Peygamberlik guneşinin kÂinatı aydınlatmasının uzerinden altı yıl gecmişti. Şirk ile tevhid arasındaki mucadele her gecen gun daha da artıyordu. İman sa*fına gecenlerin sa*yısı arttıkca, muşriklerin baskı ve zulumleri de o nispette artı*yordu. Re*sû*lul*lah (a.s.m.) İslam’ın kuvvetlenmesi ve Muslumanların zulum ve işkenceden kurtulması icin careler arıyordu. Bu maksatla, bir grup Musluman’ın Habeşistan’a hicret etmesine izin veriyordu.

Muşriklerin bir araya toplanıp Re*sû*lul*lah’ın vucudunu ortadan kaldırma kara*rı aldıkları gunlerdi… Muslumanlar ibadetlerini gizli olarak yapıyorlardı. Henuz Musluman olanların sayısı 40’a ulaşmamıştı. Re*sû*lul*lah (a.s.m.), muşrikler arasında bulunan, guclu kuvvetli ve halk arasında itibarlı iki Omer’den birinin Musluman olması icin Allah’a duada bulundu ve şoyle niyaz etti:

“Allah’ım! İslam’ı Ebû Cehil bin Hişam veya Omer bin Hattab’la kuvvetlen*dir!”[1]

Ne gariptir ki, bu iki Omer’den biri olan Omer bin Hişam, diğer namıyla Ebû Cehil, Re**sû*lul*lah’ı oldurecek olana 100 deve vaat ederken, Omer bin Hattab da bu teklifi kabul edip Re*sû*lul*lah’ı oldurmek uzere yola cıkıyordu…

O Omer ki, cesaret ve şecaatiyle Kureyş arasında nam salmıştı. Dediğini ya*par ve kendisine hic kimse mÂni olamazdı. Kılıcını kuşanıp Re*sû*lul*lah’ı oldur*mek uzere yola cıktı.

Butun hiddet ve şiddetini uzerinde toplamış, gidiyordu. Yolda yeni Musluman olmuş Nuaym’a rastladı.

Nuaym:

“Nereye gidiyorsun boyle, ey Omer!” dedi. Hz. Omer celalliydi:

“Kureyş’in arasına yeni din icat edip ayrılık duşuren Muhammed’in vucudunu ortadan kaldırmaya!” cevabını verdi. Nuaym:

“Ey Omer,” dedi, “kız kardeşin ve enişten de onun dinine girdi. On*dan haberin var mı? Sen once onları o dinden dondur.”

Omer bir şaşkınlık ve tereddut gecirdi. Sonra hışımla yolunu değiştirdi ve doğruca eniştesinin evine yoneldi.

Omer bin Hattab, kız kardeşinin evine gelince kapıda durdu ve icerden yanık sesle eniştesinin Kur’Ân okuduğunu işitti. Hızla iceri daldı. Eniştesi ve kız karde*şi, okudukları Kur’Ân sayfasını hemen sakladılar. Omer:

“Getirin bakayım okuduğunuzu!” dedi.

“Yok bir şey!” dediler. Omer ofkeyle:

“Demek duyduğum doğruymuş, siz de ona uymuşsunuz!” de*di. Hemen arkasından eniştesinin yakasından tutup yere yapıştırdı! Kocasını kurtarmak isteyen kız kardeşi FÂtıma’yı, indirdiği darbelerle kanlar icinde bırak*tı. Kız kardeşi hem ağlıyor, hem de Kelime-i Şehadet getirerek Muslumanlığını ilan ediyordu.

Bu acıklı manzara birden Omer’in ofkesini dindirdi. Gazabının yerini bir acı*ma aldı. Yumuşak bir sesle:

“Getirin bakalım okuduğunuzu.” dedi. FÂtıma (r.anha) ondan, once temizlenmesini istedi. Sonra da TÂh Sûresi’nin başından okumaya başladılar.

Kur’Ân okundukca Omer’in kalbinde dalgalanmalar oldu. Kur’Ân’ın belagatı kalbine ılık ılık akmaya başladı. Daha fazla dayanamadan:

“Bu ne tatlı bir kelam!” dedi. Re*sû*lul*lah’ın nerede olduğunu sorup oğrendi ve doğruca DÂr’ul-Erkam’ın evinin yolunu tuttu.

