CEŞTİYE TARİKATI PİRİ
Hindistan'ın buyuk velîlerinden. İsmi, Hasan bin GıyĂ‚suddîn, lakabı Muînuddîn'dir. Peygamber efendimizin neslinden olup seyyiddir. 1136 (H.531) senesinde Horasan'da doğdu. 1236 (H.634) yılında Ecmîr'de vefĂ‚t etti. Kabri oradadır.Hace Muinuddin Hazretleri, Hindistan Şeyhleri arasında "Tarikat imamı" diye bilinirlerdi.Mubarek nazarları her kime yonelirse, o kimse Allah'ın manevi yakınlığına ererdi. Yedi gunde beş miskal (20-25 gram) kuru ekmeği su ile ıslatır, yerlerdi. Hırkalarını yamayıp giyerler ve yıprandıkca eski bezleri yıkayıp uzerine dikerlerdi.
Soy zinciri şoyledir:
2
"Seyyid Muinuddin Hace Hasan Senceriyy-i Ceşti, Onun babası Seyyid Gıyasuddin, Onun babası Seyyid Kemaluddin, Onun babası Seyyid Ahmed Huseyin, Onun babası Seyyid Tahir, Onun babası
Seyyid Abdul'azız, Onun babası Seyyid ibrahim, Onun babası Seyyid imam Ali Rıza, Onun babası Seyyid imam Musa Kazım, Onun babası Seyyid imam Ca'fer-i Sadık, Onun babası Seyyid Muhammed
Bakır, Onun babası Seyyid Zeynul'abidın Ali, Onun babası Seyyid imam Huseyin, Onun babası Seyyiduna imam Ali bin Ebu Talib."
Horasan'da buyuyup yetişen Muînuddîn-i Ceştî'nin babası GıyĂ‚suddîn Hasan, aslen Senceristanlı olup, sĂ‚lih ve muttekî bir zĂ‚t idi.Annelerinin ismi "Hassulmeleke" dir. Uc evlĂ‚dı vardı. Muînuddîn on bir yaşında iken babası vefĂ‚t edince, kalan mîrĂ‚s uc kardeş arasında taksim edildi. Bu taksimde, Muînuddîn-i Ceştî hazretlerine bir bağ duştu. Bağla meşgûl olduğu bir gun, İbrĂ‚him Kunduzî adında bir velî yanından geciyordu.Ayağa kalkıp ona hurmet gosterdi ve elini optu. Sonra bağına dĂ‚vet edip golgeye oturttu, uzum ikrĂ‚m etti. Fakat o zĂ‚t uzume rağbet etmeyip, koynundan bir parca kuru ekmek cıkardı. Dişi ile biraz koparıp, Muînuddîn-i Ceştî'ye yedirdi. Ekmek parcasını yer yemez, kalbinde birdenbire bir nûr hĂ‚sıl oldu. DunyĂ‚dan tamĂ‚men soğudu. Kalbinde buyuk bir zevk ve muhabbet-i ilĂ‚hî hĂ‚sıl oldu. Sonra, babasından kalan bağı ve diğer malları fakirlere sadaka verdi. İlim oğrenmek icin seyĂ‚hatlere cıktı. Once Horasan'a gidip orada Kur'Ă‚n-ı kerîmi ezberledi. Aklî ilimleri oğrendi. Buradan Semerkand'a gecti. Irak'a gitmek icin yola cıktı. Yolu HĂ‚run kasabasına uğradı ve zamĂ‚nının en meşhûr velîsi OsmanHĂ‚rûnî hazretlerini tanımakla şereflenip talebesi oldu.
Seyyid Muinuddin Hasan Hazretleri'nin Tarikat Silsilesi:
Seyyid-i Kainat, Efdal-i Mevcudat Hazret-i Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi Vesellem)
Seyyiduna Ali el-Murtaza
Şeyh Hasan-ı Basri
Şeyh Abdulvahid bin Zeyd
Şeyh Fuzayl bin Iyaz
Şeyh ibrahim bin Edhem
Şeyh Huzeyfe el-Mer'aşı
Şeyh Hubeyre el-Basri
Şeyh Uluvvi Dineveri
Şeyh Ebu İshak Şamı
Şeyh Ebu Ahmed Ebdal-i ceşti
Şeyh Ebu Muhammed bin Ebu Ahmed ceşti
Şeyh Ebu Yusuf Hasan ceşti
Şeyh Mevdud-i ceşti bin Ebu Yuısuf ceşti
Şeyh Ahmed bin Mevdud-i ceşti
Şeyh Hacı Şerit Zendeni
Şeyh Hace Osman Haruni
Muînuddîn-i Ceştî'ye cok alĂ‚ka gosteren HĂ‚ceOsman HĂ‚rûnî bir gun ona; "Muînuddîn, abdestini tĂ‚zele!" buyurunca, tĂ‚zeledi. Sonra; "Kıbleye karşı otur, Bekara sûresini oku!" dedi. Dediklerini hemen yaptı. Sonra; "Yirmi defĂ‚ salevĂ‚t oku" buyurdu. Bu emri de yerine getirdi. Sonra başına sarık sarıp, hırka giydirdi ve buyurdu ki: "Bir gece bir gun mucĂ‚hede yap ve İhlĂ‚s sûresini bin defĂ‚ oku!" Muînuddîn-i Ceştî, hocasının bu emrini de yerine getirip, tekrĂ‚r huzûruna gelince, hocası; "Muînuddîn! Başını yukarı kaldır bak!" buyurdu.Kaldırıp bakınca; "Ne goruyorsun?" diye sordu. CevĂ‚bında; "Yedi kat semĂ‚yı veArş'ı goruyorum." dedi. "Tekrar bin İhlĂ‚s sûresi daha oku!" buyurdu. İhlĂ‚s sûresini bin defĂ‚ daha okudu. Sonra, "Başını semĂ‚ya kaldır bak!" buyurdu. Kaldırıp baktı; "Ne goruyorsun?" deyince, "Azamet perdesine kadar her şeyi goruyorum" cevĂ‚bını verdi. Sonra; "Gozlerini yum!" buyurdu. O da gozlerini kapattı. "Tekrar oku!" buyurdu, emri yerine getirdi. "Ne goruyorsun?" deyince, "On sekiz bin Ă‚lemi seyrediyorum" dedi. Bunun uzerine hocası; "Ey Muînuddîn, senin işin tamam oldu" buyurdu. Onlerinde bir kerpic duruyordu. "Bunu al!" buyurdu. Alınca, kerpic altın oldu. "Bunu, burada bulunan dervişlere paylaştır." deyince, hemen paylaştırdı. Yirmi sene bu hocasının hizmetinde ve sohbetinde bulunup, pek cok feyze kavuştu ve tasavvufta yukseldi.
