Bediuzzaman Said Nursi "Hayatı Resimli"
Bediuzzaman Said Nursi,1873 te Bitlis in Hizan ilcesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs koyunde doğdu. Babasının adı Mirza,annesinin Nuriyedir.Ağabeyi Molla Abdullah'ın ilim tahsil etmesinin kendisine kazandırdığı itibara imrenerek 9 yaşında Tağ koyunde Muhammet Emin Efendi'nin medresesinde(alttaki resim) oğrenime başladıysa da cok gecmeden Nurs'a dondu ve haftada bir gun gelen ağabeyinden temel bilgileri oğrenmekle tahsilini devam ettirdi. Oğreniminin en verimli safhası, 15 yaşındayken 1888'de Muhammet celalî'den ders aldığı uc aylık devredir. O zattan Molla Cami'den nihayete kadar, ortalama on yılda okutulan butun metinleri uc ayda okuyup diploma aldı. Kitaplardan sadece anahtar bilgileri oğreniyordu.alet ilimlerini kapsayan bu Oğrenimin ardından,sıcaktan kavrulmuş toprağın suyu yutması gibi temel ilimlere yoneldi. Usûl'den Cem'ul-cevÂmi, KelÂm'dan Şerhul-MevÂkıf gibi ağır metinlerden gunde ortalama iki yuz sayfalık bir kısmı anlayarak okuyordu.Bu sıralarda Şirvandaki ağabeyinin yanına gittiğinde icÂzet aldığını soyleyince o inanmamış, sıkı bir sınamadan sonra kucuk kardeşinin kendisini gectiğini gorerek talebelerinden gizlice ondan ders almaya başlamıştı.
Siirt'teMolla Fethullah da imtihan sonucunda durumunu tespit etmiş, yanında bulunduğu bir hafta icinde, gunde bir-iki saatlik meşguliyetle Subkî'nin Usûl-i Fıkh'a dair Cem'ul CevÂmi eserini ezberlediğini gorunce ''zeka ile hafıza kuvvetinin ifrat derecede bir kimsede bir araya gelmesi nadirdir'' deyip hayretini belirtti ve kitabına şu cumleyi yazdı (Cem'ul CevÂmi Kitabının tamamını bir haftada ezberlemiştir.) sonunda unu, Siirt, Bitlis gibi bolge valilerinin, O'nu korumaya mecbur kalacakları boyutlara vardı.
Tillo'da Kubbeyi Hasiye turbesinde inzivada Kamus'u Muhit'i ezberlerken bir gece Abdulkadir GeylÂni'yi ruyasında gorur. ''Git Miran aşireti reisi Mustafa Paşa'yı hidÂyete davet et; zulumden vazgecip namaza, emr'i ma'rûfa başlasın der'' Molla Said, derhal Miran aşiretine doğru Tillo'dan hareket eder. Buyuk bir cesaretle tebliğini yapar. Paşa,onu oldurmeye kalkar fakat sonunda yola gelir. Bir sure Mardin'de ikamet eden Molla Said, cok genc yaşta ictimayî ve siyasî hadiselerle ilgilenmeye başlar. Kendisinden endişelenen Mardin mutasarrıfı onu, muhafızlarla kelepceli olarak Bitlis Valiliğine sevk ettirir. Namaz kılmak icin kelepcelerinin cozulmesini ister. Jandarmalar kabul etmeyince kendisi acar. Jandarmalar, bu hali keramet addedip hayretler icnde kalırlar; ozur dileyip her turlu hizmete amade olduklarını soylerler. İleriki yıllarda Bediuzzaman'a; ''kelepceleri nasıl actın?'' diye sorulunca ''Bende bilmiyorum, olsa olsa namazın kerametidir''diye cevap vermiştir. Bitlis'te vali ile bazı memurların
icki alemi yaptıklarını oğrenince emr-i maruf yapar. Once hiddetlenen vali, az
sonra onu geri cağırtarak, ''Herkesin bir ustadı vardır. Artık benim de ustadım
sensin der.'' Der. İşbu Vali Omer Paşa ona sarayında yer ayırır, ısrarla iki
sene misafir eder, kızı ile evlendirme isteğini Bediuzzaman kabul etmez. Birgun
meşhur şeyhlerden Muhammet Kufrevî'nin kendisine bedua ettiğini işitince onu
ziyaret eder. Kufrevi hazretleri kendisine iltifat edip teberruken ders verir.
Said'in bir hocadan okuduğu en son ders budur. Boylece o haberin asılsız olduğu
da ortaya cıkmıştır. Van Valisi Hasan Paşa'nın daveti uzerine 1893'te 15 yıl
surecek olan Van ikametini başlar. Burada oğretim ve irşad hizmetini yaparken
hukûmet gorevlileri ve muallimlerle de temasta bulunur; geleneksel ve KelÂm
ilminin, islam akÂidini yeni dunya şartları karşısında acıklamaya yetmediği
kanaatine vardı ve fen bilimlerini oğrenmeye koyuldu. Coğrafya, matematik,
fizik,kimya, jeoloji, astronomi, biyoloji, tarih ve felsefe'ye dair kitapları, o
ilimlerin uzmanlarıyla konuşacak derecede oğrendi. Molla Said, kendisine has bir
oğretim usûlu geliştirdi. İlim ehli ona ''Bediuzzaman'' lakabını vererek değişik
ozelliklerini ifade etmek istediler. Bulunduğu ortamda yaşayan Âlimlerden, şu
yonlerde farklı bir tutumu vardı: 1-Maaş ve hediye kabul etmiyordu. 2-Kendisine
sorulan tum sorulara cevap verdiği halde ilim ehlinden hic kimseye soru
sormuyordu. 3-talebelerini da zekÂt ve hediye kabulunden men ediyordu. 4-
Dunyada mucerred kalmak istiyor; ev,bark, eşya, aile kaydı altına girmiyordu.
Gunun birinde Vali Tahir Paşa, bir gazetedeki şu muthiş haberi gosterir:
İngiltere Somurgeler Başkanı Gladston, mecliste Kur'an'ı gosterip ''muslumanları
bu kitaptan uzaklaştımadıkca onlara tam hÂkim olamayız.'' Demiştir. Bu dehşetli
haber, Bediuzzaman'ın şahikasına ulaşmış olan iman heyecanında dalgalanmalar
meydana getirerek ; ''Kur'an'ın sonmez ve sondurelemez mÂnevi bir guneş olduğunu
Dunyaya isbat edeceğim ve gostereceğim! Der. Fen bilimleri adına Batı'dan
gelecek dalÂletlere karşı koymak uzere ideal edindiği universiteyi Van veya
Diyarbakır'da acmak duşuncesiyle 1896'da İstanbula gider.Netice alamayınca aynı
maksatla 1907 yılında İstanbul'a ikinci defa gitti.İstanbul Fatih semtindeki Şekerci Han'a yerleşir(alttaki resim.)
Kısa zamanda İstanbul'da
şohreti yayıldı.Dinî ilimler alanında sorulan her soruya ikna edici cevaplar dair o zaman universit oğrencisi olup bizzat kendisine soru soran Hasan Fehmi Başol (Din İşleri Yuksek Kurulu Uyesi ve başkanı), Ali Himmet Berki (Yargıtay Başkanı) gibi- bircok şahid vardır.
