Hindistan'da yetişen buyuk velîlerden. Asıl ismi, BahtiyĂ‚r el-Ûşî Dehlevî, babasınınki MûsĂ‚'dır. Lakabı Kutbuddîn'dir. Ayrıca Kutb-ul-aktĂ‚b, Kutb-ul-İslĂ‚m, Melik-ul-meşĂ‚yih, SultĂ‚n-ut-tarîkat, BurhĂ‚n-ul-hakîkat, Reîs-us-sĂ‚likîn, İmĂ‚m-ul-Ă‚milîn, SirĂ‚c-ul-evliyĂ‚ ve TĂ‚c-ul-asfiyĂ‚ diye de tanınır. Nesebi hazret-i Ali'ye dayanmakta olup seyyiddir.
1173 (H.569) senesinde, MĂ‚verĂ‚unnehir'de Ûş veya Avaş denilen kasabada doğdu. 1235 (H.633) senesinde Hindistan'da Dehlî'de vefĂ‚t etti. Kabri orada olup, en tanınmış ziyĂ‚ret yerlerindendir. KĂ‚brini ziyĂ‚ret edenler, mubĂ‚rek rûhundan feyz almakta, nûr sacılan kabrinden istifĂ‚de etmektedirler.
HĂ‚ce Kutbuddîn hazretleri daha bir bucuk yaşındayken, babası Seyyid KemĂ‚leddîn MûsĂ‚ vefĂ‚t etti. Bu sebeble HĂ‚ce hazretlerinin ihtimĂ‚m ile yetişmesini, sĂ‚liha ve takvĂ‚ sĂ‚hibi bir hanım olan annesi sağladı. İlim tahsîline beş yaşında başlayan HĂ‚ce hazretleri, ilk olarak MevlĂ‚nĂ‚ Ebû HĂ‚fız'dan okudu. On yedi yaşındayken bir vesîle ile bulundukları şehri ziyĂ‚ret eden HĂ‚ce Muînuddîn Hasan Ceştî hazretlerini gordu. Bu buyuk velînin talebesi olmak arzusu birden bire kendisinde şiddetlenince, talebeliğe kabûlu icin yalvardı. HĂ‚ce Muînuddîn-i Ceştî hazretleri kalb gozuyle bu genc tĂ‚libin, ilim oğrenmek arzusunun ve velîlik yolunda yukselmek istidĂ‚dının pek fazla olduğunu gorerek, onu talebeliğe kabûl etti. O buyuk velînin sohbeti bereketiyle, velîlik yolunda ustun derecelere, yuksek makamlara kavuştu.
Bir ara BağdĂ‚t'a geldi. Burada Ebu'l-Leys-i Semerkandî CĂ‚miinde, zamĂ‚nının buyuk velîlerinden ŞihĂ‚buddîn-i Suhreverdî, Abdullah-i KirmĂ‚nî, BurhĂ‚neddîn-i Ceştî, Muhammed İsfehĂ‚nî ve başka zĂ‚tların sohbetlerinde bulundu. İlimde ve velĂ‚yet yolunda cok yuksek mertebeye geldi. İlmini arttırmak icin nice sıkıntılara katlanarak cok yerlere gitti. Irak, İran, Afganistan ve başka yerlerdeki bircok Ă‚lim ile goruşup, onların sohbetlerinde bulundu. Kendisi de bu yolda bircok velî yetiştirdi. Bunlar icinde en meşhûrları; buyuk velî Ferîduddîn-i Genc-i Şeker (Şeker Genc), Bedreddîn-i Gaznevî, BurhĂ‚neddîn-i Belhî, ZiyĂ‚uddîn-i Rûmî, Sultan Şemsuddîn Altamış ve KĂ‚dı Hamîduddîn-i NĂ‚gûrî'dir.
Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r, seyĂ‚hatlerinden birinde, Şeyh BehĂ‚uddîn ZekeriyyĂ‚ Suhreverdî tarafından dĂ‚vet edildiği Multan şehrini ziyĂ‚ret etti. Şeyh BehĂ‚uddîn, o zamanda Hindistan'da buyuk bir şohrete sĂ‚hipti. HĂ‚ce Kutbuddîn'in Multan'daki ikĂ‚meti sırasında, Moğollar Hindistan'a saldırıp Multan'ı muhĂ‚sara etmişlerdi. Kabaca Bey adındaki Multan vĂ‚lisi, Moğolların hucûmlarının savuşturulması icin mĂ‚nevî yardımda bulunmasını Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r'dan istirhĂ‚m etmişti. O da, duşmanın puskurtulmesi icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvardı. DuĂ‚larının kabûlu neticesinde duşman kuşatmayı kaldırıp cekildi.