Bir defĂ‚sında hocası ile birlikte KĂ‚be-i muazzamayı ziyĂ‚rete gitmişlerdi. KĂ‚be yanında el acıp duĂ‚ ettiklerinde, "Muînuddîn bizim dostumuzdur" diye bir ses işitildi. Sonra buradan Medîne-i munevvereye, Peygamberimiz server-i kĂ‚inĂ‚tın mubĂ‚rek kabr-i şerîfini ziyĂ‚rete gittiler. Kabrin başına vardıklarında, hocası; "Muînuddîn, selĂ‚m ver!" buyurdu. O da selĂ‚m verdi. Kabirden; "Ve aleykesselĂ‚m ey şeyhlerin kutbu!" diye ses gelip, selĂ‚mına cevap verildi. ZiyĂ‚retten sonra BağdĂ‚t'a donduler.
Senelerce hocası Osman HĂ‚rûnî'nin derslerine ve sohbetlerine devĂ‚m edip, tasavvufda yukseldi ve halîfesi oldu. Elli iki yaşına gelince, seyĂ‚hatlere cıktı. BağdĂ‚t'a gidiyordu. Yolculuğu sırasında, Sencer kasabasında buyuk Ă‚lim Necmuddîn-i KubrĂ‚ ile tanışıp, birlikte BağdĂ‚t'a geldi. Bir muddet kalıp, Hemedan'a gecti.Hemedan'da, murşîd-i kĂ‚mil Yûsuf HemedĂ‚nî'yi tanıyarak sohbetlerinde bulundu ve cok istifĂ‚de edip, feyz aldı. Buradan da Herat'a ve Belh'e giderek ilimde ve tasavvufta cok yukselip pek cok talebe yetiştirdi.
Muînuddîn-i Ceştî hazretleri, Hindistan meşĂ‚yihi arasında Ceştî tarîkatının imĂ‚mı sayılır. Cunku Hindistan'da İslĂ‚miyet, onun gayreti ve hizmetleri ile yayılmıştır. Sohbetinde bulunan kimseleri cok kısa zamanda tasavvuf hĂ‚llerinde yukseltirdi. Bir kimse uc gun onun sohbetine devĂ‚m etse, yukselir, kerĂ‚met ve mĂ‚rifet sĂ‚hibi olmakla şereflenirdi. MubĂ‚rek nazarları kime tesĂ‚duf etse, doğru yola kavuşurdu. Yedi gunde bir, beş miskal (24 gr) kuru ekmeği suya batırır ve oyle yerdi. Hırkasını yamayıp giyer, eskidikce yine eski yamaları temizleyip, tekrar yamardı. Her gece ve gunduz bir hatim okurdu. Kur'Ă‚n-ı kerîmi hatmedince, gĂ‚ibden; "Ey Muînuddîn! Hatmin kabûl edildi" diye bir ses işitilirdi.
Aldığı mĂ‚nevî işĂ‚ret uzerine Medîne-i munevvereden ayrılan Muînuddîn-i Ceştî hazretleri derhal Hindistan'ın yolunu tuttu. Kendisini sevenlerden kırk kişi de birlikte idi. Bir muddet yolculuktan sonra Hindistan'a ulaştılar. Ecmîr'e yaklaştıklarında, bolgenin racası (prensi), Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin Ecmîr'e gelmekte olduğunu oğrenince; onu tĂ‚rif ederek, gorulduğu yerde oldurulmesini emretti.
Muînuddîn-i Ceştî hazretleri ise, yanında kırk kişi ile birlikte acıkca yollarına devĂ‚m ettiler. Geldiklerini duyan ve oldurmek uzere Ecmîr racasından emir alanlar, Muînuddîn-iCeştî'yi yolda gordukleri hĂ‚lde, hic biri kendinde onun yanına yaklaşmak cesĂ‚ret ve gucunu bulamadı. Boylece Muînuddîn-i Ceştî yola devĂ‚m edip, Ecmîr'e girdi. Yanındakiler ile birlikte, bir ağacın altına oturup, istirĂ‚hat etti. Oturdukları yer, Ecmîr racasının develerinin yattığı bir meydan idi. Orada bir muddet oturduktan sonra, bir kervancı (deveci) geldi. Kalabalık bir cemĂ‚atin oturduğunu gordu. Ey fakirler, bu oturduğunuz yer sizin değildir. Burada MihrĂ‚ce'nin (Ecmîr prensinin) develeri yatar dedi. Oradakiler hic karşılık vermediler. Bunun uzerine adam şiddetle yanlarına yaklaştı. Muînuddîn-i Ceştî hazretleri adamın bu davranışı karşısında ayağa kalktı ve; "Biz buradan gidiyoruz, fakat sizin develeriniz buradan kalkamazlar" dedi. Sonra hoşa giden guzel bir havuzun başına kondular. Burada ibĂ‚detle meşgûl olup, sohbet ederlerken, ilk oturdukları yerden kalkmalarını soyleyen deve bakıcısı yanlarına geldi. Muînuddîn-i Ceştî'ye; "Sizi kaldırdığımız yere akşam develer bırakıldı.Sabah olunca, kervancı, develeri kaldırmak icin cok uğraştı. Fakat kaldırmak mumkun olmadı. Develer aslĂ‚ kalkmıyor" dedi. Muînuddîn-i Ceştî'yi ilk oturduğu yerden kaldırmaları sebebiyle bu iş başlarına gelmişti.
Muînuddîn-i Ceştî, havuz başında iken, bir şahıs; "Ey muhterem zĂ‚t! Bu oturduğumuz yer Mîr Seyyîd Huseyin'in makĂ‚mıdır. ZamĂ‚nında bu diyĂ‚r, onun emrinde idi" dedi. Muînuddîn-i Ceştî bunu oğrenince; "Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd olsun ki kardeşimin mulkunde bulunuyorum! Ecmîr şehrinde putperestlere Ă‚it pek cok puthĂ‚ne vardır. İnşĂ‚allah Peygamberimiz Muhammed aleyhisselĂ‚mın işĂ‚ret ve yardımı ile bunları yıkacağım." buyurdu.
Muînuddîn-i Ceştî geldiği bu yerde oturuyordu. Hizmetcileri arada bir, inek satın alıp kesiyor ve birlikte yiyorlardı. Bu durum ineğe tapanlar ve putperestler tarafından oğrenilince, şiddetli bir kızgınlık ve duşmanlıkla kıvranmaya başladılar. Toplanıp, Muînuddîn-i Ceştî ve talebelerini oradan cıkarmayı kararlaştırdılar. NihĂ‚yet buyuk bir kalabalık hĂ‚linde, ellerinde taş, sopa ve silĂ‚hlar olduğu hĂ‚lde uzerlerine saldırdılar. Putperestler yanlarına geldikleri sırada, Muînuddîn-i Ceştî namaz kılıyordu. Namazda iken, kocaman bir değirmen taşını uzerine yuvarladılar. Taş uzerine gelmek uzere iken talebeleri haber verdiler. Bunun uzerine Muînuddîn-i Ceştî selĂ‚m verip namazdan cıktı. Ayağa kalktı ve yerden bir avuc toprak aldı. Âyet-el-kursî'yi okuyup avucundaki toprağı gelen putperestlere doğru attı. Atılan toprağın isĂ‚bet ettiği her putperest, olduğu yerde kaskatı kesilip, hareket edemez hĂ‚le geldi.Ne yapacaklarını şaşırıp perişĂ‚n oldular.
Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin kerĂ‚metleri karşısında tutunamayan putperestler, savaşmaktan vazgectiler. PuthĂ‚nelerine donup gittiler ve Ă‚ciz kaldıklarını belirterek rĂ‚hiplerinden yardım istediler. RĂ‚hib bir muddet susup, sonra; "Ey dostlarım! Sizin o karşılaştığınız zĂ‚t, kendi dîninde kemĂ‚lĂ‚ta ulaşmış bir kimsedir. Onu ancak sihir ve efsun yaparak yenerim." dedi. Bildiği butun sihirleri yeniden tĂ‚lim edip okudu. Sonra putperestlerin onune duştu. Muînuddîn-i Ceştî'nin bulunduğu yere doğru yuruduler. Muînuddîn-i Ceştî'ye durum bildirilince; "Onun sihri bĂ‚tıl bir iştir, hic tesiri olmaz. İnşĂ‚allah onların rĂ‚hibi doğru yola girecek" buyurdu. Sonra namaza durdu. Yanlarına geldiklerinde, namaz kıldığını gorduler. Hic birinin yurumeye tĂ‚katı kalmadı. Oldukları yerde donup kaldılar, yaklaşamadılar. Muînuddîn-i Ceştî, namazını bitirince donup onlara baktı. Onlerine duşup gelen rĂ‚hipleri, Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin mubĂ‚rek yuzunu gorunce, soğut yaprağı gibi titremeye başladı. Bu hĂ‚lden kurtulmak icin, her ne kadar putlarının ismini soylemek, rĂ‚m, rĂ‚m demek istediyse de, ağzından hep Rahîm, Rahîm, sesi cıkıyor, Allahu teĂ‚lĂ‚nın ismini soyluyordu. Muînuddîn-i Ceştî hazretleri, yanındakilerden birine bir bardak su verip, rĂ‚hibe vermesini soyledi. RĂ‚hip, verilen suyu alıp şevkle icti. İcer icmez gonlu temizlenip musluman oldu. Muînuddîn-i Ceştî, rĂ‚hibin ismini ŞĂ‚dî koydu.
Raca, bu hĂ‚diseden sonra, Muînuddîn-i Ceştî hazretlerine karşı, Hindistan'ın en meşhûr sihirbĂ‚zı olan EcipĂ‚l'ı, Ecmir'e cağırdı. EcipĂ‚l, Muînuddîn-i Ceştî'ye doğru giderken yapmak istediği sihri duşunup hazırlamak istiyor, fakat aklına gelen sihiri hemen unutuyordu. Bir turlu zihnini toplayıp, sihir yapma gucunu kendinde bulamadı. EcipĂ‚l, Muînuddîn-i Ceştî'nin yanına gelince, Muînuddîn hazretleri ŞĂ‚dî'yi yanına cağırdı ve bir bardak vererek; "Ey ŞĂ‚dî! Şu bardağı al ve şu havuzdan doldur. Doldururken, "YĂ‚ Bedûh, de!" buyurdu. ŞĂ‚dî "YĂ‚ Bedûh!" diyerek bardağı havuzun icine daldırdı. Bardak doldu, havuzda hic su kalmadı. Bu kerĂ‚met karşısında putperestler, hayretler icinde kalıp, şaşkınlıklarından ne yapacaklarını bilemediler.
Muînuddîn-i Ceştî'nin kerĂ‚meti karşısında Ă‚ciz ve cĂ‚resiz kalındığını goren sihirbaz EcipĂ‚l, geri donup Raca'ya; "Butun sihirbĂ‚zlar Ă‚ciz kaldılar. Bu iş benim işimdir. Ancak ben bu işi tek başıma başarırım." dedi. Fakat o da Ă‚ciz kaldı. Sonunda, Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin verdiği bir bardak suyu icince, hemen değişti, gonlu aydınlanıp kufur ve sapıklıktan kurtuldu. Kelime-i şehĂ‚det soyleyerek musluman oldu. Muînuddîn-i Ceştî'nin teveccuhu ile yuksek makĂ‚mlara ve ustun derecelere kavuştu.
Butun bu hĂ‚diseler, Ecmir racası ve Hindistan'ın diğer racaları tarafından hayret ve şaşkınlıkla tĂ‚kib edildi. Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin karşısında Ă‚ciz ve cĂ‚resiz kaldılar. Musluman olup, Muînuddîn-i Ceştî hazretlerine uymakla şereflenen ŞĂ‚dî ve EcipĂ‚l, hocalarına; "Efendim, Ecmîr şehrinin ortasında bir yere yerleşmenizi, boylece butun halkın sizden istifĂ‚de etmesini arzu ediyoruz" dediler. Bu teklifleri kabûl edildi. Muînuddîn-i Ceştî, Muhammed adında bir talebesine; "Git, şehrin ortasında bizim icin munĂ‚sib bir yer hazırla, oraya yerleşeceğiz." buyurunca, emri yerine getirildi. Muînuddîn-i Ceştî, hazırlanan bu yerde dergĂ‚hını kurup, talebeleriyle birlikte oraya yerleşti. Sonra, talebelerinden bir kac kişiyi Raca'ya gonderdi. Ona; "Ey katı kalbli kimse! Putperestliği bırak! Allahu teĂ‚lĂ‚ya îmĂ‚n edip, musluman ol! Yoksa hakîr, zelîl ve cok pişmĂ‚n olur, Ă‚h edersin" demelerini tenbîh etti. Talebeleri emir uzerine, Raca ile goruştuler. Soylenilen sozleri aynen bildirdiler. Fakat Raca'nın kalbindeki zulmet kilidi acılmadı ve aslĂ‚ îmĂ‚n etmedi, musluman olmaktan mahrum kaldı. Gelenleri geri cevirdi.
Raca'yı İslĂ‚ma dĂ‚vet etmek icin giden talebeler, Raca'nın kabûl etmemesi uzerine gelip, durumu Muînuddîn-i Ceştî'ye bildirdiler. Bunun uzerine gozlerini yumup, bir muddet murĂ‚kabeye daldı. Sonra gozlerini acıp; "Eğer bu bedbaht kimse, Allahu teĂ‚lĂ‚ya îmĂ‚n etmezse, onu İslĂ‚m ordusunun askerlerine teslim ederim." buyurdu. Aradan kısa bir muddet gecti. Gercekten İslĂ‚m ordusu Ecmîr'e geldi.
