EvliyĂ‚nın buyuklerinden. Kunyesi, Ebû Muhammed'dir. Muhyiddîn, Gavs-ul-a'zam, Kutb-i RabbĂ‚nî, SultĂ‚n-ul-evliyĂ‚, Kutb-i a'zam gibi lakabları vardır. İran'ın GeylĂ‚n şehrinde 1078 (H.471)de doğdu. Babası Ebû SĂ‚lih bin MûsĂ‚ Cengîdost'tur. Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı MusennĂ‚'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır. Annesinin ismi FĂ‚tıma, lakabı Umm-ul-hayr olup seyyidedir. Bunun icin AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî, hem seyyid, hem şerîfdir. Hazret-i Huseyin'in evladına seyyid, hazret-i Hasan'ınkine şerîf denir. AbdulkĂ‚dirGeylĂ‚nî hazretleri 1166 (H.561)'da Bağdad'da vefĂ‚t etti. TurbesiBağdad'dadır. ZiyĂ‚ret edilmekde, feyz ve bereketlerine kavuşulmaktadır. Fıkıh ve hadîs ilimlerinde muctehid idi. KĂ‚diriyye tarîkatının kurucusudur. Ehl-i sunnet îtikĂ‚dını ve din bilgilerini her tarafa yaydı. Orta boylu, zayıf bunyeli, geniş goğuslu, ilm icin vefĂ‚kĂ‚rlıkta emsĂ‚li az bulunur bir velî idi.

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri daha doğmadan, ilerde buyuk bir zĂ‚t olacağına dĂ‚ir alĂ‚metler, işĂ‚retler gorulmuştu. Babası ruyĂ‚sında Peygamber efendimizi sallallahu aleyhi ve sellem, EshĂ‚b-ı kirĂ‚mı radıyallahu anhum ve evliyĂ‚yı gordu. Peygamber efendimiz kendisine; "Ey Ebû SĂ‚lih! Allahu teĂ‚lĂ‚ bu gece sana kĂ‚mil, olgun ve derecesi yuksek bir erkek evlĂ‚d ihsĂ‚n etti. O benim oğlum ve sevdiğimdir. EvliyĂ‚ arasında derecesi yuksek olacak." buyurdu. Yine oğlu hakkında;"On iki imĂ‚m dışında butun velîler doğacak olan oğluna itĂ‚at edecekler, onun ayaklarını boyunlarına koyacaklar. O yuksek derecelere kavuşacak, ona itĂ‚at etmeyenler Allahu teĂ‚lĂ‚ya yakınlık devletinden mahrûm kalacaklar." diye mujdelendi. Doğduktan sonra yuksek hĂ‚lleri ile dikkatleri cekti. RamazĂ‚n-ı şerîfte gun boyunca sut emmez, iftĂ‚r olunca emerdi. Bu hĂ‚lini şu beyti ile anlatır:

Başlangıcım şoyleydi, dillerde soylenirdi
Beşikteyken oructum, bunu herkes bilirdi.

Doğduğu senenin ramazĂ‚n-ı şerîf ayının sonunda havalar bulutlu gecmişti. Bunun icin ramazanın cıkıp cıkmadığında tereddud edildi. Halk annesine cocuğun sut emip emmediğini sordular. Emmediğini oğrenince, ramazĂ‚n-ı şerîfin henuz cıkmadığını anlayıp oruca devĂ‚m ettiler.

On yaşında mektebe giderken etrĂ‚fında meleklerin kendisi ile berĂ‚ber yuruduklerini gorur, onlardan; "Yer acın evliyĂ‚dan bir zat geliyor." dediklerini duyardı. Meleklerin soylediklerini duyan birisi; "Bu cocuk kimdir?" diye sordu. Meleklerden birisi; "Bu asîl bir Ă‚ilenin cocuğudur. İlerde buyuk bir zĂ‚t olacak. Arzu edenlere hep verecek ve hic kimseyi kapısından boş cevirmeyecek. Her gun Allahu teĂ‚lĂ‚ya yakınlığı artacak ve cok yuksek derecelere ulaşacak." dedi. Cocuklarla berĂ‚ber oynamak istediğinde; "Bana gel ey mubĂ‚rek, bana gel." diyen bir ses işitir, korku ve heyecanla annesine koşardı.

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî on sekiz yaşında Bağdad'a geldi. Buradaki meşhur Ă‚limlerden ders almak sûretiyle hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde cok iyi yetişti. Fıkıh ilmini; Ebû HattĂ‚b Mahfûz, Ebu'l-VefĂ‚ Ali bin Ukayl, Ebû Huseyin bin KĂ‚dı Ebû Ya'lĂ‚ ve diğer fıkıh Ă‚limlerinden oğrendi. Hadîs ilmini; Hasan-i BĂ‚kıllĂ‚nî, Ebû Saîd Muhammed bin Abdulkerîm, Ebû GĂ‚nim Muhammed bin Muhammed, Ebû Bekr Ahmed bin Muzaffer, Ebû CĂ‚fer, Ebû Kasım bin Ali, Ebû TĂ‚lib AbdulkĂ‚dir, Ebû Bekr Hibetullah ibni MubĂ‚rek, Ebu'l-İzz Muhammed bin Muhtar, Ebû Nasr Muhammed, Ebû GĂ‚lib Ahmed, Ebû Abdullah YahyĂ‚ ve diğer hadîs Ă‚limlerinden oğrendi. Tasavvuf ilmini ise; Şeyh Ebû Saîd Mahzûmî ile HammĂ‚d-i DebbĂ‚s'tan almıştır.

İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vĂ‚z ve ders vermeye başladı. Hocası Ebû Saîd Muhzûmî'nin medresesinde verdiği ders ve vĂ‚zlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı. Bu sebeple, cevresinde bulunan evler de ilave edilmek sûretiyle medrese genişletildi. Bu iş icin Bağdad halkı cok yardımcı oldu. Zenginler para vererek, fakirler calışarak yardım ettiler. Hatta bir kadın, mehir bedelini, kocasının orada calışmasına saydı. Derslerine devĂ‚m edenler arasında pekcok Ă‚lim yetişti.

AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretleri, bir muddet ders verip insanları irşĂ‚d ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve vĂ‚z vermeyi bıraktı. İnzivĂ‚ya cekilip, yalnızlığı secti. Sonra sahrĂ‚lara cıktı. Bağdad'ın Kerh harĂ‚belerinde yaşamaya başladı. Butun vaktini ibĂ‚det, riyĂ‚zet ve mucĂ‚hede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla gecirmeye başladı. Buyurdu ki:

Irak'ın sahrĂ‚ ve harĂ‚belerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım. Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu. BĂ‚zan uzun muddet yemezdim ve "acım acım" diye icimin feryĂ‚dını duyardım. BĂ‚zan uzerime oyle ağırlıklar gelirdi ki, bunlar bir dağın ustune konsa, tahammul edemeyip, paramparca olurdu. Bu sırada; "Muhakkak zorlukla berĂ‚ber bir kolaylık vardır, şuphesiz zorlukla berĂ‚ber kolaylık vardır." meĂ‚lindeki İnşirĂ‚h sûresinin beşinci ve altıncı Ă‚yet-i kerîmelerini okuduğumda uzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi."

