1. Hz. Peygamber (s.a.s.) ’in Mekke'deki Mescid-i HarÂm'dan Kudus'teki Mescid-i AksÂ'ya goturulmesi şeklinde gercekleşen olağan ustu olay İslÂmî kaynaklarda, metindeki ilgili fiilin mastar olan ve 'geceleyin yurume, gece yolculuğu' anlamına gelen isr kelimesiyle anılır. Bu yolculuğun, hadislerde anlatılan 'goklere yukseltilme' safhasının da dahil olduğu tamamı ise 'yukselme, yukarı tırmanma' anlamındaki urûc kokunden turetilmiş olan ve 'yukselme vasıtası, aleti' mÂnasına gelen mi'rÂc kelimesiyle ifade edilir.
Hz. Muhammed (s.a.s.) 'in peygamber olmasıyla birlikte putperestlerin muslumanlar uzerinde kurduğu baskılar, muhtemelen risÂletin 6. yılından itibaren Peygamber ailesiyle az sayıdaki muslumanlara karşı ekonomik ve sosyal bir boykota donuştu. Uc yıl suren ve buyuk acılara sebep olan bu boykotun ardından Resulullah (s.a.s.) , kısa aralıklarla eşi Hz. Hatice ile amcası ve hamisi Ebû Talib'i kaybetti. Dolayısıyla bu yıla huzun yılı denildi. Bu acılı olayların ardından Allah TeÂlÂ, bir bakıma Resulunu, sabır ve tahammulu dolayısıyla hem teselli etmek hem de odullendirmek istedi ve bunun icin genellikle mi'rac diye anılan buyuk mucizevî olayı gercekleştirdi.
İsr sûresinin 1. Âyeti ile Necm sûresinin ilk Âyetleri mi'rac olayına işaret etmektedir. Aynı konuda hadis mecmualarında da kırk beş kadar sahÂbî vasıtasıyla bizzat Hz. Peygamber'den bilgiler nakledilmiştir. Ancak ozellikle bu hadislerdeki ayrıntılı malûmat değişik yorumlara yol acacak nitelikte olduğu icin, mi'racın tarihi ve nasıl cereyan ettiği hakkında farklı bilgiler verilmiştir. Yaygın kabule gore mi'rac, peygamberliğin 12 veya 13. yılında vuku bulmuştur. Konuyla ilgili cok sayıda hadis bulunmakta olup ozellikle BuhÂrî'nin el-CÂmiu's-Sahih’inde, yer alan hadislere gore bir gece Hz. Peygamber Kabe'nin avlusunda (diğer bazı rivayetlerde amcasının kızı UmmuhÂnî'nin evinde) 'uyku ile uyanıklık arasında bir durumdayken' Cebrail yanına geldi, goğsunu acarak kalbini zemzemle yıkadı, sonra Burak denilen bir binek uzerinde onu Kudus'e goturdu. Resûlullah (s.a.s.) 'i burada onceki bazı peygamberler karşıladılar ve onu kendilerine imam yaparak arkasında topluca namaz kıldılar (Başka bazı rivayetlere gore Hz. Peygamber once Mekke'den goklere yukseltildi, donuşte de Kudus'teki Mescid-i Aksa'ya goturuldu. Bu bilgiye gore Âyette Resûlullah'ın bu manevî yolculuğa Mekke'den başlayıp semalara yukseldikten sonra Mescid-i Aksa'ya geldiği, oradan da Mekke'ye donduğu ozetlenmiştir) . Daha sonra semaya yukseltilen Resûlullah (s.a.s.) , semanın birinci katında Hz. Âdem, ikinci katında Hz. Îs ve Hz. Yahya, ucuncu kalında Hz. Yûsuf, dorduncu katında Hz. İdrîs, beşinci katında Hz, HÂrûn, altıncı kalında Hz. MûsÂ, yedinci katında ise Hz. İbrahim ile goruştu. Kur'an'da 'sidretu'l-muntehÂ' (hudut ağacı) denilen ve bir goruşe gore yaratılmışlarca bilinebilen alanın son sınırını işaretlediği kabul edilen hudut noktasının otesine, Cebrail'in gecme imkÂnı olmadığı icin Hz. Peygamber (s.a.s.) refref denilen bir aracla tek başına yukselmesini surdurdu. Bu sırada kendisine evrenin sırları, varlığın kaderiyle hukumlerin tespiti icin gorevlendirilmiş olan meleklerin calışmaları gosterildi. Nihayet bir yoruma gore bir beşerin insan olma ozelliğim koruyarak Allah'a yaklaşabileceği son noktaya kadar yaklaştı.
