Suheyb-i Rûmî (r.a)
Zuhdu MERCAN
*
FEDAKÂRLIK ÂBİDESİ SUHEYBİ RÛMÎ (r.a)

Hz. Suheyb–i Rûmî, Hz. Peygamber (sas)’le arkadaşlık edenlerin başında gelen bir sahabidir. Mekke’ye sonradan gelmesine rağmen, kendini onlara kabul ettirmiş, buyuk simadır. Başta Hz. Peygamber olmak uzere, Hz. Omer gibi, Ashabın onde gelenlerinin takdirine mazhar olmuş, Altın Kuşak’ın mumtazlarından biridir.

İslÂm Oncesi
Musul’a yakın Dicle kıyılarında Ubulle isimli bir şehirde dunyaya gelmiş. Ailesi hakkında detaylı bilgimiz yoktur. Babasının adı Sinan b. Malik. Hz. Suheyb durumunu şoyle anlatıyor: “Ben Musul ahalisinden Nemr b. Kasıt hanedanına mensubum. Kucuk bir cocuk iken esir edildim ve ailemi kaybettim.” Bir kısım rivayetlere gore dedesi, buraya İran hakimi Kisra tarafından şehrin idarecisi olarak tayin edilmiştir.

Fakat kucuk yaşlarda iken, oturdukları Ubulle kenti, Rumların yağmasında kacırılıp esir edildiği ve kole olarak Mekke’de İbn Ced’a’ya satıldığı icin ‘Rûmî’ nisbesiyle meşhur olmuştur. Burada Allah’ın hikmetini gormemek mumkun değildir: Allahu TealÂ, Peygamber Efendimiz’e arkadaş (sahab&#238 olacak bu zatı, uzun yollardan dolaştırarak, farklı mekÂnları gezdirerek değişik insanlarla tanıştırmış ve sonunda Mekke’ye getirtmiştir. Burada yanan İslÂm meşalesinin etrafında halkalanan ilklerden olma şerefini ihraz ettirmiştir. Kim bilir, babasının yanında kalsa, ailesi ile mureffeh bir hayat surse bu şerefe nail olabilecek miydi? Evet, Allah nasip edecektir; lÂkin aramadan, ter dokmeden asla.

İbn Ced’a, daha sonra Hazret–i Suheyb’i azat etmiş, hayatının geri kalan kısmına, o kabilenin halifi (anlaşmalısı, o gunku Arap toplumunda, sonradan Mekke’ye gelen birisi, orada mukim bir kabile ile anlaşarak oraya yerleşebilirdi.) olarak devam etmeye başlamıştır. Bu sıralarda İslÂm da ‘arzın merkezi’nde nurunu neşretmeye başlamıştı. Tanıştığı Ammar b. Yasir vasıtasıyla Nurun kaynağı ile temasa gecmiş ve O’nu (sallallahu aleyhi ve sellem) gorunce hemen nuraniler halkasına dahil olmuştu. Ve dahil olmasıyla, Mekke’de guclu bir aşirete mensup olmayan Muslumanların maruz kaldığı işkencelere o da maruz kaldı.

Onlar icin artık ikinci bir devre başlıyordu: Hicret devresi. Malından, yurdundan, eşinden.. herşeyden ayrılma, Allah rızası icin butun bunları terketme devri başlamıştı.

Hicret Yolunda
Hicret, Allah yolunda olursa kutludur. O’nun rızası uğrunda olmadan yapılan tum yolculuklar ve gocmeler, basit birer yer değiştirmedir sadece. Hz. Suheyb, azat edildikten sonra iyi bir demirci olmuş, atolye işletmeye başlamıştı. Birinci sınıf bir demirci olarak bir şeyler artırmıştı da. Hicret emri gelince, gizlice hazırlıklarını yapmış, kimseye farkettirmeden cıkmanın yollarını aramaya başlamıştı. LÂkin etraflarından insanların birer ikişer kaybolmaları, Mekkelileri huylandırmıştı. Bunun icin Hz. Suheyb’in Mekke cıkışında etrafını kuşattılar. İyi bir okcu olarak temayuz etmiş Hz. Suheyb, sadağını cıkarıp onune koydu. Bir eliyle de kılıcını tutarak onlarla pazarlığa girişti. Onlara kendisinin iyi ok tattığını, okları bitinceye kadar kimsenin yanına gelemeyeceğini, sonra da kılıcla bu işin uzayacağını hatırlattı. Olayın bundan sonrasını kendi ağzından dinleyelim:

“Peygamber (sa), Hz. Ebu Bekir (ra) ile birlikte Medine’ye doğru yola koyuldu. Ben de onlarla birlikte gitmeye niyetlenmiştim.. Ama karşıma Kureyşli gencler cıktı. O geceyi hep ayakta gecirdim. Hic oturamadım. Mekkeliler; “Allah (cc) sizi Mekke’nin ortasında bırakarak alıkoydu, Peygamber'e yetişemediniz” dediler. Ben halimden şikayetci değildim. Bazıları beni ısrarla yolumdan geri dondurmek istediler. Onlarla pazarlığa oturdum: “Size keseler dolusu altın ve iki guzel elbise versem bana guvenir ve yolumu acar mısınız?” dedim. Teklifimi kabul ettiler. Onları Mekke’ye geri gonderdim ve hemen yola koyuldum. Peygamber (sa), hicret yolunda konakladığı Kuba’dan hareket etmeden once ona yetiştim. Peygamber (sa) beni gorunce “Ey Yahya’nın babası! Alışverişin ne kadar kÂrlıydı, bir bilsen” diyordu. Ben de ona şoyle dedim: “Ya Rasulallah! Kimse sana benden once gelmedi, haber vermedi. Oyleyse seni benden haberdar eden Cibril (as) olsa gerektir” dedim.

O da kÂrlı bir alışverişle imanını satın aldı, hicretini satın aldı, Âhiretini satın aldı. Acsusuz Medine yolundaydı artık. Gecesi gunduzu ile gunler surecek yolculuğuna başlamıştı. Artık gunduzlerini guneşin tum yakıcılığı, gecelerini de colun ayazları dolduracaktı. Ama buna baştan razı olmuştu. Allah’ın rızası o gun bundaydı cunku... Medine’ye ulaştığında tum takatını tuketmiş, tukenmenin ne olduğu butun dehşetiyle gormuştu. Medine gozlerinin onunde tullendiği zaman, ayakta duracak hali kalmamıştı artık. Hemen Sa’d b. Hayseme hazretlerinin evine misafir edildi. Bir muddet dinlendikten sonra ancak kendine gelebildi. Bu arada kendini araştıran Resul–i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz, ondan yolculuğunun hikayesini dinlemiş ve şoyle buyurmuştu: ‘KÂrlı bir alış veriş yaptın Ya Ebu Yahya buyurmuş,ardından da şu Âyeti kerimeyi okumuştu: “İnsanlardan oylesi vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak icin kendini fed eder.” (2, Bakara:207). Nitekim bu Âyetin Hz. Suheyb–i Rumi hakkında nazil olduğu rivayet edilmiştir.

Onun dini uğrunda katlandığı bu fedakÂrlığı, Yuce Rabbimiz karşılıksız bırakmamış, gonderdiği bir Âyetle tescil etmiş ve kıyamete kadar gelecek Muslumanlara da ibretle okutmaktadır.

Gazveler Donemi
Resûl–i Ekrem Efendimiz ve Muslumanlar, Kutlu Medine’ye gelince iş bitmemiş, aksine yeni başlamıştı. Artık onlerinde yeni ufuklar acılmıştı; Allah’ı anlatmada yeni imkÂnlar ortaya cıkmıştı; İslam binasını, asırları da kuşatacak şekilde inşa etmek gorevi yeni başlıyordu. İslÂm’ı daha geniş kitlelere duyurma vazifesi vardı. Butun bunlar yapılacaktı: lÂkin, insanlar buna henuz hazır değillerdi. Nurun yayılmasına engel olmaya calışanlar cıkacaktı. Bunun icin Resul–i Ekrem Efendimiz tedbirini almış, Medine’de bulunan diğer gruplarla bir anlaşma imzalamıştı. Boylece Medine’de nispî bir rahatlık vardı. Artık tum gucleriyle dışarı acılıp Allah adını duymayanlara duyurma gorevi kendilerini bekliyordu. Bedir bu gorevin duraklarından biriydi; Uhud, bir diğeri; baştan sona her şeyiyle zorluk demek olan Tebuk bir diğeri... Suheybi Rûmî hazretleri bu gazvelerin hapsine katılmış, kendinden bekleneni yerine getirmişti. İyi ok attığına daha once temas etmiştik. Bu maharetini her savaşta konuşturmuş, Resuli Ekrem’in ovgulerine mazhar olmuştu. Kendisi o gunleri şoyle anlatır: Suheyb’in torunu, dedesinden naklediyor: “Rasulullah (sas)’ın bulunduğu her yerde ben de vardım. Ona bîat edilirken oradaydım. Bir seriyye (oncu kuvvet) gonderilirken orada ben de bulunurdum. Peygamber (sas)’in ilk savaşından son savaşma kadar, ya sağında ya da solunda yer aldım. Ordunun onunde onu korurdum. Duşmanlar kacarken onları arkalarından kovalardım. Resuli Ekrem’i hic duşmanla başbaşa bırakmadım.”