Şeytanlar ceşitli kılık ve kıyĂ‚fetlere burunup toplu hĂ‚lde yanıma gelir, beni yolumdan cevirmek icin uğraşırlardı. Kalbimde buyuk bir azim ve direnc hissederdim. İcimden bir ses; "Ey AbdulkĂ‚dir! Onlarla mucĂ‚dele et, onlara galip geleceksin." derdi. İclerinde bir şeytan durmadan bana gelir; "Buradan git, şoyle yaparım, boyle yaparım." diye beni tehdit ederdi. CĂ‚n u gonulden, "LĂ‚ havle ve lĂ‚ kuvvete illĂ‚ billahil aliyyil azîm" okuyunca, onun tamĂ‚men yandığını gorurdum.

Bir kere AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî şoyle bir ses işitti: "Ey AbdulkĂ‚dir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım." Bir rivĂ‚yete gore; "Başkasına yasak olan şeyleri sana helĂ‚l kıldım." diyordu. Bunun uzerine AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî Eûzu cekti. "Kovulmuş şeytandan Allahu teĂ‚lĂ‚ya sığınırım. Sus ey mel'ûn!" diye bağırdı. Bunun uzerine aynı ses; "Ey AbdulkĂ‚dir! Rabbinin izni ile ceşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kotuluğumden kurtuldun. Halbuki ben bu yolda yetmiş kişiyi yoldan cıkardım." dedi. Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; "Sana haramları helĂ‚l ettim, sozunden anladım. Cunku Allahu teĂ‚lĂ‚ boyle şeyleri emretmez." buyurdu.

Başka bir kere gĂ‚yet cirkin ve pis kokulu birisi geldi. "Ben iblisim, şeytanım. Sana hizmet etmeye geldim, beni ve yardımcılarımı cok yordun." dedi. "Sana inanmıyorum, buradan uzaklaş." dedim. Bana vuracak oldu ise de onu perişan ettim. İkinci defĂ‚ elinde buyuk bir ateş kıvılcımı ile hucum etmeye başladı. Bu esnĂ‚da elinde kılıc bulunan atlı birisi bana yardıma geldi. Yine onu mağlûb ettim. Ucuncu olarak iblisi cok uzakta ağlar gordum. GĂ‚yet uzgun olarak; "Senden umîdimi kestim. GĂ‚liba seni yoldan cıkaramayacağım." dedi. "Sus ey mel'ûn!" dedim ve kovdum. Allahu teĂ‚lĂ‚ her seferinde beni onlara karşı ustun kıldı.

Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli suslu ve parlak şeyler gorundu. "Bunlar nedir?" dedim; "DunyĂ‚ zevkleri ve zînetleridir." denildi. DunyĂ‚ ve onun goz kamaştırıcı lezzeti ve cabuk tukenen nîmetleri kendine cekmek istedi fakat Allahu teĂ‚lĂ‚ beni onlardan da korudu. Onlara hic kıymet vermedim. Bunun icin kaybolup gittiler. Sonra Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına kavuşma yolunda insanın onune cıkan mĂ‚nileri, engelleri gordum. "Bunlar nedir?" dedim. "Senin icinde bulunan mĂ‚nîlerdir." denildi. Bunlara ustun gelebilmek icin bir sene uğraştım.

Sonra icimi seyrettim. Kalbimin bircok şeylere bağlandığını boş hayaller kurduğunu, kendini saraylarda sandığını gordum. "Bunlar nedir?" dedim. "Arzu ve isteklerindir." denildi. Tam bir yıl uğraştıktan sonra kalbimi onlardan temizleyebildim.

Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine dost olmam icin yalvarırdı. Yuz vermeyince zor kullanmak isterdi. Bir kere onu, butun hastalıkları uzerinde, arzu ve istekleri dipdiri, şeytanları emrine hazır olarak gordum. Bir sene mucĂ‚dele ettim. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum. Kısaca nefsimle tedrîcen, safha safha mucĂ‚dele ettim. Onu iki elimle sımsıkı yakaladım. Yıllarca ıssız, sessiz, sadĂ‚sız yerlerde kalmaya mebcur ettim. Soğuk bir gece kırk defĂ‚ ihtilam oldum, havanın soğukluğuna bakmadan her seferinde, hemen yıkandım. Kerh harĂ‚belerinde yıllarca kaldım. Yiyecekler malum; otlar, ağac yaprakları... DunyĂ‚ sevgisinden kurtulabilmek, nefse ustun gelebilmek icin her cĂ‚reye başvurdum. Gorduğum her yokuşa tırmandım. Nefsime hic fırsat vermedim. Bir gece merdivende kitap mutĂ‚laa ediyordum. Nefsim; "Biraz uyu, sonra kalkarsın." dedi. Ona muhĂ‚lefet olsun diye tek ayağım uzerinde durdum. Kur'Ă‚n-ı kerîmi hatmedinceye kadar uyumadım.

Butun bunlara rağmen, henuz matluba, maksada ve asıl istediğime varamamıştım. Bunun icin, tevekkul, şukur ve zenginlik gibi kapıları denedim. Aradığımı fakirlik kapısında buldum. Burada buyuk bir şerefe kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hurriyete ulaştım. Butun arzu ve isteklerim buz gibi eridi. Butun beşerî sıfatlarım kayboldu. Gonulden Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka her şeyi cıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr" mertebesine ulaştım".

NihĂ‚yet butun varlıklardan yuz cevirdim. Her şeyim Allah icin oldu. Sahralarda cezbe hĂ‚linde kendimden gecmiş olarak dolaşırdım. Kendime geldiğimde kendimi bulunduğum yerlerden cok uzaklarda bulurdum. Bir gun bu halde bir saat kadar yurumuştum. Sonra kendimi Bağdad'a on iki gunluk uzaklıkta bir yerde buldum. Duşunceye daldığımda bir ses bana; "Sen ki AbdulkĂ‚dir'sin, buna hayret mi ediyorsun?" dedi.

Sahralarda dolaşırken "Ol" sozu ile ihsĂ‚n olundum. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile istediğim olurdu. Bunun icin cok yiyecek buldum. Dağdan bir parca koparırdım, helva olur, yerdim. Kuma deniz suyu dokerdim, tatlı su olurdu. Sonra boyle yapmaktan hayĂ‚ ettim. Allahu teĂ‚lĂ‚ya karşı edebi gozeterek hepsini terk ettim.