Peygamber'in rabbine selÂm ve ihtiramını arzettiği, Allah'ın da ona selÂmla hitap ettiği ve inananlara esenliklerin dile getirildiği 'Tahiyyat' duasındaki diyalogun mi'rac olayı sırasında gercekleştiği kabul edilir. MekÂndan munezzeh olan Allah TeÂl ile Kur'an'ın 'Âlemlere rahmet' olarak gonderildiğini bildirdiği Hz. Muhammed (s.a.s.) arasında, insan idrakinin kavramaktan Âciz olduğu bir şekilde gercekleşen bu buluşma sırasında Resûlullah (s.a.s.) 'e, iclerinden gunahkÂr olanlar -eğer affedilmezlerse- bir sure cehennemde cezalandırıldıktan sonra butun ummetinin cennete kabul buyurulacağı mujdelendi; ayrıca kendisine bir hediye olarak Bakara sûresinin 'Âmene'r-resulu...' diye başlayan son iki Âyeti verildi; İslÂm'ın temel ibadetlerinden beş vakit namaz emredildi. Bazı rivayetlere gore mi'racdan donuş sırasında kendisine cennet ve cehennem ile buralarda bulunacak insanların durumları gosterildi. Nihayet Hz. Peygamber (s.a.s.) Mekke'den ayrıldığı noktaya getirildi.
Soz konusu hadislerin baş kısmında yer alan ve mi'racın Hz. Peygamber (s.a.s.) 'uyku ile uyanıklık arasında' bir durumdayken başladığını, uyandığında kendisini Mescid-i HarÂm'da bulduğunu belirten ifadeler dolayısıyla (BuhÂrî'deki rivayetlerin birinin sonunda 'Peygamber uyandı ki Mescid-i HarÂm'dadır' denilmektedir) bu olayın bedenle gercekleşen bir yolculuk mu olduğu, yoksa bunun bir tur ruyada vuku bulan ruhanî bir durum mu olduğu hususunda erken donemden itibaren tartışmalar yapılmıştır. Biri uykuda diğeri uyanıkken olmak uzere iki mi'racdan bahsedildiği de olmuştur. Mufessirlerin coğunluğu mi'racı Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in hem bedeniyle hem de ruhuyla uyanıkken yaşadığı bir olay olarak kabul etmişlerdir. Miracın uykudayken veya uyanık iken ruhen vuku bulduğunu soyleyenler olmuştur. Doğru olsa bile bu iddia mirac mucizesinin değerini ve onemini azaltmaz. Cunku genel bir ilke olarak vahiy yollarından birinin de ruya olduğu kabul edilir. Nitekim bu sûrenin 60. Âyetinde mi'rac olayı kastedilerek 'sana gosterdiğimiz ruya...' şeklinde bir ifade yer almaktadır. Buradaki ruya kelimesinin uyanıkken gorme anlamına gelebileceği gibi bundan uykuda gorulen ruyanın kastedilmiş olabileceği de belirtilmektedir. Ayrıca Hz. İbrahim de oğlu İsmail'i kurban etme emrini ruyasında almıştı.
Ancak, mi'rac Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in tamamen mucizevî bir tecrubesi olduğundan onu ill da aklın kalıpları İcinde acıklamanın gerekli olmadığı muhakkaktır. Taberî'ye gore Allah, kulunun ruhunu değil, mutlak bir ifadeyle kulunu geceleyin goturduğunu ifade buyurduğuna gore 'Peygamber sadece ruhuyla mi'raca cıkmıştır' diyerek Âyetin anlamını sınırlamaya hakkımız yoktur.