Hilafet merkezinde siyasî temaslarla İslÂm'ahizmeteden Bediuzzaman meydanlarda, kursulerde sık sıgorunuyordu.meşrutiyetin ilanından sonra bazı arkadaşlarıyla İttihad-ı Muhammedî cemiyetini kurdu.Butun muslumanları uyesi sayan bu cemiyet, hızlı bir gelişme kaydetti. Geldiği ileri surulen ''Hurriyet''in şer'î sınırlar cercevesinde kalması icin gayret gosteriyordu. Tanin, İkdam, Serbesti, Mizan, Şark ve Kurdistan,Volkan gibi ceşitli gazetelerde yazıyordu. Devrin siyasi şartları icerisinde ve kaygan siyaset zemininde,geleneksel saltanat idaresinin devamının zor olduğun duşunuyor,bundan dolayı meşrutî idareyi bir care olarak goruyordu. ''Eski hal muhal,ya yeni hal ya izmihlÂl'' diyordu.Said Halim Paşa, Babanzade Ahmet Naim,Filibeli Ahmet Hilmi, Mehmet Akif, Elmalılı M.Hamdi gibi bircok İslÂmcı ilim ve fikir adamı da boyle duşunuyorlardı. Fakat cok gecmeden İttihat ve Terakki hukumetinin, daha cok menfi tesirler altına girdiğini gorunce doğru bildiğini soylemekten geri durmamıştır. Bu arada 31 Mart hadisesi oldu; bircok hoca arasinda o da tutuklanıp idam istemiyle yargılandı. Sıkı Yonetim Mahkeme Başkanı Hurşit Paşa'nın:''Sende Şeriat istemisşin oyle mi?'' sorusuna şu cevabı verdi: ''Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye hazırım.Zira Şeriat,sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir.Fakt ihtilalcilerin istediği gibi değil!'' Kendisine yapılan ithamlara karşı yaptığı uzun savunma,daha sonra iki defa tab edilmiştir. Cesurca mudafaası neticesinde idam beklerken beraat etti. Mahkeme heyetine teşekkur etmeksizin mahkemeden cıktı. Beyazıd'dan sultanahmed'e kadar kendini izleyen bir halk kitlesi onunde ''Zalimler icin yaşasın cehennem!'' nidasıyla ilerledi. İsyan eden sekiz taburu itaate sevk ettiği sabit olunca Sıkı Yonetim Mahkemesi, onun isyana katılmadığını anlamış ve beraat ettirmişti. bu olaydan sonra İstanbul'da fazla kalmaz, 1910 yılında Van'a gitmek uzere İstanbul'dan ayrılır, Batum yoluyla Van'a giderken Tiflis'e uğrar. Tiflis'te Şeyh San'an tepesinde bir Rus polisiyle ilginc bir konuşması olur.İslam'ın geleceğinden umitli olduğunu ifade etmesi uzerine polisin cağdaş muslumanların esir, zayıf fakir olup varlık gostermelerinin imkansız olduğunu soylemesine karşılık verdiği şu keramet cevap 90'lı yıllardan sonra meşhur olmuştur: ''Muslumanlar tahsile gitmişler ; işte Hindistan, İslÂm'ın kabiliyetli bir evladıdır,İngiliz lisesinde okuyor. Mısır İslam'ın, zeki bir mahdumudur,İngiliz Mulkiye mektebinden ders alıyor,Kafkas ve Turkistan İslamın iki bahadır oğullarıdır,Rus harbiyesinde talim ediyorlar''(Nur talebelerin'den bir hizmet grubu 1995 yılında Tiflis şehrinde bir ozel lise acmışlardır.) Daha sonra Van bolgesini dolaşarak ilmî ictimaî konularda etrafı aydınlatır. Gezileri esnasında kendisine sorulan surulara verdiği cevaplar,MunÂzarat adlı bir kitapta toplanmıştır. 1911 kışında Şam'a gittiğinde oralı bazı Âlim dostlarının ricası uzerine Emevi Camii'nde(alttaki resim) tarihi bir hutbe verdi(bu hutbenin Arapca orijinali kucuk bir kitap halinde iki defa yayınlandılktan sonra bizzat muellif tarafından Turkce tercumeside yayınlanmıştır).

Bu hutbede İslÂm dunyasını geri bırakan etkenlerin şunlar
olduğunu tespit eder: 1-Yeis. 2-Toplum hayatında sıdkın (doğruluğun) olmesi. 3-Duşmanlık arzusu.4-Mu'minleri birbirine bağlayan manevi bağları bilmemek.5-İsdibdat. (Baskı).6-Şahsî menfaat peşinde koşma. Bu hastalıkların ardından tedavi yollarını da gostermektedir. Bu hutbenin bir yerinde, 50 sene sonra gelecek nesillere hitab ettiğini soyler ki,yirminci asrın son ucte birinde onun eserlerinin daha buyuk bir yayılma gostermesi,bu hitabın tam yerinde olduğuna delil teşkil eder. 1913 yılında, Van'da kurmayı planladığı universite icin devlet, 19 bin altın tahsis ettiysede şim- diki universite kampusunun de yerleştiği Edremit semtinde temeli atılan universite, 1. Dunya Savaşı sebebiyle tamamlanamadı. 1915 yılında cihad fetvasına beş alimden biri olarak imza attı. Fetvayı kuzey Afrika'da dağıtıp Van'a dondu.BEDİUZZAMAN,fiilî olarak da cihadın icindeydi. Kafkas cephesinden sonra Van ta- rafına gecip, Anadolu savunmasına katıldı Coğunu talebelerinin oluşturduğu gonullu milis kuvveti, beş bin kadar askerden meydana geliyordu. Bir yandan bu alaya kumanda eder iken fırsat buldukca at ustunde talebelerinden Molla Habib'e İşÃ‚rÂt'ul-İ'caz tefsirini arapca olarak yazdırıyordu. Bitlis mudafaası esnasında birliğinden uc talebesiyle kalıncaya kadar carpıştı.
Sonra yaralı bir vaziyette esir duşup Sibirya'daki Koşturmaya'ya gonderildi.
(yandaki resim) Bir esir kampını teftişe gelen Rus Başkumandanı Nikola Nikolavic'in onunde herkes ayağa kalkarken o kalkmadı.Sebebi sorulunca ''ben İslÂm alimiyim. İmanlı kimse gayri muslime kıyam edemez'' cevabını verdi.Kum- andan idamını emretmişken Bediuzaman'ın son arzusu olan iki rek'Âtlık namazından sonra emri- ni geri aldı.Bu hadiseyi kendisi anlatmamış,esir kampında beraber bazı zÂtların tanıklığına dayanarak tarihci Abdurrahim Zapsu (Ehl-i Sunnet Mecmuası,1948,c.2,sayı: 46) yayınladıktan sonra tasdik etmiştir. Komunizm ihtilali ile sarsılıp bolunen Rusya'nın karmaşıklığından faydalanarak 4 yıl suren esaretten firar ile kurtulup Petrsburg, Varşova, Viyana yoluyla 1334 yılında İstanbul'a donmeye muvaffak olur.
Dunya savaşından donra, 1918 yılında kurulup Osmanlı Devleti'nin en din kurulu durumunda olan Dar'ul-Hikmeti'l-İslÂmiye uyeliğine Orduy-ı Humayun adayı olarak tayin edildi. Bu kurulda İzmirli İsmail Hakkı,Şeyh Saffet (yetkin) gibi zÂtlar uye olup Mehmet Akif de kurulun genel sekreteriydi. Harbin sonuna doğru İngiliz siyasetinin ic yuzunu ortaya koyan HutuvvÂt-ı Sitte adlı risÂlesini yayınlamış ve İstanbul'un her tarafına dağıttırmıştı. İngilizler 1920 yılında İstanbul'u işgal edince bu risÂle, İngiliz Başkumandanına gosterilir ve BEDİUZZAMAN'ın butun kuvvetiyle aleyhte bulunduğu kendisine ihbar edilir. Kumandan onu idam etmeye niyetlendiyse de boyle bir hareketin,Doğu Anadolu'da buyuk bir kargaşaya ve İngiliz aleyhtarlığına sebeb olacağı yonun - deki uyarıları dikkate alarak bu kararından vazgecer. İşgal doneminde İngiltere Angligan Kilisesi baş papazı, İslÂm hakkında kapsamlı altı soru ha- zırlamış ve yetkili din Âlimlerinin cevaplarını istemişti. Elmalı'lı Muhammet Hamdi Yazır, Abdulaziz Cavuş gibi bir kac zÂt,kucuk bir kitap capında cevaplar hazırladılar. BEDİUZZAMAN ise ''Ben onlara bir tek kelimeyle bile cevap vermem Cevabım tukuruktur'' deyip bu tutumunun sebebini şoyle acıklamıştır:''Cunku zalim devletin,ayağını boğazımıza bastığı dakikada, papazlarının mağrur bir eda ile suÂl sormasına karşı yuzune tukurmek lÂzım gelir.'' Bu cevap, onun farkını ve mizacını gosteriyor. Ustad, bu kişilerin maksatlarını keşfedip: ''İşte biz, adamı boyle yeneriz. Şayet sizin dininiz hak olsaydı bu perişan vaziyete duşmezdiniz. Şimdi bizim ustunluğumuzu anlayın bakalım!'' dercesine bu soruları yonelttiklerini keşfedip bu ağır cevabı vermişti. 5 Mart 1920'de Hamdullah Suphi, V. Ebuziyya, Mazhar Osman, F. Kerim Gokay, Suheyl Unver, M. Şekip Tunc ve Hakkı Tarık Us ile Yeşilay'ı kurdu. 1921 yılının Ocak ayında İskilipli Atıf Mustafa Sabri, Ermenekli Saffet efendilerle Muderrisler Cemiye'tini kurdu. Anadolu'da başlatılan İstiklÂl hareketini destekledi. ŞeyhulislÂm DurrizÂde'nin bu hareket aley- indeki fetvasının, esaret altında verilmiş olduğundan gecersiz olduğunu belirtti.