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri bu uzun dolaşmalardan sonra Bağdad'a donuyordu. Hazret-i Hızır onune cıkıp, şehre girmesine mĂ‚ni oldu. "Emir var. Yedi sene Bağdad'a girmeyeceksin." dedi. Bu sebeple, Bağdad'ın kenarlarında yedi yıl, yerden biten mubah bakliyatı yiyerek bekledi. Bildirilen muddet bitince; "Ey AbdulkĂ‚dir! Bağdad'a gir, serbestsin." diye bir ses duydu. Soğuk ve yağmurlu bir gecede Bağdad'a girdi. Doğru Şeyh HammĂ‚d bin Muslim DebbĂ‚s'ın zĂ‚viyesine (dergĂ‚hına) geldi ve geceyi orada gecirdi. Sabahleyin Şeyh HammĂ‚d DebbĂ‚s onu gorunce ağlayarak; "Oğlum AbdulkĂ‚dir! Bu devlet bugun bizim, yarın sizin olacaktır." dedi.

Bir muddetten beri Bağdad'da bulunan AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri fitne ve karışıklıklar olunca tekrar sahrĂ‚lara cıkmak istedi. Hibe kapısı denilen yere gelince; "Nereye gidiyorsun? Don, herkes senden faydalanacak." diyen bir ses işitti. "Ben dînimi kurtarmak istiyorum." dediğinde; "Korkma, dînine bir zarar gelmeyecek." denildi. Duşunmeye başladı ve bu işin hakîkatını bildirmesi icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvardı. Bu esnĂ‚da Muzafferiyye denilen yerden gecerken birisi kapıyı acıp; "Ey AbdulkĂ‚dir! Buyurun." dedi. Yanına varınca; "Soyle, dun Allahu teĂ‚lĂ‚dan ne istemiştin?" dedi. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri şaşırıp cevap veremedi. Bunun uzerine o zĂ‚t kapıyı şiddetle yuzune carptı. Dun Allahu teĂ‚lĂ‚dan ne istediğini duşunerek yurumeye başladı. Biraz sonra o zĂ‚tın Şeyh HammĂ‚d DebbĂ‚s olduğunu hatırladı.

Bundan sonra onun sohbetlerine gider, halledemediği, cozemediği esrarı, gizli şeyleri ondan sorardı. O da ona bir bir acıklardı. BĂ‚zan ilim oğrenmek icin başka taraflara gittiğinden onunla goruşemezdi. Donunce hocası ona; "Allah aşkına nerelere gidiyorsun? Bu civarda senden daha Ă‚lim birisi var mı?" derdi. Şeyh HammĂ‚d'ın muridleri ona bĂ‚zan; "Sen Ă‚lim birisin. Burada ne işin var, buradan gitsene." derler; Şeyh HammĂ‚d da onlara; "Utanmıyor musunuz? Onu buradan kovmak mı istiyorsunuz. İcinizde onun gibisi yok. Benim ona eziyet ettiğime bakmayın. Onu imtihan etmek, denemek, mĂ‚nen kemĂ‚le ermesi, olgunlaşması icin boyle yapıyorum, mĂ‚nĂ‚ Ă‚leminde onu koca bir dağ gibi goruyorum." derdi.

Yine bir sohbet toplantısında, AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri dışarı cıkmıştı. Şeyh HammĂ‚d; "Şu genci goruyor musunuz? Bir zaman gelecek ayağı butun velîlerin boynunda olacak, her velî ona itĂ‚at edecek." dedi.

Başka bir gun o gelince ayağa kalkıp; "Hoş geldin AbdulkĂ‚dir! Sen Ă‚riflerin, Allahu teĂ‚lĂ‚yı tanıyanların seyyidi, efendisisin. Senin sancağın doğudan batıya kadar dalgalanacak. Butun boyunların sana eğileceğini ve akranlarının ustunde bir dereceye ulaşacağını mujdelerim." dedi.

ZamĂ‚nındaki diğer evliyĂ‚ da kerĂ‚met olarak ilerde onun derecesinin yuksek olacağını haber verdiler. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri zaman zaman Şeyh Tacul Ă‚rifîn Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin yanına giderdi. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri o gelince ayağa kalkar, yanındakilere; "Ayağa kalkın, evliyĂ‚dan biri geliyor." derdi. Ona karşı bu şekilde iltifĂ‚t etmesine hayret eden talebelerine; "Henuz zamĂ‚nı var. Vakti gelince, okumuş, cĂ‚hil herkes bu gence muhtĂ‚c olacak, onun feyzinden, mĂ‚nevî ilminden faydalanacaktır. Sanki şu anda onun Bağdad'da cemĂ‚atlere vĂ‚z ve nasîhat ettiğini, "Ayağım butun velîlerin boynundadır." dediğini ve butun velîlerin boyunlarını ona uzattıklarını, goruyorum." derdi.

Bir defasında da; "Ey Bağdadlılar! Allahu teĂ‚lĂ‚ya yemîn ederim ki, onun başında bir ucu doğuda bir ucu da batıda olan sancaklar dalgalanacaktır." dedi ve AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerine donup; "Bugun soz bizim fakat ilerde senin olacak. O zaman bu ihtiyarı hatırlarsın." diye hitĂ‚b etti.

Nihayet AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri Bağdad'da insanları irşĂ‚da, Allahu teĂ‚lĂ‚nın beğendiği yolda bulunmaya dĂ‚vete ve nasîhat etmeye başladı. Bir gun kendini nûrların kapladığını gordu. Bu hal nedir diye sorunca, Resûlullah efendimiz Allahu teĂ‚lĂ‚nın sana verdiği yuksek dereceyi tebrik etmeye geliyor, denildi. Nûrun git-gide coğaldığı bir anda Resûlullah efendimiz gorunerek bir elbise verdiler. Sonra; "Bu, kutubluk denilen velîlere Ă‚it evliyĂ‚lık elbisesidir." buyurdular.

Resûlullah efendimizden hazret-i Ali vĂ‚sıtasıyla gelen feyzler, mĂ‚nevî ilimler ondan sonra hazret-i Hasan ile Huseyin ve on iki imĂ‚mdan diğerleri ile devam etti. Bunlardan sonra gelen evliyĂ‚ya feyzler hep on iki imĂ‚m vasıtasıyla geldi. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri dunyĂ‚ya gelip velî oluncaya kadar hep boyle idi. Fakat o evliyĂ‚lıkta yuksek dereceye kavuşunca, on iki imĂ‚mdan gelen feyzler, ilimler, bereketler onun vĂ‚sıtasıyla geldi. Başka hic bir velî bu makĂ‚ma ulaşamadı. Bunun icin; "Onceki velîlerin guneşi battı. Bizim guneşimiz ufuk uzerinde sonsuz kalacak, batmayacaktır." buyurdular. KıyĂ‚mete kadar, her velîye feyzler onun vasıtasıyla gelecektir. Bunun icin kendisine "Gavs-ul-A'zam; En buyuk Gavs" denildi. Yalnız İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretleri bu hususda onun vekîlidir.