Sultan Muizzuddîn (ŞihĂ‚buddîn) Gûrî, Horasan'da bulunduğu sırada, ruyĂ‚sında Muînuddîn-i Ceştî hazretlerini gordu. Onun huzûrunda edeble ayakta duruyordu. Muînuddîn-i Ceştî ona; "ŞihĂ‚buddîn! Allahu teĂ‚lĂ‚ sana Hindistan sultĂ‚nlığını ihsĂ‚n etmiştir. Hemen bu tarafa doğru harekete gec! Bedbaht Raca'yı tutup, cezĂ‚sını ver." buyurdu. Uyanınca hayrete duşen Sultan ŞihĂ‚buddîn, ruyĂ‚sını fazîlet sĂ‚hibi Ă‚limlere anlatıp, tĂ‚birini sordu. Âlimler; "Sana mujdeler olsun ey Sultan ŞihĂ‚buddîn, oraları fethedeceksin! Endişelenme, gonlunu hoş tut. Muînuddîn-i Ceştî hazretleri sana himmet edecek" dediler. Bunun uzerine SultanŞihĂ‚buddîn, ordusunu alıp, Hindistan'a hareket etti. Hindistan'da Ecmîr racasının ordusuyla karşılaştı. Şiddetli savaşlar yapıldı. Netîcede, Sultan ŞihĂ‚buddîn gĂ‚lip geldi ve Raca yakalanıp esîr edildi. Sultan ŞihĂ‚buddîn ve ordusu, Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin himmetiyle zaferden zafere koştu. Ecmîr'den Dehli uzerine yuruyen İslĂ‚m ordusu, Dehli racası Pethûra'nın ordusunu mağlûb edip, kendisini esir aldılar. Sultan ŞihĂ‚buddîn, Dehli'de saltanat tahtına oturdu. Dort-beş sene kadar Hindistan'da kaldıktan sonra Gazne'ye dondu. Muînuddîn-iCeştî hazretlerinin himmet ve tasarruflarıyla, İslĂ‚miyet, Hindistan'da her tarafa yayıldı. Pekcok insan kufur hastalığından kurtulup, musluman olmakla şereflendi. Muînuddîn-i Ceştî'nin talebeleri ve bunların da talebeleri, Hindistan'da asırlarca İslĂ‚ma hizmet ettiler.
Bir gun Muînuddîn-i Ceştî'nin rahmetullahi, aleyh huzûruna biri geldi. Edebli bir tavırla oturup; "Coktan beri sizin sohbetinize kavuşmak isterdim, hamdolsun ki bugun bu buyuk saĂ‚det nasib oldu." dedi. Adamın bu sozu uzerine, Muînuddîn-i Ceştî ona doğru bakıp tebessum etti. Bir muddet durduktan sonra da; "Haydi, buraya ne maksatla gelmişsen onu yapsana!" dedi. Adam bu sozu işitince, maksadının anlaşıldığının farkına varıp, şiddetle titremeye başladı. Başını yerlere koyup durmadan yalvarıyordu. Sonra şoyle dedi: "Ey efendim! Beni bir kimse buraya sizi oldurmem icin gonderdi. Siz onu da kerĂ‚metinizle bilirsiniz. Benim, aslında size bir kastım ve duşmanlığım yoktu." dedi. Sonra elini koynuna sokup bir bıcak cıkardı ve orada bulunanların onune attı. Ortaya cıkıp, Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin ayaklarına kapandı ve; "Bana dilediğiniz cezĂ‚yı verin!" dedi. Bunun uzerine Muînuddîn-i Ceştî; "Bizim yolumuzda, bize kotuluk yapana biz iyilik yaparız!"buyurdu. Sonra yerde perişĂ‚n bir hĂ‚lde ezilip, buzulen, pişmanlığından ne yapacağını şaşıran adamı tutup kaldırdı. "Seni buraya gonderen kimsenin de ismini acıklama" buyurdu. Sonra; "Ey yuceAllah'ım! Bu kuluna iyilikler ve muvaffakiyet ihsĂ‚n eyle." diyerek, ona duĂ‚ etti. Bu adam, tovbe edip Muînuddîn-iCeştî hazretlerinin duĂ‚sını aldıktan sonra ona talebe oldu. Aldığı duĂ‚nın bereketiyle, cok nîmetlere kavuştu. Kendisine kırk beş defĂ‚ hac yapmak nasîb oldu. NihĂ‚yet KĂ‚be'nin civĂ‚rında vefĂ‚t etti ve Mekke-i mukerremede mucĂ‚virlerin defnedildiği kabristana defnedildi.
Muînuddîn-i Ceştî bir defĂ‚sında Şeyh Evhaduddîn KirmĂ‚nî ve ŞihĂ‚buddîn OmerSuhreverdî ile birlikte oturmuş sohbet ediyorlardı.Bu sırada, henuz o zaman kucuk yaşta olan SultanŞemsuddîn TurkmĂ‚nî, elinde ok ve yay olduğu hĂ‚lde ava gidiyordu. Yanlarından gecti. Muînuddîn-i Ceştî hazretleri ona dikkatle baktı.Sonra birden şoyle buyurdu: "Ey dostlar, bana keşf olundu ki, şu kucuk cocuk Dehlî şĂ‚hı olacak ve Dehlî sultanlığı yapmadan bu dunyĂ‚dan gocmeyecek." buyurdu. Neticede işĂ‚ret ettiği gibi Şemseddîn TurkmĂ‚nî bir muddet Dehli sultanlığı yaptı.
Muînuddîn-i Ceştî hazretleri sevenleriyle ve talebeleriyle birlikte olduğu zaman buyurdu ki:
"SĂ‚dık talebe, hocasının, rehberinin soylediği sozleri, onun nasîhat ve tavsiyelerini can kulağı ile dinler. Onun sozunden dışarı cıkmaz. RiyĂ‚zet ve mucĂ‚hede yĂ‚ni, nefsin istemediği şeyleri yapar, istediği şeyleri yapmaz. Buyuk Ă‚limlerin yolunda gidip calışır ve gayret gosterir. Bizim yolumuzun buyukleri, on dort şeyi usûl edinmişler ve yapmışlardır. Maksada kavuşmakta bunu zarûrî gormuşler ve bunları yapanlar maksada kavuşmuşlardır. Bu on dort makam şunlardır:
1. Tovbe, tovbekĂ‚rlar makamıdır. Bu, Âdem aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mına işĂ‚rettir.
2. İbĂ‚det makĂ‚mı. Bu makam, İdrîs aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mıdır.
3. ZĂ‚hidlik, dunyĂ‚ya ve dunyĂ‚lığa duşkun olmamak. Bu makam, ÎsĂ‚ aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mıdır.