İstanbul'daki onemli ve başarılı hizmetlerinden dolayı Ankara hukûmeti, onu Ankara'ya davet etti. ''Ben tehlikeli yerde mucadele etmek istiyorum'' diyerek bu teklifi kabul etmedi. Zaferden sonra 9 Kasım 1920' de davet tekrarlandı ve bu defa kabul etti. Meclis'de,resmî karşılama toreni yapılmasına dair karşı cıktı.Mebusların dinî yonden lÂkayd olduklarını gorunce 19 Ocak 1923'te uc sayfalık bir beyannname dağıtarak onları uyardı.Namaz kılanlara altmış mebus daha katıldı.NamazgÂh olan kucuk bir odayı, buyuk bir mescid haline getirtti.İdealindeki universiteyi gundeme getirdi; 163 milletvekilinin oyu ile bu iş icin yuzellibin banknot odenek ayrıldı. Bediuzzaman, İslÂm Âleminde bir dirirliş olacağına dair kuvvetli umidi sebebiyle Ankara'ya gelmişti.Gencliğinden bu yana tum cabaları hep bunun icindi.Siyasî acıdan bu yondeki son teşebbusu,Ankara'da oldu.Fakat karşısına kuvvetli engeller cıktı. Bir gun Meclis'te, Mustafa Kemal Paşa ile iki saat kadar goruşmuş; yapılacak inkılÂbın Kur'an'dan kaynaklanması gerektiğini,Avrupalıları taklit etmenin doğru olmayacağını anlatmıştı.Mustafa Kemal,Bediuzzaman'ın nufûzundan istifade etmek icin ona mebusluk,Daru'l-Hikmeti'l-İslÂmiye gibi Diyanet'te azalık ve Şark Umumi Vaizliği'ni teklif eder.Fakat Bediuzzaman kabul etmez.Meclis'teki ortamı da değerlendirerek siyaset alanında yapacağı bişey kalmadığını duşunur;Van'a gidip Erek dağında bir mağarada inzivaya cekilir.Bu duşunce, aslında başka bir alandaki hareketi planlamak gayesiyle yapılan bir gerilim, koşmak icin yapılan bir geri cekilmeydi.DalÂletin, ilim ve medeniyet kisvesiyle girdiği, yoneticilerin couunun Avrupai fikirlere meftun olduğu, dini faaliyetlerin yasaklandığı,dinî eğitim veren okulların kapatıldığı, totaliter tek parti yonetimin hÂkim olduğu bir donemde teşkilÂttan mahrum olarak dinî hizmetrealitede yok sayılırdı.Bediuzzaman, neticesiz kalmaya mahkum ani cıkışlara iltifat etmemiş;İslÂm beldelerinden birine yerleşme,orada hizmete devam etme tekliflerini de kabul etmemiştir.O,her zaman mucadelenin kzıştığı yeri tercih etmiştir. SURGUN EDİLMESİ Diyarbekir tarafında ortaya cıkan şeyh Said harekeine katılmadığı halde o kıyamın neticesinde(Şubat 1925),kış mevsiminde Erzurum ve İstanbul'dan sonra Burdur'a suruldu.7 ay orada kaldıktan sonra busbutun tecrid etmek gayesiyle 1926'da, Isparta'ya bağlı dağlık ucra bir koy olan Barla'ya gonderildi.
Barla da tecrit edmesine rağmen,Allah TeÂlÂ, kendi hesabının, mahlukların hesabını bozacağına aşikar bir delil gostermek istiyordu.dağ başında bir koydeki birkac koyluyle bile goruşmesi yasaklanmış, devamlı gozetim altında ihtiyar, garip, fakir bir insanın yazdığı hakikatleri dunyanın her tarafına yayıp hidayete susamış gonullere ulaştırabileceğini gosterdi.Yanında Kur'Ân-ı Kerîm'den başka kitabı yoktu. Barla oyle bir dirilişe kaynak oldu ki bir tarihcinin tesbitiyle "Turkiye'de dinsizlerin planını altust etti."İman hareketi, dolaylı olarak ictimaî bir de netice aldı; Ceberrut Halk Parti idaresini de -şefi İsmet İnonu'nun ikrarı ile- deviren hareket oldu. Barla surgunu ile Bediuzzaman'ın, 1925-1960 yılları arasında otuzbeş yıl suren hapis,surgun,baskı donemi başlamıştı.Ustad, yazma bilmekle beraber hattı duzgun ve guzel değildi.Bazı kÂtiplere yazdırır,elden ele kopyalar cıkarmak suretiyle eserler yayılır, yazılanları da muellif bizzat tashih ederdi.Matbaadan istifade imkÂnı yoktu.Bunun siyasî ve malî sebepleri vardı elbette.Fakat asıl kulturel boyut uzerinde durmak gerekir.Ustad,harf inkılÂbının bir emirle bin yıllık mazi ve kulturle ilgisinin kesilmesine karşı yeni nesile,Kur'Ân harfleriyle yazılan eski kulturumuzu tanıtmak istiyordu.Risale-i Nur, yazılışından otuz yıl sonra,1956'da matbaada basılabildi.Ustad, o kadar zor şartlarda otuz sene boyunca bu işin ekol olaerak belki de tek temsilcisi oldu.Fotokopi hatta teksir makinasının bile olmadığı zamanda tek care, bakarak el yazısı ile nusha coğaltmak oluyordu.Bir kitaptan tek bir suret elde edebilmek icin haftalarca aylarca yazmak gerekiyordu.KÂtip sayısı sınırlıydı.İşte Risale-i Nur hizmeti, şakirtlerin kollarını matbaa haline getirti.Altıyuzbin nusha eser boylece coğaltıldı ki boyle bir calışma, tarihte misli gorulmemeiş bir calışmadır.Kısa bir zaman sonra Ustad'ın sade fakat en şiddetli baskı donemlerinde olduğu gibi serbestlik zamanında da pek semereli olan teşkilÂtı kurulmuş bulunuyordu:Yerleşim merkezlerinde talebelerin irtibat merkezi olan medrese(dershane),kÂtip talebeler, kitap ve mektup taşıyan Nur postacıları.Ustad, barla 'da sekizbucuk yıl kaldı.Onun boş durmadığını goren islÂm aleyhtarları rejim aleyhinde cemiyet kuruyor iddasında bulundular.1935'de Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi, hakkında dava actı.Neticede keyfî olarak , tesetturle ilgili ayetin tefsirinden oturu kendisine onbir ay hapis cezası verildi.