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem onun icin “Suheyb, ne guzel kuldur” buyurmuştu. Gokler otesinin bu ve daha once gecen senalarına mazhariyet az bir şey değildi; hayatına bir kole olarak başlamış, imkÂnsızlıklarla boğuşmuş, turlu işkencelere tahammul etmiş Hz. Suheyb, Allah’ın ve sevgili Resûlu’nun takdirine mazhar olmuştu.

Vefat–ı Nebi’den Sonra
Efendimiz'den sonra da hayat devam etmişti. Şimdi, İslam’ın sadece O’nun şahsına bağlı olmadığının tescili yapılacaktı. Hz. Suheyb ve diğer Ashab–ı Kiram Efendilerimiz, bu ağır gorevin yuku altında idiler. Bu donemde Hz. Suheyb’in ne yaptığını kaynaklarımızda bulamıyoruz. Bildiğimiz kadarıyla, Hz. Omer’in şehadetinden sonra kendi yerine imam olarak tayin edilen zat olarak karşımıza Hz. Suheyb cıkıyor. Hz. Omer Efendimiz'in sevip takdir ettiği insanların başında gelen bu zat, boylece ummete uc gun de olsa imamlık, yani halifelik yapmış oluyordu. Yeni Halife secilinceye kadar bu gorevini surdurmuştu. Ki, bu gorevin, pek cok sahabenin hayatta olduğu bir donemde ona teslim edilmesi, onun liyakatini gosterdiği gibi, insan değerlendirilmesinde liyakat dışında başka bir olcunun gecerli olmadığını işaretlemiş oluyordu.


Vefatı

Hicretten sonra, 38. senesinde, Medine’deki evinde, gun gormuş, yaş yaşamış bir insan olarak 73 yaşında vefat etti. Resuli Ekrem’den sonra ortaya cıkan fitnelere iştirak etmemişti. Baki mezarlığına defnedildi.


Hayatından ve AhlÂkından Kesitler
Malını infak edebilen, canını Allah (cc) icin tehlikeye atabilen, dinini iyi bilen ve Rabbine duşkun olan Hz. Suheyb, muhacirlerden, comert bir tuccardı. Orta boylu, kırmızı tenli bir insan olan Hz. Suheyb, yuksek ahlÂka sahip bir zattı. Fazilet ve kemal sahibi idi. Hazır cevap birisi olarak lÂtifeleri meşhurdu. Cok comertti.

Torunu, dedesi Hz. Suheyb’den şoyle bir olay nakleder: Hz. Omer (ra) bana sordu: “Suheyb! Senin kunyen var. Ama cocuğun yok. Araplar arasında yetiştin. Ama sen Rumî lÂkabını taşıyorsun. Bu nasıl oluyor?” Ben şoyle cevap verdim:

“Ey muminlerin emîri! Peygamber (sas) bana ‘Ebu Yahya’ diyerek kunye verdi, cocuğum olmasa ne olur? Rum soyundan olmama gelince, ben Nemr b. Kasıt kabilesindenim. Cocukken Musul’da esir edilmiştim. Onları ailem bildim.”

Suheyb (ra)’ ın bereketlenen yemeği: Yine torunu Hamza b. Suheyb anlatıyor: Suheyb cok yemek yedirirdi. İkram etmeyi severdi. Hz. Omer (ra) sordu: “Ya Suheyb! Sen cok ikram ediyorsun, cok yemek yediriyorsun. Bu malda israfa yol acmaz mı?” Suheyb şoyle cevap verdi: “Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şoyle buyururdu: ‘Sizin en hayırlılarınız, yemek yedirenleriniz ve selÂmı alanlarınızdır’. Ben de bu sozden dolayı yemek yedirmeyi severim.”

Hz. Suheyb anlatıyor:
“Peygamber (sas) efendimiz icin yemek yaptım. Onu cağırmaya gittiğimde bir grup insanla birlikte sohbet ettiğim gordum. Uzaktan karşısına gecip anlatmak istediğimi gozumle ima ettim. O da bana ; “Ya bunlar, bunlar da gelsin mi?” diye ima ile cevap verdi. Ben, “hayır” anlamına gelen bir işaret yapınca o cevap vermedi. Yerimden kalktım. Rasulullah (sas) tekrar bana baktı. Ben yine işaret ettim. O da aynı şekilde “bunlar?” diye sordu. Ben iki ya da uc defa “hayır” dediysem de sonunda kabul ettim. Evimde cok az yemeğim vardı. Peygamber (S.A.V) yanındakilerle birlikte geldi. Hepsi yediler. Yine de yemek arttı.”

Kaynak: Yeni Umit dergisi, sayi 49
*

.
__________________