Anadolu'da yaşayan buyuk velîlerden. Silsile-i aliyye adı verilen, insanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dunyĂ‚da ve Ă‚hirette seĂ‚dete, mutluluğa kavuşmalarına vesile olan buyuk Ă‚lim ve velîlerin otuz birincisidir. Peygamber efendimizin neslinden olup Seyyid AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretlerinin on birinci torunudur. Babası Seyyid Molla Ahmed bin SĂ‚lih GeylĂ‚nî'dir. ŞihĂ‚buddîn, İmĂ‚duddîn, Kutbu'l-İrşĂ‚d vel-medĂ‚r lakaplarıyla ve HakkĂ‚rî nisbesiyle meşhûrdur. MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretlerinin halîfelerindendir. Doğum tĂ‚rihi bilinmiyor. 1853 (H.1269) senesinde Şemdinli yakınındaki Nehri'de vefĂ‚t etti. Kabri orada olup ziyĂ‚ret edilmekte, feyz ve bereketlerinden istifĂ‚de olunmaktadır.
Asil ve temiz bir Ă‚ileye mensûb olan Seyyid TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî'de cocukluğunda buyukluk ve olgunluk halleri gorulur, zekĂ‚, istidĂ‚t, vekĂ‚r ve heybeti ile herkesin dikkatini cekerdi.
Onu her goren ilerde pek buyuk bir zĂ‚t olacağını soylerdi. Kucuk yaşta Kur'Ă‚n-ı kerîmi hatmetti ve ezberledi. Sonra ilim tahsîline başladı. SuleymĂ‚niye, Kerkuk, Irak, Erbîl, Bağdat gibi ilim merkezlerine giderek şohretli Ă‚limlerden, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zĂ‚hirî ilimleri, zamĂ‚nın fen ve edebiyĂ‚t bilgilerini oğrendi.
Seyyid TĂ‚hĂ‚, daha ilim talebesi iken, bir gun BağdĂ‚t'a yakın bir yerde, cok kucuk bir akarsudan abdest alıyordu. Arkadaşları; "Bu su cok azdır, bununla abdest olmaz." deyince; "Bu, mĂ‚-i cĂ‚ridir, yĂ‚ni akar sudur. Dînimizde bununla abdeste izin vardır. Siz ilim talebesisiniz, bunları bilirsiniz. Sonra bu suda balık bile yaşar." buyurdu ve elini orada biriken su birikintisine sokup cıkardı. Arkadaşlarına uzatarak; "Bakın bu suda kocaman balıklar yaşamaktadır." deyip elindeki balığı gosterdi. Bu buyuk kerĂ‚meti goren arkadaşları; "Bundan sonra sen ne yaparsan yap, bir daha sana îtirĂ‚z etmeyeceğiz." dediler.
Hicrî on ucuncu asrın kutbu olan MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid, Hindistan'a giderek, GulĂ‚m Ali Abdullah Dehlevî'nin huzûru ile şereflenip, lĂ‚yık ve mustehak oldukları fazîlet ve kemĂ‚lĂ‚tı aldı. Sonra, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kullarına doğru yolu gosterip Hakk'a kavuşturmak icin vatanına dondu. Her taraf, MevlĂ‚nĂ‚'nın kalbinden sacılan nûrlarla aydınlanmaya başladı. Bu sırada arkadaşı olan Seyyid Abdullah da SuleymĂ‚niye'de bulunan MevlĂ‚nĂ‚'yı ziyĂ‚rete gitti. Sohbetinde bulunarak, kemĂ‚le geldi ve halîfe-i ekmeli yĂ‚ni en olgun halîfesi oldu. MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî'ye, birĂ‚derinin oğlu Seyyid TĂ‚hĂ‚'nın, hĂ‚rikulĂ‚de ve yuksek istidĂ‚dını anlattı. MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretleri de, bir daha gelişinde, onu berĂ‚ber getirmesini emir buyurdu. Seyyid Abdullah, ikinci ziyĂ‚retlerinde yeğeni Seyyid TĂ‚hĂ‚'yı da goturdu. MevlĂ‚nĂ‚ hazretleri, Bağdat'ta Seyyid TĂ‚hĂ‚'yı gorur gormez, hemen AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin kabr-i şerîfine gidip, istihĂ‚re etmesini emretti. Seyyid TĂ‚hĂ‚ da kabre gidip istihĂ‚re etti. Ceddi AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle kabr-i şerîfinden kalktı ve onu cok iyi karşıladı. Sonra; "Benim yolum buyuk ise de, şimdi ehli kalmadı. MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid ise, zamĂ‚nının Ă‚limi, evliyĂ‚nın en buyuğudur. Hemen ona git, teslim ol, onun emrine gir." buyurdu.
Seyyid TĂ‚hĂ‚, buyuk dedesi Seyyid AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretlerinin mĂ‚nevî emri ve izni uzerine, MevlĂ‚nĂ‚'nın huzûruna geldi. Bu oyle bir gelişti ki, pek az kimselere nasîb olmuş, nasıl ve neler elde ederek gideceği, bu başlangıc ve gelişten belli oluyordu. MevlĂ‚nĂ‚, Seyyid TĂ‚hĂ‚'nın yetişmesine, gozlerin gormediği, kulakların duymadığı, kalplerin duşunemediği makamlara erişmesine himmet gosterip yardım etti. İleride zamĂ‚nın en buyuk Ă‚lim ve velîsi olacak tarzda, ihtimĂ‚m ve ciddiyetle onu terbiye etti. RiyĂ‚zet ve mucĂ‚hedesinde hic eksiklik etmedi. Nefsin istediklerini yaptırmayıp, istemediklerini yaptırdı.
MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid hazretleri, yetiştirme ve terbiye esnĂ‚sında, Seyyid TĂ‚hĂ‚'ya dağdan taş getirtirdi. Bu hĂ‚l, talebeleri arasında, taaccuble karşılanır; "Hocamız MevlĂ‚nĂ‚, Resûlullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem Ehl-i beytine cok fazla bağlı olduğu hĂ‚lde, Seyyid hazretlerini dağa gondermesindeki hikmet nedir?" derlerdi. Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ ise, bu hususda konuşmaz sukût ederdi.
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî'nin yanında seksen gun kaldıktan sonra, velîlikte pek yuksek derecelere kavuştu. Keşf ve kerĂ‚met sĂ‚hibi olarak hilĂ‚fet-i mutlaka ile şereflendi.
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, hilĂ‚fetle muşerref olup Berdesûr'a hareket edeceği zaman, MevlĂ‚nĂ‚ onu buyuk bir cemĂ‚atle uğurladı. VedĂ‚dan sonra, Seyyid TĂ‚hĂ‚, MevlĂ‚nĂ‚'nın ayrılmış olduğunu hissedip, atına binmek istediğinde, uzenginin bir kimse tarafından tutulduğunu anladı. Baktığında, uzengiye yapışan ve onu tutanın hocası MevlĂ‚nĂ‚ olduğunu gordu. "Estagfirullah" deyip, geri cekildi. MevlĂ‚nĂ‚, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerine hitĂ‚ben; "Bir zaman nefsinin terbiyesi icin size dağdan taş getirtiyordum. Şimdi Resûl-i ekremin Ehl-i beytine olan bağlılığım sebebiyle uzengini benden başka kimse tutamaz. Siz de bundan kacınamazsınız." buyurdu. O da sıkılarak; "Emir edebden ustundur." sozu gereğince ata bindi. Bir muddet binlerce Ă‚lim, sĂ‚lih, talebe ve halkın katıldığı uğurlama merĂ‚simi ile yurudu. Sonra, MevlĂ‚nĂ‚ durdu. Elindeki dizginleri, Seyyid TĂ‚hĂ‚'ya verip; "Bundan sonra dizginlerin senin elindedir. Terbiye ve yetişmende kusur etmedim. CenĂ‚b-ı Hak yardımcın, buyuklerin rûhları sığınağın olsun." buyurdu. TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî hazretleri MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî'nin halîfesi olarak Berdesûr'a geldi.