Halbuki isnad edilen devlet duzenini değiştirmek icin teşkilat kurma sucu sabit olsaydı ya idam veya muebbed hapis cezası verilmesi gerekirdi. Gecimini nasıl sağladığı hep merak edilmiştir.Mahkemede şoyle demişti : "Daru'l -Hikme-ti'l-İslÂmiye'de aldığım maaştan coğunu, o zaman yazdığım kitapların tab'ına sarf ettim;az bir kısmını hacca gitmek icin ayırmıştım.İşte iktisat ve kanaat bereketiyle o cuz'i para bana dokuz yıl kÂfî geldi.HÂl o mubarek paradan bir miktar var.Gecim konusunda Emirdağ'da da şoyle diyecektir.Ondokuz sene iki yuz banknot ile şiddetli iktisat ile idare ettim. Palto ve fanila ve pabucunu satmakla maişetini temin eden.... 27 Mart 1936'da Eskişehir hapishanesinden cıktıktan sonra Kastomonu'ya surgun edilip polis karakolunun karşısında bir eve yerleştirildi.
Tedbirli bir tarzda, civardan hizmete gelenler vasıtasıyla eserlerini yayıyor,Isparta ve diğer yerlerle irtibatı devam ediyordu.Kastamonu'da sekiz yıl kaldıktan sonra, bu hizmetin durdurulamayıp daha da yayıldığı gorulunce 1943'de 126 talebesiyle Denizli Ağır Ceza Makhemesi'ne sevkedildi.Prof Necati Lugal,Prof Y.Z.Yorukkan ve Turk Tarih Kurumu'nunda incelemesi neticesinde:"Bediuzzaman'ın siyasî faaliyeti yoktur.Eserleri ilmî ,îmÂnîdir.Kur'Ân'ın tefsiri mahiyetindedir.Onun mesleğinde cemiyetcilik ve tarîkatcılık yoktur."dedi.Mahkemece 130 parcalık kulliyatın hepsine 15 Haziran 1944 gunu beraat kararı verilip bu karar temyizce de tasdik edildi. Denizli mahkemesinde kendiside tarihi bir mudafada bulunmuştu.Mudafasının bir yerinde şoyle demişti: "Evet,biz bir cemiyetiz ve oyle bir cemiyetimiz var ki;her asırda ucyuzelli milyon mensupları var.Ve her gun beş defa namazla,o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemÂl-i hurmetle alÂkalarını ve hurmetlerini gosteriyorlar....İşte biz,bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efrÂdındanız ve hususi vazifemiz de Kur'Ânın imanî hakikatlarını tahkiki bir suretle ehl-i imana bildirip,onları ve kendimizi kurtarmaktır. Eğer laik cumhuriyeti soruyorsanız,ben biliyorum ki laik manası,bitaraf kalmak,yani hurriyet-i vicdan dusturuyla dinsizlere ve sefahatcilere ilişmediği gibi,dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hukumet telakki ederim.Yirmi senedir ki hayat-ı siyasiye ve ictimaiyeden cekilmişim.Hukumet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum.El-iyazu billah,eğer dinsizlik hesabına,imanına ve ahiretine calışanları mes'ul edecek kanunları yapan bir dehşetli şekle girmiş ise,bunu size bilÂ-perv ilan ve ihtar ederim ki bin canım olsa,imÂna ve Âhirete feda etmeye hazırım....." Denizli hapishanesinden cıktıktan sonra hukumet,o'nu Emirdağı nda ikamete gonderdi.Fakat hizmeti ilerledikce hakkındaki kanunsuz şiddet uygulaması artıyordu.Kendisi : "Denizli hapishanesindeki bir aylık sıkıntıyı,Emirdağ ikametinde bir gunde cekiyordum..." demiştir.Bir sure sonrakaymakamlık,camiye cıkmasını menetti.Prensip olarak,sadece hizmetle ilgili olanlarla zaruret miktarı goruşurdu.Halk ile temas etme fırsatını,yaptığı gezintilerde bulurdu.Rastladığı insanlara kısa dersler verir,irşad ve nasihatte bulunurdu. Derken 1948 ocak ayında,ulkenin ceşitli yerlerinden toplanmış ellidort talebesiyle Afyon da tutuklandı.

Afyon un soğuk kışında yetmişbeş yaşındaki ihtiyar birinin yirmi ay hucre hapishanesinde tutuklu kalması,olume terkedilmesi demekti.Şahsına verilen sıkıntıların fazlalığını,butun cemaate duyulan hiddeti teskin vasıtası saymakla memnun olmuştu.Hapishanede onunla gizlice goruşmeye calışan talebeleri falakaya yatırılıyordu.Herşeye rağmen diğer hapishaneler gibi Afyon hapishanesi de "Medresey-î Yusufiye" ye donuştu.Caniler ıslah-ı hal ettiler.Hatta ceza suresini tamamlayan bazı mahkumlar:"Kendimizi suclu gostermek suretiyle onlarla beraber kalacağız dediler.Burada hapishane mudurune yazıp dedi ki:" Rusya da bolşevizm fıtınası ve fransız ihtilali once hapishanede başladı.Fakat Risale-i Nur şakirdleri Eskişehir,Denizli,Afyon da hapishaneleri ıslah etti.... Mahkeme kendisini yirmi ay mahkum etme kararı aldı.Yargıtay ın bu kararı bozmasına rağmen kanunsuz oylamalar ile tekrar aynı karar mahkum edildi.Mahkeme devam ederken demokrat parti iktidara gelip genel af ilan etti.Tahliye edildiler.Mahkeme ancak 11 eylul 1956 da beraat verdi.Tahliyeden sonra Emirdağ da ikamet etti.Afyon hapishanesinden sonra mektepliler ve memurlar,hissedilir derecede onun halkasına dahil oldular.Bazı universiteli genclerin yayınladığı Genclik Rehberi adlı kitabı dava konusu olunca mahkeme icin 1952 de İstanbul a geldi.Aşağıdaki resimler Bediuzzaman hazretlerinin 1952 yılında İstanbul'a geldiğinde cekilmiştir.

Abdurrahman Şeref Lac ve Mihri Helav gibi değerli avukatlar savunmada yer aldılar.Mahkeme beraatla neticelendi.Halk,ozellikle genclik,kendisine buyuk ilgi gosterdi.Uzun bir ayrılıktan sonra istanbul a,sılaya gelir gibi gelmişti.1953 te Isparta da ikamete başladı.Demokrat parti iktidarının,ezanı asli şekliyle okunmasına imkan vermesi sebebiyle tebrik edip vatan ve millet hizmetinde muvaffakiyet temennisinde bulundu.Ayrıca Risale-i Nur u serbest bırakıp,Ayasofya yıda cami haline irca eden bir mesaj gonderdi.1953 te uc ay İstanbul da kalıp,fethin 500. yıl donumu kutlamalrına katıldı.1956 da eserleri,talebelerinden bir kac heyetce yeni turk harfleriyle yayınlanmaya başladı. 1960 başlarında Ankara ve Konya'ya gitmesi siyasi cevreleri telaşa verince Hukumet, radyodan bildiri yayınlayarak Emirdağ'da ikamet etmesini istedi. İşte o hapishane dışındayken bile -1925 ve 1960 yılları arasında- boyle mahkum muamelesi gordu. Fakat Osman Yuksel'in dediği gibi o ''Mahkemelerden mahkemelere suruklendi. Ama mahkumken bile hukmediyordu.'' 18 Mart 1960'da Emirdağ'dan Isparta'ya oradan da gizlice Urfa'ya gitti (21 Mart). Bakanlığın a- cele Urfa'yı terketme emrine, Urfa'lı siyasilerve halk karşı koydu. Emri tebliğ eden Emniyet Muduru'ne : ''Ağır hastayım.Donecek takatim yok. Zaten buraya olmeye geldim'' dedi. 23 Mart sabaha karşı Kadir Gecesi vefat etti.