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin evliyĂ‚lıktaki derecesinin yuksekliğini zamĂ‚nındaki butun evliyĂ‚ kabûl etmişti. Bir gun Bağdad'da sohbet ediyordu. Meclisinde pekcok Ă‚lim ve velî vardı. Bir ara; "İşte şu ayağım her velînin boynu uzerindedir." buyurdu. Orada bulunanların hepsi bu sozu tasdîk ettiler.

Şeyh Halîfet-ul-Ekber anlatır:

RuyĂ‚mda Resûlullah efendimizi gordum. "YĂ‚ Resûlallah! Şeyh AbdulkĂ‚dir, ayağım butun velîlerin boynu uzerindedir, diyor ne buyurursunuz?" diye sordum. "Doğru soylemiştir. O benim himĂ‚yemde bir kutubdur, bu nasıl olmasın?" buyurdu."

Adiyy bin MusĂ‚fir; "Bu sozu yalnız o soyledi, başkasından duymadım. O bununla kendi zamĂ‚nındaki ferdiyet denilen makĂ‚mını acıklar. Onun gibi hic kimse boyle soylemeğe mezun, izinli değildir." der.

Ahmed Rufaî hazretleri; "O bu sozu mĂ‚nevî emirle soyledi." dedi.

İbn-i Hacer-i AskalĂ‚nî hazretleri de; "Bunun mĂ‚nĂ‚sı, ilerde o kadar kerĂ‚met gosterecektir ki, inĂ‚d eden ve doğru yoldan sapanlardan başkası onu inkĂ‚r etmeyecektir." dedi.

Buyuk Ă‚lim İzzeddîn bin AbdusselĂ‚m; "Şuphesiz o, evliyĂ‚nın sultanı idi." demişti.

Hayat bin Kays hazretleri buyurur ki:

"AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî bu sozu soyleyince, butun velîlerin kalblerindeki nûrlar arttı. İlimlerinde bereket, hĂ‚llerinde yukseklik goruldu. Cunku onlar istisnĂ‚sız, başlarını onun ayağına doğru uzatmışlardı."

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî bu sozu soylediğinde, yeryuzunde velîler boyunlarını ona doğru uzattı. O anda boynunu uzatanlardan biri Ahmed RufĂ‚î hazretleridir. Ona nicin boyle yaptığını sorduklarında şoyle dedi:

"Şu anda AbdulkĂ‚dir Bağdad'da "Ayağım, her velînin boynundadır" diyor.

Ebû Medyen Mağribî de; "Evet ben Mağrib'de ona boynunu uzatanlardan biriyim." buyurdu.

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin tasavvuftaki yoluna KĂ‚diriyye tarîkatı denir. Tarîkatının husûsiyeti, dînin emir ve yasaklarına uymak, devamlı zikir, Allahu teĂ‚lĂ‚yı anmak, gonlu Allahu teĂ‚lĂ‚dan başkasından kurtarmaktır.

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu. Peygamber efendimizin bereketiyle sozleri gayet tatlı ve tesirli idi. Kendileri şoyle anlatır:

Hicrî beş yuz yirmi bir senesi Şevval ayının on altısı olan Salı gunu oğleden once, Resûlullah efendimizi ruyĂ‚mda gordum.

"Ey oğlum, nicin konuşmuyorsun?" buyurdu. "Babacığım ben yabancıyım. Bağdad fasîhlerinin yanında nasıl konuşurum?" dedim. "Ağzını ac!" buyurdu. Ağzımı actım. Yedi defĂ‚ mubarek ağzının suyundan ağzıma sactı ve; "İnsanlarla konuş, onları guzel hikmet ve vĂ‚zlar ile Rabbinin yoluna cağır." buyurdu. Oğle namazını kıldım. Yanımda kalabalık insanlar gordum. Nutkum tutuldu. Ali bin Ebî TĂ‚lib'i gordum. Mecliste benim karşımda ayakta duruyor ve bana; "Ey oğlum nicin konuşmuyorsun?" diyordu. "Babacığım! Nutkum, konuşmam tutuldu, konuşamıyorum." dedim. "Ağzını ac." buyurdu. Actım. Ağzının suyundan ağzıma altı defĂ‚ sactı. "Nicin yediye tamamlamadınız?" dedim. "Resûlullah'a karşı olan edebimden." buyurdu ve gozden kayboldu. Bundan sonra en fasîh bir dille konuşmağa başladım.

Birgun, minberde oturmuş vĂ‚z ediyordu. Birden suratle en son basamağa indi. Ayakta, elini elinin ustune koyarak, mutevĂ‚zi bir şekilde durdu. Bir muddet sonra minbere cıktı. Eski yerine oturdu ve vĂ‚zına devĂ‚m etti. Oradakilerden birisi, ne oldu diye suĂ‚l edince; "Ceddim Resûlullah'ı gordum. Geldi ve minber onunde durdu. HayĂ‚ edip, son basamağa indim. Kalkıp, gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve insanlara vĂ‚z etmemi emr etti, dedi.

Sohbetlerinde bĂ‚zan birkac kişi coşarak kendinden gecerdi. Haftada uc gun, cumĂ‚, salı ve pazartesi gecesi halka vĂ‚z ederdi. VĂ‚zında, Ă‚lim ve evliyĂ‚dan zatlar da bulunur, hepsi buyuk bir huzûr icerisinde dinlerlerdi. Kırk sene boyle devĂ‚m etti. Ders ve fetvĂ‚ vermeye yirmi sekiz yaşında başlamış olup, bu hĂ‚l altmış yaşına kadar devĂ‚m etti. Huzûrunda Kur'Ă‚n-ı kerîm tegannîsiz gĂ‚yet sĂ‚de, tecvide riĂ‚yetle okunurdu. Dort yuz Ă‚lim onun anlattıklarından notlar tutar, izdiham, kalabalık sebebiyle birbirlerinin sırtlarında yazarlardı. Sorulan suĂ‚llere gĂ‚yet acık ve doyurucu cevaplar verirdi.

Derin ilim sĂ‚hibi idi. On uc ceşit ilimde ders verirdi.

Bir gun birisi huzûrunda Kur'Ă‚n-ı kerîm okudu. ÂbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretleri okunan Ă‚yet-i kerîmeleri tefsîr etmeye başladı. Kırk şekilde tefsîr yaptı ve hepsinin delilini gosterdi. Orada bulunanlar yalnız on bir tefsîri anlayabildi ve dinleyenleri hayrette bıraktı. Sonra; "Sozu burada bırakıyorum. Şimdi kelime-i tevhide geldik"LĂ‚ ilĂ‚he illallah" dedi. Bunları soyler soylemez cemĂ‚atı bir hĂ‚l kapladı, hepsi kendilerinden gecti.