Buharı'nin naklettiği rivayetlerde Hz. Peygamber (s.a.s.) 'in once goklere cıkarıldığı, sonra Kudus'e getirildiği bildirilirken, once Kudus'e getirildiğini ifade eden rivayetler de vardır. Konumuz olan Âyette isr anlatılırken acıkca 'Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya' ifadesinin kullanılmış olması, Resûlullah (s.a.s.) 'in semÂya yukselmesinden once Mescid-i AksÂ'ya uğradığı goruşunu teyit etmektedir. Ote yandan Muhammed Hamîdullah, Âyette gecen 'en uzak mescid' anlamına gelen Mescid-i AksÂ'nın Kudus'teki mescid olamayacağını, bunun 'semavî bir mescid' olması gerektiğini savunan goruşu tercih eder. Cunku Kur'Ân-ı Kerîm'de Filistin'den 'en yakın yer' diye soz edilmektedir. Şu halde 'en uzak mescid' Kudus'te olmamalıdır. Ote yandan Kudus'te eski mabed (Suleyman mabedi) İslÂmiyet'ten cok once ortadan kaldırılmış, şimdiki Mescid-i Aksa ise henuz yapılmamıştı. Bununla birlikte mufessirlerin tamamına yakını bunun Kudus'teki Suleyman mabedi olduğunda muttefiktirler. Bu goruşe katılan İbn Âşûr, Âyette Hz. Muhammed (s.a.s.) 'in ummeti tarafından eski mabedin yeniden inşa edileceğine bir işaret bulunduğu kanaatindedir. Nitekim muslumanlar hicrî 66-73 yılları arasında bugunku Mescid-i AksÂ'yı inşa etmişlerdir.
Ayette Mescid-i AksÂ'nm cevresinin mubarek kılındığı bildirilmektedir. Cunku burası İbrÂhimî geleneğin merkezi olup burada Hz. İbrahim'den Hz. ÎsÂ'ya pek cok peygamber gelmiş gecmiş; coğu burada vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Nihayet Peygamber efendimizin mucizevî bir şekilde buraya getirilmesi ve daha sonra bir sure buranın muslumanlar tarafından kıble kabul edilmesi de Mescid-i AksÂ'nın cevresinin mubarek bir mekÂn oluşunun başka bir ifadesidir.
2-3. 'Kitap'tan maksat Tevrat'tır. Tevrat'ın hidayet rehberi olması, onun sayesinde İsrÂiloğulları'nın cehalet ve inkarcılıktan bilginin aydınlığına ve gercek dine kavuşmalarıdır, 2. Âyetin metnindeki vekîl kelimesi, 'kendisine dayanılıp guvenilen, işlerin kendisine bırakıldığı kimse' demektir. Bu şekilde Allah'a guvenip bağlanmaya da tevekkul denir.
Sûrenin ilk Âyetinde İsr ile Hz, Muhammed'in onurlandırıldığı bildirildikten sonra burada kendisine Tevrat indirilmek suretiyle Hz. MûsÂ'nın da şereflendirildiği belirtilmektedir. Bu vesileyle insanlığın en eski atalarından ve ulu peygamberlerden olan Hz, Nuh da 'cok şukreden bir kul' olarak takdirle yÂdedilmektedir.
4. Bu Âyetteki kitap genellikle Tevrat diye acıklanırken bunu levh-i mahfuz olarak anlayanlar da vardır. Bu anlayışa gore Âyet şu anlama gelir: Sizin iki defa bozgunculuk cıkaracağınız levh-i mahfuzda yazılıdır, yani ilmimizde mevcuttur, bunu yapacağınız bizce malûmdu. Nitekim ikisini de yaptınız.
Yukarıda Hz. Musa'ya kitabın gonderilmesi ve onun İsrÂiloğulları'na rehber kılınması ilÂhî bir lutuf olarak zikredilmişti. Hz. MûsÂ, Mısır'da yuzlerce yıl aşağılayıcı bir muameleye maruz kalan İsrÂiloğulları'nı Firavun'un hegemonyasından kurtarıp ozgurluklerine kavuşturmuş, ana yurtlarına goturmuş, onlara Tevrat'ı tebliğ etmişti. Fakat gerek Kur'an'da gerekse KitÂb-ı Mukaddes'te bildirildiği uzere onlar sık sık Allah'a olan ahidlerini bozup gunaha sapmışlar, bu yuzden de İlÂhî cezaya mÂruz kalmışlardı.