Resûlullah o sırada sahabilerle sohbet ediyordu. Hz. Hamza, Omer’in gelişi*ni gordu. Sahabiler endişeye kapıldı! Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) hic telaş gostermeden:

“Bırakın gelsin.” buyurdu.

Hidayet guneşinin cazibesine kapılan Omer, Kelime-i Şehadet getirip Musluman ol*duğunu ilan etti. Peygamber Efendimiz ve orada bulunan sahabiler se*vincle tekbir alma*ya başladılar. Resûlullah’ın bir gun once iki Omer’den birinin Musluman olması icin yapmış olduğu dua kabul olmuştu…

Hz. Omer, 40’ıncı Musluman’dı. Artık o, cesaret ve kahramanlığını İslam davası uğrunda kullanacaktı.

“Ne duruyoruz?!” dedi, “Gidip KÂbe’de acıkca ibadetimizi yapalım.”

Re*sû*lul*lah, sağında Hz. Omer, solunda Hz. Hamza olduğu hÂlde KÂbe’ye yoneldi. Bu manzarayı goren muşrikler şaşırdılar. Bazıları Hz. Omer’in onları tes*lim aldığını sandı. Fakat Ebû Cehil durumu fark etti:

“Hayır,” dedi, “bu geliş başka geliş, Omer’i de kaybettik!” diye hayıflandı.

Gercekten de biraz sonra Hz. Omer onların onunde durdu ve:

“Kimse yerin*den kımıldamasın, yoksa boynunu vururum!” diye haykırdı.

Muşrikler donup kalmışlardı. Hicbir şey diyemediler.

Boylece, Muslumanlar ilk defa acıktan acığa KÂbe’de namaz kılmaya başla*dılar. O zaman Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Omer’e, hak ile batılın arasını ayı*ran manasına “FÂruk” unvanını verdi.[2]

Hz. Omer’in Musluman olması sadece muminleri değil, gokteki melekleri bile sevindirmişti! Nitekim az sonra Cebrail (a.s.), Peygamber Efendimize (a.s.m.) gelerek:

“Gok ehli, Omer’in Musluman oluşunu birbirine mujdeliyor*lar!” dedi.[3]

Peygamber (a.s.m.) sohbetinden ve Kur’Ân guneşinden nur alan Hz. Omer’in kabiliyetleri birden parlayıverdi. İslam tarihinde “adaletin timsali” olarak anıl*dı.

* * *

Hz. Omer birkac defa evlendi. Bu evliliklerinden cocukları da oldu. Bunlar*dan dort tanesi meşhurdur.

Bunlar, Peygamber Efendimizin hanımı olma şerefine eren Hz. Hafsa, bir ilim ve hadis deryası olan Abdullah bin Omer (r.a.), cesaretiyle meşhur Ubeydullah, fazilet ve takvası ile meşhur Âsım’dır.

* * *

Hz. Omer de Hz. Ebû Bekir gibi, İslam’dan once ticaretle meşgul olmuş, pek cok belde gormuş, bilgili ve kulturlu biriydi. Kureyşliler icinde okuma yazma bilen sayılı kimseler arasında yer alıyordu. Musluman olduktan sonra butun bil*gi, kabiliyet ve gucunu Re*sû*lul*lah’ın emrine ve İslam’ın hizmetine verdi. İslam’ın hakikatlerini tebliğ etmekten asla geri durmuyordu.

Fakat muşrikler, Muslumanlara Mekke’de hayat hakkı tanımıyor, her turlu iş*ken*ce*yi reva goruyorlardı. İşkenceler dayanılmaz hÂl alınca, sahabilere, hayat*larını korumaları ve dinlerini rahatca yaşayabilmeleri icin Medine’ye hicret izni cıktı. Birer ikişer veya kafileler hÂlinde, bilhassa geceleyin gizlice Medine’nin yolunu tuttular

Hz. Omer boyle yapmadı. Cesaret ve imani şecaatini burada da goster*di. Re*sû*lul*lah hicret etmesini isteyince hemen kılıcını kuşandı ve KÂbe’nin av*lusuna gitti.