Once lĂ‚zım olan din bilgilerini oğrenmeyi tavsiye ederdi. CubbĂ‚î ismindeki bir zĂ‚t anlatır:

EvliyĂ‚nın hayĂ‚tından ve sozlerinden bahseden arabî Hilyet-ul-EvliyĂ‚ kitabını birisinden dinlemiştim. Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp yalnız ibĂ‚detle meşgûl olmak istedim. Gidip AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî'nin arkasında namaz kıldıktan sonra huzûrunda oturdum. Bana bakıp; "Eğer inzivĂ‚ya cekilmek istersen, once ilim, sonra da yetişmiş ve yetiştirebilen rehber zĂ‚tların, yĂ‚ni murşid-i kĂ‚millerin huzûrunda edeb oğren. Daha sonra inzivĂ‚ya, yalnız ibĂ‚dete başla. Yoksa, ibĂ‚det ederken dinde bilmediğin bir şeyi oğrenmek îcĂ‚beder de, yerinden ayrılmak durumunda kalırsın." buyurdu.

Sabah ve ikindiden sonra tefsîr, hadîs ve fıkıh; oğleden sonraları Kur'Ă‚n-ı kerîm ve kırĂ‚at dersleri okuturdu. Akşam ve sabah ise, usûl-i fıkıh ile nahv, arabî cumle bilgisi verirdi. Onun bereketiyle talebeler cabuk ilerlerdi. Ebû Muhammed HaşşĂ‚b der ki:

Gencken nahiv okuyordum. Bana bir gun AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin vĂ‚zlarında cok tesirli konuştuğunu soylediler. Vakit bulamadığım icin gidemezdim. NihĂ‚yet bir gun vĂ‚z verdiği yere gittim. Beni gorunce; "Bizim sohbetimizde bulun, seni Sîbeveyh yapalım." dedi. O gunden sonra yanından ayrılmadım. Din bilgilerinde ve aklî ilimler denilen diğer yardımcı ilimlerde cok istifĂ‚de ettim. O kadar kavĂ‚id (kĂ‚ideler) oğrendim ki, başkalarından oğrendiklerimi unuttum."

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin şohreti her tarafı kaplayınca, Bağdad'ın ileri gelen Ă‚limleri, herbiri bir mesele sorup imtihĂ‚n etmek icin huzuruna gelip oturdular. Bu esnĂ‚da AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin goğsunden ancak kalb gozu acık olanların gorebildiği bir nûr cıktı ve Ă‚limlerin goğsunden gecip gitti. Âlimleri bir hĂ‚l kaplayıp, AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin ayaklarına kapandılar. Bunun uzerine onları tek tek bağrına bastı ve şimdi suĂ‚llerinizi sorun buyurdu. Her biri suĂ‚llerini sorup, hemen cevĂ‚bını aldı. Onlara; "Size ne oldu boyle?" denildiğinde; "Huzûrunda oturduğumuzda, butun bildiklerimizi unuttuk. Bizi bağrına basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık. SuĂ‚llerimizi sorunca, oyle cevaplar aldık ki, hayrette kaldık." dediler.

Ebû Sa'îd Kilevî şoyle anlatmıştır:

Ben, AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretlerinin meclisinde iken, Resûlullah efendimizi ve enbiyĂ‚yı gordum. Melekler onun meclisine gelmek icin boluk boluk gok yuzunden inerlerdi. Bir defĂ‚sında da Hızır aleyhisselĂ‚mı gormuştum. "Her kim dunyĂ‚da kurtuluşa ermek ve saĂ‚dete kavuşmak isterse, Şeyh AbdulkĂ‚dir'in meclisine devĂ‚m etsin!" buyurmuştu.

İbn-i KudĂ‚me şoyle soylemiştir:

"1166 (H.561) yılında Bağdad'a girdiğimizde, AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretlerini ilmin zirvesine yukselmiş gorduk. O, ilmi ile amel eder, kendisine sorulan cetin sorulara doyurucu cevaplar verirdi. Butun guzel huylara ve ustun vasıflara sĂ‚hipti. Onun gibi bir zĂ‚ta daha hic rastlamadık."

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri felsefe ile meşgûl olmayı hoş gormezdi, ondan men ederdi. Felsefenin kaynağı akıldır. Filozof, ceşitli bilgileri duzene koyarak madde, hayat, yaratılış, dunyĂ‚ rûh, Ă‚lem, olum ve sonrası gibi konulara aklına dayanarak cevaplar bulmaya calışır. Bunu yaparken bulduğu cevapların Allahu teĂ‚lĂ‚ tarafından gonderilen dinlere uyup uymamasına bakmaz. Bu sebeple doğru yoldan ayrılırlar. Felsefecilerin ortaya koyduğu bilgiler, gerek fen bilgilerinin değişmesi, gerekse sonra gelen filozofların oncekilerden farklı duşunmesi sebebiyle ya kısmen yĂ‚hut tamĂ‚men değişir. Bu îtibĂ‚rla sonra gelenler once gelenleri dĂ‚imĂ‚ tenkid etmekle veya onların felsefelerini yıkmakla işe başlarlar. Akıl yalnız başına yol gosterici değildir. Dînin rehberliğine muhtactır. Yoksa sapıtır. Bunun icin din buyukleri îtikĂ‚dın bozulabileceğini bildikleri icin, felsefe ile uğraşmaktan men etmişlerdir. Nitekim İbn-i SînĂ‚ ve FĂ‚rĂ‚bî gibi zĂ‚tlar felsefecilerin kitapları ile cok meşgûl olduklarından sapıtmışlardır.

Şeyh Muzaffer Mansur der ki:

Birkac kişi ile AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin yanına gitmiştik. Elimde, felsefe ile ilgili kitaplar vardı. Bizi suzdukten sonra kitabı gormeden bana; "O elindeki kitap ne kotu bir arkadaştır." buyurdu. Bu esnĂ‚da oradan ayrılıp kitabı bir yere koymak ve bir daha taşımamak hatırıma geldi. Kitabı cok seviyordum. İcerisindeki cok şeyi de ezberlemiştim. Tam kalkacaktım, bana dikkatli dikkatli bakmaya başladı. Şaşırıp kalkamadım. "Şu kitabı bana versene."buyurdu. Vermek icin kitabı actım. Bir de ne goreyim kitabın sahifeleri bembeyaz olup, hicbir şey yazılı değildi. Kitabı kendisine verdim. Tek tek sahifelerine baktıktan sonra bana geri verdi. "İşte İbn-i DĂ‚ris'in FedĂ‚il-ul-Kur'Ă‚n (Kur'Ă‚n-ı kerîmin fazîletleri) kitabı." buyurdu. Baktım gercekten onun guzel bir hatla yazılmış bir nushası idi. Bana; "Kalb ile tovbe etmek ister misin?" buyurdu. "Evet." dedim. "Oyleyse kalk!" dedi. Kalktım. Zihnimde felsefe ile ilgili butun oğrendiklerimi unuttum. Daha once onları hic okumamış gibi oldum.