Âyetteki 'fesad'dan maksat, İsrÂiloğulları'nın genel olarak Allah'ın Tevrat'ta koyduğu hukumleri ciğnemeleridir. Tefsirlerde iki fesaddan biri peygamber Eş'iya'yı (İşaya) oldurmeleri veya Ermiya'yı (Yeremya) hapsetmeleri; ikincisi ise Hz. Yahya'yı oldurmeleri, Roma yoneticileriyle iş birliği yaparak Hz. ÎsÂ'yı oldurmeye kalkışmaları şeklinde acıklanmaktadır.
5-7. Hz. Musa'nın olumunden sonra İsrÂiloğulları'nın Filistin'deki ceşitli putperest toplulukların tesirinde kalarak bir yandan tevhide dayalı inanclarını bozarken bir yandan da Tevrat'ın ilkelerinden sapıp kotuluklere bulaşıyorlardı. Azgınlıklarım peygamberlerini oldurmeye kadar goturmeleri neticesinde 'ilk vaad' gercekleşmiştir. Tefsirlerde bu ilk vaad hakkında, BÂbil esaretinin de dahil olduğu farklı olaylardan soz edilmiştir. Tarihî bilgilere gore ise bu ilk vaad, milÂttan once VI. yuzyılda BÂbilliler'in Kudus'u işgal etmeleri ve Suleyman MÂbedi'ni (Birinci MÂbed) yıkmalarıyla başlayan surgun ve esaret surecini ifade etmektedir. 6. Âyette, zamanın Pers kralı Kyros'un milÂttan once 539'da BÂbil'i ele gecirdikten sonra İsrÂiloğulları'nın ulkelerine donmelerine izin vermesiyle başlayan ve milattan once 63 yılına kadar suren millî birliğin yeniden kurulması, İkinci MÂbed'in inşası, Kudus'un iman, dinî ve kulturel hayatın yeniden canlanması gibi olumlu gelişmelerin yaşandığı doneme işaret edildiği anlaşılmaktadır. 7. Âyette ise bu parlak donemin ardından girilen yeni bir dinî, kulturel, siyasî kriz ve yıkım donemine atıfta bulunulduğu gorulmektedir. Bu donemde once yahudiler arasında ceşitli fikrî ve siyasî ihtilaflar ve ic karışıklıklar başlamış; ardından iktidar mucadelesi veren bir yahudi grubunun işbirliği yaptığı Romalılar Kudus'u ele gecirerek şehri tahrip etmiş, yahudilerin bağımsızlığına son vermişler (m.o. 63) : bu arada on binlerce yahudi oldurulmuş ve nihayet 70 yılında İkinci MÂbed de Romalılar tarafından yıkılmıştır. Tefsirlerde yahudilerin İkinci bozgunculuklarıyla ilgili olarak zikrettikleri Hz. Yahya'yı oldurmeleri olayı da bu donemde vuku bulmuştur. Bundan sonra 1948'e kadar Filistin'de yahudi hakimiyeti kurulamamıştır.
8. Bundan onceki Âyetlerde İslÂm oncesi yahudilerinden soz edilmişti. Burada ise Hicaz'daki yahudilerin uyarıldığı anlaşılmakta; eğer tekrar bozgunculuk yaparlarsa Allah'ın da onları tekrar cezalandıracağı bildirilmekte, en son ceza yerinin ise cehennem olacağı hatırlatılmakta; kendilerinden, İbrÂhimî geleneğin son temsilcisi olan, Hz. Mûs ve Hz. ÎsÂ'nın ilÂhî hakikatlere davetlerini tekrar eden Hz. Muhammed'e kulak vermeleri, eski hatalarını tekrarlamayıp onu tasdik etmeleri istenmektedir. Fakat Medine'deki yahudiler bu cağrıya olumsuz cevap vermişler; hatta Hz. Peygamber'le yaptıkları anlaşma hukumlerine rağmen Mekkeli putperestlerle muslumanlara karşı iş birliği yapmışlardır. Allah da onları musluman Arapların eliyle cezalandırmıştır.