Tereke hakimi, saat, cubbe ve yirmi lira tespit edip kardeşine verilmesini hukme bağladı. 24 mart perşembe gunu Halilurrahman DergÂhı 1960 gecesi Urfa'nın her tarafı askeri zırhlı birliklerce tutuldu. Saat 01.00'de demir parmaklıklar kesilip varyozlarla mezar yıkıldı. Ceset hic bozulmamıştı. Sadece kefen biraz sararmıştı. Konya'dan askeri ucakla getirilen kardeşi Abdulmecid Nursî, mezarın naklinde hazır bulundurulmuştu. Onun verdiği bilgiye gore ceset, askeri ucakla geceleyin Afyon askeri havaalanına nakledildi. Oradan da karayoluyla Isparta tarafına goturulup mechul bir yere defnedildi. Yirminci asırda devlet yonetimini elinde bulunduranlar tarafından mezarda bile ona yapılan bu muamele, UstÂdın dalÂleti ne derece cılgına cevirdiğinin bir gostergesidir. Kadir Mısıroğlu, Sebil dergisinde, 1970'de onu anarken kapak resmi olarak onun resmini koyup altına şu cumleyi yazmıştı: ''Turkiye'de dinsizlerin planını altust eden adam.'' Bu tarihi tespitin doğruluğunun yuzlerce delilinden biri de zalimlerin onun olusunden bile korkarak meza- rını bilinmeyen bir yere nakletmeleridir. Ne var ki zalim insanların eliyle kader-i ilahî, onun ihlÂslı bir dileğini gercekleştiriyordu. Bir cok talebesinin yanında soylediği ve yazılı mektupları icinde neşredilen bir sozunde şoyle demişti: '' Benim kabrimi, gayet gizli bir yerde bir-iki talebemden hic kimse bilmemek lÂzım geliyor... Dunyada beni sohbetten meneden bir hakikat, elbette vefa- tımdan sonra da, bu suretle, beni sevap cihetiyle değil, dunya cihetiyle menetmeye mecbur e- decek.''(Bu hakikat ihlas olup, onu şohretten, insanların---manevi kabilden dahi olsa--ucretlerin- den menetmektedir.) Vefatından uzun seneler once 1923'de yazdığı ve yeni harflerle de vefatından beşyıl once yayınlanan Sozler kitabının sonunda imza kabilinden koyduğu ed-DÂi hatimesinde 1379'da vefat tarihini ve sonra mezarının yıkılacağını ve Asya'da İslÂmiyet'in inkişaf edeceğini Allah'ın bildirmesiyle bildirmişti.(Bu satırları yazan Ustad vefÂt ettiğinde, A.U. Hukuk Fakultesi 1.sınıf oğrencisi idin ve o gunlerde memleketim olan Ergani'de bulunuyordum. Bediuzzaman'ın vefat haberinin radyodan duyurulduğu gece, ilcenin muftusu olan babam merhum M. Zeki Yıldırım'ın etrafında geniş bir terÂvih cemaati ile cayhanede oturuyorduk.Haber duyulunca babam beni evegondererek Sozler'i getirmemi soyledi. Getirdim. UstÂd'ın imzam dediği ed-DÂi kıtasını okuduk. / S. Yıldırım / .)


YUSUF MEDRESESİ’NDE EĞİTEN VE EĞİTİLEN İSLAM BUYUĞU

Tarih boyunca bircok Musluman, Allah yolunda yaptıkları faydalı calışmaların, Allah’ın tek ilah olduğunu anlatmalarının karşılığında inkarcı kesimler tarafından hapisle cezalandırılmıştır. Ama onların hapiste bulunmalarının nedeni bir suc işlemeleri, kanunlara karşı gelmeleri değildir. Muslumanların guzel ahlakı insanlar arasında hakim kılmasından ve dolayısıyla kendi kotuluklerinin ortaya cıkacağından, kotuluklerden elde ettikleri cıkar ve menfaatlerin yok olacağından korkanlar, Muslumanlara hep iftiralar atmışlar, halkı ve resmi mercileri onlara karşı kışkırtmışlardır.
Benzer olaylar Bediuzzaman’ın yaşamı boyunca da sık sık tekrarlanmıştır. Kendisi ve talebeleri Kuran ahlakını anlatmak icin halisane bir caba yuruten, mevki ve makam hırsı olmayan, siyasetten ozellikle uzak duran, imansızlık akımlarına karşı insanları Kuran’ın sunduğu barış ve huzur ortamına davet eden, devletin butunluğune ve milli ve manevi değerlerine zarar verenlere karşı mucadele eden kimseler olmalarına rağmen hep asılsız ve cirkin iftiralarla itham edilmişlerdir. Bunun sonucunda ise haklarında soruşturmalar başlatılmış ve yıllarca hapiste tutulmuşlardır. Her defasında ise aklanmışlar ve hicbir suclarının olmadığı gorulmuştur. Ancak bu esnada tutuldukları hapishaneler onlar icin birer Yusuf Medresesi olmuş, manevi dereceleri, samimiyetleri, kararlılıkları, birbirlerine olan bağlılıkları, ihlasları pekişmiş, guclenmiştir.
Bediuzzaman’ın maruz kaldığı uygulamalar, kendisine atılan iftiralar Kuran ayetlerinin birer tecellisidir. Hayatı kısaca gozden gecirildiğinde dahi Kuran’da aktarılan ve salih muminlerin karşılaştıkları olayların cok benzerlerini yaşadığı ve bu olaylara karşı Kuran’da haberleri verilen guzel ahlaklı muminler gibi davrandığı acıkca gorulebilir. Bu nedenle Bediuzzaman’ın hayatına kısaca bakmak, bugune ornek olması acısından da faydalı olacaktır.
Bediuzzaman’ın Yusuf Medresesi’ndeki Hayatı
Bediuzzaman’ın hayatının buyuk bir bolumunun hapishanelerde, surgunde, gozaltında gecmesi onun ve talebelerinin inanclarında ne kadar kararlı ve sabırlı olduklarını gostermiştir. Devletin ve milletin cıkarları icin hizmet etmeye kendilerini adamış olmalarına rağmen, bazı cevrelerce hep devlete zarar vermeye calışmakla suclanmışlardır. Bu cevreler iftiraları ile, daima devletin ve milletin yararını duşunen bu insanları, halkın gozunde zararlı insanlar olarak gostermeyi ve onları kucuk duşurmeyi amaclamışlardır. Orneğin, bu cevreler sahip oldukları yayın organları ve benzeri vasıtalarla, Said Nursi ve talebelerini gizli ve dine dayalı cemiyet kurmak, rejime karşı cıkmak ve Cumhuriyet’in temel olculerini yıkmaya davranmakla suclamışlardır. Bunun uzerine tevkif edilerek Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’ne cıkarılmak uzere Said Nursi ile birlikte 120 Nur talebesi, o donemin bazı yazarlarının anlattığına gore, “sanki ihtilal cıkarmışlar gibi kamyonlarla elleri kelepceli olarak” Eskişehir’e goturulmuşlerdir.
Bu arada belirtmekte fayda bulunmaktadır ki, tum bu olaylar esnasında Turk polisi ve Turk askeri daima vicdanlı davranmış, Bediuzzaman’a ve Nur talebelerine karşı samimi ve anlayışlı bir tavır gostermişlerdir. Bazı dinsiz cevrelerin kışkırtmaları ve yarattıkları infial nedeniyle onlar gorevlerini yerine getirmek zorunda kalmışlar, ama hakkın yanında olduklarını ifade etmekten de cekinmemişlerdir. Orneğin Bediuzzaman ve 120 talebesini Eskişehir’e goturmekle gorevli askeri mufrezenin kumandanı kelepcelerini cozerek ibadetlerini rahatca yerine getirmeleri icin onlara imkan tanımıştır.
Bir başka onemli İslam mutefekkiri olan Necip Fazıl Kısakurek Son Devrin Din Mazlumları isimli kitabında Bediuzzaman’ın ve Nur talebelerinin gozaltına alınmaları ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir:Baskında Bediuzzaman ve talebelerine ait herşey ele gectiği halde, ortada itham medarı olabilecek hicbir şey yoktur. Boyleyken kendisini beraat ettirmiyorlar da idamlık bir ithamın teselli mukafatı halinde, 15 talebesiyle beraber hapse mahkum kılıyorlar. 105 talebe de beraat kararı alıyor.”