Dîne uygun olmayan bir şeye musĂ‚ade etmezdi. Bir gun yanında; "Falanca cok ibĂ‚deti ve kerĂ‚metleri ile meşhûrdur." diye konuşuldu ve bu arada;"Ben derece bakımından Yûnus aleyhisselĂ‚mı gectim." dediği nakledildi. Bunu duyunca yuzunde ofke eserleri goruldu. Yaslandığı yastığı yere doğru attı. Gidip baktıklarında adamın olduğunu gorduler. VefĂ‚tından sonra o şahıs ruyĂ‚da neşeli olarak goruldu. "Nasılsın?" diye sorulduğunda; "Şeyh AbdulkĂ‚dir hem Allahu teĂ‚lĂ‚nın, hem Yûnus aleyhisselĂ‚mın yanında bana şefĂ‚atcı olduğu icin, Allahu teĂ‚lĂ‚ beni affetti. Yûnus aleyhisselĂ‚m hakkında soylediğim o soz sebebiyle hesaba cekmedi." dedi.

Cok sabırlı idi. Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi gec anlayanlara sabırla anlatırdı. Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı. Bir gun ders sırasında İbn-us-Semhal isminde bir zĂ‚t gelmişti. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin onun dersi gec anlamasına karşı gosterdiği tahammule hayran kaldı. O talebe dersini alıp cıktıktan sonra, gosterdiği sabra hayret ettiğini soyleyince, AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri; "Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra vefĂ‚t edeceğim." buyurdu. Dediği gibi bir hafta sonunda vefĂ‚t etti.

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri heybetli idi. Az konuşur, cok sukût eder, konuştuğunda gĂ‚yet cĂ‚zib, acık ve net konuşurdu. Şahsı icin kızmaz. Din husûsunda aslĂ‚ tĂ‚viz vermezdi. Misafirsiz gece gecirmezdi. Zayıflara yardım eder, fakirleri doyururdu. İsteyeni geri cevirmez, iki elbisesi varsa, mutlaka birini isteyene verirdi. Yanında oturanlarda; "Ondan daha kerîm ve lutufkĂ‚r kimse olamaz." kanĂ‚ati hĂ‚kim olurdu. Sevdiklerinden biri gurbete cıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alĂ‚kasını muhĂ‚faza ederdi. Kendisine kotu davrananları affederdi. Kotuluklere dalmış cok kimse, hırsız ve eşkıyĂ‚ onun vĂ‚sıtasıyla tovbe etti. Koleleri satın alıp, Ă‚zĂ‚d ederdi. Verdiği sozu tutar,kimseye karşı kotuluk duşunmezdi. Anbarında helĂ‚lden kazandığı buğday bulunurdu. Hizmetcisi, kapıda ekmek elinde durur ve halka şoyle seslenirdi:

"Yemek isteyen, ekmek isteyen, yatmak isteyen kimse yok mu? Gelsin!"

Kendisine hediye gelse, yanındakilere dağıtır, bir kısmını da, kendisine ayırırdı. Hediyeye, mutlaka karşılık verirdi.

Fakîrlerin ve dervişlerin nafakasını satın almak icin, vazîfeli hizmetcilerinin, bir başka işi olsa, yĂ‚hut hastalansalar, kendisicarşıya cıkar, ceddi Resûlullah efendimize sallallahu aleyhi ve sellem uyarak, ev icin luzûmlu şeyleri satın alırdı. Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir yerde konaklasalar, kendi eliyle, el değirmeninde buğday oğutur, hamur yapar, ekmek pişirir, hepsine taksim ederdi. Kendini ziyĂ‚rete gelenlere saygı gosterir, tevĂ‚zu ederdi. Cok gunler, et ve yağ yemezdi. Bir gun yedi cocuk, ellerinde yarımşar dirhem ile gelip, her biri yarım dirhemini eline koydu ve satın aldırmak istedikleri şeyleri soylediler. Carşıya gidip, istedikleri şeyleri satın alarak getirip cocuklara verdi. Gonullerini hoş etti.

Sıkıntısı ve dileği olanlar onu vesîle ederek, araya koyarak Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ ettiklerinde dileklerine kavuşurlardı. Buyururdu ki:

"Sıkıntıda olan bir kimse beni vesîle edip Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvarsa derhĂ‚l sıkıntısı gider. Şiddet Ă‚nında her kim benim ismimi ansa derhĂ‚l rahata kavuşur. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin yuzu suyu hurmetine diyerek, her kim Allahu teĂ‚lĂ‚dan dilekte bulunursa, derhĂ‚l işi gorulur."

Bir kere de; "Her kim her rekatında FĂ‚tiha'dan sonra on bir İhlĂ‚s okuyarak, iki rekat namaz kılarsa, selĂ‚mdan sonra da on bir defĂ‚ Allah'ın Resûlune salĂ‚t ve selĂ‚m getirip benim ismimi anarak yalvarırsa, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ve yardımıyla derhĂ‚l işi gorulur." buyurdu.

Temiz bir hanım, AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretlerine talebe olmuştu. Bu kadın dağda iken, ihtiyac icin mağaraya girdiğinde daha once ona Ă‚şık olan bir ahlĂ‚ksız da ardından girdi. Kadına yanaşıp, onun nĂ‚musunu kirletmek istedi. Kadın kacıp saklanacak bir yer bulamadı. Gavs-ul-a'zamın ismini soyleyip; "Yardım et (yetiş, imdĂ‚d) ey Gavs-ul-a'zam, ey insanların ve cinlerin gavsı, yardımcısı, yetiş! Yetiş ey Şeyh Muhyiddîn (dînin ihyĂ‚ edicisi), yetiş ey Seyyid AbdulkĂ‚dir!" deyip feryĂ‚d etti. O anda Gavs-ul-a'zam medresede abdest alıyordu. Ayaklarında tahtadan nalınlar vardı. Onları cıkarıp mağara tarafına savurdu. AhlĂ‚ksız, arzusuna kavuşamadan, nalınlar kafasına ulaştı ve olunceye kadar başına vurdular. Kadın, o mubĂ‚rek nalınları alıp hazret-i Gavs'a getirdi ve başından geceni anlattı.