Muşrikler orada toplanmış, Muslumanlara yapacakları işkenceleri planlıyor*lardı. Hz. Omer’i karşılarında gorunce birden şaşırdılar. Omer (r.a.), onların şaşkın bakışları altında KÂbe’yi tavaf etti, iki rekÂt da namaz kıldı. Sonra da muşriklere donup:

“İşte, ben gidiyorum.” dedi, “Anasını ağlatmak, karısını dul, cocuklarını ye*tim bırak**mak isteyen varsa cıksın!”[4]



Bu iman ve şecaat karşısında muşriklerden hic kimse kalkıp bir şey soyleye*medi. Hz. Omer, gun ortasında sakin ve emin adımlarla Medine’nin yolunu tut*tu.

Hz. Omer, Medine devrinde de İslam’ı yaymaktan bir an bile geri durmadı. Yapılan bu*tun savaşlara katıldı ve buyuk kahramanlıklar gosterdi.

Bu buyuk insan, Musluman olduktan sonra, zaman zaman Cahiliye’de gecen hayatı*nı hatırlardı. Kendisi anlatıyor:

“Hatırladığım iki şeyden birine ağlar, diğerine de gulerim. Ağladığım şey, kı*zımı diri diri toprağa gomduğumdur. Gulduğum de, helvadan putlar yapar, acı*kınca da yerdik!”

* * *

Omeru’l-FÂruk, Re*sû*lul*lah’a buyuk bir sevgiyle bağlıydı. Bir gun Peygamber Efendimiz, sahabilere:

“Sizden hicbiriniz, ben kendisine evladından, malından, anne ve babasından, hatt kendi nefsinden daha sevgili olmadıkca, kÂmil mumin olamaz.” buyurmuştu.

Hz. Omer de oradaydı:

“YÂ Re*sû*lal*lah,” dedi, “sen bana canımdan başka her şeyden daha sevgili*sin.” Peygamberimiz:

“Canından da, ya Omer!” buyurunca, “Evet, canımdan da, y Re*sû*lal*lah!” diye karşılık verdi[5]

Cennetle mujdelenmesine ve Peygamber Efendimizin pek cok iltifatına mazhar olmasına rağmen, yine de kulluğun gereği olarak daima korku ve umit ara*sında bulunur, ameline guvenmezdi. Hatt onun şu sozu bu hususta pek meş*hurdur:

“Bir kişinin dışında butun insanların cehenneme gireceğini bilsem, o bir kişi*nin kendim olmasından korkarım! Bir kişinin dışında herkesin cennete gireceğini bilsem, cennete gidecek o kişinin de kendim olmasını umit ederim.” der*di.

Hz. Omer, Re*sû*lul*lah’ın yanında cok bulunan, onun ilim ve feyzinden istifade eden sahabilerdendi. Bunun icindir ki, Peygamberimiz kendisine fetva salahiyeti vermişti. Onun ilmi hakkında Abdullah bin Mes’ud (r.a.) şoyle der:

“Hz. Omer’in ilmi terazinin bir kefesine, yeryuzundekilerin ilmi de oteki ke*fesine konsa, Omer’in (r.a.) ilmi ağır basardı. O, aramızda Allah’ı en iyi tanıyan, Allah’ın kita*bını en guzel okuyup anlayan ve dinde derin anlayış sahibi olan*dı.”[6]

Hz. Omer takva, ihlas ve ibadette de zirvedeydi. Bilhassa geceleri namaz kı*lıp gunduzleri oruc tutmayı pek severdi.

Yaradılıştan ofkeli bir mizaca sahibti. Ofkelendiğinde yanında Kur’Ân oku*nursa, of*kesi gecerdi. Peygamberimizin, “Hesaba cekilmeden once kendinizi hesaba cekin.” hadi*sini devamlı hatırında tutardı. Bu maksatla, her gunun akşa*mında kendi kendine, “Ey Omer, bugun Allah icin ne yaptın?” diye sorardı.

Olumu her gun kendisine hatırlatacak birini vazifelendirmişti. Sacına beyaz kıllar duştukten sonra, vazifelendirdiği bu zata, “Artık sana ihtiyac kalmadı.” di*yerek vazifesine son verdi.

Hz. Ebû Bekir’in vefatı uzerine Muslumanlar, Hz. Omer’i halife sectiler. Cun*ku Hz. Ebû Bekir’den sonra o makama en layık olan oydu. Omer (r.a.) halife se*cildikten sonra, minbere cıkarak şu guzel konuşmayı yaptı:

“CenÂb-ı Hak, beni işlerinize vekil tayin etti. Size faydalı olacağımı umit ede*rim. Yu*ce Allah’tan da bana yardımcı olmasını, sizin haklarınızı korumak husu*sunda bana il*hamda bulunmasını niyaz ediyorum. Cunku ben zayıf bir kulum. Bana ancak Allah’ın yar*dımı kuvvet verir. Halifelik vazifesini uzerime almış ol*mam, inşallah ahlakımdan hicbir şeyi değiştirmeyecektir.