HĂ‚ce Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r, Ecmir beldesinde talebelere ilim oğreten doğru yolu gosteren hocası Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin ayrılığına tahammul edemeyip, bir zaman Ecmir'e gitmek uzere yola cıktı. Giderken yolu Dehlî'ye uğradı. Buranın emîrî, Sultan Şemseddîn Altamış kendisine cok alĂ‚ka gosterdi. Orada kaldığı birkac gun icinde, kendisine olan hurmeti, muhabbet ve bağlılığı her gun bir kat daha artıyordu. Ayrılmasını hic istemiyordu. Fakat HĂ‚ce hazretlerinin de, hocasının ayrılığına tahammulu kalmamıştı. O bakımdan Ecmîr'e gitti. Ecmir'den donuşte, tekrar Dehlî'ye uğradı. Dehlî'nin hemen yakınında bulunan ve Kelû Kherî denilen yerde yerleşti. Sultan, her ne kadar onun Dehlî'de kalmasını arzu ettiyse de, o Dehlî'nin dışındaki bu yere yerleşmeyi tercih etti. SultĂ‚nın, ona olan muhabbet ve bağlılığı pek fazlaydı. Feyz ve bereketlerinden istifĂ‚de etmek maksadıyla, haftada iki defĂ‚ hizmetine gelirdi. Sonradan Sultan, HĂ‚ce Kutbuddîn'in devamlı ve en sĂ‚dık talebelerinden oldu. Bu makamdayken de, tekrar hocasının Dehlî'ye yerleşmesini, orada kendisiyle birlikte kalmasını istedi. Cunku kendisine daha cok hizmet edebilmek ve sohbetlerinde daha cok bulunabilmek arzusu cok fazlaydı. Hem hocası Dehlî'de bulunursa, yanına gidip gelmek icin harcayacağı zamanı devlet işlerine ayırabilirdi. HĂ‚ce Kutbuddîn, bu arzuyu şimdilik yerine getiremeyeceğini bildirdi.
HĂ‚ce hazretleri burada kaldığı zaman icinde, bir taraftan sohbetine koşanları yetiştiriyor, bir taraftan da sultĂ‚na yol gosteriyor, doğru yolda yurumesini ve ahĂ‚lisine nasıl muĂ‚mele etmesi icĂ‚b ettiğini oğretiyordu. Sultan da bu nasîhatlere uyarak, bildirilenleri seve seve yerine getiriyordu. Bu sırada Dehlî'de ŞeyhulislĂ‚m olan Nûreddîn-i Gaznevî'nin vefĂ‚tı uzerine, Sultan, HĂ‚ce Kutbuddîn'in bu vazifeyi almasını teklif etti ise de kabûl etmedi. Bunun uzerine, ŞeyhulislĂ‚mlık makĂ‚mına Necmeddîn-i SugrĂ‚ isimli bir zĂ‚t getirildi. Bu kimse, bu yolun buyuklerinden HĂ‚ce Osman HĂ‚rûnî'nin talebesi olmakla berĂ‚ber, bu makĂ‚ma gelince, SultĂ‚nın ve diğer insanların, HĂ‚ce Kutbuddîn hazretlerine cok alĂ‚ka gosterdiklerini cekemedi, kıskandı. Ne pahasına olursa olsun, onu Dehlî'den uzaklaştırmaya karar verdi. Necmeddîn-i SugrĂ‚ isimli bu kimse, insanların teveccuhune, makam sevgisine ve benlik duygusuna kapılmakla, Allahu teĂ‚lĂ‚nın bir velî kuluna karşı olmak gibi cok buyuk bir felĂ‚kete duşmuştu. Bir fırsat bulup HĂ‚ce'ye iftirĂ‚ etmenin yollarını arıyordu.