Eskişehir Mahkemesi Bediuzzaman’a, Kuran-ı Kerim’den bazı ayetleri tefsir ettiği icin 11 ay hapis cezası vermiştir. Eskişehir hapsi sırasında Bediuzzaman oldukca zor gunler gecirmiştir. Onu ayrı bir hucrede tecrit etmişler ve turlu zorluklar yaşatmışlardır. Bu hapis sırasında Bediuzzaman’a uygulanan muamelelerden bazı ornekler ceşitli kaynaklarda şoyle aktarılmıştır:120 talebesiyle Eskişehir hapishanesinde bulunan Said Nursi tam bir tecrid icerisine alınarak, kendisine ve talebelerine ceşitli zulum ve işkenceler yapılıyor. Talebelerinden Zubeyir Gunduzalp’in anlattığına gore 12 gun yemek verilmiyor.”
Zaten bize idam mahkumu gozuyle bakıyorlardı. Hicbir ziyaretci bırakmıyorlardı. ‘Siz de idam olacaksınız bunlarla konuşursanız’ diyorlardı. Geceleri pislikten, tahta kurularından, hamam boceklerinden uyumak kabil değildi.
Eskişehir Hapishanesi’nden tahliye olan Bediuzzaman Kastamonu’da karakol karşısında bir evde oda hapsine alınmıştır. 8 sene sonra gelen Denizli Mahkemesi 20 ay hapis cezası vermiş, daha sonra Bediuzzaman Emirdağ’a mecburi ikamete yollanmıştır.
Butun bu olaylar sırasında sayısız işkence ve eziyete maruz kalmış, defalarca zehirlenmiştir. Son derece yaşlı ve hasta olan Bediuzzaman, ozellikle soğuk, nemli ve havasız hucrelerde tutulmuştur. Hapishane gunlerindeki hatıralarını Said Nursi şoyle anlatmaktadır:Pek basit bahanelerle kışın en şiddetli soğuk gunlerinde beni tutuklayarak buyuk ve gayet soğuk iki gun sobasız bir koğuşta tecrid icinde hapsettiler. Halbuki ben kucuk odamda gunde birkac defa soba yakarken ve daima mangalımda ateş tutarken, zafiyet ve hastalığımdan zor dayanabilirdim.
Bediuzzaman sozlerinin devamında, onceki bolumlerde de bahsettiğimiz gibi, cektiği bu sıkıntıları hafifleten tesellinin mahkumların İslam’a girmeleri olduğunu soylemektedir.
Bediuzzaman’a Yapılan Suclamalar
Dini ve manevi değerlerin yaygınlaşmasından hoşnut olmayan cevreler Said Nursi icin de daimi taktiklerini uygulamışlar ve Bediuzzaman’ın hayırlı calışmalarını engellemek icin tum halkı ve resmi mercileri ona ve Nur talebelerine karşı kışkırtacak şekilde bir karalama kampanyasına başlamışlardır. Donemin muhalif gazeteleri Bediuzzaman ve talebeleri aleyhinde propaganda ve uydurma yazılar yayınlamışlardır. Bazı şahıslar, hayali iftira senaryoları icin parayla tutulmuşlardır. Ancak her defasında mahkemeler Bediuzzaman’ı ve arkadaşlarını tum bu suclamalardan beraat ettirmiş, cocukların dahi anlayacağı basit ve acemice iftiralara tevessul edenler kendilerini kamuoyu nezdinde kucultmuşlerdir.
Bu cevrelerin duzenledikleri iftira ve saldırılar incelendiğinde hemen hepsinin tarihte muminlerin karşılaştıkları iftiraların birer benzeri oldukları gorulmektedir. En başta “dini istismar ediyor” olmak uzere, “cevresindekileri kandırıyor”, “sapkındır”, “delidir”, “ona uyanlar cahil kesimdir” suclamaları… Bunlar Kuran’da defalarca dikkat cekilen, muminlere yoneltilen iftira ve suclamalardan bazılarıdır.
Her mumin Kuran’daki, “Biz hangi ulkeye bir uyarıcı korkutucu gonderdikse, mutlaka oranın refah icinde şımaran onde gelenleri: ‘Gercekten biz, sizin kendisiyle gonderildiğiniz şeyi tanımıyoruz’ demişlerdir.” (Sebe Suresi, 34) ayetinde de belirtildiği gibi kavmin onde gelenlerinin tepkisiyle karşılaşmıştır ve karşılaşacaktır. Bu, Allah’ın değişmeyen bir kanunudur ve bu tepkilere maruz kalmak muminlerin doğru yolda olduklarının acık delilidir.
Kuran’ın yuzlerce ayetinde anlatılan bu suclama ve saldırıların Bediuzzaman Said Nursi ve talebelerinin yaşamlarında da tecelli etmesi, izledikleri yolun doğru ve verdikleri mucadelenin etkili olduğunun acık bir gostergesidir. Bu olaylarla, Kuran ahlakı yolunda mucadele veren butun muminler karşılaşacaklardır. Allah bu gerceği bir ayetinde şoyle bildirir:Yoksa sizden once gelip gecenlerin hali, başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Bakara Suresi, 214)
Munafıkların musallat olması
Bediuzzaman’ı ve talebelerini durdurmak icin kullanılan yontemlerden birisi de, bu halis insanların arasına iki yuzlu kişilerin sokulmasıdır. Bu kişilerin gorevi Bediuzzaman ve talebeleriyle ilgili gelişmeleri din duşmanlarına bildirmek ve daha sonra bu cevrelerin etkisi altındaki basında bu insanlar hakkında aleyhte yazılar cıkmasını sağlamaktır.
Bunun orneklerinden birisi 1964 yılında Cumhuriyet’te yayınlanan “İnanc Somuruculeri” isimli yazı dizisidir. Kendisini dindar olarak gosterip, Nur talebeleri arasına sızan, defalarca Bediuzzaman’ın yanında bulunan Yılmaz Cetiner isimli şahıs, daha sonra bu mumin topluluğu hakkında akıl almaz iftiralar ortaya atmıştır. Bediuzzaman bir sozunde aralarına giren bir casusu şu şekilde anlatır:Hem bir dessas casus adam, Risale-i Nur talebeleri aleyhinde calışıyordu ki, onları hapse attırsın. Bir gun -serbest olarak- “Ben bir ipucu bulamadım ki, bunları hapse soksam. Eğer bir ipucu bulsam, onları hapse sokacağım.” diye ilÂn ettiği vakitten iki gun sonra bir iş yapıp, Risale-i Nur talebeleri yerinde, o adam iki sene hapse girdi.
Bediuzzaman, kendisine karşı duzenlenen butun bu komplo, saldırı ve iftiralara rağmen yuruttuğu mucadeleden hicbir taviz vermemiştir. Ona yapılanlar kendisinin ve talebelerinin şevkini ve kararlılığını artırmaktan başka bir şeye yaramamıştır. Kuran’da vaat edildiği gibi inkar edenlerin tuzakları boşa cıkmıştır. Allah inkarcıların tuzaklarının boşa cıkacağını ayetlerinde şoyle bildirir:Ağızlarıyla Allah’ın nurunu sondurmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Muşrikler istemese de O dini (İslam’ı) butun dinlere ustun kılmak icin elcisini hidayetle ve hak dinle gonderen O’dur. (Tevbe Suresi, 32-33)
Andolsun, (peygamber olarak) gonderilen kullarımıza (şu) sozumuz gecmiştir: Gercekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. (Saffat Suresi, 171-172)
Bediuzzaman tarih boyunca Allah yolunda zulum gormuş samimi muminlerden biridir. Ancak bilinmelidir ki, bir muminin hayatı boyunca karşılaştığı her zorluk, her sıkıntı, işitmekten hoşlanmayıp da işittiği her soz ve her iftira o muminin hayrınadır. Mumin tum bunlara sabır gosterip, tevekkul ettikce onun cennetteki mekanı daha da genişler, daha guzelleşir, makamı daha da artar. Dunyada ise Allah muminlere ustunluk vaat etmiştir. Bu nedenle inkarcılar ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar yaptıkları boşa gider. Hatta onlara cehennem azabı olarak geri doner.
