Hindistan Âlim ve velîlerinden. BedÂyûnlu idi. BedÂyûnî, Nahşebî, Dehlî ve Hindî nisbet edildi. Şeyh Hamîdeddîn NÂgûrî’nin torunu ve halîfesi olan Şeyh Ferîd’in talebesi olup seyyiddir. Ondan ilim oğrenip, feyz aldı. Hindistan’da onun devrinde Ziy isminde uc kimse vardı. Biri Nahşebî diğerleri, Ziy SemnÂnî ve Ziy Bernî idi. Ziy SemnÂnî, zamÂnın buyuk evliyÂsı NizÂmuddîn EvliyÂ’ya muhÂlifti. Ziy Bernî, NizÂmuddîn EvliyÂ’yı cok severdi ve onun talebesiydi. Ziy Nahşebî ise, NizÂmuddîn EvliyÂ’ya muhÂlif olmadığı gibi, talebesi de değildi. Herkesten uzak bir hayat yaşardı. Kimseyi beğenmemezlik etmez, kimseye de gonul bağlamazdı. BedÂyûn’daki, isimsiz ve ıssız zÂviyesinde kitap yazmakla meşgûl olurdu. Silk-us-Sulûk, Aşere-i Mubeşşere, KulliyÂt, Cuz’iyyÂt, TûtinÂme adlı eserlerinden başka, daha bircok telifleri vardır. Eserleri daha cok, acıklanması zor meselelere dÂirdir. Silk-us-Sulûk adlı eseri, guzel ve tesirli bir dille yazılmış olup, evliyÂnın hikÂyelerini ve sozlerini ihtiv etmektedir. Eserlerinde, kendi yazdığı pekcok şiiri de vardır. 1350 (H.751) yılında BedÂyûn’da vefÂt etmiştir.

ZiyÂuddîn Nahşebî buyurdu ki: Buyuklerden biri, bir kadınla evlendi. Gece olunca ona; “Ey hanım, pijamamı hazırla yatacağım.” dedi. Hanımı; “Efendim, senin MevlÂ’n (sÂhibin) yok mu?” dedi. “Vardır” buyurdu. “Senin MevlÂ’n uyur mu, uyumaz mı?” dedi. “Uyumaz” buyurdu. “MevlÂ’n uyanık iken sen uyumaktan hay etmez misin?” dedi.

İnsan, olum, fakr ve ateşin (Cehennem'in) yarış meydanındadır. Allahu teÂl onun terbiyecisi, peygamberler surucusu, kitaplar oncusudur, o ise serkeştir, soz dinlemez.

Kardeşim, eskiden oyle insanlar vardı ki, başkalarının gunah işlediklerini duysalar, sıtmalı gibi titrerlerdi. Senin ise kendi gunÂhından icin yanmıyor. Eskiden bir Âdet vardı; guller acınca, insanlar oyun oynarlar, eğlenirlerdi. Bu sebebtendir ki, her sene gullerin yetişme, acılma zamanı gelince, Ma’rûf-i Kerhî hazretleri uzulur; “Gul actı, şimdi insanlar oyunla meşgûl olacaklar” derdi.

Buyuklerimiz diyorlar ki, bir kimsenin başkasının emri altında olması, nefsinin emri altında olmasından iyidir. Dervişlerden biri, Cuma gunleri dışarı cıkar, kimi gorse; “Mescide hangi yoldan gitmeli?” diye sorardı. Birisi ona; “Senelerdir mescide gidersin, yolu oğrenemedin mi?” dedi. “Bilmiyorum, ama gittiğimiz yolda mahkûm olmak, hÂkim olmaktan daha iyidir” derdi.

Dinle, iyi dinle! Vehb bin Munebbih anlatır: Ka’b-ul-AhbÂr, mescidde arka saflarda durur. Ona; “Bunun altında hangi sır gizlidir?” diye sordular. Buyurdu: “TevrÂt’ta okudum ki, Muhammed aleyhisselÂmın ummetinden oyle insanlar vardır ki, onlardan biri başını secdeye koyunca, başını secdeden iyice kaldırıncaya kadar, Allahu teÂl onun arkasında olanı magfiret eder. Ben de hepsinden geride dururum, umarım ki, oyle birisinin secdesiyle benim işim gorulsun.”

Buyuk şeyh Abdullah ibni Hafîf (kuddise sirruh) hastalanmıştı. Bir doktor geldi ve; “Ey Şeyh hastalığın nedir?” dedi. “Vucûd gidince, hastalık da gider” buyurdu.

CihÂnı, karıncanın gozunden daha kucuk goren Muhammed VÂsi buyurdu: “Eğer gunÂhın kokusu olsaydı, hic kimse benim yanımda oturamazdı.”

HÂce Ebu'l-Hasan HarkÂnî buyurdu: “Yakınların yakını, bizim maksadımız olanın yanında uzak kalır. Kardeşim, suya daha yakın olan, daha cok batar; ateşe daha yakın olan, daha cok yanar.”

