Ahmed CĂ‚mî hazretleri ummîydi. YĂ‚ni okula gitmemişti.Yirmi iki yaşında iken tovbe etmek nasîb oldu. O yaşa kadar arkadaşları ile zevk u sefĂ‚ icinde yiyip icerdi. Bir gun icki getirmek sırası ona geldi. Bulundukları yerde kırk kup ickileri vardı. ıcki almak icin gidip baktığında hic birinde şarap bulamadı. şaşırıp kaldı. Sonra merkebi ile şarap icin bağa gitti. Oradaki şarapları merkebe yukledi. Merkep yurumemekte inĂ‚d ediyordu. Hayvanı şiddetle dovmeye başladı, sonra Ă‚niden;Ahmed nicin bu hayvanı incitirsin? Onu biz yurutmuyoruz. Biz irĂ‚de etmeden yurumeyeceğini bilmiyor musun? Arkadaşların ozrunu kabûl etmezse, biz kabûl ederiz diye bir ses işitti. Hemen yere kapandı ve;YĂ‚ Rabbî! Tovbe ettim. Bundan sonra hic şarap icmeyeceğim. Emreyle merkep yurusun. O insanlara mahcûb olmayayım dedi. Merkeb yurumeye başladı. Arkadaşlarının yanına varıp şarabı onlerine koyduğunda, ona sen de ic dediler. Ben tovbe ettim dedi. Fakat icirmek icin ısrĂ‚r ettiler. Âniden kulağına yine bir ses geldi; YĂ‚ Ahmed! Ellerinden al, ic ve ictiğin bardaktan onlara da icir diyordu. Hemen alıp icti, şarap bal şerbeti olmuştu. Allahu teĂ‚lĂ‚nın kudreti ile şarap şerbete cevrilmişti. Orada bulunanlara da tattırdı, hepsi tovbe ettiler ve dağıldılar. Sonra dağa cıktı, uzun muddet insanlardan uzak durdu. ıbĂ‚det ve nefs terbiyesi ile meşgûl oldu. Seneler sonra bir gun kalbine;Ahmed! Hak yoluna boyle mi giderler? Kavminden senin uzerinde hakları olan bircok insanı bıraktın duşuncesi geldi. ınsanların arasına dondu ve eline bir odun alıp, evvelki şarap kuplerini kırmaya başladı. Koyun muhtarına onu şikĂ‚yet edip; Ahmed delirdi. şarap kuplerini parcalıyor dediler. Muhtar, bir adam gonderip onu evden cıkardı ve atların bulunduğu ahırda hapsetti. O da ahırın bir koşesine oturdu. Ellerini başına koyup;
Katır, şarap kupuyle hic durmadan donuyor,
Ey gonul! Allah icin sen de gel bir def don.
beytini okudu. Bu sozlerini işiten ahırdaki atlar, onlerindeki otları yemeyi bırakıp, başlarını duvarlara vurmaya başladılar. Gozlerinden yaşlar akıttılar. Atların bakıcıları bu hĂ‚li gorup muhtara haber verdiler. Muhtar gelip onu serbest bıraktı ve ozur diledi.
Yine dağa donup gitti. Nice yıllar orada kalıp, ibĂ‚det ve tĂ‚at ile meşgûl oldu. Artık okuyup yazmaya başladı. Kur'Ă‚n-ı kerîm ile diğer temel dînî kitapları, din buyuklerinin hayĂ‚tını devamlı okuyordu. Bir taraftan da bĂ‚zı kimselerin uzerinde hakları olduğunu duşunuyordu. Acaba onları nasıl odeyecekti. Bu duşunceler icindeyken, kalbine şoyle bir nidĂ‚ geldi:Ahmed! Sen, insanı Allahu teĂ‚lĂ‚ya kavuşturan yolda iyi gidiyorsun. Allahu teĂ‚lĂ‚nın lutfuna ve keremine olan tevekkulun sebebiyle, senden alacaklı olanların borcunu, O, nihĂ‚yetsiz hazînesinden fazlasıyla oder. Gercekte rızıkların hakîkî sĂ‚hibi de odur.
Bundan sonra Allahu teĂ‚lĂ‚, nihĂ‚yetsiz ihsĂ‚n hazînesinden onun uzerinde hakları bulunanların ve ona muhabbeti olanların her birine, her gun bir batman (7.692 kg) buğday verirdi. şoyle ki, alacaklılar her sabah o bir batman buğdayı sandıklarında bulurlardı. Bu buğday, o gun evdekilerin hepsine yeterdi. HattĂ‚ misĂ‚firleri gelse, onlara da yetip artardı. Bir zaman sonra, ona verilen mĂ‚nevî bir işĂ‚ret uzerine tekrar insanlar arasına dondu ve doğru yolu gostermeye başladı. Sirac-us-SĂ‚irîn kitabını yazdığı Ă‚na kadar 80 bin kişi elinde tovbe etti.
Ahmed CĂ‚mî'nin oğullarından ZĂ‚hiruddîn ÎsĂ‚, babasının elinde 600 bin kişinin tovbe ederek doğru yolu bulduklarını bildirmiştir.
Kendisine sordular ki:Biz gecmiş velîlerin kitaplarını, kerĂ‚metlerini okuyor ve Ă‚limlerden dinliyoruz. Ama sizde meydana gelen haller cok azında gorulmuştur. Bunun sebeb-i hikmeti nedir? Buyurdu ki: Velîlerin cektiği butun sıkıntıları cektik. Allahu teĂ‚lĂ‚ onlara ayrı ayrı verdiği kerĂ‚metleri, ihsĂ‚n ederek, Ahmed'e hepsini verdi. Her dort yuz yılda, bir Ahmed'e boyle ihsĂ‚nlarda bulunur ve bu ihsĂ‚nları da herkes gorur.
Nitekim Ahmed CĂ‚mî'den dort yuz sene sonra gelen ımĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Muceddid-i Elf-i SĂ‚nî Ahmed FĂ‚rûkî hazretlerine de Allahu teĂ‚lĂ‚ boyle ikrĂ‚mlar, hattĂ‚ daha buyuk makamlar ihsĂ‚n eylemiştir. Bu, Allahu tealĂ‚nın husûsî bir ihsĂ‚nıdır, dilediğine nasîb eder. O'nun ihsĂ‚nı boldur.