HĂ‚ce Kutbuddîn hazretleri, yanında Sultan Şemseddîn Altamid ile berĂ‚ber bir gun oğle uzeri geziyorlardı. SultĂ‚nın mĂ‚iyeti de kendilerini tĂ‚kib ediyordu. Âniden ağlayan, feryĂ‚d eden bir kadın ortaya cıktı. Bu kadın SultĂ‚na yaklaşarak, cok zor durumda bulunduğunu, kendisine yardımcı olmasını, nikĂ‚hlarını kıymasını, istiyordu. Sultan, perişan vaziyetteki bu kadına kiminle nikĂ‚hlanmak istediğini sorunca, kadın; (HĂ‚ce hazretlerini gostererek) "Yanınızda yuruyen bu kimse ile bizi nikĂ‚hlamanızı istiyorum. ZîrĂ‚ gayr-i meşrû bir şekilde ondan hĂ‚mile kaldım." dedi. Orada bulunanların hepsi, HĂ‚ce Kutbuddîn'in boyle bir fiili işlemiş olabileceğine ihtimĂ‚l vermiyorlardı. Bunun icin, HĂ‚ceKutbuddîn hazretleri dĂ‚hil, orada bulunan herkes hayretler icerisinde kaldılar. HĂ‚ce Kutbuddîn, hayĂ‚tında ilk defĂ‚ karşılaştığı boyle bir hĂ‚l karşısında ne yapacağını şaşırdı. Yonunu, hocasının bulunduğu Ecmîr beldesine cevirerek, karşılaştığı bu cirkin iftirĂ‚ ve cok zor durum karşısında kendisine yardımcı olması icin butun kalbi ile hocası Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinden yardım istedi. Bulundukları belde ile hocasının bulunduğu Ecmîr beldesinin arasındaki mesafe 258 km idi. O anda, orada bulunan herkes HĂ‚ce Muînuddîn'in kendilerine doğru gelmekte olduğunu gorduler. ZĂ‚ten şaşırmış vaziyette bulunan Sultan ve berĂ‚berindekilerin şaşkınlıkları, Muînuddîn hazretlerini gorunce daha cok arttı. Hemen koşup karşıladılar. Muînuddîn-i Ceştî, orada bulunanlarla musĂ‚feha ettikten sonra, HĂ‚ce Kutbuddîn'e donerek; "Bizden nicin yardım istemiştin?" buyurdu. O ise, bu hĂ‚disenin tesiri ile bir şey konuşamıyor, sĂ‚dece gozlerinden yaşlar akıyordu. Kalb gozu ile bu hĂ‚diseyi zĂ‚ten bilmekte olan Muînuddîn hazretleri, orada bulunan iftirĂ‚cı, ahlĂ‚ksız kadına dondu. "Ey bu kadının rahminde saklı bulunan cocuk! Annen olacak bu kadın, senin babanın bu Kutbuddîn olduğunu iddiĂ‚ ediyor. Şimdi sen konuş ve doğruyu soyle!" buyurdu. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle, o fĂ‚hişe kadının rahminde bulunan cocuk orada bulunanların hepsinin duyabileceği bir ses ile konuşmaya başladı ve dedi ki: "Annem olacak bu kadının sozleri, kahredici bir yalandır, iftirĂ‚dır. Bu kadın edebsizin, fĂ‚hişenin biridir. HĂ‚ceKutbuddîn'e duşman olanlar, onu kıskananlar, kendisini halkın gozunden aşağılamak icin bu iftirĂ‚yı hazırladılar. ZĂ‚ten fĂ‚hişe olan ve falan kimseden hĂ‚mile kalan bu kadını kullandılar." Ana rahmindeki cocuğun bu sozlerini orada bulunanların hepsi duydular ve cok hayret ettiler. Kadın bu hĂ‚l karşısında, SultĂ‚nın ve orada bulunan diğer zĂ‚tların huzûrunda sucunu îtirĂ‚f etmek mecburiyetinde kaldı.Hakîkat de anlaşıldı.
HĂ‚ce Kutbuddîn; Dehlî'den, Ecmîr'de bulunan hocası HĂ‚ce Muînuddîn'e, ayrılık ateşine dayanamadığını, huzûruna varıp elini opmek, mubĂ‚rek huzûrları ile şereflenmek icin musĂ‚ade istediğini bildiren bir mektup yazdı. Talebesini cok seven Hace Muînuddîn de, o gunlerde Dehlî'ye doğru yola cıkmıştı. Onun geldiğini haber alan Sultan ve ahĂ‚li, kendisini karşılamak ve evlerine buyur etmek icin şehrin dışına kadar cıktılar. Necmeddîn-i SugrĂ‚ ise, HĂ‚ce Muînuddîn'in gelişi ile hic alĂ‚kadar olmamıştı. Buna rağmen HĂ‚ce Muînuddîn, şehre geldikten sonra, Necmeddîn-i SugrĂ‚'yı evinde ziyĂ‚ret etti.Sohbet esnĂ‚sında, Necmeddîn, kendisinin