9-10. Kur'an'ın asıl işlevi, insanlık icin bir rehber olması, 'en doğru olan'a goturmesidir. 'En doğru olan 'la ilgili acıklamalar genellikle şu noktada toplanmaktadır: En doğru olan, oncelikle İslÂm dini, yani onun temel oğretisi olan doğru itikad, guzel ameldir. Bu ikisini gercekleştiren de Allah tarafından odullendirileceği icin Kur'an aynı zamanda bu buyuk ecri kazanmaya vesiledir. Ote yandan Kur'an Âhirete inanmayanlara Allah'ın ağır bir azap hazırladığını da haber vermektedir ki, insanların doğruyu bulması icin Kur'an'ın dikkat cektiği hususlardan biri de budur. Cunku peşin fikirli olmadan hakikate kargı zihnini ve gonlunu acık tutanlar Kur'an'ın bu uyanları sayesinde Âhiret azabından korunmak gerektiğinin şuurunda olarak gunahlardan uzaklaşma ve arınma cabası gosterirler.
11. Hangi insanlar kendilerine kotuluk yapmayı ve zarar vermeyi isterler? Tefsirlerde bu soruya ceşitli şekillerde cevap verilmiştir. Muşriklerden bazıları inkÂr ve inatlarını, 'Allahım! Eğer bu kitap, senin katından gelmiş bir hakikatse gokten uzerimize taş yağdır! gibi sozlerle dışa vururlardı. Muhtemelen Âyette bunlar kastedilmiştir. İnsanlar arasında ciddi bir sıkıntıyla karşılaştıklarında sabır ve metanetle bu sıkıntıyı atlatmaya, mÂkul ve meşru yollarla bu sıkıntıdan kurtulmaya calışmak yerine, “Allah canımı alsa da bu dertten kurtulsam! ' şeklindeki sozlerle kendilerine beddua edenler de bulunur. Ayrıca bazen insanlar bilgisizlikleri sebebiyle kendi iyiliklerine zannederek aslında yine kendileri icin kotu olan şeyleri isterler. Cunku insanın iyi olduğunu zannettiği şey gercekte kotu, kotu olduğunu zannettiği ile iyi olabilir; bu hususta en doğrusunu Allah bilir.
Âyetin, insanı cok aceleci olarak değerlendiren ifadesi, insanın tabiatındaki bir komplekse işaret etmektedir. Gercekten insanın, ozellikle ilk defa karşılaştığı durumlarda neyin iyi neyin kotu, neyin faydalı neyin zararlı olduğu konusunda isabetli hukum vermesi her zaman mumkun olmayabilir. Bunun icin insanın aklını, bilgisini, tecrubesini kullanarak veya İnandığı, guvendiği kaynaklara başvurarak en doğru tercihi yapması gerekir. Fakat zihinsel ve ruhsal yonden yeterince gelişmemiş olanlar bir sabır ve olgunluk isteyen bu surecten gecmeye tahammul edemedikleri icin genellikle nefsî isteklerinin tesiriyle aceleci davranır ve umumiyetle de yanlış hukum verir, yanlış tercihte bulunurlar. İşte Âyet-i kerîme bu zaaf konusunda uyarıda bulunmakta; dolaylı olarak muhatabını, 9. Âyette 'en doğru olan'a goturduğu bildirilen Kur'an'ın davetine ve olculerine gore karar verip hareket etmeye cağırmaktadır.
2- Bu ayetlerin gunumuz acısından değerlendirilmesi:
1. İslam dini esasen hicbir din, ırk ve millete duşmanca bir tavır icinde değildir. Ozellikle İslamiyet Ehl-i Kitap olan Hırıstiyan ve Yahudilere değişik konularda imtiyaz/ayrıcalık tanımıştır. Orneğin sosyal hayatla alakalı olarak; onların kızları ile evlenmek, kestikleri hayvanlardan yemenin meşru olduğunu Kur’an-ı Kerim’de (Maide 5/5) gormekteyiz. Bu durumda İslam’ın; başka milletlere, ozellikle İsrailoğullarına, İbrani soyuna, Yahudilik dinine, gecmişte, gunumuzde veya gelecekte yaşayan barış taraftarı Yahudilere duşmanlık emretmediğini gostermektedir. Genel olarak tarih boyunca Yahudilerin başına gelen sıkıntıların Muslumanlar tarafından kaynaklanmadığı da yine tarihen sabittir.