Ebû Saîd Ebu'l-Hayr hazretlerinin, ibĂ‚det ederken giydiği bir hırkası vardı. HattĂ‚, bu hırkanın hazret-i Ebû Bekr'e Ă‚it olduğu, elden ele, ona kadar geldiği de soylenirdi. Ahmed NĂ‚mıkî hazretlerine hırkayı ulaştırması icin, Ebû Saîd'e mĂ‚nevî bir işĂ‚ret gelmişti. Ebû Saîd'in oğlu Ebû TĂ‚hir hazretleri, babasında bulunan bu mubĂ‚rek hırkayı taşımak selĂ‚hiyetinin kendisine verilmesini arzu ediyordu. Ebû Saîd keşf yoluyla oğlunun bu duşuncesini anlayıp;Sizin istediğiniz bu selĂ‚hiyeti başkasına verdiler buyurdu. Orada bulunanlar bu sozlerle ne demek istediğini anlayamadılar. Sonra oğlu Ebû TĂ‚hir'e vasiyet edip;Benim vefĂ‚tımdan yıllar sonra, uzun boylu, şoyle şoyle şekilde, adı Ahmed olan bir genc hĂ‚nekĂ‚hın kapısından girip gelir. Sen de o zaman, talebelerin icerisinde benim yerimde oturmuş olursun. Bu hırkayı muhakkak ona teslim eyle! buyurdu.
Ebû Saîd vefĂ‚t edip aradan uzun yıllar gecince, Ebû TĂ‚hir bir gece ruyĂ‚sında, babası Ebû Saîd'in dostlarıyla birlikte, acele ile bir yere gittiklerini gordu ve nereye gittiklerini sordu. Ebû Saîd;Sen de gel! EvliyĂ‚nın kutbu geliyor buyurdu. O da acele etmek istedi, fakat uyanıverdi. Ertesi gun Ebû TĂ‚hir, talebelerin icerisinde babasının yerinde oturmuştu. Babasının tĂ‚rif ettiği şekilde bir genc iceri girdi. Ebû TĂ‚hir geleni hemen tanıdı. Ona cok izzet ve ikrĂ‚mlarda bulundu. Cok hurmet gosterdi. Babasının emĂ‚net ettiği hırkayı cok seviyor, bunu başkasına teslim etmenin kendisine cok zor geleceğini duşunuyordu. Bu sırada, gelen genc (Ahmed CĂ‚mî

Ahmed-i NĂ‚mıkî CĂ‚mî hazretleri uzun riyĂ‚zetler ve mucĂ‚hedelerden nefsin isteklerini yapmayıp istemediklerini yaparak insanlar arasına donup, bir yandan onlara ıslĂ‚miyeti anlatırken, diğer taraftan yuzlerce eser yazdı. Âlimlerin herbirisi bu kitapları cok beğendi. Cok yuksek velîydi. Butun mahlûkĂ‚ta karşı cok merhametli ve cok comertti. Herkese maddî ve mĂ‚nevî iyilik ederdi. Sıkıntısı olanlar kendisine murĂ‚caat ederlerdi.
Buyuklerden HĂ‚ceEbu'l-KĂ‚sım isminde biri vardı. Malı da, hayrı da coktu. DĂ‚imĂ‚ Ă‚limlerin ve velîlerin hizmetlerinde bulunurdu. Gecmiş evliyĂ‚nın kabirlerini ziyĂ‚ret eder, mubĂ‚rek rûhĂ‚niyetlerinden feyz alırdı. Hikmet-i ilĂ‚hî başına oyle bir hĂ‚l geldi ki, butun malı elinden cıktı. Muhtac bir hĂ‚le duştu. Kime gideceğini bilemiyor, kimseden bir şey isteyemiyordu. Yaşlı ve zayıf olduğu icin, calışıp kazanması da mumkun değildi.
Bir gun sıkıntılı şekilde cĂ‚mide oturuyordu. Yaşlı bir zĂ‚t iceri girip iki rekat namaz kıldı. Sonra bir koşede sıkıntılı ve uzuntulu bir hĂ‚lde oturan Ebu'l-KĂ‚sım'ın yanına gelip selĂ‚m verdi. Nûr yuzlu ve cok heybetli biriydi. Heybeti Ebu'l-KĂ‚sım'ı kaplamıştı. SelĂ‚ma cevap verdi. Gelen zĂ‚t;Nicin sıkıntılı oturuyorsunuz?dedi. O da, icinde bulunduğu durumu anlattı. Gelen zĂ‚t;Ahmed bin Ali'yi (Ahmed CĂ‚mî'yi tanır mısın?dedi. Ebu'l-KĂ‚sım;Evet. Eski dostumdur. dedi. O zĂ‚t;Onun yanına git. O, kerĂ‚met sĂ‚hibi bir kimsedir. Senin derdine dermĂ‚n olur dedi. Ebu'l-KĂ‚sım, ertesi gun Ahmed CĂ‚mî hazretlerinin yanına gitti. SelĂ‚m verdi. Ahmed CĂ‚mî selĂ‚mını alıp; Ne haldesin? buyurdu. O da hĂ‚lini anlattı. Ahmed CĂ‚mî buyurdu ki: Kac gundur seni duşunuyordum. Başına bir iş gelmiş olabileceğini tahmin etmiştim. Fakat sen hic uzulme. ınşĂ‚allah, Allahu teĂ‚lĂ‚ işini kolaylaştırır. Bir cĂ‚resi bulunur. Biz de duĂ‚ edelim.
Ahmed CĂ‚mî hazretlerinin bu guzel sozleri, HĂ‚ce Ebu'l-KĂ‚sım'ı rahatlatmıştı. Ertesi gun tekrar Ahmed CĂ‚mî'nin huzûruna geldi. Ahmed CĂ‚mî onu gorur gormez;Allahu teĂ‚lĂ‚ senin işini kolaylaştırdı. Senin bir gunluk ihtiyacın ne kadardır? diye sordu. O da, bir gunluk ihtiyĂ‚cına yetecek altın mikdĂ‚rını soyledi. Ahmed CĂ‚mî hazretleri;Senin ihtiyĂ‚cını şu taşa havĂ‚le eylediler. Her gun gelir ihtiyĂ‚cın kadar altını oradan alırsın.buyurdu. HĂ‚ceEbu'l-KĂ‚sım; Peki efendim. deyip teşekkur etti ve o taşın yanına gitti. Taşın altında bir mikdĂ‚r altın vardı. Onu aldı sonra, Ahmed CĂ‚mî'nin huzûruna gidip;Efendim! MĂ‚lûmunuz olduğu gibi ben ihtiyarım. Cocuklarım da var. Ben oldukten sonra onların hĂ‚lleri nice olur?dedi. Bunun uzerine; HıyĂ‚net etmemek şartı ile, oğullarından hangisi gelirse, o altını alır. buyurdu.
HĂ‚ce Ebu'l-KĂ‚sım, her gun gider ihtiyacı kadar altını alırdı. Bu hal, vefĂ‚tına kadar devĂ‚m etti. VefĂ‚t ettikten sonra uzun yıllar oğulları gelip oradan altın aldılar. ıclerinden biri hıyĂ‚net edinceye kadar boyle devĂ‚m etti. Biri hıyĂ‚net edince bir daha o taşın altında altın bulamadılar.