ŞeyhulislĂ‚mlık makĂ‚mında bulunduğu hĂ‚lde, herkesin HĂ‚ce Kutbuddîn'e rağbet ettiğinden, kendisinin îtibĂ‚rının kalmadığından yakınarak bĂ‚zı şeyler soyledi. HĂ‚ce Muînuddîn bu kimsenin hĂ‚line ve mĂ‚nĂ‚sız duşmanlığına uzulerek, tatsızlığın ortadan kaldırılması icin, talebesi Kutbuddîn'in Dehlî'den ayrılarak kendisiyle berĂ‚ber Ecmîr'e gelmesini emretti. Bunu haber alan Sultan ve ahĂ‚li şaşkına donduler. Cok uzulduler. NihĂ‚yet, HĂ‚ce Kutbuddîn hocası ile berĂ‚ber Ecmîr'e gitmek uzere yola cıktı. Fakat Sultan ve ahĂ‚li, HĂ‚ce Kutbuddîn'i cok sevdiklerinden bu ayrılığı bir turlu kabûl edemiyorlardı. Hepsi yollara dokulduler. FeryĂ‚d u figĂ‚n ediyorlar, ağlĂ‚yıp sızlayarak HĂ‚ce Muînuddîn'e, HĂ‚ce Kutbuddîn'i goturmemesini,Dehlî'de bırakmasını isteyerek yalvarıyorlardı. HĂ‚ce Muînuddîn de ahĂ‚linin Kutbuddîn-iBahtiyĂ‚r'a olan muhabbetini anlayarak ve ısrĂ‚rlarına dayanamayarak, HĂ‚ce Kutbuddîn'e burada kalabileceğini soyledi ve; "Seni buradan alıp goturmekle, bu kadar cok insanın uzulmelerini, gonullerinin yaralanmasını istemiyorum. Onları kendime tercih ediyorum. Kendim, senin ayrılığına tahammul etmeye calışacağım. Sen burada kal! İnsanlara Muhammed aleyhisselĂ‚mın doğru yolunu anlatarak, onların ebedî felĂ‚kete gitmelerine mĂ‚ni ol! Allahu teĂ‚lĂ‚ yardımcın olsun." buyurdu.Her ikisi de goz yaşları icinde ayrıldılar. Biraz once ayrılık gozyaşları doken Sultan ve ahĂ‚li, şimdi sevinclerinden ağlıyorlardı. Bu hĂ‚dise, onların Kutbuddîn hazretlerini daha cok sevmelerine, kendisine daha cok bağlanmalarına vesîle oldu.
HĂ‚ce Muînuddîn-i Ceştî hazretleri, vefĂ‚tından kırk gun evvel, Dehlî'de bulunan HĂ‚ce Kutbuddîn'in Ă‚cilen Ecmîr'e gelmesini istedi. Bu haber HĂ‚ce Kutbuddîn'e ulaşır ulaşmaz hemen yola cıktı. Ecmîr'e geldi. Bir gun HĂ‚ce Muînuddîn talebelerine; "Ey dervişler! Biliniz ki ben, birkac gun sonra bu dunyĂ‚dan ayrılırım." buyurdu. Bu soz, talebelerin ve kendisini tanıyıp sevenlerin uzerine bir uzuntu bulutu olarak cokuverdi. Yanında bulunan ve yazıcılık hizmetini goren Ali Sencerî'ye, HĂ‚ce Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r KĂ‚kî'nin Dehli'de bulunmasını, oraya gitmesini emreden bir ferman yazdırdı. "Onu, vekîl tĂ‚yin ettim. Bizim Ceştî hĂ‚cegĂ‚nının (Ceştîyye yolu buyuklerinin) mukaddes emĂ‚netlerini, bunlara mahsus bĂ‚zı eşyĂ‚yı ona verdim." buyurdu ve HĂ‚ce Kutbuddîn'e hitĂ‚ben; "Senin yerin Dehlî'dir." buyurdu.
HĂ‚ce Kutbuddîn hazretleri bundan sonrasını şoyle anlatıyor: "Dehlî'ye gitmek uzere Ecmîr'den ayrılacağım zaman, hocamın huzûruna cıktım. KulĂ‚hını başıma koydu. MubĂ‚rek elleriyle sarığı sardı. Sonra, hocası Osman HĂ‚rûnî'nin Ă‚sasını, kendi okuduğu Kur'Ă‚n-ı kerîmi, seccĂ‚desini, nalınlarını verdi ve sonra: "Bunlar, bana hocam HĂ‚ce Osman HĂ‚rûnî tarafından emĂ‚net edilen ve Ceştiyye buyuklerinin elden ele devrederek bize ulaştırdıkları mukaddes emĂ‚netleridir. Şimdi bunları sana veriyorum. Bunlara lĂ‚yık olduğunu, senden once bu emĂ‚netleri taşıyanların yaptıkları gibi guzel hizmet ederek isbĂ‚t etmelisin. Eğer bunlara lĂ‚yık olmazsan, ben, bu emĂ‚netleri lĂ‚yık olmayan birine teslim ettiğim icin, kıyĂ‚met gunu Allahu teĂ‚lĂ‚nın, Resûlullah'ın ve bu emĂ‚neti bizlere ulaştıran mubĂ‚rek buyuklerimizin huzûrunda mahcûb olurum." buyurdu. Bundan sonra, HĂ‚ce Kutbuddîn bu nîmetlere şukur olarak ve cok mesûliyyetli olan vazifesinde kolaylık vermesi icin Allahu telĂ‚ya niyĂ‚z ile iki rekat namaz kılıp, gozyaşları icinde duĂ‚ etti. Sonra HĂ‚ce Muînuddîn-i Ceştî hazretleri, bu kıymetli halîfesinin (vekîlinin) elini tutarak; "Kendimde bulunan butun ilim ve hĂ‚lleri sana vererek, kendimin bulunduğu mertebeye seni yukselterek vazifemi yapmış bulunuyorum ve seni Allahu teĂ‚lĂ‚ya emĂ‚net ediyorum dedi