Amcası Seyyid Abdullah, Nehrî'de talebe yetiştirmek ile meşgûl iken, oraya cok yakın olan Berdesûr'a Seyyid TĂ‚hĂ‚'nın da gonderilmiş olmasının hikmetini anlayamayan bircokları; "Boyle iki buyuk halîfenin bir yere gonderilmesinin sebebi nedir?" dediler. Fakat bunu, kısa bir sure sonra Seyyid Abdullah vefĂ‚t ettiğinde anladılar. Bunun uzerine, oranın halkı tarafından Seyyid-i Buzurk (Buyuk Efendi) diye bilinen Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, Nehrî kasabasına gelip irşĂ‚da başladı. Burada kırk iki sene, ilim talebesine, Hak Ă‚şıklarına ve Hakk'ı arayanlara ilim, feyz ve nûr sactı. Âşıklar, uzaktan yakından pervĂ‚ne gibi bu irşĂ‚d ve nûr kaynağının etrĂ‚fına toplandılar. Nehrî, Cennet bahcelerinin gıbta edeceği bir gulistan oldu. Allah'ı arayanların arzusu ve rûhlarının mıknatısı hĂ‚line geldi. Şimdi birkac harab evin bulunduğu Nehrî'de, o zaman nufus on altı bine yukseldi. Nehrî birkac cĂ‚mi, mescid, medreseler, carşı ve diğer dukkĂ‚n, han, hamam ve benzeri binĂ‚larla o civĂ‚rın merkezi idi.
Seyyid TĂ‚hĂ‚'nın sohbetleri bereketiyle pekcok kimse Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sını kazandı.
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, en buyuk velîlerden olup, onu goren muslim veya gayr-i muslim, o anda Allahu teĂ‚lĂ‚yı hatırlardı.
Bir sohbeti esnĂ‚sında buyurdu ki:
"Bana Cennet ve Cehennem'den bahsetmek işi verilmedi. Bu kapıda olanlara bu ikisi tesir etmez." Bu sozu acıklarken halîfesi Seyyid Sıbgatullah ArvĂ‚sî şoyle buyurdu: "EbrĂ‚r, yĂ‚ni iyi muminler Ă‚hiretleri icin amel ederler, mukarrebler, yĂ‚ni AllahuteĂ‚lĂ‚ya yakın olan ve hep O'nunla bulunmaktan zevk alan seckinler, sĂ‚dece Allahu teĂ‚lĂ‚ icin amel ederler."
İnkarcılardan ve bid'at sĂ‚hiplerinden kacınmak hususunda buyurdu ki:
"Munkirden (inkĂ‚rcıdan) ve bid'at ehlinden aslandan kacar gibi kacın! Munkirin ekmeğini yiyenin kalbi, zikre karşı kırk gun olur. Bu munkirler, Resûlullah'ın zamĂ‚nında olsalardı, ona îmĂ‚n etmezlerdi."
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri bĂ‚zan; "MisvĂ‚kla kılınan bir rekat namaz, misvĂ‚ksız kılınan yetmiş rekattan hayırlıdır." hadîs-i şerîfini okurdu. "Hadîsdeki sivĂ‚k, "misvĂ‚klamak" mĂ‚nĂ‚sına geldiği gibi "sensiz" mĂ‚nĂ‚sına da gelir. O zaman hadîs-i şerîfin mĂ‚nĂ‚sı; "Sensiz, yĂ‚ni kendini duşunmeden Rabbinle olduğun bir rekat, kendinle olduğun yetmiş rekattan faydalıdır." buyururdu.
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, vefĂ‚ ve sadĂ‚katte hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'ı, şecĂ‚atte ve adĂ‚lette hazret-i Omer'i, hayĂ‚ ve hilmde hazret-i Osman'ı, vilĂ‚yet-i kubrĂ‚da hazret-i İmĂ‚m Ali'yi (r.anhum) temsil ederdi. Tıpkı Resûlullah'a yakın EshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan birisi gibiydi.
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin, murĂ‚kabe etmesinin cokluğundan, boynundaki kemik, dışarıya doğru eğilmiş gibi gorunurdu. VekĂ‚r ve heybetinden mubĂ‚rek yuzune bakılmazdı. Yuzundeki heybet ışığı, on dorduncu gecedeki ay gibi gozleri kamaştırırdı. Alnı geniş, kaşları gur, iki kaşları arası acık, mubĂ‚rek gozleri siyah, yuzleri yuvarlak, sakalı top, orta boylu bir nûr parcası idi. Gonul sĂ‚hibleri gorunce, rûhen Ă‚şık olurlardı. HulĂ‚sa, ilĂ‚hî nûrun tecellîsi idi. Sohbetlerinin ehli olanlar, aşkla kendilerinden gecerlerdi. Nehrî hudûduna girildiğinde, feyz ve muhabbet kokuları, akıllı olanları ve gonul sĂ‚hiplerini istilĂ‚ ederdi. ZiyĂ‚retciler, abdestsiz olarak Nehrî'ye giremezdi. En buyuk halîfelerinden "Halîfe Kose" lakabıyla tanınan meşhûr Molla TĂ‚hĂ‚ buyurdu ki: "İki yerinden başka Nehrî'nin butun taşları, ağacları, herşeyi nûrdur. Biri, yahûdî mahallesi, oburu MûsĂ‚ Bey ismindeki bir munĂ‚fığın kalesidir."
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, teheccud namazını ekseriyĂ‚ bereketli evinde, bĂ‚zan kendi mescidlerinde edĂ‚ ederlerdi. Kuşluk namazını dĂ‚imĂ‚ cĂ‚mide kılardı. Her gun medreseleri kontrol eder, muderris ve talebelerin tahsîllerini tedkik buyururdu. Muderrislerin muşkil meselelerini hĂ‚llederdi. Nehrî, karınca yuvası gibi, dĂ‚imĂ‚ sĂ‚lih kişiler ve talebelerle dolu idi. Binlerce gonul sĂ‚hibi feyz almak icin boyunlarını bukup, o dergĂ‚ha akın ederlerdi. Gece-gunduz o makĂ‚mın, zikr, fikr, ibĂ‚det ve tĂ‚atsız bir Ă‚nı bulunmazdı. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri dergĂ‚hı teşriflerinde, herkesin gonulleri, inci sacılan dillerinden cıkacak sozlere bağlanırdı. Nehrî kasabası bin yedi yuz hĂ‚ne iken, hicbir evde yemek soz konusu değildi. Hepsi Seyyid TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî'nin dergĂ‚hından yer, icerdi. İkindi namazından sonra "Hatm-i hĂ‚cegĂ‚n-ı kebîr", sonra İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretlerinin MektûbĂ‚t'ı okunurdu. Seyyid Fehîm hazretleri Nehrî'de ise ona, yok ise, muhterem dĂ‚mĂ‚dları ve halîfeleri Seyyid Abdulehad hazretlerine okuturlardı.