4. RızĂ‚ makĂ‚mı. Kadere rızĂ‚ gostermek. Bu makam, Eyyûb aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mıdır.
5. KanĂ‚atkĂ‚rlık. Bu makam, YĂ‚kûb aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mıdır.
6. Cehd, gayret ve nefsin isteklerine uymamak. Bu makam, Yûnus aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mıdır.
7. Sıddîklık makĂ‚mı. Bu makam, Yûsuf aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mıdır.
8. Tefekkur makĂ‚mı. Bu makam, Şuayb aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mıdır.
9. İrşĂ‚d makĂ‚mı. Bu makam, Şist aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mıdır.
10. SĂ‚lihler makĂ‚mı. Bu makam, DĂ‚vûd aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mıdır.
11. Muhlisler makĂ‚mı. Bu makam, Nûh aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mıdır.
12. Ârifler makĂ‚mı. Bu makam, Hızır aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mıdır.
13. Şukredenler makĂ‚mı. Bu makam, İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mıdır.
14. MakĂ‚m-ı Muhibbandır (muhabbet makĂ‚mıdır). Bu makam, Peygamberlerin en ustunu olan Sevgili Peygamberimiz Muhammed MustafĂ‚'nın makĂ‚mıdır.
Bir defĂ‚sında; "TovbekĂ‚r murid kime denir? diye sorulunca; "Şu hĂ‚le gelen kimsedir ki, amelleri yazan melekler, onun hic gunahını bulup yazmazlar. Hic gunah işlemezler. Hocam Osman HĂ‚rûnî'den işittim. Buyurdu ki: Bir kimsede şu uc haslet bulunursa, o kimseAllahu teĂ‚lĂ‚nın dostudur, sevgili kuludur. Birincisi; comertliktir, cunku comertlik bir deryĂ‚dır. İkincisi, şefkattir. Şefkat, guneş gibi aydınlatıcıdır. Ucuncusu, tevĂ‚zudur. TevĂ‚zu, toprak gibidir (toprakta gul biter)."
Ceşitli zamanlardaki sohbetlerinde buyurdu ki:
"Muhabbetin alĂ‚meti itĂ‚at etmektir. Muhabbette gevşeklik olmaz."
"Derviş o kimsedir ki, kendisine ihtiyĂ‚cını soyleyen hic kimseyi mahrum etmez, ihtiyaclarını karşılar."
"Senelerce ilim ve mĂ‚rifet taleb edip, dergĂ‚hta kaldım. Neticede, hayret ve heybet buldum. Boylece kurb, Allahu teĂ‚lĂ‚ya yakınlık menziline ulaştım. DunyĂ‚ ehlini, dunyĂ‚ya duşkun olanları, dunyĂ‚ ile meşgûl buldum. Âhıreti duşunen Ă‚hiret ehlini mahcûb buldum. Tasavvuf ehli ve takvĂ‚ sĂ‚hibi olduğunu iddiĂ‚ eden sahtekĂ‚rlardan uzak durup, yuz cevirdim."
"Kurtuluş; sĂ‚lihlerin, buyuklerin sohbetindedir. Bir kimse her ne kadar kotu de olsa, buyuklerin sohbetinde bulunmak onu kurtarır ve yukseltir. SĂ‚lihlerin sohbetine devĂ‚m eden kimse iyi bir kişi ise, kısa zamanda olgunlaşıp yukselir."
"Hakîkat ehli olmak icin şu on şarta uymak lĂ‚zımdır:
1. Tam bir mĂ‚rifete sĂ‚hip olup, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına kavuşmak. 2. Hic kimseyi incitmemek ve hic kimse hakkında kotuluk duşunmemek. 3. DĂ‚imĂ‚ hak yolu gosterip, insanlarla hep faydalı şeyler konuşmak. 4. TevĂ‚zu sĂ‚hibi olmak. 5. Uzlet. 6. Butun muslumanları iyi bilip,kendini herkesten aşağı gormek. 7. RızĂ‚, kadere rĂ‚zı olmak ve teslimiyet. 8. Sabır ve tahammul. 9. Yanıp erimek, acz ve niyĂ‚z icinde olmak. 10. KanĂ‚at ve tevekkul uzere olmak.
Yine buyurdu ki: "Rabbini tanıyıp seven kimse, her Ă‚n O'nun aşkıyla kendinden gecer. Ancak Allahu teĂ‚lĂ‚nın zikri ile ayakta durur ve yuruyebilir. Cunku o, Allahu teĂ‚lĂ‚nın azameti karşısında kendini unutmuş, kaybetmiştir.
HĂ‚ce Muînuddîn-i Ceştî hazretleri, vefĂ‚tından kırk gun evvel, Dehli'de bulunan talebesi HĂ‚ce Kutbuddîn'in Ă‚cilen Ecmîr'e gelmesini istedi. Bu haber HĂ‚ce Kutbuddîn'e ulaşır ulaşmaz hemen yola cıktı.Ecmîr'e geldi. Bir gun talebelerine; "Ey dervişler! Biliniz ki ben bir muddet sonra bu dunyĂ‚dan ayrılırım" buyurdu. Bu soz talebelerine ve kendisini tanıyıp sevenlerin uzerine bir uzuntu bulutu gibi cokuverdi. Yanında bulunan ve yazıcılık hizmetini goren Ali Sencerî'ye, HĂ‚ce Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r KĂ‚kî'nin, Dehli'ye gitmesini emreden bir fermĂ‚n yazdırdı. "Onu, vekîl tĂ‚yin ettim. Bizim Ceştî hĂ‚cegĂ‚nının (Ceştiyye yolu buyuklerinin) mukaddes emĂ‚netlerini (bunlara mahsus olan bĂ‚zı eşyĂ‚yı) ona verdim" buyurdu ve HĂ‚ce Kutbuddîn'e hitĂ‚ben; "Senin yerin Dehli'dir." buyurdu. HĂ‚ce Kutbuddîn hazretleri bundan sonrasını şoyle anlatıyor: "Dehli'ye gitmek uzere Ecmîr'den ayrılacağım zaman hocamın huzûruna cıktım. KulĂ‚hını başıma koydu. MubĂ‚rek elleriyle sarığı sardı. Sonra, hocası Osman HĂ‚rûnî'nin Ă‚sĂ‚sını, kendi okuduğuKur'Ă‚n-ı kerîmi, seccĂ‚desini, nalınlarını verdi ve; "Bunlar, bana hocam HĂ‚ce OsmanHĂ‚rûnî tarafından emĂ‚net edilen ve Ceştiyye buyuklerinin elden ele devrederek bize ulaştırdıkları mukaddes emĂ‚netlerdir. Şimdi bunları sana veriyorum. Bunlara lĂ‚yık olduğunu, senden once bu emĂ‚netleri taşıyanların yaptıkları gibi guzel hizmet ederek isbĂ‚t etmelisin. Eğer bunlara lĂ‚yık olmazsan, ben, bu emĂ‚netleri lĂ‚yık olmayan birine teslim ettiğim icin kıyĂ‚met gunu Allahu teĂ‚lĂ‚nın, Resûlullah'ın ve bu emĂ‚neti bizlere ulaştıran mubĂ‚rek buyuklerimizin huzûrunda mahcûb olurum" buyurdu.