Muridlerinin, talebelerinin tovbesiz vefÂt etmemeleri icin du etti:

"Allah'ım! Ceddim, Habîbin Muhammed aleyhisselĂ‚m ve kullarından takvĂ‚ya erenlerin hĂ‚tırı icin, hic bir murîdimin, talebemin rûhunu tovbesiz alma." diye yalvardı.

Bir defĂ‚sında; "İyi muridlerin hĂ‚li mĂ‚lum, ya kotulerinki ne olacak?" diye sorduklarında; "İyi olanlar kendilerini bize adamışlardır. Kotulere gelince biz de kendimizi onları kurtarmak icin adadık." buyurdular.

Bir kere de; "Bana gozun alabileceği kadar bir kitap verildi. Onda kıyĂ‚mete kadar talebelerimin isimlerini gordum." buyurmuştur.

Cinler de kendisinden cekinir, itÂat edip sozunu dinlerlerdi.

Ebû Saîd Abdullah bin Ahmed isminde birinin kızına cinler musallat olmuştu. HĂ‚lini, Seyyid AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerine arz etti. O da; "Falanca yere git. Oraya cinlerin reisi uğrayacak. Ona benim gonderdiğimi soylersin, hĂ‚lini anlatırsın. O sana yardımcı olur." buyurdu. O şahıs denilen yere gitti. Kendisini AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî'nin gonderdiğini ve kızının durumunu anlattı. Cinlerin reisi kızına musallat olan cini cezĂ‚landırdı. Ebû Saîd cinlerin reisine;"Bugune kadar senin kadar AbdulkĂ‚dir'in emrine cĂ‚n u gonulden itĂ‚at eden gormedim." deyince; "AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri her gece evinden bakar, cinleri seyreder. Cinler onu gorunce korkularından sağa sola kacışırlar. Allahu teĂ‚lĂ‚ sevdiği kulun emrine bircok insan ve cin verir." dedi.

DuĂ‚sı makbûl idi. Bağdad halkından biri ona gelerek; "Babamı ruyĂ‚da azĂ‚b icerisinde gordum. Bana Şeyh AbdulkĂ‚dir'e git, bana duĂ‚ etsin. Belki Allahu teĂ‚lĂ‚ beni azapdan kurtarır." dedi. Bunun icin sana geldim. Babama duĂ‚ ediverin de azaptan kurtulsun." dedi. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri sukût buyurdu. Bir şey soylemedi. O şahıs ikinci gece babasını ruyĂ‚sında yeşil bir cubbe icerisinde neşeli neşeli gorunce hayret edip; "Baba, dun azĂ‚b icindeydin, bugun ise neşelisin. Sebebi nedir?" diye sordu. Babası; "Şeyh AbdulkĂ‚dir bana duĂ‚ etti. Allahu teĂ‚lĂ‚ onun duĂ‚sı hurmetine beni azaptan kurtardı." dedi.

Tabiblerin tedĂ‚vî edemediği hastalar ona gelirler, duĂ‚sı bereketiyle şifĂ‚ bulup giderlerdi. Bir defĂ‚sında Halîfe Mustencid'in akrabĂ‚sından karnı şiş bir hastayı getirdiler. Elini surup, duĂ‚ ettiğinde Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile iyileşti.

Halk sıkıntıları olunca ona gelirdi. Bir seferinde Dicle Nehri taşmış, sular Bağdad sokaklarına kadar gelmişti. Herkes korku ile AbdulkĂ‚dir Geylanî hazretlerine baş vurdu. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚ni hazretleri oraya geldi. Bastonunu nehrin kenarına dikti. "Daha ileri gitme!" dedi. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile nehrin suyu o andan îtibĂ‚ren azalmaya başladı.

Muhammed Ezher şoyle anlatır:

Bir sene Allahu teĂ‚lĂ‚dan devamlı bana evliyĂ‚sından birini gostermesini istedim. Bir gece ruyĂ‚mda İmĂ‚m-ı Ahmed bin Hanbel'in kabrini ziyĂ‚ret ettim, orada birisi vardı. İcimden onun evliyĂ‚dan biri olduğunu gecirdim. Uyanınca Ahmed bin Hanbel'in kabrine koştum. RuyĂ‚da gorduğum zĂ‚t orada duruyordu. Onumden gecip Dicle'ye doğru gitti. ZiyĂ‚retimi acele yapıp onu tĂ‚kib ettim. Dicle Nehrinin iki tarafı, bir adımlık mesĂ‚fe oluncaya kadar yaklaştı ve adımını atarak geciverdi. Sonra o zĂ‚t medresesine gittiğinde ruyĂ‚da ve uyanık iken gorduğu zatın AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri olduğunu anladı.

Onu goren tesiri altında kalır, mubĂ‚rek biri olduğunu hisseder, kalbi katı ise, yumuşardı. CumĂ‚ gunleri cĂ‚miye giderken, halk onu gormek icin sokakları doldururdu.

Kendisi hakkında kotuluk duşunene merhamet eder, onun iyiliğini isterdi.

Gavs-ul-Ă‚zam, Medîne-i munevvereden Bağdad-ı DĂ‚russelĂ‚ma gelirken, yolda hırsızlardan birine rastladı. Hırsız soyacak adam arıyordu. Gavs-ul-Ă‚zam ona; "Sen kimsin?" buyurdu. Hırsız; "Ben colde yaşıyanlardanım." dedi. Gavs-ul-Ă‚zam ona, isminin mĂ‚siyet, gunah murekkebi ile yazılmış olduğunu acıkladı. Hırsızın kalbinden, bu heybet ve azamet sĂ‚hibi kişinin Gavs-ul-Ă‚zam olması muhtemeldir duşuncesi gecti. Hırsızın kalbinden geceni kendisine soyledi ve; "Evet, ben AbdulkĂ‚dir'im." buyurdu. Hırsız, derhal mubĂ‚rek ayaklarına kapandı ve dilinden; "Ey Seyyid AbdulkĂ‚dir! Allah icin bana bir ihsĂ‚nda bulun!" sozleri cıktı. Gavs-ul-Ă‚zam, hĂ‚line acıdı ve kabinin duzeltilmesi icin, Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ etti. Hitab geldi; "Ey Gavs-ul-Ă‚zam, hırsızı doğru yola ulaştır. Onu sevgililer hidĂ‚yetine irşĂ‚d eyle, onu kutublardan biri eyle!" Hırsız, eşsiz teveccuhleri ile kutublardan oldu.

Meclisi musluman olmak icin gelenlerden boşalmazdı. Musluman olan bir rĂ‚hip şoyle anlatır:

Ben Yemenliyim. İcimden musluman olmak geldi. Bunun icin Yemen'deki İslĂ‚m Ă‚limlerinden birine murĂ‚caat etmek istedim. Boyle duşunurken, uyuya kaldım. RuyĂ‚mda ÎsĂ‚ aleyhisselĂ‚mı gordum. Bana; "Irak'a git, orada AbdulkĂ‚dir isminde biri var, onun huzûrunda musluman ol. Cunku o zamĂ‚nındaki Ă‚limlerin en buyuğudur." buyurdu.