Bu arada bĂ‚zı kelime veya cumle uzerinde yapılan geniş îzĂ‚hlar, sohbetlerinin esĂ‚sını teşkil ederdi. Nehrî'de misĂ‚firlerden, farazĂ‚ sadrĂ‚zam olsa dahî, akşamla yatsı arasında yemek fĂ‚sılası yoktu. Bu muddet zikr, fikr ve ibĂ‚detle gecirilirdi. Akşam yemeği, akşam namazından once yenirdi. Kendisini sevenlerden ve talebelerinden kimseyi unutmazlar, herkesin hĂ‚lini genişce suĂ‚l buyururlardı. Kimin bir sıkıntısı olursa, hemen gidermeğe calışırlardı. Sıla-i rahme, akrabĂ‚ ziyĂ‚retine ehemmiyet verir, muhtac olanların ihtiyaclarını karşılardı. Hocasının tavsiyelerine uyarak devlet adamlarıyla temas buyurmazlar, ancak bĂ‚zı muslumanların zararını onlemek uzere mektup yazarlardı. HĂ‚lbuki başta Sultan Abdulmecîd HĂ‚n olmak uzere, butun devlet adamları her emirlerine Ă‚mĂ‚de ve hazırdı.
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, butun cihĂ‚na hukmeden bir hukumdĂ‚r olsa, dunyĂ‚yı en guzel şekilde idĂ‚re edebilirdi. Aklı, idrĂ‚ki, idĂ‚re ve intizĂ‚mı akıllara hayret verirdi. DunyĂ‚ ve Ă‚hirete Ă‚it ilimlerdeki mahĂ‚ret ve ihtisĂ‚sı herkesten ustundu. HulĂ‚sa, madden ve mĂ‚nen, İslĂ‚m Ă‚lemine bahşedilen ilĂ‚hî lutuflardan bir buyuk nîmetti.
Seyyid Abdulhakîm ArvĂ‚sî hazretlerinin babasının dedesi olan Seyyid Muhammed, o zaman Van'dan gelip, bu kaynaktan feyz aldı. Seyyid TĂ‚hĂ‚, Van'ı şereflendirince, Seyyid Muhammed'in evinde misĂ‚fir olurdu. Seyyid Muhammed'in birĂ‚deri Molla Lutfî'nin oğlu Seyyid Sıbgatullah Efendi de, HizĂ‚n'dan Van'a gelince, Seyyid TĂ‚hĂ‚'ya talebe oldu. Cok feyz ve bereketlere kavuştu. Sonra HizĂ‚n'a babasının yanına gitti. Bundan sonra, yuzlerce talebesi ile, her yıl Nehrî'ye Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerini ziyĂ‚rete giderdi.
Seyyid TahĂ‚ hazretlerinin, Halîfe Kose nĂ‚mıyla tanınan; Ă‚lim, Ă‚mil ve veliy-yi kĂ‚mil bir talebesi vardı. Seyyid TĂ‚hĂ‚'nın halîfelerinden olup, ismi TĂ‚hĂ‚ idi. Edebinden, "İsmim TĂ‚hĂ‚'dır." demeğe hayĂ‚ ederdi. UstĂ‚dından kendisine bir isim vermesini duşunur, fakat arzedemezdi. Sakalı biraz seyrek idi. Bir gun, bu duşuncesini ve utancını keşfeden hocası, bir talebesine; "Bizim Kose buraya gelsin." buyurdu. Buna cok sevinip, bu ismi uzerine aldı ve hilĂ‚fetle şereflendikten sonra da ismi, "Halîfe Kose" kaldı.
Seyyid TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî'nin pek cok kerĂ‚metleri vardır.
Bir gece, hırsız, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin anbarına girip bir cuval un almak istemişti. Cuvalı doldurdu, fakat kaldıramadı. Yarıya kadar boşalttı, yine kaldıramadı. Biraz daha boşalttı. Yine kaldırıp goturemedi. O sırada, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri anbara geldi ve; "Ne o, cuvalı kaldıramıyor musun? Yardım edeyim." deyince, hırsız, donakalıp birşey diyemedi. Seyyid hazretleri cuvalı kaldırıp, hırsızın sırtına verdikten sonra; "Bunu al git, bizim adamlarımız gormesin, belki canını yakarlar. Bir daha ihtiyĂ‚cın olursa, anbara değil, bize gel!" buyurduğunda hırsız, tovbe edip, sĂ‚dık talebelerinden oldu.
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin kayınpederi, Nehrî kĂ‚dısı idi. Bu mubĂ‚rek dĂ‚mĂ‚dını o kadar cok severdi ki, kabrini, onun kabrinin bulunduğu bahce duvarının kapısının girişinde yapılmasını ve; "Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin kabrini ziyĂ‚ret etmek isteyen Hak Ă‚şıkları, benim mezĂ‚rıma uğrayıp da gecsinler. Belki o mubĂ‚rek zĂ‚tı ziyĂ‚ret edenlerin hurmetine Allahu teĂ‚lĂ‚ beni affeder. YĂ‚hut onu ziyĂ‚rete gelenlerin ayaklarına mezĂ‚rımın toprağı değmekle teberruk ederim." buyurdu. (Gercekten o mezĂ‚r, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin mubĂ‚rek kabirlerinin tam girişindedir.)
Bir Ermeni, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerine gelip; "Cocuğum olmuyor, sizin buyuk bir zĂ‚t olduğunuza inanıyorum. DuĂ‚ edin de, cocuğum olsun." dedi. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, talebesinden birine; "Git bir beze iki tĂ‚ne koyun tuyu koy, sar, getir!" buyurdu. Talebesi emri yerine getirdi. Seyyid TĂ‚hĂ‚, Ermeniye; "Bu bezi beline sar, hic cıkarma!" buyurdu. Aynı Ermeni beş sene sonra gelip; "Efendim, her batında iki cocuk olmak uzere, beş senede on tĂ‚ne cocuğum oldu. Artık yeter." dedi. Seyyid TĂ‚hĂ‚ da; "Belindekini artık cıkarabilirsin." buyurdu.
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, bir gece ruyĂ‚sında Resûl-i ekrem efendimizi ucsuz-bucaksız bir sahrĂ‚da ilerlerken gordu. Onlerinde, yanlarında ve arkalarında, şefĂ‚at isteyen pekcok insan vardı. Kimi eteklerine tutunmuş, kimi onlerinde dize gelmiş ve başını eğmişti. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri bir kenĂ‚rda bekliyordu. Allah'ın Resûlu onu gorunce, ona doğru yoneldiler ve iltifĂ‚tlarda bulundular.
Yine bir gece ruyĂ‚sında, dağdan bol bir suyun aktığını ve herkesin ondan icmeğe koştuğunu gordu. Kendisi ise o gun, suyu kaynağından icmek icin dağın tepesine tırmanıyordu. Bir de gordu ki, suyun kaynağında Allah'ın Resûlu var. Ve butun sahrĂ‚yı kol kol dolaşan sular, O'nun mukaddes parmaklarından akmaktadır... Seyyid TĂ‚hĂ‚, suyu o mubĂ‚rek parmaklardan ve fışkırış noktasından icmek saĂ‚detine erişmek icin yaklaştı ve icti.