Bir zamanlar, Ahmed CĂ‚mî hazretleri Herat'a gitmek istedi. Bu haber tellĂ‚llar vĂ‚sıtasıyla Herat ve civarında yayıldı. Genc-ihtiyar butun halk sokaklara dokuldu. Herkes, kendisini gormekle şereflenmek, mubĂ‚rek sozlerini duyabilmek arzusuyla yanıyordu. Bir taht yaptırarak onun ustunde oturmasını ve tahtı da omuzlarında taşımak istediklerini bildirdiler. Kabûl etmedi fakat cok ısrĂ‚r edilince cĂ‚resizlikten kabûl etti. O zamanda bulunan en buyuk velîlerden dort kişi, tahtın kollarından tuttular. Boylece bir saat kadar gittiler.Tahtı yere koyunuz. Size bĂ‚zı soyleyeceklerim var. buyurdu. ındirdiler.ırade nedir, bilir misiniz? diye sordu.Siz buyurunuz.dediler. ırĂ‚de, soz dinlemektir. buyurdu.Oyledir. dediler. O halde siz atlarınıza bininiz, tahtı da diğerleri taşısınlar. Biz de sizinle aynı hizĂ‚da bulunmuş oluruz. buyurdu. Bu teklifi kabûl edip, tahtı başkalarına verdiler. Herkes bereketlenmek icin tahtı birkac adım taşıdı, sonra sırayla diğerleri alırdı. Fakat insan cokluğundan herkese sıra gelmedi. şehre geldikleri zaman, şeyh-ul-ıslĂ‚m Abdullah-i EnsĂ‚rî hazretlerinin konağına indiler.
Herat şehrinde Abdullah zĂ‚hid isminde bir zat vardı. Senenin oruc tutması cĂ‚iz olmayan beş gunu hĂ‚ric, otuz senedir butun sene boyunca oruc tutardı. Herkes tarafından tanınır, sozleri kıymetli olup, dinlenirdi. Ahmed-i NĂ‚mıkî CĂ‚mî hazretlerinin Herat'a geldiğini haber alıp, hanımına; Elbisemi getir. Ustad Ahmed hazretlerinin buyuk velî olduğunu soyluyorlar. O gelmiş. Bakalım hĂ‚li nasıldır?dedi. Hanımı dedi ki: Eğer onu denemek, imtihan etmek icin gidiyorsan sakın gitme, cunku o senin zannettiğin gibi değildir. Eğer sohbetinde bulunmak, sozlerinden istifĂ‚de etmek niyetin varsa, git ve ne derse riĂ‚yet eyle. Eğer soylediklerine uymazsan ziyĂ‚n edersin. ZĂ‚hid kızıp; Haydi elbisemi getir! Sen boyle şeyleri bilmezsin.dedi. Elbisesini giyip, Ahmed CĂ‚mî'nin huzûruna gelip, selĂ‚m verdi. Ahmed CĂ‚mî selĂ‚mını aldı ve; Bize selĂ‚m vermeye niyet ettiğin zaman, hanımının sana ne soylediğini hatırlıyor muydun? Soz dinler misin? buyurdu. ZĂ‚hid;Soylenilen soz doğru olduktan sonra nicin tutmayayım, nicin soz dinlemeyeyim. dedi. Bunun uzerine Ahmed CĂ‚mî buyurdu ki:
Geri don. Falan mahalleye git. Muhammed Kassab-ı Mervezî'nin dukkĂ‚nında, kenarda cengelde asılı olan kuzu etini satın al. Bakkaldan da biraz pekmez ve yağ al. Kendi elinle evine ***ur. Cunku hadîs-i şerîfte; Bir kimse kendi ihtiyĂ‚cını kendi taşırsa, kibirden uzak olur. buyruldu. Eti pişir, tatlıyı da yanına alıp, hanımınla berĂ‚ber ye. Sonra gusul eyle. Sonra, bu zamĂ‚na kadar isteyip de elde edemediğin bir şey varsa, gel Ahmed CĂ‚mî'ye talebe ol. Onun sozunden hic cıkma! buyurdu.ZĂ‚hid, bana yapamayacağım şeyleri soyluyor. Ben otuz senedir gunduz bir şey yemiyorum ki... diye duşundu. Bunun uzerine Ahmed CĂ‚mî hazretleri; ZĂ‚hid, neler duşunuyorsun? Haydi! Bunlar kolaydır. Korkma!Eğer bunları yapmak sana cok zor geliyorsa HĂ‚ce Ahmed'den (kendisinden) yardım iste! buyurdu.
zĂ‚hid kalktı ve Ahmed CĂ‚mî hazretlerinin soylediklerini yerine getirdi. Eti pişirdiler. Tatlı yaptılar ve yediler. Hamama gidip gusledince, şehrin dort duvarı arasında bulunan şeyler kendisine keşf olunmaya, onları gormeye başladı. Sonra Ahmed CĂ‚mî'nin yanına geldi. Ahmed CĂ‚mî kendisine; Ahmed'in bunda kabahati yoktur. Eğer şehrin dort duvarı icinde olan şeylerin keşfini değil de, dunyĂ‚nın dort bucağı arasında bulunan şeylerin keşfini isteseydin, elbette o da verilirdi.buyurdu.
Bir gun Herat'ta bulunan bĂ‚zı Ă‚limler, Ahmed CĂ‚mî hazretlerine geldiler. Aralarında sohbet ederlerken, soz mĂ‚rifet ve tevhîd konusuna gelince Ahmed CĂ‚mî; Siz mĂ‚rifet ve tevhîd hakkındaki sozleri taklid ile soyluyorsunuz. buyurdu. Onlar; Nasıl olur. Bizim her birimizin zihninde, Allahu teĂ‚lĂ‚nın varlığına binlerce delîl vardır. Siz ise bizim bunları taklid ile soylediğimizi soyluyorsunuz. dediler. Onlara; Eğer her biriniz on bin delîl hıfzetse, yine mukallidsiniz. buyurdu. Bize bu sozunuzun doğru olduğunu isbĂ‚t edebilir misiniz? dediler. O da, hizmetciye bir leğen ve uc tĂ‚ne inci getirmesini emretti. Ahmed CĂ‚mî incileri leğendeki suyun icine bıraktı ve; Her kim sozunde sĂ‚dık ise, leğenin yanına gelip BismillĂ‚hirrahmĂ‚nirrahîm dese, bu uc inci tanesi bir tĂ‚ne olur. buyurdu. Onlar; Bu şaşılacak bir şeydir.dediler. Ahmed CĂ‚mî; Siz deyiniz! Sıra bana gelince ben de soyleyeceğim.buyurdu. Onlar, sıra ile dediler. ıncilerde herhangi bir değişiklik olmadı. Sıra kendisine gelince, leğen uzerine gelerek; BismillĂ‚hirrahmĂ‚nirrahîm. dedi. Uc inci, leğen uzerinde yuvarlanmaya başladı. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile durunuz!deyince inciler durdu. Birbirine karıştı ve deliksiz tek bir inci oldu. Hepsi hayret ettiler.