“Buyukluk CenÂb-ı Hakk’a mahsustur. Kulların buyuklenmeye hakları yok*tur. Hicbi*riniz, ‘Omer halife olunca değişti.’ demesin! Ben hakkı kendi nefsim*den once duşunu*rum. Onu daima başa alırım. Yaptığım işleri de size acıklarım. İcinizden haksızlığa uğ*rayan ve kendisine zulmedilen olursa bana haber versin. Cunku ben de sizin gibi bir insanım. Siz soylemezseniz ben bilemem.”

Hz. Omer bunları soyledikten sonra Allah’a şoyle dua etti:

“Allah’ım, ben sert ve şiddetli biriyim, bana yumuşaklık ihsan eyle. Ben guc*suzum, bana kuvvet ver. Ey Rabb’im, idaresini uzerime aldığım bu ummeti doğ*ru yola irşat icin bana guc ve kuvvet ver.”[7]

Artık bundan sonra Hz. Omer’in gozlerine uyku girmez oldu. Muslumanların butun yukunu uzerinde hissetmeye başladı. Gece gunduz demeden calışıyor, ummetin işlerini eksik bırakmamaya gayret ediyordu. Oyle ki, Fırat Nehri kena*rında bir koyun kaybolsa, onun hesabını dahi Allah’ın kendinden soracağına inanıyordu.[8]

Hz. Omer, yasakladığı bir şeyi evvela kendi nefsine ve aile efradına tatbik ederdi. Hatt o kadar ki, hemen aile efradını cağırır ve onları şoyle ikaz eder*di:

“Ben şu şeyi yasakladım. İcinizden kimin bunu yaptığını duyarsam, onu, baş*ka*la*rına vereceğim cezanın iki misliyle cezalandırırım!”[9]

Hz. Omer (r.a.), bir savaş sonrası ganimetleri taksim etmişti. Herkese bir parca kumaş duşmuştu. Fakat bu kumaş tek başına bir işe yaramıyordu. Oğlu Abdullah, babasına:

“Bu kumaş tek başına ne benim, ne de senin işine yaramıyor. Ben hakkımı sa*na vereyim de, kendine guzel bir elbise yaptır.” demişti.

Hz. Omer de oğlunun hediyesini kabul ederek bir elbise yaptırmıştı.

Birkac gun sonra, uzerinde bu elbise olduğu hÂlde bir konuşma yapmak icin minbere cıkmıştı.

“Ey muminler! Beni dinleyin ve bana uyun.” der demez, arka saflarda oturan fakir bir zat ayağa kalktı:

“Ey muminlerin emîri! Seni dinlemiyorum ve sana itaat da etmiyorum! Cun*ku sen, Allah ve Resûl’unun yolundan gitmiyorsun!” dedi.

Halife bu buyuk iddia karşısında sarsıldı:

“Neden?” diye sordu.

O zat sebebini şoyle izah etti:

“Ganimet taksiminde, bizlerden hicbirine elbise diktirecek kadar bir kumaş duşmediği hÂlde, goruyorum ki, sen o kumaştan fazla almış, bir elbise yaptır*mışsın!”

Hz. Omer, hesabını veremeyeceği bir iddiayla karşılaşmayı bekliyordu. Bu*nu duyun*ca rahatlamıştı. Cemaat arasında bulunan oğlu Abdullah’a (r.a.) işaret etti. Hz. Abdullah da kalkıp durumu izah etti. Payına duşen kumaşı babasına verdiğini soyledi.

Halk sevincliydi. Gozler ikazda bulunan zata yonelmişti. O zat ayağa kalktı ve:

“Şimdi konuş, ey muminlerin emîri! Şimdi dinliyor ve sana itaat ediyorum.” dedi.

Bunun uzerine ellerini Rabb’ine acan adalet kutbu Halife Omer şoyle dua et*ti:

“Ey Rabb’im! Sana sonsuz hamd ediyorum ki, beni, yapacağım hatalardan do*layı ikaz edecek bir ummete halife etmişsin.”