Hocası MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid hazretleri, kendisine yazdığı FĂ‚risî mektuplarından birinde şoyle buyurdular: "Kıymetli Seyyid TĂ‚hĂ‚! Allahu teĂ‚lĂ‚nın emĂ‚nında olunuz! Âfet olan şohretten dĂ‚imĂ‚ cok sakınınız! Kişi icin, talebelerin cokluğu buyuk belĂ‚ olabilir. Allahu teĂ‚lĂ‚ sizi o Ă‚fetten korusun! Âmîn. Kalbin acem beldelerine meylini, oldurucu, rûhu kurutucu zehir biliniz! Nerede kaldı ki, onların yanına gidilsin. Onlara yakın olmaktan, tatlı, idĂ‚reli dil kullanmaktan cok uzak olmalıdır. İnşĂ‚allah bir araya gelmezsiniz. Eğer şah bile bizzat dĂ‚vet ederse, gitmemelidir. Nerede kaldı ki, başkalarının dĂ‚vetine gidilsin. Boyle dĂ‚vete verilecek cevap şudur: "Biz derviş kimseleriz. Bizim işimiz, dunyĂ‚dan kesilmek ve İslĂ‚m pĂ‚dişĂ‚hına duĂ‚ etmek, insanların dînine hizmettir. Devlet reislerinin meclisinin edeblerini bilmeyiz." Sana emrettiğim uzere ol, muhĂ‚lefet etme! MollaMustafa Eşnevî'ye de fakîrin selĂ‚mını soyle ve bu yazdıklarım aynı zamanda onun icindir. Fitne olan yerden cok uzak olup, dîne hizmet edecek yerde bulunmak ve yerleşmek zarûrîdir. Bizden bir şey gizli tutulmasın ki, helĂ‚ke sebeb olur. Kulların en zayıfı HĂ‚lid-i Nakşibendî Mucedidî."
MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretleri, Seyyid TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî'ye yazdığı başka bir mektubunda da buyurdu ki: "Allahu teĂ‚lĂ‚ kalbimin sevgilisi Seyyid TĂ‚hĂ‚'yı fenĂ‚ ve bekĂ‚ makamlarının nihĂ‚yetine kavuşturmakla şereflendirsin. Bu fakîre muhabbet ve ihlĂ‚s bağı ile bağlılığınızı bildiren mektubunuz geldi. Yuksek Nakşibendiyye yoluna hizmet icin calıştığınız ve Kur'Ă‚n-ı kerîmi bir usûl ile hatmetme haberinize cok sevindik. İhlĂ‚slı olmak şartı ile insanlar sizin vĂ‚sıtanızla Allahu teĂ‚lĂ‚ya ibĂ‚det etmek, Peygamber efendimizin sunnet-i seniyyesine uymak gibi her ne yaparlarsa onların kazandığı sevĂ‚b kadar sizin de amel defterinize yazılacaktır. "İyi bir cığır acan musluman kimseye, actığı o cığırın sevĂ‚bı verileceği gibi, o yolda gidenlerin sevĂ‚bı da verilir. Bununla berĂ‚ber onların sevĂ‚bından da hicbir şey eksilmez." hadîs-i şerîfi bu sozumuze acık delildir. Allahu teĂ‚lĂ‚nın selĂ‚mı, rahmet ve bereketi uzerinize olsun. Kulların en zayıfı HĂ‚lid-i Nakşibendî."
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, halîfesi Seyyid Sıbgatullah ArvĂ‚sî'ye yazdıkları FĂ‚risî bir mektupta şoyle buyuruyor: "Adı guzel, feyz ve fayda menbĂ‚ı Molla Sıbgatullah! SelĂ‚m eder, duĂ‚larımı bildiririm. Gonderdiğiniz guzel mektubunuz geldi. Bizi sevindirdi. Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd ve şukurler olsun ki, dunyĂ‚ ve Ă‚hiret saĂ‚detinin sermĂ‚yesi olan fukĂ‚raya (evliyĂ‚ya) muhabbetiniz sonmemiş bir kor gibi durmaktadır. İki şeyi muhĂ‚faza etmek lĂ‚zımdır. Bunlar; dînin sĂ‚hibine son derece bağlılık ve hocasına ihlĂ‚s ve muhabbet uzere olmak. Bu iki şey olunca, ne verilirse nîmettir. Bu ikisi kuvvetli olup, başka bir şey verilmezse, hic uzulmemelidir. Sonunda verilecektir. Eğer, Allah korusun, bu iki şeyden birinde halel ve sakatlık olursa, bununla birlikte hĂ‚ller ve zevkler bulunsa da, bunları istidrĂ‚c bilmeli, kendinin harablığı gormelidir. Doğru yol budur. Allahu teĂ‚lĂ‚ muvaffak eylesin!"
İkinci mektuplarında da; "DuĂ‚cınızın hĂ‚llerini sorarsanız, Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd olsun ki, sevdiklerimizin istediği şekildedir. "Kardeşimin oğlu, birkac kimse ile birlikte huzûrunuzla şereflenmek isterler. İzin var mıdır?" diyorsunuz. Buyursunlar! Fakat kendinizi onlara karşı yetersiz gostermemek şartıyla. Her zaman geliniz. Canınız istediği kadar kalınız. Ne zaman gitmek isterseniz gidersiniz. VesselĂ‚m ved-duĂ‚. Kulların en zaifi Seyyid TĂ‚hĂ‚ HĂ‚lidî Nakşibendî."
Bir gun Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerine; "Amcanız Seyyid Abdullah hazretlerinin uzerinde turbe vardır. Başkalarında ise yoktur. AcabĂ‚ hikmeti nedir?" diye sordular. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri de şoyle buyurdu: "Biz Berdesûr'dan Nehrî'ye gelmeden once, basit bir şekilde ortmuşler. Amcam sağ olsaydı, babasının ustunu dahî ortmezdi. MĂ‚dem ki, siz orttunuz, biz bir şey demiyoruz. Ama bizim uzerimiz ortulmeyecektir." (Gercekten bu emir devĂ‚m etmektedir. Başkale'de, Gayda'da, Arvas'da, Van'da, Ankara'da ve diğer yerlerdeki ona bağlı seyyidlerin hicbirinin ustu ortulu yĂ‚ni turbe icinde değildir.)
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri ŞehîdĂ‚n Dağını her yıl iki kere ziyĂ‚ret ederdi. (Bu dağ, Şemdinli'nin doğusunda, hattĂ‚ babalarının medfûn bulunduğu MeleyĂ‚n Koyunun de doğusundadır. İran hudûduna yakındır. Hazret-i Omer zamĂ‚nında, EshĂ‚b-ı kirĂ‚m, o belde ve ulkeleri feth icin buraya gelmişler ve bu dağda şehîd olmuşlardır. O zamandan beri bu dağın ismi ŞehîdĂ‚n (şehîdler) Dağıdır.