Ahmed CĂ‚mî hazretlerinin bir zaman canı zerdĂ‚li istedi. Nefsine; Bir yıl oruc tutarsan zerdĂ‚li veririm. dedi. Nefsi bunu kabûl etti. Bir yıl oruc tuttu. Bir yıl, tamam olunca nefsi seslenip; Ben hizmetimi bitirdim. Sen de verdiğin sozu yerine getir! diyordu. Babadan miras kalan bir bağı vardı. Oraya gitti. Bağda bir hayvan oldurulmuş ve karnı deşilmişti. Mîdesinde ciğnenmeden yutulan zerdĂ‚liler vardı. Onlardan bir tane alıp temizledi. Nefsi feryad edip; Senin bana vermeyi soz verdiğin zerdĂ‚li boyle hayvan mîdesinden cıkarılan zerdĂ‚li değildi. dedi. Bu da zerdĂ‚lidir. Eğer îtirĂ‚z edersen, bunu da vermem. dedi. Nefsi kabûl etmedi.Tek bana bunu verme! Başka bir şey istemem. dedi. Sonra birkac tĂ‚ne zerdĂ‚liyi daldan kopararak eline aldı. Dostu Ebû TĂ‚hir'in yanına varınca, zerdĂ‚lileri onune koydu. Ahmed! Bize vakıf zerdĂ‚lisi mi getirdin?dedi. Vakıf değildir. Kendi ağacımdan, kendi elimle toplayıp getirdim. dedi. Vakıf zerdĂ‚lisi getiriyorsun, sĂ‚hibiyim diye bize veriyorsun, bizi gormuyor sanıyorsun. dedi. Edepsizlik olmasın diye sustu. ıcinden de Allahu teĂ‚lĂ‚ya munĂ‚caat edip; YĂ‚ Rabbî! Sen de biliyorsun ki, bu zerdĂ‚lileri, babamdan bana mîras kalan bağdaki kendi ağacımdan alıp getirdim. O ise vakıf zerdĂ‚lisi olduğunu soyluyor. Bu işin doğrusunu onun kalbine ilhĂ‚m eyle! dedi. Biraz sonra Ebû TĂ‚hir oğlunu cağırıp; Git, kendi surunden bir koyun getirip kes. Aclık Ahmed'in başına ve beynine vurmuş, ne soylediğini bilmiyor. Vakıf zerdĂ‚lisini, kendi malı sanıyor. Corba ve et pişirsinler. Corba ve eti pişirip getirdiler. Ahmed CĂ‚mî'nin gonlune, bu etten ve corbadan yememek geldi. Cunku helĂ‚l değildi. SĂ‚dece kuru ekmek yedi. Ebû TĂ‚hir; Nicin yemiyorsun? diye sorunca; Boyle hoşuma gidiyor. dedi. IsrĂ‚r etti. Bunun uzerine kalbine gelen ilhĂ‚mı anlattı. Oğlunu cağırıp, koyunu nereden getirdiğini sordu. Oğlu ;Suru uzak gitmişti. Siz acele istediğiniz icin, eti falan kasaptan aldım. dedi. Kasabı cağırıp sordular. Bu koyunu bekci haksız olarak bir yerden almış. Bana getirdi. Ben de kestim. Yarısını bekci alıp gitti. Diğer yarısını da, oğlunuz gelince ona sattım. dedi.
Bu hal anlaşılınca, Ebû TĂ‚hir başını onune eğdi.
Ahmed CĂ‚mî de kalkıp yakında bulunan mağaraya gitti. Orada ona bir ağlama hĂ‚li geldi. YĂ‚ Rabbî! O etin durumunu ona gosterdin. ZerdĂ‚linin de durumunu ona ihsĂ‚n eyle. diye munĂ‚caatta bulundu. Bu sırada Ebû TĂ‚hir mağaraya geldi. Arkasından Hızır aleyhisselĂ‚m geldi ve; Ey Ebû TĂ‚hir! Ahmed'in malına vakıf dersin. şupheli ete helĂ‚l dersin. Bunu kimden oğrendin? Ahmed'in mertebesi cok yuksektir." buyurdu. Ebû TĂ‚hir o zaman meseleyi anlamış oldu.
Ahmed NĂ‚mıkî CĂ‚mî, bir nehrin kenarında oturmuş bir talebesine tasavvuf yolunda, Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevdiklerine ne kadar lutuf yapmış olduğundan bahsediyordu. Bu sırada nehri gosterip; Eğer Allahu teĂ‚lĂ‚nın dostları, sevdikleri, işĂ‚ret edip, ey su! Geri don ve yukarı doğru ak! deseler, geri donup yukarı doğru akar. buyurması ve işĂ‚ret etmesiyle su gerisin geri akmaya başladı.
Bir gun bir dağın eteğinde oturmuş talebelerine ders anlatıyordu. Yanına birisi gelip abdest almak icin su istedi. Ahmed-i NĂ‚mıkî CĂ‚mî; Falan yerde ceşme var. Oraya git, abdest al. buyurdu. O şahıs ceşmenin olduğu yeri bilmiyordu. Bunun uzerine Ahmed NĂ‚mıkî parmağı ile; ışte şurasıdır. diye işĂ‚ret etti. O anda tĂ‚rif ettiği yerdeki ceşme Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile yerinden kalkıp, havaya yukseldi ve bir mikdĂ‚r havada kaldı. O şahıs da gidip abdest aldı. Orada bulunanlar, buna şahid oldular.
Ebu'l-Hasan Salah isimli bir zĂ‚t gece ruyĂ‚sında Peygamber efendimizi gordu. Dort halîfesi sağ tarafında, Ahmed-i CĂ‚mî hazretleri sol tarafında oturuyordu. Resûlullah efendimiz EshĂ‚b-ı kirĂ‚m ile konuşuyordu. Konuşmaları bitince, Ebu'l-Hasan selĂ‚m verip huzûra yaklaşarak; YĂ‚ Resûlallah! Bugun kendisine uyulacak zĂ‚t kimdir? Kime uymak lazımdır. diye sordu. Resûlullah efendimiz, Ahmed-i NĂ‚mıkî CĂ‚mî'yi işĂ‚ret ederek; Ehl-i sunnet vel-cemĂ‚at, Ehl-i sunnet vel-cemĂ‚at, Ehl-i sunnet vel-cemĂ‚at. buyurdular. Ehl-i sunnet vel-cemĂ‚at ile Ahmed NĂ‚mıkî'yi kasdetmişlerdi.