Biliniz ki, şu dort şey tasavvufun esaslarındandır: 1) Bu yolda yurumek arzusunda bulunan bir velî, ac ve fakîr olsa da, hĂ‚linden şikĂ‚yetci olmamalı, dışarıdan, tok ve hĂ‚li, vakti yerinde gorunmelidir. 2) Fakirleri, maddî ve mĂ‚nevî doyurmalıdır. 3) Allahu teĂ‚lĂ‚nın ihsĂ‚n ettiğini nîmetlere şukredemediği, O'na lĂ‚yık ibĂ‚det yapamadığı, Ă‚kıbetinin nasıl olacağını bilemediği icin kendi icinden dĂ‚imĂ‚ uzgun bir halde bulunmalı, fakat başkalarını uzmemek, asık suratlı imiş gibi gorunmemek, onların da rızĂ‚larını, sevgilerini kazanabilmek icin dışarıdan cok neşeli, mesûd ve memnun gorunmelidir. 4) Kendisine eziyet ve sıkıntı verenleri affetmeli, insanlara karşı luzumlu nĂ‚ziklik ve sevgiyi her zaman gostermelidir."
Bundan sonra HĂ‚ce Kutbuddîn hazretleri, opmek icin hocasının ayaklarına eğildi.Hocası musĂ‚ade etmeyip, hemen onu kaldırdı. Muhabbetle sarıldılar. HĂ‚ce Muînuddîn hazretlerinin talebelerine bir tavsiyesi de; "Buyuklerimizin bildirdiği saĂ‚det yolundan ayrılmayınız! Bu mubĂ‚rek vazifede cesûr bir er olduğunuzu isbĂ‚t ediniz, gosteriniz!" şeklindeydi. Bundan sonra, muhabbetin ve acı ayrılığın tesiri ile tekrar birbirlerine sarıldılar ve gozyaşları icinde ayrıldılar. HĂ‚ce Kutbuddîn, Dehlî'ye geldikten yirmi gun sonra da, HĂ‚ce Muînuddîn-i Ceştî Ă‚hirete intikĂ‚l etti.
Dehlî'de Sultan Şemseddîn, HĂ‚ce Kutbuddîn hazretlerine fevkalĂ‚de bağlı, onde gelen talebelerinden idi. HĂ‚ce hazretleri sozunu dinleyen herkese yaptığı gibi, sultan olan bu talebesine de, dinleyenlerin dunyĂ‚ ve Ă‚hiret saĂ‚detine kavuşacakları cok kıymetli nasîhat ve tavsiyelerde bulunmuştu. Ona, hazret-i Omer gibi ve Omer bin Abdulazîz gibi bir sultan olmasını, Ă‚dil olmakta, mazlûmun hakkını korumakta, insanların ihtiyaclarını gidermekte, onlar gibi olmaya gayret etmesini, geceleri uyanık kalmasını, ibĂ‚det ve tĂ‚atle meşgûl olmasını, uyku bastıracak olursa, abdestini tĂ‚zelemek sûretiyle bunu gidermesini, boylece namaz kılmaya, ibĂ‚det ve tĂ‚at yapmaya devĂ‚m etmesini soyledi. Gece, hizmetcileri dĂ‚hil hic kimseyi uyandırmamasını, rahatsız etmemesini bildirdi. Gece karanlık bastırdığında, tebdîl-i kıyĂ‚fet ederek, tanınmamak icin, fakirlerin giydiği bir elbise giyerek şehri dolaşmasını, fakirlerin ve ihtiyac sĂ‚hiplerinin kapılarını calarak onlara gizlice yardımda bulunmasını tenbih ederdi. CĂ‚milerin devamlı kontrol edilerek, rahatca ibĂ‚det edilmesine mĂ‚ni olan bir şeyin bulunmamasını, varsa derhal yok edilerek, muslumanların gĂ‚yet rahat ibĂ‚det edebilmelerinin temin edilmesini sultĂ‚na emrederdi. Gunduz olduğunda, sarayın, butun sıkıntıların caresine bakıldığı bir yer olmasını, geceyi ac gecirmiş olanların aranıp bulunmasını, saraya cağrılarak yardım edilmesini tavsiye ederdi. Nerede, kime bir sıkıntı veriliyorsa, sıkıntıyı verenin sarayın adamlarından biri bile olsa derhal cezĂ‚landırılmasını, ahĂ‚liden dinli dinsiz hic kimseye zulum ve haksızlık yapılmamasını emrederdi. HattĂ‚ bu gibi hĂ‚llerin derhal tesbit