Hz. Omer’in kendisiyle butunleşen bu vasfını Abdullah bin Abbas (r.a.) şoyle dile getirir:

“Omer’i cok hatırlayın. Cunku o hatıra geldiğinde adalet hatırlanır.”

Gercekten de 1400 seneden beri, dunya tarihinde onun adaleti dillere destan olmuştur.

Onun adaletini gozler onune seren bir başka misal:





Bir gun Halife Omer, bir sahabiyle arasında cıkan ihtilaf sebebiyle hÂkimin huzuruna cıktı. HÂkim, buyuk sahabilerden Zeyd bin SÂbit’ti (r.a.). Zeyd’i bu vazifeye tayin eden de halifenin kendisiydi.

Zeyd bir an kendini halifenin ağırlığı altında hissedip “Şoyle buyurun.” di*yecek oldu. Hz. Omer hiddetlendi. Oraya bir davalı olarak gidiyordu. HÂkimse, kendisine ayrı bir yer gosteriyordu. Omer (r.a.), parmağını hÂkime doğru cevi*rerek şu ibretli ikazda bu*lundu:

“Huzurunda halife ile halktan birisi eşit olmadığı muddetce, sen bu makama layık olamazsın! HÂkim, vazife başında iken halifenin değil, Allah’ın emrini ve hukmunu yerine getirmelidir.”

Musluman olsun olmasın, Hz. Omer’in yanında herkes rahatlıkla hakkını arayabilir, şi*kÂyetini dile getirebilirdi. Hatt gerektiğinde valileri bile kendisine şikÂyet edebiliyor*lardı. Hz. Omer, şikÂyetin kimin hakkında yapıldığına değil, haklı olup olmadığına ba*kardı.

Bu hususta halka acık acık tembihte bulunmuş ve şoyle demişti:

“Ben, valileri size zulmetmeleri, malınızı haksız yere yemeleri icin tayin et*mi*yo*rum. Onları, size İslamiyet’i oğretmeleri, aranızda adaletle hukmetmeleri ve işlerinizi guzelce yapmaları icin vazifelendiriyorum. Şayet onlardan bu hu*suslara aykırı hareket gorurseniz, cekinmeden bana şikÂyette bulunun ki he*men cezasını vereyim!”

Bu sozler uzerine Muslumanlar arasından biri ayağa kalktı ve bir vali hak*kında şikÂyette bulundu:

“Bana haksız yere yuz sopa vurdu!” dedi. Hz. Omer meseleyi araştırdı. Haksız olduğunu tespit etti. Sonra valiyi cağırıp, şikÂyet eden zata:

“Haydi şimdi sen de ona vur!” diye emretti.

Mısır Valisi Amr bin Âs da ora*daydı. Soz istedi. İzin verilince de:

“Ey muminlerin emîri! Şayet boyle bir şey yaparsanız, valilere bu cok ağır gelir. Sizden sonraki halifeler de bu Âdeti devam ettirir!” dedi.

Hz. Omer bu gerekceyi kabul etmedi:

“Ben, Allah Resûlu’nun bile kendi nefsi icin aynı muameleyi yaptığını gordukten sonra, başkaları icin bunu tatbikten nasıl yuz cevirebilirim?!”

Amr bin Âs (r.a.) tekrar soz aldı ve:

“Bize bıraksanız da biz onu razı etsek ol*maz mı?” deyince, Hz. Omer buna razı oldu. ŞikÂyet edilen vali birkac dinar ve*rerek dayak yiyen kişiyi razı etti.[10]

Hz. Omer, hilafeti zamanında sık sık Medine sokaklarında dolaşır, halkın du*rumunu kontrol eder, ihtiyac sahiplerini tespite calışırdı.

Bir gece dolaşırken bir evden cocuk ağlamaları işitti. Eve yaklaştı, kapıyı caldı. İcerden yaşlı bir kadın cıktı. Hz. Omer, cocukların nicin ağladığını sordu. Kadın, iki gunden beri ac olduklarını, bundan dolayı ağladıklarını, onları avu*tup uyutmak icin boş tencereyi karıştırıp durduğunu soyledi.

Hz. Omer bu cevap uzerine irkildi. Kadıncağıza:

“Biraz bekle, ben hemen ge*liyorum.” dedi.

Hemen koşup bir miktar un ve yağ sırtladı. Hizmetcisi de yanın*daydı. Torbayı taşımak icin ısrar ettiyse de, Hz. Omer:

“Kıyamet gunu benim yukumu de taşıyacak mısın?” diyerek onun isteğini reddetti.