Bundan sonra, HĂ‚ce Kutbuddîn, bu nîmetlere şukur olarak ve cok mesûliyetli olan vazifesinde kolaylık vermesi icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya niyĂ‚z ile iki rek'at namaz kılıp goz yaşları icinde duĂ‚ etti. Sonra, HĂ‚ce Muînuddîn-i Ceştî hazretleri, bu kıymetli halîfesinin (vekîlinin) elini tutarak; "Kendimde bulunan butun ilim ve hĂ‚lleri sana vererek, bulunduğum mertebeye seni yukselterek vazifemi yapmış bulunuyorum ve seni Allahu teĂ‚lĂ‚ya emĂ‚net ediyorum." dedi. Sonra şoyle buyurdu: "Biliniz ki, şu dort şey tasavvufun esĂ‚slarındandır: 1) Bu yolda yurumek arzusunda bulunan bir sĂ‚lik, ac ve fakir olsa da, hĂ‚linden şikĂ‚yetci olmamalı, dışarıdan tok ve hĂ‚li vakti yerinde gorunmelidir. 2) Fakirleri maddî ve mĂ‚nevî olarak doyurmalıdır. 3) Allahu teĂ‚lĂ‚nın ihsĂ‚n ettiği nîmetlere şukredemediği, O'na lĂ‚yık ibĂ‚det yapamadığı ve Ă‚kıbetinin nasıl olacağını bilemediği icin, dĂ‚imĂ‚ uzgun bir hĂ‚lde bulunmalı, fakat başkalarını uzmemek icin dışarıdan cok neşeli, mesûd ve memnun gorunmelidir. 4) Kendisine eziyet ve sıkıntı verenleri affetmeli; insanlara karşı luzumlu olan nezĂ‚ket ve sevgiyi her zaman gostermelidir." Bundan sonra, HĂ‚ce Kutbuddîn hazretleri, opmek icin hocasının ayaklarına eğildi. Hocası musĂ‚ade etmeyip, hemen kaldırdı. Muhabbetle sarıldılar. HĂ‚ce Muînuddîn hazretlerinin talebelerine bir tavsiyesi de; "Buyuklerimizin bildirdiği saĂ‚det yolundan ayrılmayınız! Bu mubĂ‚rek vazifede cesûr bir er olduğunuzu isbĂ‚t ediniz, gosteriniz!" şeklinde idi. Bundan sonra, muhabbetin ve acı ayrılığın tesiri ile tekrar birbirlerine sarıldılar ve gozyaşları icinde ayrıldılar. HĂ‚ce Kutbuddîn, Dehli'ye geldikten yirmi gun sonra da, HĂ‚ce Muînuddîn-i Ceştî hazretleri vefĂ‚t etti.
HĂ‚ce Muînuddîn-i Ceştî hazretleri, vefĂ‚t edecekleri gece, yatsı namazından sonra odasının kapısını kapayıp, iceriye hic kimseyi, hattĂ‚ husûsî eshĂ‚bını bile almadı. Ancak bĂ‚zı talebeleri kapının onunde durmuşlardı. Butun gece odadan sesler geldi. Sabah namazı vaktinde ses kesildi. Sabah namazına kaldırmak icin, kapısına ne kadar vurdularsa da kapı acılmadı. Kapıyı acıp iceri girdiklerinde, Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin vefĂ‚t edip, Hakk'a kavuştuğunu gorduler. Peygamber efendimiz, o gece oradaki bir cok evliyĂ‚ya ruyĂ‚larında; "Biz bugun, Allah'ın sevgili kulu Şeyh Muînuddîn'i karşılamağa geldik." buyurmuştur.
Ecmîr'de dergĂ‚hının bulunduğu yerde defnedildi. Kabri once kerpicten, daha sonra taştan yapıldı. Once HĂ‚ce Hasan NĂ‚gûrî tarafından tĂ‚mir ettirildi. Sonra ŞihĂ‚buddîn Muhammed ŞĂ‚h CihĂ‚n tarafından, turbesi yanına mermerden gĂ‚yet guzel bir mescid yaptırıldı.
Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinden dort asır sonra Hindistan'da yetişen ve ikinci bin yılının muceddidi olan, İslĂ‚miyeti Hindistan'a ve diğer beldelere yayan İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretleri, 1623 (H.1033) senesinde Ecmîr'e gittiğinde, Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin turbesini ziyĂ‚ret etmiş ve; "HĂ‚ce hazretleri merhamet eyledi. İhsĂ‚nda bulundu. Husûsî bereketlerinden ziyĂ‚fetler verdi. Cok konuştuk, esrĂ‚r, sırlar acıldı." buyurmuştur.
İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretleri onun kabrini ziyĂ‚ret ettiği sırada, turbesine hizmet eden turbedarlar, kabri uzerindeki ortuyu ona hediye verdiler. İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî hazretleri de kabûl ederek; "HĂ‚ce hazretleri, en yakın elbisesini bize ihsĂ‚n etti. Bunu kefenim olması icin saklayalım." buyurdu. Bir sene sonra vefĂ‚t edince, o ortuyu kefen yaptılar.
Muînuddîn-i Ceştî hazretleri Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına kavuşmak icin cırpınır, talebelerini de bu gĂ‚yeye sevk ederek buyururdu ki:
Irmak akarken zaman zaman gurultu cıkarır ve zaman zaman etrĂ‚fını zorlar. Ancak sonunda denize kavuşarak sukûnete erişir. Allahu teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sına kavuşmak arzûsu ile yanan kimsenin de hĂ‚li boyledir."
Kendisi hakîkaten Allah adamıydı. Guneş gibi herkesi faydalandıran bir davranış icinde ve toprağın herkesi kabûl etmesi gibi misĂ‚firseverdi. "İyi olan Allah adamları ile birlikte bulunmak, hayırlı bir iş yapmaktan daha iyidir, bunun gibi kotulerle ve İslĂ‚m duşmanlarıyla bulunmak, kotu bir iş yapmaktan daha kotudur. İnsana en cok zarar veren gunĂ‚h, kendi gibi olan insanları aşağı gormektir." buyururdu.
Allahu teĂ‚lĂ‚nın butun kullarına nehirler gibi sınırsız yardım ederdi. "Allahu teĂ‚lĂ‚yı ibĂ‚detler icinde en cok rĂ‚zı eden ibĂ‚det, zayıf ve mazlûmları sevindirmek ve rahatlatmaktır. İhtiyac sĂ‚hibini hayal kırıklığına uğratmayan kimse, hakîkî derviştir. Cehennem ateşinin sondurulmesinin en iyi yolu, acı doyurmak, susuz olanın susuzluğunu gidermek, ihtiyac sĂ‚hibinin ihtiyĂ‚cını gormek ve sefĂ‚let icinde bulunanla dostluk kurmaktır." buyururdu.