edilebilmesi icin sarayın catısında bir kulube bile yapılmıştı.Allahu teĂ‚lĂ‚nın huzûrunda ağırlığını taşıyamayacağı mesûliyetlerin, işitmeye tahammul edemeyeceği, izĂ‚h etmeye imkĂ‚n bulamayacağı, şikĂ‚yetlerin ortaya cıkabileceği kıyĂ‚met gununden cok korkmasını emrederdi. Sultan hazret-i HĂ‚ce'nin nasîhatlerinden, sohbetlerinden, feyiz ve bereketlerinden cok istifĂ‚de edip, bu yolda cok ilerlemiş idi. AhĂ‚lisinden hicbir kimseye zulum ve haksızlık edilmezdi. Sultan bir gun HĂ‚ce Kutbuddîn hazretlerinin yanına geldi. Eteklerini tuttu. HĂ‚ce hazretleri ona bakıp, aklından gecenleri soylemesini istedi. Sultan şoyle anlattı: "Allahu teĂ‚lĂ‚ bana bir saltanat ihsĂ‚n eyledi. Elbetteki kıyĂ‚met gunu bana bu ağır yukun hesĂ‚bını soracak. O zor gunde sizin beni terk etmemeniz icin yalvarıyorum." O da bunu kabûl etti.
HĂ‚ce Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r hazretleri, devamlı ibĂ‚det eder, bir Ă‚n Allahu teĂ‚lĂ‚dan gĂ‚fil olmazdı. Devamlı namaz kılardı. Her gece, Resûlullah efendimize uc bin salevĂ‚t-ı şerîfe okurdu. ZamĂ‚nın sultĂ‚nı dĂ‚hil, bircok kimse, kendisine her turlu maddî imkĂ‚nı sağlamak icin sĂ‚dece bir işĂ‚retini bekledikleri hĂ‚lde, HĂ‚ce hazretleri fakirlik icinde yaşamayı tercih ederdi. Bir şey veren olursa, onunla iktifĂ‚ ederlerdi. Zor durumda kalınca, hanımı, komşuları olan bakkalın hanımından borc ister, bununla yiyecek birşeyler alırdı.
Bir gun bakkalın hanımı, HĂ‚ce hazretlerinin hanımına; "Eğer ben sana borc vermeyecek olsam, sen ve evinizde bulunanlar aclıktan olursunuz." diyerek ovundu. Başka bĂ‚zı kadınlardan da buna benzer sozler işiten mubĂ‚rek hĂ‚tun dayanamayıp, durumu HĂ‚ce hazretlerine arz etti. O da uzuldu. Kendi hĂ‚llerine değil, insanların dunyĂ‚lık icin bir musluman kardeşini nasıl uzebildiğine ve olmadık sozleri nasıl soyleyebildiklerine uzuluyordu. Hanımına, başkalarından birşey istememesini, yiyecek bir şeye ihtiyĂ‚cı olunca, (odanın bir koşesini işĂ‚ret ederek) Besmele-i şerîfe soyleyerek oraya gitmesini, orada ihtiyĂ‚cı kadar (elma, armut kurusu) bulacağını, onu alarak aclıklarını gidermelerini emretti. Hanımı; "Peki efendim." diyerek bildirilen şekilde yaptı. Kendisini komşu kadınlarına mahcûb olmaktan kurtardığı icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya şukrediyor, buna sebeb olan efendisine de cok teşekkur ediyordu. HĂ‚ce hazretlerinin isminde bulunan "kakî" ilĂ‚vesi, bu hĂ‚diseye nisbetle soylenmiştir.
HĂ‚ce Kutbuddîn, cok comert ve eli acık bir zĂ‚ttı. Kendisini tanıyan ve seven varlıklı kimseler tarafından dergĂ‚hına gonderilen yiyecek ve giyecek gibi ihtiyac maddelerini, ihtiyĂ‚cı olanlara dağıtırdı. Kendisi bol bol kullanmak imkĂ‚nına sĂ‚hib olduğu hĂ‚lde, sıkıntı ve fakirlik icinde yaşamayı sever, başkalarını kendisine tercih ederdi. Gelenlere ikrĂ‚m ve ihsĂ‚nda bulunmaya o kadar ehemmiyet verirdi ki, mutfakta hicbir şey bulunmadığı zamanlar, ziyĂ‚rete gelenlere hic olmazsa su dağıtılmasını hizmetcilere emrederdi. İsteseydi fevkalĂ‚de bolluk ve gosteriş ile yaşardı. Fakat boyle fakir olmak, kendisine daha cok sevimliydi ve bu sıkıntılara sabretmek, mĂ‚nevî nîmetlerin gelmesine, bu yolda yukselmeye vesîle oluyordu. HĂ‚ce hazretleri de fakr (yokluk) ve sıkıntı yolunu tercih ediyor, diğer taraftan mĂ‚nevî olarak daha cok şeyler kazanıyordu. KanĂ‚at ediyor, hĂ‚linden aslĂ‚ şikĂ‚yetci olmuyordu.