Kadıncağızın evine vardığında Hz. Omer nefes nefeseydi. Hemen yemek yaptı, cocukların karnını doyurdu. Cocuklar sevinc icinde gulmeye, oynamaya başladılar.

Bunu goren Hz. Omer, kalbi rahatlamış olarak oradan ayrılırken, kadıncağı*zın:

“Allah senden razı olsun! Omer’in makamına asıl sen layıksın.” dediğini işitti. Kadın, gece karanlığında gelenin halife olduğunu fark edememişti.[11]

Bir gun Hz. Omer’in yanına bir Hıristiyan geldi. Valinin kendisinden yılda iki kez ver*gi aldığını soyledi. Hz. Omer boyle bir şeyin yanlış olduğunu soyledi. Hıristiyan hu*zur*dan ayrıldı. Birkac gun sonra, unuttu zannıyla tekrar halifenin huzuruna cıkıp durumu hatırlatınca, Hz. Omer şoyle dedi:

“Beni ne zannediyorsun?! Ben, şikÂyetini dinleyip halleden bir Musluman’ım.” dedi.

Meseleyi araştıran Hıristiyan, konuyla ilgili emrin valiye coktan ulaştırıldığı*nı oğrendi.

Omer (r.a.), bir devletin meşveretsiz idare edilemeyeceğine inanırdı. Bu maksatla bir “Şûra Meclisi” kurmuş, buyuk sahabileri bu meclise uye yapmıştı. Zaman zaman bu meclisi toplantıya cağırır, onlara fikirlerini sorar, coğunluğun goruşune gore hareket ederdi.

Hz. Omer bir defasında birinin dilendiğini gordu. Yanına yaklaştı. Bu bir gayrimuslimdi. Nicin dilendiğini sordu. İhtiyar, cizye verdiğini, bu sebeple fa*kir duştuğunu, cizye verecek durumda olmadığını soyledi.

Adalet guneşi Hz. Omer, onu yanına aldı, hazineden kendisine maaş bağladı. Sonra da şoyle dedi:

“Genc iken bunları calıştırıp, yaşlandıkları zaman da sokağa atamayız.”

Hz. Omer’in hilafeti doneminde fetihler buyuk bir hız kazandı. Hz. Ebû Be*kir devrin*de başlanan Irak ve Suriye’nin fethi tamamlandı. İran ve Mısır fethe*dildi. İslam ordu*ları kuzeyde Bizans hududuna, doğuda Horasan’a kadar dayan*dı. Hz. Omer, fethedilen yerlere gonderdiği valilerle oralara İslam’ın adalet, fazilet ve guzelliklerini ulaştırdı.

Hz. Omer, dinî meselelerde cok hassastı. Bilhassa tevhid inancına zarar vere*cek her şeyden uzak durur, halk arasında yanlış inancların yaygınlaşmasına mÂni olurdu. Buyuk İslam kumandanı HÂlid bin Velid’i de (r.a.) kumandanlık*tan bu sebeple azlettiği rivayet edilir. Bu hadise şoyle olmuştu:

Hz. Omer, halife secildiğinde İslam ordusu Suriye onlerindeydi. Kumandan da “Allah’ın kılıcı” unvanıyla meşhur HÂlid bin Velid’di (r.a.). Hz. Omer’in ilk icraatı bir mektupla HÂlid bin Velid’i kumandanlıktan azletmek oldu. Cunku HÂlid bin Velid, girdiği her savaşta Allah’ın izniyle galip geliyordu. Bu durum, Muslumanlar arasında “HÂlid girdiği savaştan mağlup cıkmaz.” gibi bir kanaatin yayılmasına sebep olmuştu. Bu ise, ihlas sırrını zedeliyordu. Cunku neticeyi yaratan Allah’tı. İşte, Hz. Omer bu anlayışı silmek, HÂlid olmadan da Allah’ın Muslumanları galip getireceğini anlatmak icin onu azletti. Yerine Ebû Ubeyde bin Cerrah’ı tayin etti.[12]

* * *

Hz. Omer, dinî meselelerde ince bir anlayışa sahipti. Yukarıdaki hadise bunu goster*diği gibi, Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrah’la aralarında gecen şu hadise de bu*na işaret et*mesi bakımından manidardır:

Hz. Omer, Şam’a gitmişti. Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.), Yermuk yakınlarında onu karşıladı. Biraz sohbetten sonra Ebû Ubeyde (r.a.), halifeye Şam’da veba olduğunu haber verdi. Omer (r.a.) bunu duyar duymaz, orduya derhÂl Medine’ye donme emrini verdi. Hz. Ebû Ubeyde, bu emrin hikmetini anlayamamış*tı.

