Bela ve Musibetler karşısında Efendimiz(SAV)



İnsanlar icin “usve-i hasene” olan Nebiler Serveri, başına gelen turlu turlu bel ve musibetlere karşı takındığı tavrında, tebliğinin yanında temsilde de en iyi ve kusursuz bir ornekti.

Mesel bir defasında O (sallallÂhu aleyhi ve sellem) istirahate cekildiği bir gece, sabaha kadar donup durmuş ama bir turlu uyuyamamıştı. Evet, sağına soluna donuyor, “uf”layıp duruyor ve Âdeta ızdıraptan iki buklum oluyordu. Sabah olunca hanımı O’na (aleyhi ekmeluttehÂyÂ) sordu: “Y Resûlallah, bu gece rahatsız mıydınız? Cok ızdırap cektiniz.” Allah Resûlu’nun cevabı şu oldu: “Yatağımı hazırlarken, yere duşmuş bir hurma buldum. Onu ağzıma koydum. Fakat sonra aklıma geldi ki, bizim evde bazen sadaka ve zekÂt hurmaları da bulunuyor. Ya bu hurma, onlardan idiyse! İşte sabaha kadar bunu duşundum, bunun ızdırabıyla sağa sola donup durdum ve bir turlu gozume uyku girmedi.”

Evet, sadaka ve zekÂt O’na haramdı. Ancak bu hurma, kendine ait hediye hurmalardan da olabilirdi. Hatta bu ihtimal, diğer ihtimalden daha kuvvetliydi. Cunku O’nun hanesinde, sadaka veya zekÂt malları kat’iyen gecelemezdi, geldiği gibi dağıtılırdı. Şimdi şuphenin boyle en kucuğune karşı bu olcude hassas davranan ve hayatını hep bu hassasiyet icinde surduren birinin, kesin haram olan bir işe yanaşması mumkun mudur? Evet, O, en kucuk şupheli bir şeyle dahi ruh dunyasını kirletmeme mevzuunda fevkalÂde hassastı.

Oncelikle şu hususun vurgulanmasında yarar var: Efendimiz cok hassas ve duyarlı bir ruha sahip idi. Cevresine bakınca insanların bakışlarından onların iclerini okur; bakışlara gore insanları ve onların duygularını hissederdi de ne olumsuz şeyleri sineye cekerdi. Zaten bu kadar hassas ve duyarlı olmasa idi O’nun icin sema Âlemlerine kapı aralanması da mumkun olmazdı. O, fizik ile metafiziği birden duyan ve yaşayan bir ruha sahip olmakla beraber yarım adım atarak hemen obur Âleme gecebilecek derecede bir enginliğe sahipti. Bir yetimin ağlamasıyla ızdırap duyar, hatta bazen hıckıra hıckıra ağladığı da olurdu. Tabiî mukavemet gereken yerde de mukavemetini gosterirdi. Evet, Ustad Hazretleri’nin de ifade ettiği gibi, zıt sıfatları nefsinde cem etmesi O’nun engin bir yanı ve peygamberliğinin de deliliydi.

O hassas Ruh, cocuk yaşta iken yetim kalmış, daha iki-uc yaşında iken annesinin dul bir kadın olma acısını derin derin icinde hissetmiş ve hayatı boyunca hep bu hisleri ruhunda duyarak yaşamıştır. Daha sonraki hayatı da uzun bir sure bir dedenin evinde gecmiştir. Butun Âlemin babası vardır ama O, babasını daha doğmadan kaybetmiştir. Hayatı altı yaşına kadar boyle gecmiştir. Tam anasını idrak edip sıcaklığını ve okşamalarını duyacağı an o da otelere goc etmiştir. Sekiz-on yaşına girince annesi gibi dedesi de O’nu bağrına basıp “EvlÂdım!” deyince Allah onu da huzuruna almıştır. Aslına bakılırsa bunların her biri kendi capında cok buyuk ve değişik birer imtihandır.

Bi’set-i seniyyenin 8. senesinde –ki bu seneye Senetu’l-huzn denmiştir– CenÂb-ı Hak, Efendimiz’in iki dayanağı sayılan Hz. Hatice’yi ve Ebû Talib’i almıştır.

Bunların hepsi derinlemesine duşunulduğunde her birinin ayrı dalga boyunda buyuk birer imtihan ve ibtil olduğu anlaşılacaktır. Âdeta Nebiler Serveri ic ice imtihanlar yaşamıştır. Oyle ki sebepler acısından hicbir hÂmisi kalmamış ve sanki CenÂb-ı Hak O’na fiilen: “Senin başka hÂmin olmamalı. Ben sana yeterim. Sen surekli Hasbunallahvenimelvekil diyecek, sana inananları da arkana alacak ve onlara ornek olacaksın. Tek başına Bana dayanacak ve Bana itimat edecek ve ruhunda surekli Bana teslimiyeti, tefvîzi ve sikayı en Âlî derecede yaşayacaksın.” demektedir.
Bu duyguyu bazen başkaları da ruhlarında derinlemesine hissetmiştir. Onlar ahireti ozleyince, oraya gitme arzusu iclerinde tutuşunca bu hislerini mantıklarıyla baskı altına alıp Âdeta ahirete tatlı tatlı yurumeye niyet etmişken geriye durmuş ve şahsî kaderlerine razı olmuşlardır.