Bediuzzaman’ın yanısıra İmam-ı Azam, İmam-ı Ahmed, İbn-i Hanbel gibi İslam buyukleri de başta Yusuf Medresesi olmak uzere bircok sıkıntı, işkence ve zulme maruz kalmışlar, “tutuklanarak”, “surulerek”, “baskı altına alınarak” engellenmeye calışılmışlardır. Bediuzzaman, Yusuf Medresesi’nde bulunan ve ceşitli zorluklara goğus geren İslam alimleri icin şoyle der:Hem kalbime geldi ki, madem İmam-ı A’zam gibi en buyuk muctehidler hapis cekmiş ve İmam-ı Ahmed ibn-i Hanbel gibi bir buyuk mucahide, Kur’an’ın bir tek mes’elesi icin hapiste pek cok azap verilmiş. Ve şikayet etmeyerek tam bir sabır ile sebat edip o mes’elelerde sukut etmemiş. Ve pek cok imamlar ve alimler, sizlerden pek cok ziyade azap verildiği halde, tam bir sabır icinde şukredip sarsılmamışlar. Elbette sizler, Kuran’ın bircok hakikatleri icin pek buyuk sevap ve kazanc aldığınız halde pek az zahmet cektiğinize binler teşekkur etmek borcunuzdur
KISACA BAZI FİKİRLERİ


USTÂD BEDİUZZAMAN'ın ''ESKİ'' ve ''YENİ SAİD' donemlerinde yazdığı bircok eserleri var- dır. Turkce, Arapca ve az miktarda Farsca yazmıştır. Eserleri hacim olarak toplam altı bin sayfa tutmaktadır. Eserlerinde nakle değil, yeni, orijinal fikirlere yer verir. Diğer eserlerde bulunabilecek bilgileri onlara havale edip tekrara gerek duymaz eserlerinin coğu Kur'Ân tefsiri mahiyetindedir. Konuya girerken bir veya daha cok ayetten hareket eder.Fakat eseri, alışılmış lafzî tefsir tarzında değildir. Kur'an hakikatlerinin kuvvetli huccet- lerini ortaya koyması itibariyle farklı ve onemli bir tefsirdir. Kur'an'ın hidayetini insanlara anlatma işini gercekleştiren, insanın aklını, nefsini, duygularını ikna eden bir eserdir. Aslında insanların coğunun, lafzî tefsirlerden cok, bu tur eserlere ihtiyacları vardır. İnsanlar, muayyen konularda Kur'an'ın insanlığa gosterdiği hidayeti anlamak isterler. Tefsirlerin tamamını okuyacak vakti olan cok az insan vardır. Bu sebeple konulu tefsir, bu asırda yayılmış ve yayılmakta olan bir tefsir turudur. İşte Risale-i Nur Kulliyatı, İslÂm'ın temeli ve yirminci asırda en cok hucum edilen kısmı olan iman hakikatlarına dair, akaid esaslarına dair bilgileri, ozellikle onlardan kastedilen hidayet, maksad ve neticeler itibariyle tefsir eden konulu orneklerindendir. Bediuzzaaman'ın hayatı boyunca izlediği gayelerden biri de İslÂm ehlinin eğitim muessesele- ri olan medrese, mektup vetekkeyi kendilerinden beklenen rolleri yerine getirecek tarzda besleyip mucehhez kılmak idi.Medrese programlarının yeniden duzenlenmesini şart goruyordu.Ona gore tefeyyuz eksikliğinin sebebi, alet derslerinin asıl derslerin yerine gecmiş olması, şerh ve hÂşiyelerle fazla meşgul olma ve fen bilimlerinin yokluğu idi. Mektepleri de dinî dersler yonunden beslemek gerekiyordu.Mezunlarının isdihdam yerlerini de duşunmek lÂzım gelirdi. İşte boylece her biri, farklı bir tarafa cekip goturen medrese, mektep ve tekke ruhunu birleştirip bunların herbirinden nasibini almış kÂmil insan yetiştirme peşinde idi. Bunu ''Medresetu'z--Zehra'' adını verdiği universiti modelinde goruyordu. İslÂm toplumunun uc eğitim kurumu olan medrese, mektep ve tekkenin koordinali calışmasını istiyordu. Bunların birbirinden kopuk oluşu, her birinden gurur ve taassubu ortaya cıkarıyordu. Halbuki onago reİslÂm binasında, bunların her birinin yeri vardı. ''İslamiyet haricte temessul etse bir menzili mektep,bir odası medrese, bir koşesi zÂviyedir. Salonu ise hepsinin toplandığı yerdir. Biri, diğerinin noksanını tekmil icin bir şûra meclisi olarak, nûrÂnî sağlam sarayı ortaya koyacaktır.'' İdealindeki Medresetu'z--Zehra'nın, bu ilahi sarayı temsil etmesini bekliyordu. Ozellikle Van, Diyarbakır, Siirt, Bitlis gibi şark vilayetlerinde acılmasına ihtiyac gorduğu bu okulların, Osmanlı mozayiğini bir arada tutacak harc olacağını ve muhtemel menfi akımlara karşı sed olacağını duşunuyordu. Buna dair yirniden fazla arşiv belgesi vardır. ''Her mu'min i'lÂ-yı kelimetullah ile mukelleftir.Bu zamanda (cihadın) en muhin vesilesi maddeten terakki etmektir.'' O guclu dış duşmanları bile umitsizliğe değil, gayrete vesile yapıyordu: ''Onlar bizim uyanma- mıza vesiledir. Onlardan fen alacağız. İslÂm'ın sulh dini olduğuna inandıracağız. Dinin burhanları ile ikna edip, İslÂm'ın mukemmelliklerini ve guzelliklerini fiillerimizle gostereceğiz.'' Bediuzzaman'ın yetiştiği 19. asır, İslÂm dunyasının ve butun dunyanın en sancılı donemine rastlıyordu.Ronesans sonrası Avrupa'da bilim, kiliseye rağmen gelişince modern bilimin temsil- cileri dine karşı veya en azından dinle ilgisiz materyalist bir istikamette ilerlemiş ve yeni bir ca- hiliye ordusu,gucsuz İslÂm dunyası uzerine hucum etmişti.Birinci Dunya Savaşı'ndan sonra Ana- dolu, İran Afganistan dışındaki butun İslÂm dunyası, Batı'lılarca somurgeleştirilmişti. Bu fela- ketlerin sebebini, bazı bilim adamları gibi Besiuzzaman da incelemişti. O, 1909'da yayınladığı program ını, daha sonra devam eden elli yıllık hayatı boyunca da incelemiştir. ''Bediuzzaman'ın fihriste-i maksadı ve efkÂrının program ıdır'' makalesindeki fikirleri ozetle şoyledir: 1-İslÂm alemini terakkiye sevk edecek uyanışı sağlamak. 2Muslumanların uc temel eğitim kurumu olan medrese mektep ve tekke arasında uyum sağ- lamak. 3- İlmî cevrelerde hurriyeti tesis etmek. 4- Medreselerde ihtisas şubeleri kurmak. 5- Geniş kitleleri irşad edecek vaiz ve hatiplerin yetiştirilmesini yeni baştan ele almak. 6- Osmanlı toplumunu geliştirmek icin en buyuk uc duşman olan cehalet, zarûret (yani fakirlik,) ve ihtilÂfı yenmek.Bu uc duşmana karşı ma'rifet (bilim ve eğitim), sanat (endustri) ittifak silahıyla cihad etmek. 7-HilÂfet makamının ıslÂh edilmesi. 8-Osmanlı devletinin dağılıp beylikler haline donuşmemesi icin İttihad-ı Muhammedî fikrinin geliştirilmesi. 9- Milli birliği sağlayarak, Kurtlerin ihtilÂfı sebebiyle zayi olan buyuk kuvvetlerinden istifade etmek.
.