Ahmed-i NĂ‚mıkî CĂ‚mî'yi sevenlerden birisi bir gun;Ahmed NĂ‚mıkî hazretlerinin yanına gideyim, mubĂ‚rek eliyle ağzıma bir lokma koysun. diye aklından gecirdi. Bu zĂ‚t ile Ahmed NĂ‚mıkî CĂ‚mî'nin bulunduğu yer arasında uc gunluk mesafe vardı. Yola cıkıp, Ahmed NĂ‚mıkî CĂ‚mî'nin yanına vardı. O sırada sofra hazırdı. O zĂ‚tı da sofraya buyur ettiler. Ahmed-i NĂ‚mıkî eline bir lokma aldı ve o zĂ‚tın kulağına; Senin istediğin bu ise, işte lokma.
Mukrî Mehmed isimli bir zĂ‚t bir gun Ahmed-i NĂ‚mıkî'ye gidip; Hic bir şeyim yok, calışıp kazanacak halde de değilim. Hem cok zayıfım. Babama soyle de bana servetinden bir şeyler versin. dedi. Ahmed CĂ‚mî; Ey Mukrî! Gonlu boyle şeylere bağlamamalı. ınsan kanĂ‚atkĂ‚r olmalı. buyurdu. Buna rağmen o; Nasıl kanĂ‚atkĂ‚r olayım ki? dedi. Ahmed CĂ‚mî; Az veya cok bir şeyin de mi yok? diye sorunca; Hicbir şeyim yok. dedi. Bunun uzerine Ahmed CĂ‚mî; Sen once falanca yere sakladığın altınlarını harca bakalım. Ondan sonra Allahu teĂ‚lĂ‚ sana başkasını ihsĂ‚n eder. buyurdu. Mukrî Mehmed; Hangi altından bahsediyorsunuz ve ne kadar? diye sorunca, Ahmed CĂ‚mî parmağı ile on sekiz dinara kadar saydı. On sekiz bucuk dinarı da gordum. buyurdu. Bu durum karşısında o zĂ‚t mahcûb oldu ve yaptığına tovbe etti.
Ahmed NĂ‚mıkî 1142 (H.536) senesi Ocak ayında vefĂ‚t etti. Meşhed ile Herat arasındaki yolun tam ortasında Turbei CĂ‚mî bahcesine defnedildi.
Ahmed NĂ‚mıkî CĂ‚mî'nin vefĂ‚tından bir sure sonra bir harb cıktı. Bu harpte KĂ‚dı ımĂ‚duddîn VĂ‚sıtî isimli bir zĂ‚t yaralanmıştı. Yaralı hĂ‚lde bir medresede kalıyordu. Talebelerinin coğu dağılmış, yanında birkac kişi kalmıştı. Medresede, yalnız, garip, kimsesiz bir halde kalıyordu. Durumu epeyce ağırlaşmıştı. Kendisini tedavî edecek kimse de yoktu. Cok sıkıntılı bir durumdaydı. Bu hĂ‚lde iken bir gece bulunduğu odada bir nûr gorundu. Ne olduğunu bilmiyordu. Birisi gelip, elini onun başına koydu. O anda cok ferahladı. Ona; Siz kimsiniz, sizi tanıyor muyum. diye sordu. O zĂ‚t; Ben Ahmed-i NĂ‚mık-i CĂ‚mî'yim. dedi. Bunun uzerine onu tanıyıp; Ey efendim!Bak ne hĂ‚ldeyim. Âciz, kimsesiz ve bîcĂ‚reyim. dedi. Ahmed NĂ‚mıkî; Ben senin yaralarını tedĂ‚vî icin geldim. buyurdu ve elini yaraları uzerine koydu. Dokunduğu yer iyileşiyordu. Uyandığında elli kadar yaradan hic eser yoktu.
Ahmed NĂ‚mıkî CĂ‚mî'ye Ehl-i sunnet vel-cemĂ‚at olmanın şartlarını sorduklarında şoyle buyurdu: Ehl-i sunnet ve cemĂ‚atten olmanın şartları hakkında cok meseleler vardır. Bu meseleleri bilmek, namazı, orucu, haccı bilmek gibi farzdır. Bunlar oyle farzdır ki, îtikĂ‚d doğru olup da, namazda, oructa ve diğer ibĂ‚detlerde bir noksanlık olursa ve bu noksanlık kasden olmazsa affedilebilir. (Eğer affolunmazsa, insan Cehennem'e girse bile, sonunda yine kurtulur.)
Fakat, Ehl-i sunnet ve cemĂ‚at îtikĂ‚dında bir sarsıntı olursa, bid'at sĂ‚hibi olunmuş olur Ve bid'at sĂ‚hibini de Allahu teĂ‚lĂ‚ affetmez. ıtikĂ‚dda bid'at sĂ‚hibi olan bir kimseye azap vĂ‚cib olur. Ehl-i sunnet ve cemĂ‚at îtikĂ‚dına sarılmak ve bid'atten cok sakınmak lĂ‚zımdır. Bu sozlerimizin senetlerini de bildirelim ki, soylediklerimiz boş soz zannedilmesin.
Resûlullah efendimiz buyurdu ki: Allahu teĂ‚lĂ‚, halîfelerime rahmet etsin. Denildi ki: YĂ‚ Resûlallah! Sizin halîfeleriniz kimlerdir? Sunnetimi ihyĂ‚ edenler ve onu Allahu teĂ‚lĂ‚nın kullarına oğretenlerdir. buyurdu. Yine buyurdu ki: YĂ‚ EbĂ‚ Hureyre! Sen insanlara benim sunnetimi oğret ki, kıyĂ‚met gununde senin icin parlak bir nûr olsun. Once ve sonra gelenler sana gıpta etsin. Yine buyurdu ki: Ben insanlarla, onlar LĂ‚ ilĂ‚he illallah diyene kadar savaşmakla emrolundum. ınsanlar bunu (Kelime-i tevhîdi) soyleyince, benden kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Ancak ıslĂ‚miyetten doğan haklar bundan mustesnĂ‚dır. Onların hesapları ise (kalblerindekini bilen) Allahu teĂ‚lĂ‚ya Ă‚ittir. Yine buyurdu ki: Ummetim yetmiş uc fırkaya ayrılacaktır. Bunların yalnız biri Cennet'e girecek, otekilerin hepsi Cehennem'e gidecektir. Yine buyurdu ki: şefĂ‚atim, Kelime-i şehĂ‚deti ihlĂ‚s ile soyleyen, dili kalbini, kalbi de dilini tasdîk eden kimse icindir.