Yine on uc kişilik bir hıristiyan cemĂ‚ati musluman olmayı kararlaştırdılar. Kimin yanında musluman olacaklarını duşunurlerken sĂ‚hibini gormedikleri bir ses; "Bağdad'a gidin. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî ismindeki zĂ‚tın huzûrunda musluman olun. Onun bereketiyle kalbinizde oyle bir îmĂ‚n nûru parlar ki, başkasının yanında boyle olmaz." diyordu.

Bu hĂ‚diseler, AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin buyukluğunu, derecesinin yuksekliğini gostermektedir. Yoksa, İslĂ‚miyette, musluman olmak icin, muftuye, imĂ‚ma gitmek ve formaliteye ihtiyĂ‚c yoktur. Bir kimse kelime-i şehĂ‚deti soyleyip mĂ‚nĂ‚sına inanınca musluman olur.

Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile bir anda bircok yerde bulunurdu.

RamazĂ‚n-ı şerîfte bir gun, ayrı ayrı yetmiş kişi, birbirinden habersiz, Gavs-ul-a'zamı iftĂ‚ra dĂ‚vet etti. Herbiri kendi evini şereflendirmek, bereketlendirmek istiyordu. Her birinin dĂ‚vetini kabûl etti, aynı anda dĂ‚vet edenlerin evlerinde iftarda bulundu, onlarla birlikte yemek yedi. Bu haber, bu buyuk ve havsalaya sığmaz kerĂ‚met, bir anda Bağdad'a yayıldı. Huzûrunda hizmet eden hizmetcilerden biri, Gavs-ul-Ă‚zam o akşam tekkesinden cıkmadığı, iftarı burada yaptığı hĂ‚lde, o kimselerin evlerine girip, onlarla yemek yemesi ve bu yemeğin aynı anda olması nasıl olur? diye duşunduğu zaman, Gavs-ul-Ă‚zam, o hizmetcisine donerek; "Onlar doğru soyluyorlar, herbirinin dĂ‚vetinde bulundum, ayrı ayrı, fakat aynı zamanda herbirinin evlerinde yemek yedim" buyurdu.

Cilesini cekmeden yuksek mertebelere ulaşılamıyacağını soylerdi.

Bir kadın, cocuğunu AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî'ye getirip; "Oğlumun kalbini size tutulmuş gordum; bana hizmetinden onu Ă‚zĂ‚d edip, size getirdim." dedi. Şeyh hazretleri bu genci yanına aldı. Ona nefsin istemediklerini yapmasını emretti. Tarîkatta sulûke başlattı. Bu şekilde devĂ‚m ederken, bir gun annesi cıka geldi. Oğlunu, az yemek ve uyumak sebebiyle, zayıf ve sararmış, arpa ekmeği yer hĂ‚lde buldu. Bu hĂ‚l ona dokundu. Cocuğunu bırakıp, AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretlerinin yanına girdi. Şeyh hazretleri oturmuş, tavuk yiyordu. "Efendim, siz burada tavuk yersiniz, benim oğlum ise, arpa ekmeği yer." dedi. Şeyh bunu duyunca, elini, tavuk kemiklerinin uzerine koyup; "Kum bi-iznillĂ‚h!" yĂ‚ni Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile kalk, diril! buyurdu. Tavuk hemen dirildi. Şeyh, kadına hitĂ‚ben; "Senin oğlun boyle olduğu zaman, dilediğini yesin!" buyurdu.

BĂ‚zan sevdiklerine mĂ‚nĂ‚ Ă‚leminde ceşitli şeyleri gosterirdi. Ali bin YĂ‚kub anlatır:

Bir kere daha yanına gitmiştik. Başını eğip, murakabeye dalınca, ondan bir nûrun yukseldiğini gordum. Gozumden perde kalktı, melekleri, onların tesbihlerini ve kabirdekileri, onların hĂ‚llerini, derecelerini, tesbih ettiklerini gordum. Her insanın alnındaki yazıları okumaya başladım. HulĂ‚sa bana gaybî, gizli pekcok şey malûm oldu. Beni oraya goturen Hocam Ali bin Hîtî, aklıma bir şey olmasından korkuyorum deyince, goğsume vurdu ve ondan sonra gorduklerimden dolayı hic korkmadım.

Ebu'l-Hacer HĂ‚mid HirĂ‚nî anlatıyor:

Bir gun AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin medresesine gittim ve huzûrunda oturdum. Bana; "Ey HĂ‚mid! Bir gun gelecek meliklerin, sultanların minderinde oturacaksın." buyurdu. Aradan epeyce zaman gecip, Hiran'a donunce, Sultan Nûreddîn beni cağırıp yanına oturttu ve evkaf bakanı yaptı. O gunden beri devamlı AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretlerinin o sozunu hatırlarım.

Bir gun bir cemĂ‚atle terasta durup, BuhĂ‚rĂ‚ tarafına donerek, guzel bir koku aldı ve; "Benim vefĂ‚tımdan yuz elli yedi sene sonra, dunyĂ‚ya Muhammedî meşreb birisi gelir, ismi BehĂ‚eddîn Muhammed Nakşibendî'dir. Bana mahsus nîmetlere kavuşur." buyurdu ve dediği gibi oldu.

EvliyĂ‚nın buyuklerinden ve murşid-i kĂ‚millerin en meşhûrlarından olan bu zĂ‚t, Muhammed BehĂ‚eddîn-i BuhĂ‚rî Nakşibend hazretleri idi.

Allahu teĂ‚lĂ‚ ona eşyĂ‚nın aslını, neden meydana geldiğini gosterirdi.

Bir gun devlet ileri gelenlerinden birisi huzûruna gelmişti. Tesirli nasîhatlarını dinledikten sonra memnuniyetinden on kese altını ortaya koyup, bunlar senindir." dedi. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri almak istemedi. Cok ısrar edince, icinden ikisini aldı ve sıktı. Elinin altından kan akmaya başladı. O şahsa; "Bunları bana getirmekten hic mi hayĂ‚ etmedin?" dedi. Onları helalden kazanmadığını gostermiş oldu.

Her zaman gizli acık kerametleri gorulurdu. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî hazretleri buyurur ki:

"KerĂ‚metler ancak bir hayır, hikmet icin gosterilir. KerĂ‚metini gizlemeyen dunyĂ‚ya duşkundur. Bana talebe olan yĂ‚hut evlĂ‚dımdan ve halîfelerime bağlı olup, kerĂ‚met derecesine ulaşıp, maksatsız kerĂ‚met izhar edenin yuzu iki dunyĂ‚da kara olur."
__________________