Irak'ın RevĂ‚ndız havĂ‚lisinde, Berzencî kabîlesi ile Hayderî kabîlesi arasında bir husûmet meydana gelip, birbirlerine harb îlĂ‚n ettiler. Irak'ta, sozleri gecen butun halk araya girdiği hĂ‚lde, bu fitne ve kavgayı onleyemediler. Onemli mesele olduğundan, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerine; "Bunu siz hĂ‚lledersiniz." dediler. Sulh ve barıştırma, dînî bir emir olduğundan, hemen Irak'a, yĂ‚ni RevĂ‚ndız'a hareket eyledi. Her iki taraf Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerini gorunce, birlikte karşılayıp ellerini operek emirlerine uydular. Bunları barıştırıp, Nehrî'ye geldiklerinde, Ă‚detleri olduğu uzere, Nehrî yolunda bulunan nehir kenĂ‚rında Zî TûvĂ‚ Ceşmesi başında istirahat ettiler. BerĂ‚berlerinde bulunan bin kişiye oyle bir teveccuh ettiler ki, bunlardan beş yuz kişi derhal, o anda hĂ‚l ve kerĂ‚met sĂ‚hibi oldu.
Irak'tan iki seyyid genc, altı katırı hediyelerle yukleyip, Nehrî'ye, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerine getirmek icin yola cıktılar. HĂ‚runĂ‚n Koyunden gecerken, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin buyukluğunu inkĂ‚r eden MûsĂ‚ Bey adındaki zĂ‚t, katırları yukleri ile birlikte gasbetti. Gencler ağlayarak Nehrî'ye gelip Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerini haberdĂ‚r ettiler. Seyyid TĂ‚hĂ‚, MûsĂ‚ Beye haber gonderip; "Bu katırların yukleri bana Ă‚id olduğundan, yukler senin olsun. Bu gencler seyyiddirler. Onlara merhamet et, katırlarını teslim et." buyurdu. MûsĂ‚ Bey emirlerini dinlemedi, katırları vermedi. İkinci defĂ‚ haber gonderip; "Benim nĂ‚mıma ve hatırıma versin." buyurdu. Buna da karşı cıkınca, Seyyid TĂ‚hĂ‚ buyuk hiddetle; "CumĂ‚ gecesi gelsin de o vermesin gorelim." buyurdu. CumĂ‚ gecesi, Nehrî'den, talebeler gidip, netîceyi oğrenmek icin nobet beklediler. Meğer Bey, divĂ‚nhĂ‚nesinde kendine tĂ‚bi olanlarla oturmuş, Seyyid TĂ‚hĂ‚'nın evliyĂ‚lığını inkĂ‚r husûsunda konuşuyormuş.
Bu fısk meclisinin bitişinden sonra, yatak odasına girip yatağına uzanırken, mîdesine bir ağrı girerek. "Karnım!.. karnım!.." diye bağırarak can vermiş. Vaziyeti anlayan dokuz oğlu hemen Nehrî'ye gelip, katırları yukleri ile birlikte teslim ederek Seyyid TĂ‚hĂ‚'ya sığındılar. "Lutfen, merhameten babamızın defin merĂ‚siminde bulunup, duĂ‚ buyurunuz." dediler. Onlara cevĂ‚ben; "Benim bulunmam, ona bir menfaat sağlamaz." buyurdu. Cocukları cok israr ettiler. Hazret-i Seyyid nihĂ‚yet kalkıp, cenĂ‚zeye gitti. CenĂ‚zenin kapkara komur gibi olduğu goruldu. Definden sonra, Seyyid TĂ‚hĂ‚; "Benim gelişimden zerre kadar menfaatlenmedi." buyurdu. CenĂ‚b-ı Hak, bir seyyide hakĂ‚ret etmenin onu uzmenin cezĂ‚sını verdi. Bunu herkes acıkca gordu.
Berzencî seyyidlerinden Seyyid MûsĂ‚, kervancıbaşı olarak İran'a gidiyordu. GĂ‚yet sarp bir yerde, ayağı kayan katırı ucuruma yuvarlanırken; "İmdĂ‚d yĂ‚ Seyyid TĂ‚hĂ‚!" diye bağırdı. O anda bir el, hayvanı olduğu yerde durdurdu. Cekip yola cıkardılar. Seyyid MûsĂ‚, bir muddet sonra ziyĂ‚ret icin Nehrî'ye gitti. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri; "YĂ‚ Seyyid MûsĂ‚! Bir katır icin bizi İran'a cekiyorsunuz." buyurdu.
Van'ın Gurpınar kazĂ‚sından bir zĂ‚t, Nehrî'ye gidip, Seyyid TĂ‚hĂ‚'ya talebe olmak istedi. Kabûl edilince de geri donup evine geldi. Talebe olduktan birkac gun sonra, hayvanlarının bir kısmını kurt kaparak telef etti. Şeytan; "Bu hocaya bağlanmak sana yaramadı, uğursuz geldi." diye vesvese verdi. O talebe nihĂ‚yet Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin daha once kendisine hediye ettiği tesbihi iĂ‚de etti. Maksadı hocasından ayrılmaktı. Tesbih, Seyyid TĂ‚hĂ‚'ya takdim edildiğinde, tebessum buyurdu. Aradan gunler gecmişti. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, bir gun oğle vakti namaza kalkarken, birden mubĂ‚rek ellerini uzatıp; "Def ol, yĂ‚ laîn!" buyurup namaza başladılar. Namazdan sonra Halîfe Kose; "Efendim, mubĂ‚rek ellerinizi uzatmadaki hikmet ne idi?" diye suĂ‚l etti. O da; "Gurpınar'da bir musluman sekerĂ‚tta iken, şeytan aleyhillĂ‚ne îmĂ‚nsız gitmesine calışıyordu. Buyuklerin bereketiyle defedildi. Adam îmĂ‚nla vefĂ‚t etti." buyurdu. Halîfe Kose; "Tesbihi iĂ‚de eden olmasın?" dedi. "Evet, odur!" buyurdu. "Efendim, o edebsizlik ve terbiyesizlik etmişti." deyince de; "Bir zaman bize muhabbeti vardı." buyurdular.
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, bir gun cĂ‚mide buyuk bir cemĂ‚ate namaz kıldırmak icin ayağa kalkmıştı. Niyetten once, mubĂ‚rek sağ elini birden ileri uzattı. Geri cektiğinde bir mikdar su, mubĂ‚rek cubbelerinin kolundan dokuldu. Canlı bir balık da yere duştu ve cırpınmağa başladı. CemĂ‚at hayrette kaldı. Namaz kılındıktan sonra Halîfe Kose cesĂ‚ret edip; "Efendim, bu su ve balık nereden geldi?" diye arz etti. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri cevĂ‚ben; "Kızıldeniz'de bir gemi batıyordu. Talebelerimizden birinin; "İmdĂ‚t yĂ‚ mubĂ‚rek hocam!" diye cağırması uzerine, yardım edip, gemiyi duzelttik. Buyuklerimizin himmeti, bereketiyle kurtuldular. Bu su ve balık oradandır." buyurdu.