Efendimiz arkadaşlarına oyle alışıktı ki, ruhunun ufkuna yurumesine bir ay kala başını kaldırıp ashabına bakmış, sonra tekrar başka tarafa cevirmiş ve ağlamaya başlamıştı. Daha sonra da bu hareketini tekrarlamıştı. Cevresiyle bile bu kadar alÂkadar olan ve onlara karşı derin bir alÂka duyan bir insanın ne derin bir hassasiyete, ne engin bir duyarlılığa sahip olduğu her turlu acıklamadan vÂrestedir.

O (sallallÂhu aleyhi ve sellem) bu duyarlılık icinde oladursun bir gun etrafına gelip giden insanların ciddî tehdit altında olduklarını ve yanına rahat bir şekilde sokulamadıklarını goruyor; goruşmeler sağda solda hep kacamak gercekleşiyor. Bu durumda O, uc-beş kişilik meclisler teşkil edip onlarla yetiniyordu. O zamanlar hic olmazsa eve donduğunde de derdini dinleyecek ve kendiyle mÂnevî alışveriş yapacağı, ufkuna gore bir zevcesi vardı. Ne var ki Allah (celle celÂluhu) onu da elinden alınca sekiz-on (veya on-on beş) yaşlarındaki yetim cocukları ile baş başa kaldı. Bu arada onların en buyukleri olan Zeynep ve Rukiye evlenmiş de olabilirler.

Valideleri vefat edince butun dayanakları ve destekleri gitmiş oluyordu. Bunun ne derece zor bir hÂdise olduğunu ancak boyle bir durumu kendimiz bizzat yaşayarak anlayabiliriz. Dışarıda O’nu tehdit eden bir şiddete mukabil, alışık olduğu evde de yalnızlığın O’na verdiği ızdırabın derinliğini varın siz kıyas edin. İşte Efendimiz bu olcekteki sıkıntılara maruz idi.

Allah O’na bu tur imtihanları tattırıyor ve daha ağırlarına hazırlıyordu. Evet, O daha hayatta iken cocuklarının olumlerini gorecekti. Zira O arkadan gelen insanlara her hususta bir rehberdi. O’nun yolundakiler de aynı şeyleri cekeceklerdi. O onlara da rehberdi. Bu kadar imtihana karşılık Efendimiz hicbir zaman feryÂd u figÂn etmemişti. Bu gibi hÂdiselerin o olcude hassas bir ruhta nasıl tesir icra ettiğini ve sinesinde nasıl duyulduğunu Allah Resûlu’nun hassasiyeti icinde aramak ve anlamak lÂzımdır ki O’nun maruz kaldığı o imtihanların buudları da anlaşılabilsin.

Yine bir keresinde Efendimiz bir yere gelip oturmuş ve bir tÂli’sizin suikastına maruz kalmıştı. Bugun bazı medyada olduğu gibi, Efendimiz doneminde de hemen her gun bir kısım densiz surekli komplo peşinden koşar ve surekli yargısız infazda bulunurlardı. Evet, o gun Nebiler Serveri’ne belki on defa suikast tertip edilmişti. Bazen Efendimiz’in başına taşlar atılmış bazen de kılıclarla uzerine gidilmişti.

Bu tur olaylar oyle bir hÂl almıştı ki o buyuk Guven İnsanı, Medine’de bir gun yalnız olarak hucre-i saadetlerinde yatarken, icinden, “Keşke birisi gelse, başımda beklese de biraz uyuyabilsem!” şeklinde bir duşunceye dalmıştı. O oyle duşunurken Sa’d b. Ebî Vakkas, kılıcını kuşanmış olarak oraya gelmiş ve Efendimiz’in kim olduğunu sorması uzerine kendini tanıtmış ve “Allah’ın Resûlu rahat uyusun, size bir şey olmasın diye kapınızda bekleyeyim mulÂhazasıyla geldim.” demişti. İşin doğrusu Efendimiz’in hayatının hemen her bolumunde değişik imtihanlara dair kareler gormemiz mumkundur. CenÂb-ı Hak Medine’de O’nu korkuyla imtihan etmiştir. “Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz aclık ile, yahut mala, cana veya urunlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri mujdele!” Âyetiyle buna işaret edilmektedir.

Evet, O Rehber-i Kull, Bedir Savaşı munasebetiyle ashabından bir kısmını kaybetmişti. Yani her şeye o derece katlanan Nebiler Serveri, arkasına aldığı ve belirli bir kerteye kadar beraber hareket ettiği ashabını kaybetmesiyle de imtihan olmuştu.

Gorulduğu uzere Rehber-i Kull, Mukteda-i Ekmel ve Ekrem olan Efendimiz (sallallÂhu aleyhi ve sellem), her meselede olduğu gibi musibetlere dayanma mevzuunda da bizim icin en guzel ve en mukemmel bir numunedir. Bu sebeple diyebiliriz ki, Efendimiz vasıtasıyla Allah’ın bize ihsan ettiği en buyuk lutuf, O’na iktida ve ittiba hususudur.

Rabbimiz’in bizi O’na iktida ettirmesi niyetiyle...

Fethullah GULEN
__________________