Kendisi sabırlı olup, sevdiklerine sabırlı olmayı tavsiye ederdi: "Sabır, şikĂ‚yet etmeksizin uzuntuye katlanmak ve sıkıntılara goğus germektir." buyururdu.
Olume hazırlıklı olmayı tavsiye eder, olumle ilgili olarak şoyle buyururdu: "Ârif, olumu dost, rahatlığı da duşman gorur. Allahu teĂ‚lĂ‚yı devamlı hatırlamayı en buyuk saĂ‚det bilir. Başının ustunde dolaşan olumu duşunerek son yolculuğu icin hazırlığını tam yapar."
Kendisi guler yuzlu olup; "Ârifin bir ozelliği insanlara karşı devamlı guler yuzlu olmasıdır." buyururdu.
Omru boyunca pekcok insanın îmĂ‚nla şereflenmesine vesîle olan Muînuddîn-i Ceştî, bircok talebe yetiştirdi. Bunların en meşhûrları: Kutbuddîn BahtiyĂ‚r KĂ‚kî el-Ûşî, kendi oğlu HĂ‚ce Ferîduddîn, Hamîduddîn NĂ‚gûrî Sûfî, Şeyh Vecihuddîn Sa'd bin Zeyd, HĂ‚ce BurhĂ‚neddîn, kızı Bibi HĂ‚fıza-i CemĂ‚l, Şeyh Muhammed Turk, Şeyh Ali, Sencerî, HĂ‚ce YĂ‚digĂ‚r, Abdullah BeyĂ‚bĂ‚nî gibi pekcok kıymetli kimselerdir.
MUÎNUDDÎN CEŞTÎ'Yİ CAĞIRIN!
Muînuddîn-i Ceştî, gittiği her beldede kabristanları ziyĂ‚ret eder, orada bir muddet kalırdı. Vardığı yerde tanınıp meşhûr olunca, orada durmaz, kimsenin haberi olmadan, gizlice cıkıp giderdi. Bu seyĂ‚hatlerinden biri de Mekke'ye olmuştur. Mekke-i mukerremeye gidip, KĂ‚be-i muazzamayı ziyĂ‚ret etti. Bir muddet Mekke'de kalıp, oradan Medîne-i munevvereye gitti. Peygamberimiz server-i Ă‚lem Muhammed aleyhisselĂ‚mın kabr-i şerîfini ziyĂ‚ret etti. Bir muddet de Medîne'de kaldı. Bir gun Mescid-iNebî'de iken, Ravda-i mutahheradan, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin turbesinden; "Muînuddîn'i cağırınız!" diye bir ses işitildi. Bunun uzerine turbedĂ‚r; "Muînuddîn!" diye bağırdı. Birkac yerden "Efendim!" sesi işitildi. Sonra; "Hangi Muînuddîn'i istiyorsunuz? BuradaMuînuddîn adında bir cok kişi var" dediler. Bunun uzerine turbedĂ‚r geri donup, Ravda-i mutahheranın kapısında ayakta durdu. İki defĂ‚, "Muînuddîn-i Ceştî'yi cağır!" diye nidĂ‚ eden bir ses işitti. TurbedĂ‚r bu emir uzerine cemĂ‚ate karşı; "Muînuddîn-i Ceştî'yi istiyorlar!" diye bağırdı. Muînuddîn-i Ceştî hazretleri bu sozu işitince, bambaşka bir hĂ‚le girdi. Ağlayıp, gozyaşları dokerek ve salevĂ‚t okuyarak Peygamberimizin turbesine yaklaştı ve edeble ayakta durdu. Bu sırada; "Ey Kutb-i meşĂ‚yıh iceriye gel!" diye bir ses işitince; kendinden gecmiş bir hĂ‚lde, Resûl-i ekremin turbesine yaklaştı ve sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselĂ‚mı gormekle şereflendi. Peygamberimiz; "Sen benim dînime hizmet edicisin. Senin Hindistan'a gitmen gerekir. Hindistan'a git! Hindistan'daEcmîr denilen bir şehir vardır. Orada benim evlĂ‚dımdan (torunlarımdan) Seyyid Huseyin adında biri var. Oraya cihĂ‚d ve gazĂ‚ niyetiyle gitmişti. Şu anda şehîd oldu. Orası kĂ‚firlerin eline gecmek uzere, senin oraya gitmen sebeb ve bereketiyle, İslĂ‚miyet orada yayılacak ve kĂ‚firler hakîr olacaklar, gucsuz ve tesirsiz kalacaklar" buyurdular. Sonra ona bir nar verip; "Bu nara dikkatle bak ve nereye gitmen gerekiyorsa, gorup, anla!" buyurdu. Muînuddîn-i Ceştî hazretleri, Server-i Ă‚lemin verdiği narı alıp, emredildiği gibi baktı, şark ve garbı tamĂ‚men gordu. Gideceği Ecmîr şehrini ve dağlarını da gorup dikkatle baktı. Bundan sonra Peygamberimizi goremedi. FĂ‚tiha okuyup duĂ‚ etti ve yardım dileyip, Ravda-i mutahheradan (Peygamberimizin turbesinden) ayrıldı.
FAZLA ALMA
Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin en başta gelen talebesi ve halîfesi Kutbuddîn BahtiyĂ‚r KĂ‚kî şoyle anlatmıştır: "Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin cok hizmetinde bulundum. Hic kimseye îtirĂ‚z edip, azarladığını gormedim. Bir gun hocamla birlikte bir yere gidiyorduk. Yanımızda talebelerinden Şeyh Ali RızĂ‚ da vardı. Biz yolda giderken bir adam gelip, Şeyh Ali RızĂ‚'nın yakasından tutarak; senden alacağım var, borcunu ver diyerek alacağını istedi. Onun ise o anda odeyecek durumu yoktu. Bu sebepten cok mahcûb oldu. Muînuddîn-i Ceştî hazretleri adama yaklaşarak, son derece yumuşak ve gĂ‚yet nĂ‚zik bir hĂ‚lde birkac gun daha muhlet vermesini soyledi. Fakat adam diretip, aslĂ‚ kabûl etmedi. Bunun uzerine cubbesini cıkarıp yere serdi ve cubbesinin altı altın ve gumuş ile doldu. O adama; "Alacağın ne kadarsa onu al, fazla alma." dedi. Fakat adam altınları ve gumuşleri gorunce, tamahkĂ‚rlık ederek alacağı miktardan fazla aldı. Bunun uzerine hemen eli kuruyup, tutmaz oldu. FeryĂ‚d ederek; "Tovbe ettim, bana duĂ‚ ediniz, bu hĂ‚lden kurtulayım" diyerek yalvardı. Muînuddîn-i Ceştî adamın bu hĂ‚line acıyıp lutfederek, kuruyan eline kendi elini surdu. Adamın eli eski hĂ‚line geldi. Adam, Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin ayaklarına kapandı. Bundan sonra ona talebe olup, omrunu ona hizmetle gecirdi. Sohbetinden ve derslerinden ayrılmadı. Boylece saĂ‚dete kavuştu."