Sultan Abdulmecîd HĂ‚n zamĂ‚nında, Mukus kaymakamı Derviş Bey, kaymakamlıktan cıkarılmış, ayrıca yakalandığında hapse atılması emredilmişti. Bu yuzden Derviş Bey, gece gunduz saklanıyor dışarı cıkamıyordu. Sonunda Derviş Beyin hatırına, Arvas'ta Seyyid Fehîm hazretleri geldi. Hemen huzûruna gidip, tovbe ettiğini, vazifesine yeniden iĂ‚de edilmesini ve affedilmesi icin Şark bolgesinin askerî idĂ‚re Ă‚miri olan Erzincan muşîrine şefĂ‚atcı olmasını istedi. Seyyid Fehîm hazretleri kendisine sığınan kaymakama; "Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd ve şukur olsun ki, seyyidimiz ve murşidimiz hayattadır. Boyle muhim meselelere karışmam doğru olmaz. Seni bir mektupla ona gondereyim. İnşĂ‚allah tesirini muhakkak gorursunuz." diye mujde verdi. Kaymakam Derviş Bey, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin huzûruna varınca, takdim olunan mektubu okudu. Sonra, Seyyid TĂ‚hĂ‚, hemen Erzincan Muşîrine şu meĂ‚lde bir emirnĂ‚me yazdı: "Derviş Beyi sana gonderiyorum. İşini mutlakĂ‚ yap. Senin de bana bir işin duşerse yaparım vesselĂ‚m." Mektubu Derviş Beye verdi. Derviş Bey mektubu okudu, tatmin olmadı. Fakat; "Bundan başka cĂ‚re yoktur." deyip, Erzincan'a yollandı. Bir gece yarısı Erzincan'a ulaştı; "Şimdi bir otele ineyim, yarın Muşîrle goruşurum." deyip, bir otele gitti. Hemen karşısında polisleri gordu. Meğer butun otellerin kapısındaki polisler, Derviş Beyi bekliyormuş. İsmini sordular. Derviş olduğunu anlayınca, hurmet gosterip; "Hemen Muşîr Beye gidelim." dediler. Derviş Bey; "Gecedir, yatıyor, rahatsız etmiyelim." dediyse de, polisler; "Bize
verilen emir ve tĂ‚limat şudur: "Mukus'lu Derviş Bey hangi saatte gelirse, derhal bana getirin, uykuda isem uyandırın." Derviş Beyi hemen goturup, Muşîre haber verdiler. Muşîr derhal kalkıp, Derviş Beyin boynuna sarıldı ve; "Bu sekizinci gecedir. Hazret-i Seyyid TĂ‚hĂ‚ bir an bile uyku ve istirahatime musĂ‚ade buyurmadılar; "Derviş Beyi gonderiyorum, işini mutlakĂ‚ yap, serbest olsun, aksi takdirde helĂ‚k olursun." buyuruyor." dedi. Hemen telgrafla Derviş Beyin tahliye edilmesini, affedildiğini, vazifesine iĂ‚de edildiğini bildirdi. Serbest olarak eski yerine gonderdi. Derviş Bey, donuşunde teşekkur icin Nehrî'ye Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerine gidip, elini optu; "Sizin yolunuza girip talebeniz olmak istiyorum." deyince, Seyyid hazretleri; "Arvas'a git, Seyyid Fehîm Efendi, yapacağın vazifeyi soylesin." buyurdu.
MisĂ‚firlerin hizmetiyle vazîfeli levĂ‚zım Ă‚miri, bir akşam uzeri Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin huzûruna gelerek; "Efendim! Bu fakîr, bu akşam uzeri, bin erkek ve beş yuz kadın misĂ‚firin yemeklerini cıkartıp yedirdim. Şu anda beş yuz kişi Nehrî'ye girmektedir. Anbarlarda un kalmadı, ne yapayım?" diye arzedince, Seyyid TĂ‚hĂ‚; "Anbarlarda olması lĂ‚zım." buyurdu. "Efendim, supurdum, bir şey kalmadı." deyince; "Bir daha bak." diye emretti. Bunun uzerine Ă‚mir gidip baktığında, anbarların unla dolu olduğunu hayretle gordu.
Seyyid TĂ‚hĂ‚, Nehrî'nin alt tarafında bir değirmen yapmayı duşundu. Bu değirmenin plĂ‚n ve projesini bizzat kendisi hazırlayıp, yapılışı esnĂ‚sında talebeleriyle berĂ‚ber sırtında taş taşıdı. Gunlerce calıştıktan sonra nihĂ‚yet değirmenin inşĂ‚sı tamamlandı. Değirmen oyle sanatlı, oyle muntazam yapılmıştı ki, hazne kısmına buğday konulduğunda kendiliğinden calışmaya başlar, haznede buğday bittiğinde de dururdu. Bunu gorenler, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin aklının cokluğuna hayran kalırlardı. Nitekim halîfelerinden Seyyid Sıbgatullah şu beyti soylemiştir:
"Gozumuz revak gibi sizin eşiğinizdedir,
Kerem et, kalbime gir; evim sizin evinizdir."
Seyyid hazretleri beyti işitip, iltifĂ‚tla yanlarına teşrif buyurdu.
Bir kimse şehîd olmuş ve buyuk bir velînin yanına defnedilmişti. Seyyid TĂ‚hĂ‚ onun şehîdlik mertebesini gorup; "Bu kimsenin, şu buyuk velîden aşağı olduğu soylenemez." buyurdu.
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, kendisini MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî'ye goturen velî-nîmeti amcası Seyyid Abdullah hazretlerine, bu buyuk nîmetin şukru olarak, hep hurmet ve hizmet etti. Onu hep iyilikle andı ve rûhuna pekcok sevĂ‚blar hediye etti. Ayrıca buyurdu ki: "VefĂ‚t ettiğimde benim kabrimi kabristanın en ust tarafına yapınız ki, sırf beni ziyĂ‚rete gelenler, amcam Abdullah hazretlerinin kabrine uğramak mecbûriyetinde kalsınlar. Onu da ziyĂ‚ret ederek mubĂ‚rek rûhuna sevĂ‚blar hediye etsinler." (O kabristanın bir yolu vardı. Seyyid Abdullah'ın kabri girişte idi. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin kabrine gitmek isteyenin Seyyid Abdullah'ın kabrinin yanından gecmesi lĂ‚zımdır).
TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî hazretleri pek yuksek bir veliydi. Nitekim bir defasında MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî hazretleri; "Beni Seyyid Abdullah ve Seyyid TĂ‚hĂ‚'dan ustun zannetmeyin" buyurmuştu. Meclisinde olanlar; "Efendim, siz ikisinin de hocasısınız" dediler. "Benim onlar yanındaki yerim, bir sultanın cocuklarını yetiştiren bir hoca gibidir. Onlar sultanın cocukları olduğu icin, bu hocadan ustundurler." buyurdu.
Bir gun Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri Seyyid Sıbgatullah'a buyurdular ki: "Molla Sıbgatullah! UstĂ‚da muhabbet ve onunla sohbet, her şeyden ustundur. Cunku ustĂ‚d, kemĂ‚l mertebelerinin en yukseğine kavuşturmak ve ona mĂ‚rifetleri vermekle, talebesinin hastalıklarını izĂ‚le eder, giderir."
Yine şoyle buyurdu:
"Şah-ı Nakşibend hazretleri, yolunun esĂ‚sını EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın (aleyhimurrıdvĂ‚n) yolu uzere kurdu. Onlar Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) muhabbeti ile yetindikleri gibi, bize de, ustĂ‚da muhabbet yeter."
Seyyid Sıbgatullah ArvĂ‚sî hazretleri, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerine; "NefehĂ‚t gibi bĂ‚zı kitaplarda, bĂ‚zı evliyĂ‚ icin (kuddise sirruh) bĂ‚zıları icin (rahmetullahi aleyh) deniyor; hikmeti nedir?" diye suĂ‚l edince, şoyle buyurdu: "Birincisi, nefsinden tamamen kurtulanlar, ikincisi kendinde, nefsinden bir şeyler kalanlar icindir. Nefsden tamĂ‚men kurtulmak, irşĂ‚dın şartı değildir. (Rahmetullahi aleyh) denenlerden de bir coğu, irşĂ‚d makĂ‚mına oturmuşlar, buyuklerin yolunda olup, faydalı olmuşlardır."