2. Hz. Muhammed (s.a.s) ’in, Muslumanların Yahudiler ile savaşacağını haber vermesi, Muslumanların Yahudilere karşı duşman ve saldırgan bir tutum icinde olduklarını gostermez. Cunku Peygamberimiz yine Muslumanların Turkler ve bir takım başka milletlerle de savaşacaklarını haber vermiştir. (Buhari, Cihad, 95) Bu haberi doğrulama acısından; Emeviler doneminde Turkler ile Muslumanların savaştıkları ve Talas savaşından sonra da Abbasiler doneminde Turklerin Musluman oldukları tarih kitaplarında sabittir. Buna gore Hz. Muhammed (s.a.s.) ’in; Yahudiler, Turkler, Safeviler, Bizanslılar veya başka bir toplum ile Muslumanların savaşacaklarını haber vermesi, tarihi seyri icerisinde tamamen kendiliğinden gelişecek olan olaylar konusunda Muslumanları uyarmak icindir.
3. Yine gerek İsra suresinde, gerek hadislerde, gerekse Tevrat metinlerinde Yahudilerin başına gelen olaylar, ilim erbabınca ya gecmiş zamana nispetle yorumlanmış veya kendi yaşadıkları donem ile ilgili olarak acıklanmıştır. (Elmalı, Hakk Dîni, I, 472-475; IV, 3161-3164) Bu husus ozellikle metinlerdeki ifadelerin kapalı (muphem) ve kısa (mucmel) olmasından kaynaklanmaktadır. Bu olayların bu gun veya daha sonraki zamanlarda da yaşanması kesin bir durum olmayıp, bu konuda soylenen sozler indi te’villerden ibarettir.
4. Hadîs-i şeriflerde Yahûdilerle Muslumanlar arasında olan veya olacak savaşlarda taşlar ve ağacların dile gelip, “arkamda Yahûdi var, diye soyleyeceklerini bildiriliyor. Bazı hadis yorumcularına gore; bu durum, hakikat mÂnÂya hamledileceği gibi, mecazi manaya da hamledilebilir. Zira ayetlerin muteşabihatı olduğu gibi hadislerin de muteşabihatı var. Yukarıda zikredilen hadislerde bu turdendir.
Eğer bu hadisleri yorumlamak gerekirse şoyle anlayabiliriz: “Ahirzamanda Yahudilerin fesadı ve tahribatı o kadar fazlalaşacak ve şımarıklık ve isyanları o kadar artacak ki, Muslumanlar, Hıristiyanlar ve butun insanların birleşmesine ve beraber hareket etmesine sebep olacaktır. Herkes onların bu kotuluklerinden emin olmak icin onlarla alakalı bilgi akışını, askeri veya diğer alanlardaki istihbaratlarını birleştirecekler. Bu beraberlikten sonra Yahudilerin karşısında birtek kuvvet olup onları perişan edeceklerdir. Tum dunyada Yahudilere karşı ciddi bir antipati oluşacağından herkes her turlu yayın–basın araclarıyla Yahudileri ele verip haber verecektir Bu durumun ifrat derecesini Peygamberimiz (s.a.s.) “taşlar ve ağaclar bile haber verecek” diye ifade buyurmuşlardır. İşte bu durum taş ve ağacın konuşmasıyla teşbih edilen insanlığın umumi vicdanın onların aleyhlerine donme doneminin tamamlanmasıyla, duşmanca hareket eden Yahudilerin zulmune ma’ruz kalan mazlumların feryadını herkes duyacak ve hukmun infazı icin işler yapılacaktır.
Şu kadar var ki hadislerde Muslumanların Yahudilerle savaşacakları acık bir dil ile bildirilmiştir. Bu savaşta Muslumanların saldırgan taraf olmayacağını hadislerdeki “Yahudîler sizinle savaşacaklar” ifadesinden de anlamak mumkundur. Buna gore savaş isteyen, Muslumanlar olmayacaktır. Muslumanın en onemli vasfı daima barış taraftarı olmasıdır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de defalarca vurgulanmaktadır. Bu sebeple Muslumanlar dÂvÂlarında haklı bulunacaklardır. Bundan dolayı Muslumanlar; Musluman olsun gayr-i Muslim olsun dunya kamuoyunu arkalarına alacaklardır. Hadiste taş ve ağacın konuşması, insanlığın ortak vicdanına, yani dunya halklarının ortak sesine teşbihtir. Demek ki, dunya kamuoyu Yahudileri tasvip etmeyecektir
__________________
isra olayı
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●32 Görüntüleme