Derler ki, bir gun bir genc, zengin bir kadının kapısına geldi ve; “Ben ona Âşık oldum” dedi. Bu haberi kadına ulaştırdılar. Kadın onu cağırdı ve onunla konuşmaya başladı. “Sakın bir daha bu sozu soyleme!” dedi. “Edemem ki” dedi. “İki bin gumuş vereyim” dedi. “Yapamam” dedi. On bin gumuşe kadar cıkardı. Genc, on bin gumuşu duyunca rÂzı oldu. Kadın bu durumu gorunce, onun dilini kesmelerini emretti ve; “Bizi sevdiğini iddi edip de, bize değil malımıza rÂzı olanın cezÂsı budur.” dedi.

RÂbia-i Adviyye’ye sordular ki: “Sen şeytana duşman mısın?” “Hayır” dedi. “Nicin?” dediler. “Ben dostla o kadar meşgûlum ki, başkası hÂtırıma gelmiyor” buyurdu.

Buyuklerden birine; “Duny neye benzer?” dediler. “DunyÂ, benzeri olmaktan daha aşağıdır” buyurdu.

Bir kimse, bir dervişe gidip; “Birkac gun seninle berÂber olayım” dedi. "Ben olmasam kiminle olacaktın?” diye sordu. “Allahu teÂl ile” dedi. “Benim olmadığımı kabûl et ve şu anda Allah ile ol” buyurdu.

Bir gun duny ehli zengin birisi, bir dervişin evinden su istedi. Ona tatsız, ılık bir su verdiler. “Bu su, sıcak tatsızdır” dedi. O derviş; “Ey efendi, biz zindandayız. Zindanda olan iyi su icmez” dedi. Yahy bin MuÂz-ı RÂzî’yi oldukten sonra ruyÂda gorduler. “Yuksek Âlemde sana ne yaptılar?” diye sordular. Buyurdu ki: “DunyÂdan ne getirdin?” dediler. “Zindandan geliyorum; zindandan ne getirilir?” dedim.

Şiblî hazretlerini, oldukten sonra ruyÂda gorduler. “Munker ve Nekîr’in suÂllerinden nasıl kurtuldun?” dediler. “Siz orada olsaydınız da, benim yanımdan nasıl gittiklerini bir gorseydiniz. Bana, “Rabbin kimdir?” dediler. “Rabbim oyle birisidir ki, size, butun meleklerle birlikte babamın onunde secde etmenizi emretti; biz onda babamın sulbunde, butun kardeşlerimle birlikte sizi goruyorduk.” dedim. Melekler; “Biz buradan cekilip gidelim. Biz ona suÂl soruyoruz, o ise hazret-i Âdem’in butun zurriyetinin cevÂbını veriyor.” dediler.

Ey insan, bir gun sabahtan akşama kadar nefsinle harb et. Neler zÂhir olacağını bir gor. Merd, nefsinde bir eksik gorup de onunla harb edendir.

Cuneyd-i BağdÂdî hazretlerini vefÂtından sonra ruyÂda gorup; “İşin nereye vardı?” dediler. “Âhiret işi, bizim dunyÂda zannettiğimizden daha zordur.” buyurdu.

KAVUŞMAK İSTERSEN

ZiyÂeddîn Nahşebî hazretleri buyurdu ki: Dinle, iyi dinle! Buyuklerden biri, hic sağına soluna bakmazdı. Bir gun KÂbe’yi tavÂf ederken, birisi ona seslendi. Onun tarafına bakmak istedi. GÂibden bir ses işitti: “Bizden başkasına bakan, bizden değildir.” Kardeşim, bu yolda bin sene yurusen ve hÂtırından; “Bunu kabûl ederler.” duşuncesi gecse, hÂl makam arzusunda olup, hÂl istek yolunun yolcusu olduğun anlaşılır. Ey kardeşim, eğer bu yoldan menzile kavuşmak istersen, sakın kendini arada gorme! TÂat zenginliğine kavuşmuş olan buyukler, kendilerini dÂim muflis olarak, duşunmuşlerdir. Her zaman muflis olanlar ise, kendilerini nasıl zengin yaparlar.

Dinle, iyi dinle! İbrÂhim aleyhisselÂm ateşe eriştiğinde, ateş ona selÂmet oldu. Zîr onun kalbi, hakîkî ateşle yanmıştı. Bunun icindir ki, “Sen olmasaydın, sen olmasaydın kÂinÂtı yaratmazdım.” makÂmının sÂhibi, yÂni Resûl-i ekrem efendimiz; “Benim kadar hic kimse eziyet cekmedi. Hazret-i İbrÂhim’in ateşe atılması bel değildi. Hazret-i ZekeriyyÂ’nın parca parca edilmesi sıkıntı değildi. Bel ve sıkıntı, bizim başımıza dokulendir. Bizi, gok ve yer ehlinin onune gecirdiler ve Âdem aleyhisselÂmın zurriyetinin gunahlarını, benim şefÂat eteğime bağladılar.” buyurdu.

1) AhbÂr-ul-AhyÂr; s.111
2) Hediyyet-ul-Ârifîn; c.1, s.429
__________________