Bu tur haberler coktur. Daha fazlasını soylersek soz uzar. Allahu teĂ‚lĂ‚ya ve Resûlune îmĂ‚n etmiş olan mumin ve îtikĂ‚dı duzgun bir kimseye bu anlattıklarımız yeter. Eğer buna îmĂ‚nı yoksa, onun sunnet ve cemĂ‚at ile zĂ‚ten alĂ‚kası yoktur. Biliniz ki, Ehl-i sunnet ve cemĂ‚atin meseleleri, alĂ‚metleri coktur. Ama onun esası ve kĂ‚idesi on meseleye dayanır. Bu on meseleyi mutlaka bilmek lĂ‚zımdır.
Ebu'l-Hasan bin Ali'nin bildirdiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz buyurdular ki: Sunnet ve cemĂ‚at uzere olana, Allahu teĂ‚lĂ‚ her bir gun icin, bin nebî sevĂ‚bı yazar ve her bir gun icin, ona Cennet'te bir şehir binĂ‚ eder. Kaldırdığı ve koyduğu her adım icin ona on iyilik yazar. CemĂ‚at ile namaz kılana, her bir rekati icin bir şehid ecri (sevĂ‚bı) yazar .
EshĂ‚b-ı kirĂ‚m, (aleyhimurrıdvĂ‚n) dediler ki: YĂ‚ Resûlallah! Bir kişinin sunnet ve cemĂ‚at, uzere olduğu ne zaman (ne ile) bilinir? buyurdular ki:
şu on haslet kendisinde mevcut ise (o kişinin Ehl-i sunnet ve cemĂ‚at uzere olduğu) bilinir: 1) CemĂ‚ati terk etmez, 2) EshĂ‚bımı soz ile kotulemez, sovmez. 3) Bu ummete (musluman ummete) kılıcla karşı cıkmaz. Kılıc cekmez. 4) Kaderi tekzîb etmez (kadere inanır), 5) ÎmĂ‚nda şuphe etmez, 6) Allahu teĂ‚lĂ‚nın dîninde munĂ‚zaa (îtirĂ‚z, munĂ‚kaşa) etmez, 7) Ehl-i kıble olarak olen kimsenin cenĂ‚ze namazını kılmayı terk etmez, 8) Tevhîd ehli bir kimseye gunahı sebebi ile (buyuk bir gunah işlese bile) kĂ‚fir demez, 9) Seferde ve hazerde (mukim ve yolcu iken) mest uzerine meshi terk etmez, 10) ıyi veya gunahkĂ‚r olan imĂ‚mın arkasında namaz kılar ve cemĂ‚ati terk etmez. Bu hasletlerden birisini terkeden, sunnet ve cemĂ‚ati terketmiş olur.
Gerek hadîs-i şerîfler ile bildirilen, gerek din imĂ‚mlarımız tarafından Ehl-i sunnetin şiĂ‚rı olarak, Selef-i sĂ‚lihînden bize ulaşan bu on haslete sĂ‚hip kimsenin, Ehl-i sunnet ve cemĂ‚atten olduğu anlaşılır. LĂ‚ ilĂ‚he illallah Muhammedun Resûlullah diyen kimsenin, erkek olsun kadın olsun, iyi olsun kotu olsun, mumin olduğu kabûl edilir. Ona kız verilir ve onunla evlenilir. Ona muminlerden mîrĂ‚s duşer. Onun mîrĂ‚sı da muminlere duşer. Ona muminlere Ă‚it hukumler tatbik edilir. VefĂ‚t ettiği zaman cenĂ‚ze namazı kılınır. Muminlerin kabristanına defn olunur. Eğer Kelime-i şehĂ‚deti kalbi ile de tasdîk ederek gonulden soyleyip ve bu hal uzere Allahu teĂ‚lĂ‚ya kavuşmuş ise, onun yeri Cennet'tir. Eğer kalpten soylememiş ise, munĂ‚fık olur. ZĂ‚hire gore şehĂ‚det soylediği icin, onu muminlerin ahkĂ‚mına tĂ‚bi tutarlar. Eğer nifak uzere Allahu teĂ‚lĂ‚nın huzûruna varırsa, onun yeri dereke-i esfel (Cehennem'in en aşağı derecesi) olur. şoyle ki, NisĂ‚ sûresinin 145. Ă‚yet-i kerîmesinde meĂ‚len; Muhakkak ki munĂ‚fıklar, Cehennem'in en aşağı tabakasındadırlar (Cehennem'in dibindedirler)... buyruldu.
Kelime-i şehĂ‚deti soyleyen bir kimseye, tohmet (suclama) ve taassub (husûmet) ile, mumin değildir, demek icin kimseye musĂ‚ade verilmemiştir. Nitekim NisĂ‚ sûresinin 94. Ă‚yet-i kerîmesinde meĂ‚len; ..Size ıslĂ‚m selĂ‚mı veren kimseye, dunyĂ‚ hayĂ‚tının gecici nîmet ve menfaatine goz dikerek sen mumin değilsin demeyin... buyruldu. Oyle ki, Kelime-i şehĂ‚det soyleyenlerin hepsini mumin kabûl etmelidir. Buyuk gunahları varsa, bu sebeple kendilerine kufur ve nifak damgasını vurmamalıdır. Kendi îmĂ‚nında ve onların îmĂ‚nında şuphe etmemelidir. Cunku Allahu teĂ‚lĂ‚, gunĂ‚hkĂ‚rları mumin olarak isimlendirdi ve Nûr sûresi 31. Ă‚yet-i kerîmesinde meĂ‚len; ...Ey muminler! Hepiniz Allahu teĂ‚lĂ‚ya tovbe ediniz ki, dunyĂ‚ ve Ă‚hiret saĂ‚detine kavuşasınız!" buyurdu. Âsîlere tovbeyi emreden, olanların îmĂ‚nını kabûl eden Allahu teĂ‚lĂ‚ya muhĂ‚lefet etmek uygun değildir. Allahu teĂ‚lĂ‚nın bu emrinde şuphe etmek ve bunu reddetmek de aslĂ‚ cĂ‚iz değildir. Muminlerin sozunu ve şehĂ‚detini reddetmek ve onları yalancı zannetmek de hic uygun değildir. Cunku ateşperest, putperest, yahûdî gibi kufur, şirk ve dalĂ‚let ehli bir kimseden bu Kelime-i şehĂ‚deti işiten bir mumin bunu işittiğine dĂ‚ir şĂ‚hidlik ederse, butun ıslĂ‚m kĂ‚dıları, o kimsenin musluman olduğuna hukmederler.
