahlÂklandırdı. Bu ahlÂkdan biri şevktir. Resûlullah efendimiz, Allahu teÂlÂdan bildirerek buyurdu ki: "EbrÂrın beni gorme şevki uzadı. Benim onları gorme şevkim daha kuvvetlidir." Demek ki, Peygamber efendimizi bu ahlÂkta kemÂl uzere yarattı ve O, şevk sahiplerine muştÂk, can atan biri oldu. O'nun şevki, şevk, aşırı istek sÂhiplerinden kuvvetli oldu. Resûlullah'ın bu şevki, kalbden kalbe kıyÂmete kadar, vÂrislerine ve tÂbilerine zamÂnındaki gibi intikÂl eder. Bu da, sohbet ve ulfetle, yakınlıkla şevk sÂhiplerinden şevk sÂhiplerine gecmekle olur. Sohbet yakınlık icin, yakınlık nîmet icin, nîmet lezzet icin, lezzet ise kavuşmak icindir. Kavuşmanın ceşitlerinin ve semerelerinin artmasının ise sonu yoktur. Yazı ve soz ile anlatılması ve anlaşılması cok zordur."



KAYNAKLAR

1) AhbÂr-ul-AhyÂr; s.221

2) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.50
__________________