SONUC OLARAK

Kuran’da haberleri verilen peygamberlerin ve gecmişte yaşamış olan salih muminlerin hayatlarına baktığımızda hep zorlu bir mucadele, surekli bir olum veya yurtlarından ve evlerinden surulme tehdidi, iftiralar, suclamalar ve alayla karşılaşırız. Cunku onlar Allah’ın emrine uymuşlar ve sadece dini kendileri yaşayarak kalmamış, imkanlarının ulaşabildiği en son noktaya kadar insanlara dini ve guzel ahlakı anlatmışlardır. Bu samimi ve ciddi cabalarının sonucunda ise bircok insanın imanına vesile oldukları gibi, daha coklarının da duşmanlığını kazanmışlar ve donem donem zorluklarla dolu bir hayat yaşamışlardır.
Bu zorluklara goğus geremeyenler, peygamberlerin gosterdiği guzel ahlakı, sabrı ve hamiyet-i İslamiye’yi gosteremeyenler ise “geride kalanlar”dan olmuşlar, dunya hayatına razı olarak ahiretlerini dunya icin satmışlardır.
Ancak unutulmaması gereken cok onemli bir gercek vardır: Allah tum zorlukları iyilerin ve kotulerin, temizlerin ve pislerin, samimilerin ve sahtekarların, iman edenlerin ve dinsizlerin birbirlerinden ayırt edilmeleri icin yaratır. Zorluklar karşısında Allah’ın hoşnut olacağı guzel ahlakı gosterenler Allah’ın dostudurlar ve Allah dunyada ve ahirette dostlarına yardımını ve desteğini mujdelemektedir. Allah’ın bir ayetinde bildirdiği gibi “her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır”.
Kuran’da bildirilen bu mujdenin yanı sıra, Allah, muminlere kurulan tuzakları mutlaka bozacağını, o tuzakların sahiplerini buyuk bir bozguna uğratacağını, inkar edenlerin muminlere hicbir şekilde zarar veremeyeceklerini bildirmektedir. Bununla ilgili ayetlerden bazıları şoyledir:… Allah, kafirlere mu’minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez. (Nisa Suresi, 141)
Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da oldurmek veya surgun etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir duzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, duzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)
Muminlerin yaşadıkları zorlukların ardından daima guzellik, hayır ve bereket gelmiştir. Orneğin Hz. Yusuf hapisten cıktığında Mısır’ın hazinelerine yonetici olarak tayin edilmiştir, Allah Hz. Nuh’u ve inananları zulmeden kavimlerini helak ettikten sonra bereketli bir yerde konaklatmıştır, Hz. Musa’ya ve kavmine işkencelerde bulunarak onları yok etmek icin uğraşan Firavun’un kendisi denizde boğularak yok olmuştur. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ise kendisine kurulan tuzaklardan ve olum tehditlerinden sonra inananlarla birlikte hicret etmek mecburiyetinde kalmıştır. Ancak ardından Allah kendisine ve muminlerin uzerine rahmetini ve bereketini yaymış, muminler buyuk bir guc kazanarak kotulerin ittifakını yenilgiye uğratmışlardır.
Allah, dunyada herkese yaptığının karşılığını gosterecektir; salih muminleri de mutlaka ustun kılacaktır. Ancak asıl karşılık sonsuz ve asıl hayatımız olan ahirettedir. Her insan, er ya da gec mutlaka bir gun olecektir. Herkes hic beklemediği bir anda olum meleği ile karşılaşacak ve işte o an, her insan gerceği tum cıplaklığı ile gorecektir. Herkes şundan emin olmalıdır ki, dunya hayatına razı olanlar, zorluklardan kacanlar, keyiflerinin peşinden gidenler, rahatlarını bozmaktan kacınanlar, istek ve arzularını Allah’ın rızasına tercih edenler, gelecek endişesi ile, haksız yere hapse atılmaktan veya surulmekten korkarak dinlerini, ibadetlerini terk edenler olum meleklerini gorduklerinde hic de dunya hayatında yaşadıklarına sevinemeyeceklerdir. Bu insanlardan hicbiri, “İyi ki dunya hayatımda yan gelip yatmışım, dunya zevklerinin peşinde koşmuşum. Bunlar da yanıma kar kaldı” diyemeyecektir. Diyemediği gibi, tum bu yaptıkları onda tarifi ve geri cevrilmesi imkansız bir pişmanlığa neden olacak, hicbir zaman hissetmediği kadar buyuk bir yurek acısı ve caresizlik hissi duyacaktır. Allah inkarcıların ahiretteki pişmanlıklarını şoyle bildirmektedir:Ateşin ustunde durdurulduklarında onları bir gorsen; derler ki: “Keşke (dunyaya bir daha) geri cevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mu’minlerden olsaydık.” (Enam Suresi, 27)
Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: “Bana keşke kitabım verilmeseydi. Hesabımı hic bilmeseydim. Keşke o (olum herşeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hicbir yarar sağlayamadı.” Guc ve kudretim yok olup gitti.” (Hakka Suresi, 25-29)
Tum hayatını Allah icin yaşayan, Allah’ın rızasından vazgecmediği icin hayatının buyuk bir bolumunde zulum goren, zorluk yaşayan, hep oldurulme tehlikesi altında kalan, insanlardan incitici ve alaycı sozler işiten, iftiralara uğrayan, hatta hapis yatan bir mumin ise olum meleğini gorduğunde tum hayatı boyunca yaşadığı zorluklar icin buyuk bir sevince kapılacaktır. Hatta kitap boyunca anlattığımız gibi mumin, zorluklarla karşılaştığı anda da cok buyuk bir sevinc ve umut yaşar; cunku tum dunyadaki zorlukların sonunun hayır olduğunu, Allah’ın mutlak bir kolaylık ve ustunluk vereceğini bilir. Ustelik burada yaşadığı zorlukların ahirette de bir guzellik ve kat kat artırılmış nimetler olarak karşısına cıkmasını şiddetle umar. Bu nedenle inkar edenler, zorluk anında muminlerin tavrına şaşırır, onların neşesine ve gucune, umitvar yaklaşımlarına hayret ederler. Cunku onlar muminlerin Allah’tan, onların ummadığı şeyleri umduklarını bilmezler.
Yusuf Medresesi, bu nedenle bir mumin icin hem manevi bir eğitim yeri hem de ahiretteki guzelliklerin kapısını acan bir imtihan vesilesidir. Yusuf Medresesi’ne giren mumin, bu imtihanın hayırla sonuclanmasını beklediği ve cenneti biraz daha fazla umabildiği icin buyuk bir sevinc duyar.
Muminler olaylara inkarcıların kavrayamadıkları bir gozle bakar ve olayların ic yuzunu gorebilirler. Onlar, zorluğun, ezanın, engellenmelerin asıl anlamını bilen, hayatlarını bu sırra gore yaşayan insanlardır. Dolayısıyla, Allah’a samimi olarak iman eden, sadece Allah’tan korkup sakınan, Allah’ı seven, Allah’ı dost edinen, insanlar arasında dostluğun, sevginin, hoşgorunun, umitvar olmanın, iyimserliğin, dayanışmanın, guzel ahlakın yayılması icin gonulden mucadele veren bir insanı, herhangi bir kotunun veya fesat peşindeki bir insanın durdurabilmesi veya engelleyebilmesi kesinlikle mumkun değildir.
İnkarcılar bilmelidirler ki ne yaparlarsa yapsınlar, tum guclerini de toplasalar, birbirlerine arka da cıksalar, dağları yerinden sarsacak kadar kapsamlı tuzaklar da kursalar, onlar muminlere hicbir zarar veremezler. Hatta her kurdukları tuzak, attıkları her iftira, soyledikleri her alaycı soz muminlerin hem dunyadaki hem de cennetteki mekanlarının daha da guzelleşip zenginleşmesine vesile olur.
Bu sırrı bilen muminlere Allah Kuran’da şoyle mujde verir:Hic şuphesiz Allah, mu’minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek uzere- canlarını ve mallarını satın almıştır… Allah’tan daha cok ahdine vefa gosterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-mujdeleşiniz. İşte ‘buyuk kurtuluş ve mutluluk’ budur. Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rukû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kotulukten sakındıranlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar; sen (butun) mu’minleri mujdele. (Tevbe Suresi, 111-112)
RİSALE-İ NUR'un OZEL