ıyi bir arkadaşın nasıl olacağını anlatırken buyurdu ki:
Tanıştığınız, goruştuğunuz, berĂ‚ber olduğunuz kimsenin iyi arkadaş mı, kotu arkadaş mı olduğunu anlamakta dikkat edilecek husus ve olcu şoyledir: Gorduğunuz, goruştuğunuz, berĂ‚ber olduğunuz, birlikte oturup, kalktığınız kimse, sizin Allahu teĂ‚lĂ‚yı hatırlamanızı ve unutmamanızı, O'nu dil ve gonul ile anmanızı sağlıyor, bunu tĂ‚zeliyor ve kalbinizi uyanık tutuyorsa, işte o iyi arkadaştır. Ama berĂ‚ber olduğunuz kimse, Allah korusun cenĂ‚b-ı Hakkı ve O'nun zikrini size unutturuyorsa, gercekten bil ki, o kimse kotu arkadaştır. Ondan sakınmak elbette cok lĂ‚zımdır. (Ondan, yırtıcı arslandan kacar gibi hattĂ‚ daha cok kacmalıdır. Cunku arslanın yapacağı, olsa olsa canını almaktır. Arslan insanın canını alabilir, onu oldurebilir. Fakat îmĂ‚nına zarar veremez. Kotu arkadaş ise, insanın hem îmĂ‚nının ve hem de canının gitmesine, onun ebedî felaketine sebeb olur. ıyi bir arkadaş, iki cihĂ‚n icin de buyuk saĂ‚dettir. Maksada cabuk ulaşmayı sağlar. ınsanlar birlikte yaşarlar ve arkadaşsız olamazlar. Babamız olan Âdem aleyhisselĂ‚m, en guzel yer olan Cennet'te bulunduğu hĂ‚lde, kendisine insan olarak bir arkadaş gerektiğini hissetti ve bunu istedi. Onun sol kaburga kemiğinden hazret-i HavvĂ‚ vĂ‚lidemiz yaratıldı.
İyi arkadaşa sĂ‚hip olunca, cok hamd etmeli ve hep iyi kimselerle beraber bulunmalıdır ki, kıyĂ‚mette pişmanlık cekilmesin. Kur'Ă‚n-ı kerîmde bu hĂ‚l bildirilmektedir. ınsana ulaşan her felĂ‚ket, kotu arkadaş sebebiyle gelir. Ondan cok uzak durmalıdır. Arkadaşın iyiliği veya kotuluğu, mutlaka asıl, neseb, akrabĂ‚lık gibi sebeplere bağlı değildir. EshĂ‚b-ı Kehf'e yakın olup, onlardan ayrılmayan Kıtmîr isimli kopek, Kur'Ă‚n-ı kerîmde onlarla berĂ‚ber zikrolundu.
İyi arkadaş, insanı derekelerden (aşağılıklardan) derecelere (yuksekliklere) ulaştırır. Kotu arkadaş ise, bunun tersini yapar. Herkes ile arkadaş olma! Konuştuğun kimselerin akıl ve anlayışlarına uygun konuş. Tekebbur etme, kibirlenme! Sırrını kimseye soyleme! Herkesin sozune aldanma! ınsanların sozlerine değil, işlerine bak! Kendi kendisine faydası olmayan kimseden cok sakınmalıdır. Nerede kaldı ki, onun başkasına faydası olsun. Kotu bir kimse ile arkadaş olan iyi bir kimse, eğer onu kendisine cevirip iyi yapabilirse ne Ă‚lĂ‚, eğer bunu yapamaz, kendisi de ona benzer ve onun gibi olursa, o zaman cok fenĂ‚dır.
Ahmed CĂ‚mî buyurdu ki: Tovbe, musluman olsun olmasın, her akıllı kimsenin ihtiyĂ‚cı olan bir şeydir. Bir iş yapan ve onun kotu olduğunu goren herkesin pişman olup, tovbe etmesi vĂ‚cib olur. Tovbe etmezse kendine zulum etmiş olur. Uzerine farz olan ilimlerden bir meseleyi oğrenmek insana, butun dunyĂ‚daki kazancların hepsinden yapacağı ve ele gecireceği altın ve gumuşlerinden daha iyi ve ustundur. Tovbe eden ve etmeyen herkese, ilim oğrenmekten daha iyi hicbir şey yoktur. ışlerin hepsi ilim ile doğru olur ve ilimsiz hicbir iş yapılmaz. Tasavvuf buyukleri, oyle zĂ‚tlardır ki, gunahkĂ‚r, serserî, hırsız, bid'at sĂ‚hibi, yolunu şaşırmış v.s. kimseleri kendilerine benzetir, duzeltirler. Bu Allah adamlarının, kendilerine has guzel koku ve renkleri olur. O kokuyu ve rengi tadan, onlara benzer.
Kendi zan ve kafasına gore davranarak, başkalarını duzeltmeye calışmak, coğu zaman fayda yerine zarar hĂ‚sıl edebilir. Bunun icin cok dikkatli ve uyanık olmalı, bir kimsenin saĂ‚detine vesîle olayım derken, o kimsenin -hattĂ‚ kendinin bile felĂ‚ketine sebep olmamalıdır.
Ahmed CĂ‚mî hazretlerinin eserlerinden bĂ‚zıları şunlardır: 1) Uns-ut-TĂ‚biîn; (FĂ‚risî olup Tahran'da basıldı.) 2) Sirac-us-SĂ‚irîn, 3) Ravdat-ul-Muznibîn ve Cennet-ul-Muştakîn, 4) BihĂ‚r-ul-Hakîka, 5) Es-Sırr-ul-Mektûm, 6) MisbĂ‚h-ul-ErvĂ‚h, 7) MiftĂ‚h-un-NecĂ‚t (Bu kitap Farscadır ve ıhlĂ‚s Vakfı tarafından neşredilmiştir). 8) DîvĂ‚n.
Ahmed-i NĂ‚mıkî CĂ‚mî hazretleri, Herat'ta bulunduğu sırada bir gun Abdullah-i EnsĂ‚rî'nin konağına dĂ‚vet ettiler. Ahmed CĂ‚mî'nin hizmetcisi, yola cıkmaları icin ayakkabılarını onune koydu. Ahmed CĂ‚mî hazretleri; Bir saat beklememiz îcĂ‚b ediyor. Bir iş var. buyurdu. Beklediler. Bir saat sonra, bir Turkmen, hanımı ve yanlarında 12 yaşlarındaki oğulları ile geldiler. Cocuğun babası; Efendim! Allahu teĂ‚lĂ‚ bize cok mal verdi. Bundan başka cocuğumuz yoktur. Bu da Ă‚mĂ‚ olup gozleri gormemektedir. Her tarafı gezdirdik. Gitmediğimiz yer, varmadığımız doktor kalmadı. Fakat hicbirisi care bulamadı. Biz, siz Allahu teĂ‚lĂ‚ya her ne duĂ‚ ederseniz cenĂ‚b-ı Hakkın lutfedip kabûl ettiğini biliyoruz. Eğer, cocuğumuzun goz nûruna kavuşması icin duĂ‚ ederseniz cok bahtiyar oluruz. Tek gozleri acılsın, îcĂ‚b ederse butun malımızı fedĂ‚ etmeye hazırız. ıhsĂ‚n ederseniz, lutfederseniz cok seviniriz. Eğer bu arzumuz yerine gelmezse, uzuntumuzden mahvoluruz. dedi.