HĂ‚ce Kutbuddîn, butun guzel huyları kendisinde toplamıştı. Allahu teĂ‚lĂ‚nın takdîrine teslim olmakta ve sabırlı olmakta da son dereceydi. Birgun kendisi bulunmadığı bir sırada, kucuk cocuğu vefĂ‚t etti. CenĂ‚zesi defnedildikten sonra geldi.Hanımı, evlĂ‚d acısıyla ağlayıp, sızlanıyordu. HĂ‚ceKutbuddîn bunun sebebini sordu. Kucuk cocuğunun vefĂ‚t ettiğini bildirdiler. "İnnĂ‚ lillĂ‚h..." okudu ve; "Hepimiz, Allahu teĂ‚lĂ‚ın irĂ‚desine, rızĂ‚sına, rĂ‚zı ve teslim olmalıyız." diyerek hanımını teselli etti.
HĂ‚ce Kutbuddîn, omrunun son yirmi yılında hic uyumadı. HattĂ‚ dinlenmek icin bile sırtını bir yere dayamamıştı. "Birazcık uyuklayacak olsam, kendimi hasta ve rahatsız hissederim." buyururdu. Her zaman derin murĂ‚kabede, yĂ‚ni nefsi kontrol etmek, ondan gĂ‚fil olmamak hĂ‚linde bulunurdu. O kadar ki, biri onu gormeye veya bir şey sormaya gelse, bir muddet sonra ve guclukle kendine gelebilirdi. Bu hĂ‚l, namazların hĂ‚ricinde devamlı olurdu. HĂ‚ce Kutbuddîn, odasında, Allahu teĂ‚lĂ‚nın ve Peygamber efendimizin aşkı ve muhabbeti ile yanmış olarak, kırık kalb ile, dili bağlı, hicbir şey soylemeyerek ve ic cekip ağlayarak dururdu. Kendisini gormek arzusuyla yanan Ă‚şıkları ise, dışarıda toplandıkları zaman, dışarı cıkar, bir mikdĂ‚r sohbet eder, Allah korkusunu ve O'na hakîkî kul olmayı, Muhammed aleyhisselĂ‚ma tam tĂ‚bi olmayı, onun yoluna sımsıkı sarılmayı teşvik edici, cok guzel ve tesirli sozler soylerdi. Butun saĂ‚detlerin, rahatlıkların başının, Muhammed aleyhisselĂ‚ma uymak olduğunu bildirirdi. Bir defĂ‚sında şoyle anlattı:
Ben, ilk zamanlarda Kur'Ă‚n-ı kerîmi ezberlemek icin cok gayret etmeme rağmen muvaffak olamazdım ve ezberleyemezdim. Bir gece ruyĂ‚mda Resûlullah efendimizi gordum. Ayaklarına kapanıp, Kur'Ă‚n-ı kerîmi ezberlemek istediğimi, fakat cok gucluk cektiğimi arz ettim. Bana acıyarak başımı kaldırmamı istediler. Başımı kaldırdığımda, Yûsuf sûresini tekrĂ‚r etmemi emrettiler ve; "Bununla Kur'Ă‚n-ı kerîmi ezberlersin." buyurdular. Emirlerini yerine getirdim ve Kur'Ă‚n-ı kerîmi ezberlemeye muvaffak olabildim. HĂ‚ce hazretleri, boyle bir mikdar sohbet ettikten sonra, yine odasına girer ve tekrar murĂ‚kabeye dalardı. HattĂ‚ vefĂ‚tı da boyle aşk ve muhabbet ile kendisinden gecmiş bir hĂ‚ldeyken vukû bulduğu icin kendisine Şehîd-i muhabbet (Muhabbet şehidi) denilmiştir.
HĂ‚ce hazretleri, vefĂ‚tından birkac hafta evvel, bayram namazından donerken bir yerden geciyordu. Orada durdu ve yanındakilere; "Burada aşkın kokusunu duyuyorum. Buradan muhabbet kokusu geliyor." buyurdu. Hemen arĂ‚zinin sĂ‚hibi cağrılarak bu arĂ‚zi kendisinden satın alındı. HĂ‚ce hazretlerinin kabr-i şerîfinin orada hazırlanması icin calışmalara başlandı. VefĂ‚t ettiğinde oraya defnolundu. Daha sonra kabri uzerine mukemmel bir turbe yapıldı.
