Abdullah bin Mubarek
Horasan, vaktiyle İslÂm’a beşiklik yapmış, değerli fıkıh ve tasavvuf Âlimleri yetiştirmiş aziz beldedir. Cuneyd-i Bağdadî, Bişr-i Hafi, Seriyyu’s Sakafî ve sohbetini edeceğimiz Abdullah bin Mubarek Hazretleri gibi tasavvuf buyuklerinin buralarda yetiştiklerini duşunursek bolgenin değerini daha rahat anlamış oluruz.
Hicri 118’de (M. 736) Merv’de dunyaya gelen Abdullah bin Mubarek, zamanında her gecen gun daha fazla zenginleşen dinî ilimlerin tasavvuf bolumunu iyice hazmetmiş, cevresindeki maneviyat buyuklerini de ziyaret ederek, coşan ic dunyasını onlardan aldığı ilhamlarla da tahkim ve tezyin etmiştir.
Fakirlik ve mahrumiyet gibi gecici şeyler İbn-i Mubarek gibi maneviyat buyuklerinin gonul dunyalarını asla karartmamış, bir bağda bekcilik etmek bile onları kucukluk hissine itmemiştir. BilÂkis boylesine tenha ve tefekkure musait yerlerde, gonullerini Yaradanlarına butun samimiyetleriyle acmış, olanca melekeleriyle Rabb’lerine teveccuh edip, manevî feyiz ve ilhamlara mazhar olma fırsatı elde etmişlerdir.
Nitekim bir keresinde bekcilik ettiği bağın sahibi gelip, İbn-i Mubarek’ten olgun uzum ve nar istemiştir. Ancak, İbn-i Mubarek’in getirdiği uzum ve narların henuz ekşi olduğu anlaşılmış, bağ sahibi ikinci defa gonderdiğinde de yenecek lezzette meyve getirmediğini gorunce sormuş: “EvlÂdım, sen burada bekci değil misin? Neden olgunlaşanlardan getirmiyorsun?”
İbn-i Mubarek’in cevabı şu olmuştur: “Efendim, siz beni bağınıza bekci tutarken uzum ve narlarınızdan yiyebileceğimi soylemediniz ki, hangisinin olgunlaştığını anlayıp size getireyim? Bu bakımdan fazla bilgiye sahip değilim.”
Bekcisindeki bu doğruluk ve sadakat karşısında buyuk bir takdir hissine kapılan zengin bağ sahibi, durumu iyice tedkik eder, Abdullah’ın takvasının diğer hareketleriyle de te’yid edildiğini gorunce, tereddutsuz teklifini yapar: “Abdullah, benim kızıma talip olanlar coktur. Ancak, onların hic birinde sende gorduğum takva kuvvetini gormedim. Belki de onlar servetimin cokluğunu duşunmekteler. Şayet rıza gosterirsen, kızımı sana yerip seninle iftihar etmeyi arzuluyorum.”
Abdullah, boylece hizmetini ettiği zenginin kızını alır ve bu servetle İslÂm’a daha fazla hizmet imkÂnı elde edip, manevî feyizlerini daha geniş sahalara neşretme fırsatı bulur. Demek, o gunlerin fakiri boyle fakir, zengini de boyle zengindi.
Sahabeye hayrandı
Kendisi ikinci hicrî asrın başında yaşadığı ve Resûlullah Efendimiz’i gormek şerefine nail olmadığı icin sahabeden sayılmaz, ancak, sahabenin kadrini iyi bilir, eşsizliğini takdir ederdi. Bir gun şoyle bir sual sordular: “Resûlullah’ın yanında bulunmuş olan Hazret-i MuÂviye mi efdÂl, yoksa daha sonra birinci asrın sonunda gelmiş olan Halife Omer bin AbdulÂziz mi?”
Şoyle cevap verdi: “Vallahi, MuÂviye’nin Resûlullah’ın arkasında giderken yuttuğu tozlar AbdulÂziz’den efdÂldir. Cemaatle namaz kılarken Resûlullah, “Semia’llahu limen hamideh” dedi. MuÂviye de, “Rabbena leke’l hamd” dedi. Bu soz de oylece, bakî kaldı. Bundan gayrı ne soylenebilir?”
Abdullah bin Mubarek, itaatsizlikle bulunan cocuğundan şikÂyete gelen bir babaya sordu:
“Sen oğluna hic beddua ettin mi?”
“Evet, canımı cok sıktığı zamanlarda ettim.”
“Sen kendi elinle kotu yapmışsın cocuğuna. Baba ve annenin cocuğu hakkındaki duası reddolunmaz. Resûl-i Ekrem Efendimiz, mubarek dişini kıran kavmine: “YÂ Rab, kavmime hidÂyet eyle. Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!” diye dua etti. Sen de boyle bir anlayış icinde olsaydın, ziyan etmezdin. Resûl-i Ekrem’in bu sabrı ve metaneti ziyan getirmedi, sonunda kavminin imanlarına sebeb oldu.”
Fırat yakınlarında “Hiyt” denilen kasabada hicrî 182 yılında vefat etti.
__________________
Abdullah bin Mubarek
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●37 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Abdullah bin Mubarek