“Ey emîru’l-muminîn! Allah’ın kaderinden mi kacıyorsun?!” dedi.

“Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kacıyorum. Ne dersin? Se*nin develerin olsaydı da, onları iki yamacı olan bir vadiye indirseydin, o yamaclardan birinin bitkisi bol diğeri de otsuz olsaydı, sen develerini otlu yerde otlat*mak isteseydin yine Allah’ın kaderiyle yapmış olmaz miydin?”

Ebû Ubeyde, halifenin bu manalı cevabı karşısında takdirle boyun eğdi.

Hz. Omer’in en buyuk arzusu şehitlikti. Dualarında, “Ey Allah’ım!” derdi, “Senin yolunda ve Resûl’unun beldesinde olmeyi arzuluyorum.”

Bu arzusuna nail oldu. Hicret’in 23. yılında, bir sabah namazı sırasında, Ebû Lu’lu adında bir kole tarafından şehit edildi.

* * *

Bu buyuk sahabinin gunumuze kadar gelen pek cok veciz ve ibretli sozu var*dır. Bunlardan birkacı şoyledir:

“Sakın oturduğunuz yerden, ‘Allah’ım, rızkımı ver.’ deyip durmayın! Biliyorsu*nuz ki, gok ne altın yağdırır, ne de gumuş…”

“İnsan evinde ailesine karşı cocuk gibi olmalı, dışarıda ise erkek gibi davran*ma*lı*dır.”

“İnsanlara muhtac olmamaya gayret ediniz. Boylece hem dininizi korursu*nuz, hem de insanların en kerimi olursunuz.”

“Bana hatalarımı gosteren kimseden Allah razı olsun!”

* * *

Hz. Omer, Peygamberimizden 73 hadis rivayet etmiştir. Bunlardan birisi şu mealdedir:

“Eğer hakkıyla Allah’a tevekkul etseydiniz, sabahleyin kursakları boş olarak cıkıp, akşamleyin yuvalarına dolu olarak donen kuşlar gibi rızkınızı kolayca te*min ederdiniz.”[13]

Peygamberimiz, Hz. Omer’i cok sever, onu takdir ederdi. Bircok hadisinde onun faziletine dikkat cekmişti. Bu hadislerden bazıları şu mealdedir:

“Guneş, Omer’den daha hayırlı birinin uzerine doğmamıştır.”[14]

“Gokyuzunde Omer’e saygı gostermeyen hicbir melek, yeryuzunde Omer’den korkmayan hicbir şeytan yoktur.”[15]

Re*sû*lul*lah (a.s.m.) bir defasında ruyasında cennete girmişti. Muhteşem bir koşkun yanında bir kadının abdest aldığını gordu. Koşkun kime ait olduğunu sordu. Omer bin Hattab’a ait olduğu soylendi.[16]

Hz. Omer, halifeliği zamanında bircok idari yenilikler yapmıştı. Son olarak bunları mad*deler hÂlinde ozetleyelim.

Hazinenin gelir ve giderlerinin duzenlenmesi.

•Takvim başı olarak Hicret’in esas alınması.

•Mahkemelerin kurulması.

•Fethedilen bolgelerin vilayetlere taksimi.

•ezaevi inşası.

•Emniyet teşkilatının kurulması.

•Ordunun harekÂt duzeninin tespiti.

•Kûfe, Basra, Musul gibi bazı şehir merkezlerinin tanzimi.

•Yabancıların İslam beldelerinde ticaret yapmalarına musaade edilmesi.

•Kimsesiz ve duşkun olan Yahudi ve Hıristiyanlara maaş bağlanması.

•Sulama kanallarını acma faaliyetleri.

•Her camide vaaz ve nasihat Âdetinin başlatılması.

•Şehirlerin su ihtiyacını karşılamak icin kanalların acılması.

• “Emiru’l-Muminîn” unvanının kullanılması.

•İmam ve muezzinlere maaş bağlanması.
__________________