HĂ‚ce hazretlerinin soylediği kıymetli şiirlerinin toplanarak kitap hĂ‚line getirildiği bir DîvĂ‚n'ı vardır. Ayrıca, sozlerinden ve sohbetlerinden bir kısmını, talebelerinin en yukseği ve halîfesi Ferîduddîn-i Genc-i Şeker hazretleri toplayarak kitap hĂ‚line getirip FerĂ‚id-us-SĂ‚likîn ismini verdi. Bu eserde, tasavvuf yolunda ilerlemek isteyen bir sĂ‚lik icin lĂ‚zım bĂ‚zı hassas noktalar ve başka kıymetli bilgiler bulunmaktadır.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
BİR KAC KURUŞA MI İLTİFÂT EDELİM?
Bir gun, sarayın mĂ‚liye işlerinden mesûl olan vezîr İftihĂ‚ruddîn Aybek gelecek, bĂ‚zı koylerin gelirlerini kendilerine tahsis etmek istediklerini, bu gelirleri kendisinin ve talebelerinin ihtiyacları icin sarf edebileceğini, istediği gibi kullanabileceğini bildiren bir ferman hazırladıklarını, bunu lutfen kabûl etmesini ricĂ‚ etti. HĂ‚ce hazretleri, İftihĂ‚ruddîn'e yanına yaklaşmasını soyledi. Yaklaşınca, uzerinde oturmakta olduğu seccadesinin bir koşesini kaldırarak; "Ne goruyorsun? bak bakalım." buyurdu. Vezîr, orada buyuk bir hazîne nehrinin akmakta olduğunu gorerek gozleri kamaştı. Hayretler icinde kalmıştı. HĂ‚ce Kutbuddîn; "Biz buna bile iltifĂ‚t etmiyorken, sizin birkac koyunuzun, birkac kuruşluk gelirine mi iltifĂ‚t edelim? Onu mu kabûl edelim? Şimdi gidiniz! Bir daha da boyle bir teklif ile dervişlerin huzûruna cıkmayınız!" buyurdu. Vezîr mahcûb bir şekilde; "Peki efendim." diyerek ayrıldı.
NASİHÂTLARIN OZU
Kutbuddîn KĂ‚ki buyururdu ki: "Cok yemek yiyen, nefsinin kolesi olur. Bunun icin az yemelidir. Bedeni ayakta tutacak kadar ve ibĂ‚dette kuvvetli olacak kadar yemek ile yetinmelidir. Normal ve basit giyinmeli, susten, gosterişten uzak olmalıdır. Suslu elbiseleri gosteriş icin giyen, kendini aşağılamak yolunda silĂ‚hlı bir soyguncu gibi olur. Az uyumalıdır. Değersiz ve kıymetsiz dunyĂ‚ işlerine gonul vermek şoyle dursun, bunları konuşmaktan, boyle şeylerden bahsetmekten bile cok sakınmalıdır. Boyle dunyĂ‚lık şeylerin yanında bulunmasını bile, kendisi icin kusûr, kabahat ve bu yolda ilerlemeye mĂ‚ni bilmelidir.
Tasavvuf yolunda ilerlerken gorulen mĂ‚nevî hĂ‚lleri, garib mĂ‚nĂ‚ları, insanların anlayamayacakları şeyleri, aslĂ‚ insanların anlayamayacakları şekilde soylememelidir. ZîrĂ‚ insanların anlayamayacağı bir şeyi soylemek, onların yanlış anlamasına, boyle şeyleri soyleyen zĂ‚ta duşman olmalarına sebeb olur.
Dînin emirlerini yerine getirmekte cok gayretli olmalıdır. ZîrĂ‚ bu olmayınca, bu yolda ilerlemek olmaz. Bir kimse hem bu yolda ilerlediğini soyluyor, hem de dînimizin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranıyorsa, biliniz ki o kimse yalancıdır. Bu yolda bulunanlarda olan hĂ‚llerden biri veya birkacı o kimsede bulunursa, biliniz ki o hĂ‚ller şeytandandır, onu aldatmaktadır."
KAYNAKLAR
1) Siyer-ul-AktÂb; s.142
2) Siyer-ul-EvliyÂ; s.49
3) Siyer-ul-Ârifîn; s.48
4) KĂ‚mûs-ul-A'lĂ‚m; c.5, s.3672
5) AhbÂr-ul-AhyÂr; s.31
6) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.92
__________________
KUTBUDDÎN-İ BAHTİYÂR KÂKÎ [İslam Tim]
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●55 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- KUTBUDDÎN-İ BAHTİYÂR KÂKÎ [İslam Tim]