Bir halîfesine şoyle buyurdu: "Halka once işĂ‚retle muĂ‚mele et, bu fayda vermezse ibĂ‚re ile (soz ile) soyle. Bu da fayda vermezse, ondan yuz cevir. Sen birinden yuzunu cevirirsen, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) kadar butun "Silsile-i aliyye" buyukleri ondan yuz cevirir."
Bir gun, kendilerine; "Nehrî'de sĂ‚dık talebeniz kimdir?" dediler. "Molla Muhammed Munhanî'dir" buyurdu. "O, katı tabiatlıdır." dediler. Bunun uzerine, MevlĂ‚nĂ‚ Ahmed Cuzeyrî'nin DîvĂ‚n'ındaki şu beyti okudu:
"Ehl-i tarîk, makamları seyr ederken renk renktir,
Bir kısmı ilĂ‚hî cemĂ‚l, bir kısmı celĂ‚ldedir."
Ceşitli zamanlardaki sohbetleri sırasında buyurdu ki:
"Amellerinizi ucb (kendini beğenmek, ibĂ‚deti kendinden bilmek) ile ortup yok etmeyiniz."
"Bizim yolumuzda ucb ve riyĂ‚ yoktur. RiyĂ‚ ve ucba helĂ‚l diyen, yolumuzda değildir."
"Bizim yolumuzdaki yolcuların faydaları ana ve babalarına da ulaşır."
EvliyĂ‚nın vefĂ‚tından sonra istifĂ‚de hakkında; "Kılıc kınından cıkmadıkca, (rûh, bedenden cıkmadıkca) kesmez." buyurdu.
"Zikr yapılmaksızın yalnız rĂ‚bıta ile Hakk'a kavuşmak mumkundur.
Zikr ise, rĂ‚bıtasız kavuşturucu değildir."
TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî hazretleri Nehri'de kaldığı kırk iki sene icinde İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını insanlara anlatarak onların dunyĂ‚ ve Ă‚hirette kurtuluşları icin calıştı. Butun hocaları gibi İslĂ‚mın guzel ahlĂ‚kını yaydı. SiyĂ‚sete karışmadı. Pekcok velî yetiştirip onlara hilĂ‚fet verdi. İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazifelendirdi. Halîfelerinin en meşhûrları şunlardır: BirĂ‚deri Seyyid Muhammed SĂ‚lih, Seyyid Sıbgatullah ArvĂ‚sî, Seyyid Fehîm ArvĂ‚sî, dĂ‚mĂ‚dı ve kĂ‚tibi Seyyid Abdulehad, Muhammed Kufrevî, Halife Kose adıyla meşhûr olan Şeyh TĂ‚hĂ‚, Molla Resûl Sibkî, MevlĂ‚nĂ‚ Hacı HakkĂ‚rî, SuleymĂ‚n Baradustî, Molla Muhammed MunhĂ‚nî HoşĂ‚bî, Şeyh Ahmed Meczûb. Bunlardan başka halîfeleri de vardır.
Seyyid TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî hazretleri 1852 (H.1269) senesinde bir ikindi vakti, Haram Ceşmesi denilen ağaclık bir mevkide talebeleri ile sohbet ediyordu. Sohbet Ă‚nında kendisine iki mektup arzedildi. Bunları kıymetli dĂ‚mĂ‚dı Abdulehad Efendiye okuttuktan sonra; "Abdulehad! Şohret Ă‚fettir. Artık bizim dunyĂ‚dan gitmemizin zamĂ‚nı geldi." buyurdu. Abdulehad da; "Aman Efendim, Şam'dan gelen bu iki mektup nedir ki?" dedi. O gun sohbetten sonra hĂ‚ne-i saĂ‚detlerine gitti ve orada hastalandı. On bir gun hasta yattı. Hastalığının ağır olmasına rağmen namazlarını mumkun olduğu kadar ayakta kılmaya calıştı. Hastalığının on ikinci, Cumartesi gunu talebeleri ve yakınları ile helĂ‚llaştı, vedĂ‚laştı, vasiyetini bildirdi. Kardeşi Seyyid SĂ‚lih hazretlerini cağırttı. Onun icin; "Biraderim SĂ‚lih, kĂ‚mil, olgun bir velîdir. Herkesin başı onun eteği altındadır." buyurdu. Yerine kardeşi SĂ‚lih hazretlerini halîfe bıraktı. İkindi vaktinde, talebelerinin YĂ‚sîn-i şerîf tilĂ‚vetleri arasında, mubĂ‚rek rûhunu Kelime-i tevhîd getirerek teslim eyledi.
MubĂ‚rek mezĂ‚rı Nehrî'dedir. Onu seven Ă‚şıkları, uzak yerlerden gelerek, mubĂ‚rek kabrinden fışkıran nûrlardan, feyzlerden istifĂ‚de etmekte, bereketlenmektedirler.
Seyyid TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî hazretlerinin nesli oğullarıyla devĂ‚m etmiştir. Seyyid Habîb, Seyyid Mahmûd, Seyyid AlĂ‚eddîn ve Seyyid Ubeydullah isimlerinde dort oğlu vardı. Bunlardan Seyyid Habib Efendi, genc yaşta vefĂ‚t etti. Seyyid Mahmûd ve Seyyid AlĂ‚eddîn Efendilerin de oğulları vardı. Seyyid TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî hazretlerinin Seyyid Ubeydullah adındaki oğlu, nufûzunun ve talebelerinin cokluğu ile meşhûrdur. Babasının vefĂ‚tından sonra amcası Seyyid SĂ‚lih hazretlerinin sohbet ve irşĂ‚dıyla kemĂ‚le gelmiş, 1864 senesinde amcasının vefĂ‚tından sonra irşĂ‚d makĂ‚mına oturmuştu. Ehl-i sunnete cok hizmet etti. Seyyid Fehîm-i ArvĂ‚sî hazretleriyle birlikte hacca gitti. Sonra Taif'te ikĂ‚mete memur edildi. Bir muddet sonra KĂ‚be-i muazzamayı tavaf esnĂ‚sında iki rekat namaz kılarken secdede vefĂ‚t etti. Cennet-i Mualla kabristanına defnedildi. Seyyid Ubeydullah Efendinin; Seyyid Reşîd, Seyyid AlĂ‚eddîn, Seyyid Mazhar, Seyyid AbdulkĂ‚dir, Seyyid Muhammed Sıddîk isminde beş oğlu vardı. Bu oğulları vĂ‚sıtasıyla nesli devĂ‚m etmiştir.
ELHAMDULİLLAH
Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri zamĂ‚nında, İran ŞĂ‚hı, Şemdinan'a yakın 145 pĂ‚re koyu, her şeyi ile berĂ‚ber Seyyid TĂ‚hĂ‚'ya bağışladı. Bu haberi kendisine getirdiklerinde, bir an başını eğip kaldırdıktan sonra; "Elhamdulillah." dedi. İran şĂ‚hı olunce, oğlu bu koyleri geri aldı. Haberi Seyyid TĂ‚hĂ‚'ya getirdiklerinde, yine başını eğip bir an sonra kaldırdı ve; "Elhamdulillah." buyurdu. EshĂ‚bından Halîfe Kose; "Efendim! Koyleri size hediye ettikleri zaman da hamd ettiniz. Geri aldıklarında da hamd ettiniz. Hikmeti nedir?" diye arzedince; "Hediye ettikleri zaman kalbimi yokladım. DunyĂ‚ malına sevinmediğimi gordum, bunun icin hamd ettim. Şimdi geri aldıklarında, yine kalbime baktım. Hic uzuntu bulunmadığını gordum. Yine hamd ettim." buyurdu.