FELÂKETE UĞRAMASINLAR
Talebesi HĂ‚ce Kutbuddîn-i ŞîrĂ‚zî'ye yazdığı mektubda, Muînuddîn-i Ceştî şoyle buyuruyor: "Kıymetli kardeşim DelhiliHĂ‚ce Kutbuddîn. Allahu teĂ‚lĂ‚ sana her iki cihĂ‚n saĂ‚deti nasîb eylesin. Şunu yazmak isterim ki, Hakk'ı arayan hakîkî talebelerime bildireceğim mĂ‚nevî bilgileri bildir de, felĂ‚kete uğramasınlar. Allahu teĂ‚lĂ‚yı tanıyan, O'ndan bir şey istemediği gibi, herhangi bir arzuya sĂ‚hib olmaz. O'nu tanımayanlar bunları anlamaz. Diğer bir nokta ise, ac gozluluğu, tamaı bırakmaktır. Tamaı bırakan, istediği şeylere kavuşur. Allahu teĂ‚lĂ‚ boyle kimseler hakkında; "İsteklerine gem vuran, Cennet'e girer." buyurdu. Kalbini Allahu teĂ‚lĂ‚dan ceviren ve aşırı isteklere duşen, belĂ‚ kefenine sarılır ve pişmanlıklar mezĂ‚rına gomulur. Aşırı isteklerini bırakıp, kalbini Allahu teĂ‚lĂ‚ya ceviren, af kefenine sarılır ve kurtuluş mezĂ‚rına gomulur. Allahu teĂ‚lĂ‚nın istediğini kabûl eden, O'nun korumasına kavuşur.
Şimdi, eğer tasavvufun ne olduğunu bilmek istersen, her turlu rahatlığı bırak, bu yolun buyuklerinin sevgisini kalbine yerleştir. Eğer bunları yaparsan, tasavvufun sırları sana acılmaya başlar. Allahu teĂ‚lĂ‚yı isteyen, bunu, hem kalbi, hem de rûhu ile berĂ‚ber yapmalıdır. İnşĂ‚allah kalb, şeytanın şerrinden korunur ve her iki dunyĂ‚da isteklerine kavuşur. Benim hocam, Allahu teĂ‚lĂ‚ ona yuksek dereceler versin, bir kere bana; "Muînuddîn, Allahu teĂ‚lĂ‚nın huzûrunda bulunan kimseyi biliyor musun?" diye sordu ve şoyle buyurdu: "O dĂ‚imĂ‚ itĂ‚attedir. Allahu teĂ‚lĂ‚dan ne gelirse kabûl eder, verilenlerdeki nîmetleri gorur. İşte bu, bağlılıkta en onemli şeydir. Buna sĂ‚hib olan, dunyĂ‚ sultĂ‚nıdır. SelĂ‚m ederim."
NASÎHAT
Muînuddîn-i Ceştî hazretleri vĂ‚z, nasîhat ve sohbetleriyle insanların kurtuluşu icin gayret ettiği gibi, sultanlara ve devlet adamlarına sozlu ve yazılı nasîhatlarda bulunurdu. Sultan ŞihĂ‚buddîn Gûrî'ye şu vasiyetnĂ‚meyi yazıp gonderdi. "Allahu teĂ‚lĂ‚ Delhi hukumdĂ‚rı Muizzuddîn SĂ‚m'ı mubĂ‚rek eylesin. Bu fakîr size ve emriniz altındakilere mĂ‚nevî ve maddî rahatlık icin duĂ‚ ettikten sonra derim ki: Peygamber efendimiz beni, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle bu ulkeye mĂ‚nevî şefĂ‚atci ve idĂ‚reci olarak mĂ‚sûm insanları korumak, onların emniyetini sağlamak, onları hukumdĂ‚rların ve şeytĂ‚nî kuvvetlerin baskı ve zulumlerinden korumak icin tĂ‚yin etti. Bu fakîr Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle bu vazîfeyi tam olarak yapmaya calışıyorum. Bu vazîfeyi kalbimin butunuyle, sınıf, inanc ve din farkı gozetmeksizin hayatta olduğum surece yapmaya devĂ‚m edeceğim.
Bu fakir size ve arkadan geleceklere iyi bir hukumdĂ‚rlık icin aşağıdaki kĂ‚idelere uymayı tavsiye ve îkĂ‚z ediyorum. Hakîkatte bu kĂ‚ideler bu ulkedeki, hindû olsun, musluman olsun, mûsevî olsun, hıristiyan ve mecûsî olsun butun hukumdĂ‚rlar icin gecerlidir. Kim bu kĂ‚ideleri din farkı gozetmeksizin tatbik ederse, Allahu teĂ‚lĂ‚ onu muvaffak kılar ve o duşmanlarından korkusu olmaksızın, sağlık ve sıhhatle tebeasını idĂ‚re eder. Her kim ki bu kĂ‚ideleri gozardı eder onlara uymazsa, Allahu teĂ‚lĂ‚nın gazĂ‚bı onunla olur, ulkelerinde ayaklanmalar ortaya cıkar. Sağlıklı bir hayat suremez ve netîce olarak ulkesi dağılır, gider. Bu kĂ‚idelere bu sebepten butun insanlık icin uyulması gerekir.
Bu kĂ‚ideler şunlardır: Birincisi; Allahu teĂ‚lĂ‚nın sana tebea olarak verdiği kimselere zulmetme. Cunku Allahu teĂ‚lĂ‚ insanları sever ve onlara zulmedenleri sevmez. İkincisi; gunahlar icinde bir hayat yaşayıp hukumdĂ‚rlık vazîfelerini ihmĂ‚l etme. Ucuncusu; benim talebelerime ve onların tĂ‚bilerine, Allah adamlarına ve zamĂ‚nın velîlerine sevgi ve nezĂ‚ketle muĂ‚meleyi ihmĂ‚l etme. Cunku onlara boyle muĂ‚mele etmeyi Allahu teĂ‚lĂ‚ ve Peygamber efendimiz sever. Dorduncusu; yukarıdaki kĂ‚ideler aynı zamanda butun diğer hukumdĂ‚rlar, vĂ‚liler ve devlet teşkilĂ‚tlarında vazîfeli olan butun vazîfeliler icin gecerli ve gereklidir."
__________________
Seyyid muiniddin hasan senceriyyi ceşti
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●51 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Seyyid muiniddin hasan senceriyyi ceşti