Ahmed CĂ‚mî hazretleri bu sozleri dinledikten sonra; Nasıl olur? Oluleri diriltmek, cild hastasını iyi etmek ÎsĂ‚ aleyhisselĂ‚mın mûcizesi idi. Bu hĂ‚lde Ahmed kim olur ki, bu hastalığın tedĂ‚visini benden istiyorsunuz? buyurdu. Sonra ayağa kalkıp yurumeye başladı. Biraz sonra; Biz ederiz biz dedi. Orada bulunan herkes bu sozu işittiler. Fakat bir şey anlayamadılar. Bundan sonra hemen geri donup bir yere oturdu ve; O cocukcağızı bana getirin. buyurdu. Getirdiler. ıki mubĂ‚rek başparmağını cocuğun iki gozune surup; Azîz ve celîl olan Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile acılın. buyurunca, cocuğun gozleri gorur oldu. Bundan sonra orada bulunan ileri gelenler dediler ki: Efendim, birinci defĂ‚, oluleri diriltmek ve cild hastalarını iyi etmek mûcizesi ÎsĂ‚ aleyhisselĂ‚ma Ă‚ittir. Kendiniz icin, bu yolda Ahmed kim olur ki? dediniz. Daha sonra da, biz ederiz biz, dediniz. Bu iki sozunuz arasındaki irtibĂ‚tı anlayamadık. ızĂ‚h buyurur musunuz? Bunun uzerine Ahmed CĂ‚mî hazretleri; Evvelki soz kendime Ă‚itti. Bundan başkasını diyemezdim. Ama sonradan bana şoyle ilhĂ‚m ettiler: Ey Ahmed! Oluleri, ÎsĂ‚ aleyhisselĂ‚m mı diriltti? Dilsizleri ve cild hastalarını o mu iyi etti? Biz ederiz biz. Geri don. O cocuğun gozlerinin acılması icin seni sebep kıldık. Bu soz kalbime oyle ilhĂ‚m olundu ki, ağzımdan da cıkıverdi. O soz ve fiillerin hepsi Allahu teĂ‚lĂ‚dan idi. Ahmed'i (beni) sĂ‚dece vĂ‚sıta kıldı. buyurdular.
NE OLAYDI DA ONUNLA GORUşEBıLSEYDıM
Ahmed-i NĂ‚mık-ı CĂ‚mî vefĂ‚t ettikten uc gun sonra KĂ‚dı AlĂ‚eddîn Mervezî CĂ‚m kasabasına gelmişti. Ahmed NĂ‚mık hazretlerinin vefĂ‚tını oğrenince;;Ben ondan hadîs-i şerîf dinlemeye gelmiştim. Cunku, onun sahîh hadîs-i şerîfler ile sahîh olmayanları birbirinden ayırabildiğini duydum. Yazık, ben onun huzûrunda bulunmaya ona hizmet etmeye kavuşamadım." diyerek uzuldu. O sırada Ahmed NĂ‚mıkî CĂ‚mî'nin yerinde oğullarından BurhĂ‚neddîn Nasr bulunuyordu. O, KĂ‚dı AlĂ‚eddîn'i ağırladı. KĂ‚dı AlĂ‚eddîn, her gun bir-iki defĂ‚ Ahmed NĂ‚mık'ın kabrine gidip, orada ağlıyordu.
Yine birgun kabrin ayak ucunda oturmuştu. Bu sırada uykuya daldı ve uzun muddet oyle kaldı. BurhĂ‚neddîn Nasr uc kişiyi ona kimsenin dokunmaması icin vazîfelendirdi. KĂ‚dı AlĂ‚eddîn uyanınca, şeyh BurhĂ‚neddîn'in kutuphĂ‚nesinde bulunan hadîs-i şerîf rĂ‚vilerini (rivĂ‚yet edenleri) anlatan EsĂ‚nid isimli kitabı yanında buldu. Ağlayarak dergĂ‚ha geldi. BurhĂ‚neddîn Nasr'a ruyĂ‚sını anlatmak istediğinde o ruyĂ‚dan haberim var demek isteyerek; Anlatmana gerek yok. dedi. Bunun uzerine oradakilere ruyĂ‚sını şoyle anlattı:
Ahmed-i NĂ‚mıkî'nin kabri başına oturmuştum. Kendi kendime; Ne olaydı da onunla goruşebilseydim. Birkac hadîs-i şerîf dinleseydim. Bu fırsatı kacırdım diye duşunerek hem uzuluyor hem de ağlıyordum. Bu sırada bana bir ağırlık gelip, uyudum. RuyĂ‚mda Ahmed-i NĂ‚mıkî hazretlerini gordum. Yuksek bir yerde oturmuştu. Yanına gidip, selĂ‚m verdim. Bana iltifĂ‚t etti. O sırada oğlu BurhĂ‚neddîn Nasr yanımıza geldi. Ona; Ey Nasr!Git EsĂ‚nid isimli kitabı getir. dedi. O, kitabı getirince huzûrunda ondan pekcok hadîs okudum. Sahîh değildir dediklerine işĂ‚ret koyuyordum. Okuma işi bitince; Ben bunların gercekten sahîh olmadığını nereden bileyim. dedim. Bunun uzerine bana; Ben bunları sana soylerken, o sırada Resûlullah efendimizi goruyordum. Sahîh olmadığını işĂ‚ret buyurduklarını sana soyluyordum, sen de işĂ‚retliyordun. buyurdu. Sonra; Efendim! EsĂ‚nid kitabını bana lutfetseniz bizim icin buyuk devlet olur. dedim. Ahmed-i NĂ‚mıkî; Ey Nasr! EsĂ‚nid'i KĂ‚dıya ver. Bizden ona yĂ‚digĂ‚r olsun. Bize de duĂ‚ eder. buyurdu. Uykudan uyandığımda; EsĂ‚nid kitabını icindeki hadîs-i şerîflerden sahîh olmayanları işĂ‚ret edilmiş olarak yanımda buldum.
__________________