SENİN ARADIĞIN ŞEY BU KAPIDA YOKTUR
Musul taraflarında şeyhlik iddiĂ‚sında bulunan bir kimse, talebesinden birini Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin yanına gonderdi ve; "Seyyid TĂ‚hĂ‚'ya, sunnete uymayan bir iş işletmeden, buraya donme!" dedi. O da kalkıp Nehrî'ye geldi. Bir ikindi namazından sonra, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin mescidin kapısında duran ayakkabılarından sol ayağınınkini uzağa koydu. Bununla mescidden sağ ayakla cıkmasını ve sunnete uygun olmayan bir iş yapmasını duşunmuştu. Fakat Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri, kalabalık icerisinde, o kişiye hitĂ‚b edip; "Aldığın ayakkabıyı yerine koy! Senin aradığın şey, bu kapıda yoktur." buyurdu.
SEYYİDLERİ UZMEK
Bir zamanlar Irak'ta, Berzencî ve Hayderî,
NĂ‚mında iki buyuk, kabîle var idi ki,
Bunların arasına, girerek bir husûmet,
İlerleyip savaşa, dondu bu en nihĂ‚yet.
Ne kadar sozu gecen, îtibĂ‚rlı adamlar,
Araya girdiyse de, mĂ‚ni olamadılar.
CĂ‚resizlik icinde, dedi ki bir cokları;
"Nehri'de Seyyid TĂ‚hĂ‚, barıştırır bunları."
Bir heyet tertîb edip, yollandılar Nehri'ye,
Ve bunu arz ettiler, TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî'ye.
Dediler: "İşte boyle, cok muşkîldir vaziyyet,
Bunu hĂ‚lletmek icin, buyursanız bir himmet.
Şu an iki kabîle, savaşmak uzeredir,
Kalmadı başka cĂ‚re, butun umit sizdedir."
Hem dînî, hem insĂ‚nî, vazîfe olduğundan,
Kabûl edip, onlarla, Irak'a oldu revan.
HĂ‚dise mahalline, gelirken yavaş yavaş,
Başlamak uzereydi, neredeyse bir savaş.
LĂ‚kin teşrîf edince, oraya bu velî zĂ‚t,
Ânında sona erdi, bu buyuk fitne fesat.
ZîrĂ‚ iki taraf da, gorup Seyyid TĂ‚hĂ‚'yı,
Ânında bıraktılar, bu doğuş ve kavgayı.
Ve cok buyuk hurmetle, onu karşıladılar,
Sonra birbirleriyle, barışıp anlaştılar.
Bu mahalden Nehri'ye, donerken bu buyuk zÂt,
Bir ceşmenin başında, eyledi istirahat.
Yanlarında bin kişi, vardı ki o zamanlar,
Buyurdu herbirine bir teveccuh ve nazar.
Bu, oyle bir teveccuh ve oyle nazardı ki,
Cok az vĂ‚ki olmuştu, tĂ‚rihte bunun gibi.
ZîrĂ‚ o teveccuhte, vardı ki bir bereket,
Beşyuz kişi bir anda, oldu ehl-i kerĂ‚met.
Bir gun de seyyidlerden, iki kişi, bir ara,
Bir hayli hediyeler, yukleyip katırlara,
Hediye etmek icin, TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî'ye,
Irak'tan yola cıkıp, gelirlerdi Nehri'ye.
LĂ‚kin MûsĂ‚ Bey diye, bir munĂ‚fık, onları,
Durdurup, yukleriyle, gasbetti katırları.
O iki seyyid ise, uzulup bu vak'aya,
Gelip haber verdiler, bunu Seyyid TÂhÂ'ya.
O da bu munĂ‚fığa, gonderdi ki bir haber:
"Peygamber evlĂ‚dıdır, uzduğun bu kimseler
Bunun icin onlara, gosterip saygı hurmet,
DerhĂ‚l katırlarını, onlara iĂ‚de et.
Yukler bana Âitti, olsunlar onlar senin,
Ve lĂ‚kin kalplerini, kırma bu seyyidlerin."
MûsĂ‚ Bey, bu haberi, aldı ise de, fakat,
Onun bu ricĂ‚sına, etmedi hic iltifat.
Onun bu tutumunu, oğrenip Seyyid TĂ‚hĂ‚,
Ona, başka biriyle, saldı bir haber daha.
Yine dinlemeyince, cok uzuldu bu hÂle,
Artık Hak teĂ‚lĂ‚ya, etti onu havĂ‚le.
Gunlerden CumĂ‚ idi, evinde o munĂ‚fık,
Gece yatmak uzere, yapıyorken hazırlık.
Midesine şiddetli, bir ağrı saplanarak,
Olup gitti o gece, durmadan bağırarak.
Kapkara, komur gibi, olmuştu cenĂ‚zesi,
Seyyidleri uzmenin, bu oldu netîcesi.
BASTON VE DAYAK
Herkî aşîretinden Molla Abdullah isminde bir muderris, iki talebesi ile ziyĂ‚ret icin Nehrî'ye giderken, cayın başında oturdular. Molla Abdullah, talebelerine; "Herkes abdest alarak Nehrî'ye gider. Abdestsiz kimse gitmez. Ben bu Ă‚deti bozup, abdest almadan gideceğim." dedi. Talebeleri; "Hocam, biz bu Ă‚deti bozmayalım, abdest alıp da gidelim." dedilerse de, Hoca Efendi; "Sanki bu dînî bir hukum mudur? Ben yapmam!" dedi. Bu arada elini yuzunu yıkarken, koltuğundan bastonu suya duşdu. Elini uzatıp, bastonu almak isterken, hikmet-i ilĂ‚hî baston, onun başına, yuzune vurarak yuzunu gozunu kan icinde bıraktı. Sonra baston kayboldu. O da, boyle soylediğine pişmĂ‚n oldu. Yaralarını sarıp, abdest aldı. Nehrî'ye gitti. Seyyid hazretlerinin dergĂ‚hına girince, bastonu duvarda asılı gordu. Gozleri bastona takılıp kalınca, Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri; "HerhĂ‚lde bu bastondan dayak yemişsiniz." buyurdu. Molla Abdullah yaptıklarına pişmĂ‚n olup, tovbe etti, talebelerinden olmakla şereflendi.
1) Tam İlmihĂ‚l SeĂ‚det-i Ebediyye; (51. Baskı); s.1153
2) EshĂ‚b-ı KirĂ‚m; s.211, 212, 213
3) Mecd-i TÂlid
4) Şemsu'ş-Şumûs; s.135
5) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.246
6) Osmanlı TĂ‚rihi Ansiklopedisi; c.6, s.130
7) İslĂ‚m Meşhûrları Ansiklopedisi; c.3, s.1915-1939
__________________
TÂhÂ-İ hakkÂrÎ
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●37 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaţam & Danýţman
- Eđitim Öđretim Genel Konular - Sorular
- Peygamberler ve Evliyalar
- TÂhÂ-İ hakkÂrÎ